Oyun İncelemeleri

Operation Flashpoint

Yazanlar kısmen doğru, bu oyun yüzünden gidip vatani görevlerini tamamlamaya niyetlenen arkadaşlar var.. Hatta Burak teskere bırakıp uzman çavuş oluyomuş, son mektubunda ööle diyodu.. Murat da geçen gün Mehmetçik programında çıktı, bağıra bağıra komando marşı sööledi, yannız saçlar kesildiğinden hiç tanınmadı. Berk hala patates soymaya devam ediyor. Neyse, bigün ben yine nöbetteyim, uyumuşum biliyomusun, Yozgatlı bi de çavuş var, görmüş beni.. Eöööh! O kadar da gerçekçi değil!


Yazıya geçmeden önce bir hususu önemle belirtmek istiyorum: Eğer takriben 15. görevden sonra oyun göçüyorsa, yeni kopya koruma sistemiyle tanıştınız demektir. Operation Flashpoint’te, ki güzel Türkçe’mizin sağlığı açısından bundan sonra kısaca OpF olarak geçecektir, yeni bir kopya koruma sistemi kullanılmış, siz oynamaya devam ederken bazı kontroller yapılıyor ve bu kontroller sırasında orijinal dosyalar bulunamazsa, oyun belli bir andan sonra oynanamaz hale geliyor. Bu durumu geri çevirmenin bir yolu da yok.. İnternet üzerinde habire yeni tarihli crack dosyası arayan arkadaşlar boşuna uğraşmasınlar, bu durumun crack dosyasıyla bir ilgisi yok. Crack sadece cd-check korumasının geçilmesini sağlıyor ve bunun için de eninde sonunda orijinal dosyaları kırıyor, oyun da orijinal dosyayı bulamayınca kendi kendini “imha ediyor.” Yani ya paraya kıyıp net üzerinden sipariş vereceksiniz zira orijinali Türkiye’ye gelmiyor, ya da oyuna uzun metrajlı bir demo olarak yaklaşacaksınız.


OpF’yi oynamak için ilk teşebbüsüm, hüsranla sonuçlandı. Zira bırakın çalışmayı, daha ilk ekranda (hani şu Codemasters yazısının girdiği ekranda) çotart diye kilitlendi oyun.. Setup’tan bütün ayarları minimum’a indirdim, hani biraz daha indirsem oyun iki boyutlu hale gelecek, yok, yine de sonuç değişmedi.. Birkaç arkadaşım daha aynı problemi yaşamış. Bunun nedenini halen çözebilmiş değilim ve fakat elimdeki bilgisayarın performans açısından abaküsten hallice olmasından kaynaklandığını sanıyorum.. Ben de oyunu kaptığım gibi Murat’a gittim. Parası varken kendine şahane bir bilgisayar toplamıştı, (PIII700, 512 RAM, GeForce 2) hoş şimdi parasızlıktan bütün parçaları tek tek elden çıkarmaya başladı ya neyse.. Oyun onun bilgisayarında yüzsüzlük yapmadan çalıştı, ben de bakalım askeri simülasyon nasıl oluyormuş diye oturdum oyunun başına..


Oyunun yapımcısı Bohemia Software, Çek Cumhuriyeti menşeli bir firma. Hani haritayı açsak, çoğumuz ilk anda yerini bile bulamayız, bir nevi Türkiye. İşte bu haritada gözümsenmesi bile zor ülkeden bir grup genç çıkmış ve bizdeki gibi yeni yasaların çıkmasını falan da beklemeyip, “hep oynamak istedikleri” türden bir oyun yapmışlar. Tam beş senelerini vermişler.. Boru değil, binsekizyüzyirmibeş gün ediyor. Sonuçta bir sene önce söyleseler ağzımı kullanmadan güleceğim büyüklükte ve gerçekçilikte bir oyun çıkmış.. Size de bir sene önce gelseler ve “Büyüklüğü 150 km’ye varan bir bölgede geçecek bir fps hazırlıyoruz, oyun boyunca piyade olarak çarpışacak, tank, jip ve hatta helikopter kullanabileceksin, üstelik hepsini tek cd’ye sığdıracağız!” deseler siz ne yapardınız? O zamanlar bu kapsamda bir oyun için hiçbir bilgisayar yeterli değildi, hoş, hala da yeterli değil gibi görünüyor ya neyse.. En azından çoğumuzun bilgisayarı için.


Aslında oyun kısaca böyle özetlenebilir, devasa büyüklükte bölgelerde geçen ve savaş ortamının birebir yansıtılmaya çalışıldığı bir fps. Peki oyunu bu kadar özel kılan ne? Bunu başarmış olmaları.. Gerçekçilik açısından OpF ile yarışabilecek hiçbir oyun yok. Oyuna bitli piyade diye de tabir edilen sıradan bir asker olarak başlıyorsunuz, sorumluluğunu üstlenmek zorunda olmadığınız bir takımınız var çünkü kendi kendilerine yetiyorlar, ne yapacağını bilemeyen bot’ların bekçisi değil, bir takımın parçasısınız.. Öyle zart diye görev bölgesinde başlamıyorsunuz oyuna, bazen sürünerek ilerliyorsunuz, bazen de bir kamyonun arkasında.. Hedefe ulaştığınızda diğerleriyle birlikte kamyondan atlıyor ve bazen dehşetin ortasına düşüyorsunuz, ne olup bittiğini bile anlayamadığınız müthiş bir karmaşa, ateş ediliyor, patlamalar oluyor, yanınızdaki arkadaşınız vuruluyor, telsiz sesleri uğulduyor, tek yapabildiğiniz bir siper bulup yaşamaya çalışmak.. Ateş bile edemeyecek kadar paniklemeniz mümkün. Ama işler böyle oluyor, planlar R6’da olduğu gibi kusursuz işlemiyor, CS’de olduğu gibi silah ve mermi satın alınmıyor, gerçek yaşamda ölmek için tek kurşun yetiyor..


Fakat hemen heveslenmeyin, oyundaki her görev bu kadar da etkileyici değil. Campaign modunu seçerseniz, toplam 46 veya 47 (henüz bitiremedim) görevi sırayla yerine getiriyorsunuz. Oyunun hikayesi 80’lerde, Soğuk Savaş döneminde geçiyor. Yani Reagan ve Gorbaçov iktidarda! Bazı siyasi çekişmeleri çözmek için kullanılan askeri bir birimin (birim yerine ne anlama geldiklerini kesinlikle bilmediğim tugay, bölük vs. gibi kelimeleri de kullanabilirsiniz) sıradan bir üyesisiniz, ilk başlarda basit bir piyade olsanız da görevler ilerledikçe rütbe atlıyor, emir verebilecek duruma geliyorsunuz. Ancak bu aşamaya gelinceye kadar tek yapabildiğiniz, bazen nedenini hiç anlamadığınız emirleri yerine getirmek.. Zannedersem askerlikte de aynen böyle oluyor! Ama niye komutanım diye sorma imkanınız yok, oyunda sorarsanız karşılık alamıyorsunuz, gerçek hayatta sorarsanız askerliği yakmanız kuvvetle mümkün.. Sızma, sabotaj, bir bölgeyi ele geçirme veya savunma gibi çeşitli görevleri yerine getirmek için uğraşıyorsunuz. Çeşitli araçları şoför/pilot olarak kullanabilmeniz mümkün, ki bu araçlar arasında jip, tank ve hatta helikopter var. Korkmayın, oyunun gerçekçiliği bu noktada pek devreye girmiyor, yani tank ve helikopteri kullanmak bir simülasyonda olduğundan daha kolay, ki zaten böyle olması gerekiyor. Açıkçası oyunun bu yönünü çok merak ediyordum ve görmeden böyle bir şey yapılabileceğine inanmam gibi iddialarım da vardı, gördüm, huzura erdim, hakkaten yapılabiliyormuş! Her ne kadar çok basitleştirilmiş olsa da, bu araç kullanma işini gayet güzel halletmişler, tank neyin süremem helikopteri de kesin düşürürüm gibi bir endişeniz olmasın..Campaign dışında “Single Missions” diye bir seçeneğiniz de var. Burada, benzetme ne kadar doğru olur bilemiyorum ama, Delta Force’daki gibi birbirleriyle bağlantısı olmayan çeşitli görevleri yerine getirmek için debeleniyorsunuz. Ama elbette campaign daha zevkli, size de ilk olarak campaign’i denemenizi tavsiye ederim. Bundaki en büyük etken, doğru dürüst bir hikayeyi takip etmenizin dışında, ara demolar. Oyunun motoruyla hazırlanmış ve neredeyse dakika başı giren bu demolar oldukça güzel ve en önemlisi atmosferi arttırıp sizi havaya sokuyor. Hatta bir andan sonra “film gibi” izlemeye başlıyorsunuz.


Gelelim oyunun en önemli özelliği olan “gerçekçiliğe”. Sağlık paketleri olmaması, adım başı rocket launcher’a ve mermiye rastlanmaması, tek kurşunla ölmeniz gibi özelliklere değinmiyorum bile, bunları zaten başka oyunlarda defalarca gördük.. Kendi adıma, OpF’deki en “gerçekçi” taraf, nişan alma sistemi. Koşarken ve yürürken nişangahınız sabit durmuyor, gerçekte olduğu gibi sağa sola sallanıyor ve bu durumdayken ateş ederseniz, yine gerçekte olduğu gibi en iyi ihtimalle takım arkadaşınızı vuruyorsunuz.. Sabit ve hedefe ulaşması en olası bir atış için bırakın kıpırdamadan durmayı, yere tam siper yatmalısınız. Bu durumda bile vurmanız kesin olmadığı gibi, hedefe isabet ettirmek için ekrandaki pointer’a bakmak yerine klasik gez-göz-arpacık yöntemini kullanmanız gerekiyor. Uzaktaki bir hedefe ateş ettiğinizde, zamanlamayı doğru yapmamışsanız (tam hedefe değil, biraz sağına veya soluna ateş etmelisiniz) sadece mermi harcamış oluyorsunuz ve çok da çabuk bitiyorlar.. Ölen askerlerin silahlarını almanız mümkün, ama bunun için elinizdeki silahı bırakmanız gerekiyor. Yine “gerçekçilik unsurları” arasında sayabileceğimiz bir başka şey ise, dinamik bir waypoint sistemi. Şöyle ki, oyunda sürekli takım liderinden çeşitli emirler alıyorsunuz, “şurda dur-şu hedefe ateş et” gibi. Tam olarak nereye gitmeniz gerektiğini anlamak için, ekranda çıkan sarı bir kareyi takip etmeli ve tam olarak onun bulunduğu yere gitmelisiniz. Sürekli yeni emirler aldığınız bir oyun için çok akıllıca düşünülmüş bir sistem. Bu waypoint sürekli değişiyor ve onu takip etmezseniz hiçbir şey olmuyor.. Herkes sarı kareyle gösterilen yere gitmenizi bekliyor ve inatla siz oraya gidene kadar kıpırdamıyorlar. Bu bazen kafa karıştırıcı olabiliyor, waypoint çok sık değişiyor ve bazen “aha nereye gitti bu” diye dolanıp duruyorsunuz, hatta bazen tek yaptığınız waypoint’i takip etmeye çalışmak oluyor..


Eğer hızlı bir aksiyon arıyorsanız, bu “gerçekçilik unsurları” hiç hoşunuza gitmeyecektir. Çünkü hiçbir şey “anında” olmuyor. Bir çatışmaya girmek için bazen dakikalarca sürünüyor ve ağır ağır ilerliyorsunuz, çatışma başladığında ise ne olup bittiğini bile anlamadan sona eriyor. Hatta şöyle söyleyeyim, ilk iki görevi tek bir el ateş bile etmeden tamamladım! Vurmam için iki hedef verildi, vuramadım çünkü deli gibi sarı kareyi takip etmekle meşguldüm.. Ben dolanıp dururken takım arkadaşlarım görevi tamamladı, bense hiçbirşey yapamadım.. Görev bölgesine gelene kadar dolanıp durma hali bazen çok sıkıcı olabiliyor, hatta gerçekliğin dozunun kaçtığını düşünmeniz kuvvetle mümkün, neticede açık havada geçiyor oyun, yani etrafta ağaçlar dışında görecek bir şey yok ve çatışmaya girene kadar dakikalarca bu ağaçları seyrediyorsunuz.. Zaten ilk görevler siz daha n’ooluyor lan bile diyemeden tamamlanmış olacak. Saf gerçekçilik hayranları bunu çok sevecektir ama kişisel olarak ben pek hoşlanmadım. Her ne kadar oyundaki zamanı hızlandırıp yavaşlatmaya yarayan tuşlar olsa da, bir süre sonra bu tuşları çok sık kullanmaya başladığınızı fark ediyorsunuz ve “gerçekçiliğin” bir esprisi kalmıyor.


Grafiksel açıdan, çok etkileyici oyun. 150 km’ye varan açık alanlar söz konusu ve ayarları köklerseniz görülebilecek ne varsa görebiliyorsunuz! Ancak bir süre sonra renk paletinin çok sınırlı olduğunu (yeşil ve tonları!) ve ağaçların iki boyuttan oluştuğunu anlıyor, ayrıca hep aynı yerdeymiş gibi hissetmeye başlıyorsunuz ama yapılabilecek olan bu, bundan daha fazla ayrıntı olsaydı oyun hiçbir bilgisayarda çalışmazdı, ki şu haliyle bile çoğunda çalışmıyor.. Çok donuk suratlara sahip olmalarının dışında, diğer askerlerin animasyonları oldukça güzel. Patlamalar ise tam anlamıyla muhteşem! Hiç yanımdaki bir binaya tank mermisi isabet etmedi ama, etseydi herhalde aynen oyundaki gibi olurdu.. Aynı şeyi ses efektleri için de söyleyebiliriz. Şöyle dört adet hoparlörü de güzelce kompüterin etrafına döşemişseniz, kendinizi Normandiya Çıkartmasındaymış gibi hissedebilirsiniz, tam olması gerektiği gibi..


Birkaç ufak tefek sorun yüzünden, bir klasik olmayı kıl payıyla kaçırıyor oyun. O sorunlar ne derseniz, herşeyden önce hayvani sistem ihtiyaçları derim. Yazının başında Murat’ın bilgisayarının özelliklerini söylemiştim değil mi? Tekrar edeyim, PIII700 işlemci, 512 RAM, GeForce2 ekran kartı.. İşte bu sistemde, oyunu 1024*768 çözünürlükte çalıştıramıyorsunuz! Takılıyor.. Ancak çözünürlüğü 800*600’e düşürdüğünüzde oynanabilir hale geliyor.. Yani emektar bilgisayarınızda çalıştırmayı unutun. 32 MB’lık bir ekran kartı ve 96 RAM olmadan, oyun çalışmıyor, daha doğrusu çalışıyor ama çalışmasa da oluyor. Bunun dışında, oyun çok lineer bir hikaye akışına sahip. Görev sonunda sağ kalan tek kişi siz olsanız bile, sonraki görev bundan etkilenmiyor. Yani daha zorlaşmıyor veya ne bileyim, görevi çok kısa bir sürede tamamlamışsanız daha kolaylaşmıyor. Ayrıca takım arkadaşlarınızdan birini vurunca da hiçbir şey olmuyor! Bir psikopatın itirafı gibi görünebilir ama bütün oyunlarda bunu denerim, bazen herkes sizi vurmaya çalışır, bazen göreve baştan başlarsınız ama burada hiçbir şey olmuyor. Tepemde ziv ziv öten komutanın beynine bir şarjör boşalttım hiçbir şey olmadı.. Diğer takım arkadaşlarımı da vurdum yine bir şey yok! En azından sağ kalanların beni düşman olarak görüp saldırmalarını falan beklerdim.. Araç kullanmak da çok zevkli değil. Tamam, çok kolay ama aracı kullanırken yapabilecekleriniz o kadar sınırlı veya basit ki, bir an önce inmek istiyorsunuz.. Bir de kişisel takıntılarım var elbette, bir türlü yerini tutturamadığım ve sürekli değişen waypoint’ler, çatışmaya girene kadar geçen sıkıcı bekleme süreleri gibi.. Yine de, olabilecek en gerçekçi “askerlik” oyunu bu ve kesinlikle alınmalı.. Murat manyak gibi oynuyor. Burak zaten gaza gelip askere gitti.. Ben beklemedeyim. İçinde “patates soyma, nöbet tutma, şafak sayma, aç aç, mermi kovanlarıyla yazı yazabilme olanağı” olan bir oyun çıkarsa, o zaman ben de giderim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu