Oyun İncelemeleri

Alone in The Dark: The New Nightmare

İlk oyun çıkalı ne kadar oldu? Yanılmıyorsam neredeyse on sene.. Alone In The Dark, bizi gerçek anlamda “korkutan” ilk oyundu. H.P.Lovecraft hikayelerinden esinlenmiş bir öyküsü ve sürükleyici bir oynanışı vardı. İkinci ve üçüncü oyunlar hemen arkasından geldi. En berbatı da herhalde hayaletli bir kovboy kasabasında geçen üçüncü oyundu.. Kesinlikle o korkutucu, gizemli hava yakalanamamıştı. Ve şimdi ilk oyundan on, üçüncü oyundan altı sene sonra, Edward Carnby göreve geri döndü. Hadi gidip canavar öldürelim!

Yapımcı şirket Darkworks, uzun bir süredir oyunun yapımıyla uğraşıyordu. Yani biz, saysan bitmez bir zamandan beri bekliyorduk.. Fakat beklememize değdiğini söyleyebilirim. Bu Fransızlar işi biliyor! (Darkworks bir Fransız şirketi. Hatta konuyla alakasız ufak bir de not: Darkworks tasarım ekibinden biri -nick’iyle Nunuk- Q3 mapleri yapımıyla da uğraşıyor ve hatta kişisel sitesi PlanetQuake tarafından host ediliyor.)

Tamam, oyuna geçiyorum. Oyunumuz 3 cd efendim. İlk cd install için kullanılıyor, ikinci ve üçüncüler ise oyunu oynamak için gerekli. Aşağı yukarı 500 MB da yer istiyor.. Dehşet güzellikte bir demoyla başlıyor oyun: Edward Carnby’e edilen bir telefon, bunun üzerine uçakla yola çıkışı ve gideceği yere varmak üzereyken uçağın yere çakılışı.. Carnby’nin arkadaşı Charles Fisk’in Shadow Island’daki Morton Malikanesinde bir soruşturma yürütürken öldüğünü, bunun üzerine Carnby’nin “Yeminimi bozdum hüleayn!” diyerek arkadaşının ölümünü araştırmak için aynı yere geldiğini öğreniyoruz. Üstelik tek başına da değil: Malikanedeki gizemli tabletleri araştırmak için beraberinde Aline Cedrac isimli bir hatun kişi de gelmiş. Uçağın düştüğü anda, Aline’le Edward birbirlerinden ayrı yerlere düşüyorlar ve her biri kendi macerasını yaşıyor.. Oyunun başında sizden iki karakterden birini seçmeniz isteniyor; seçtiğiniz karaktere göre oyun da değişiyor. Carnby’i seçerseniz daha yüksek ateş gücü ve daha az bulmacayla karşılaşıyorsunuz, Aline’de ise tam tersi. Her karakterin hikayesi iki bölüm halinde oynanıyor: İkinci cd’de Edward ve Aline’nin ilk bölümü, üçüncü cd’de de ikinci bölümü yer alıyor.

Aynı Resident Evil 2 gibi değil mi? Aslında değil.. Alone In The Dark’ın kendine has bir oynanışı vardı ve bu Resident Evil serilerinden çok önce başlamıştı. Fakat illa bir benzetme yapacaksak, evet, oynanış açısından Resident Evil serilerine çok benziyor oyun; aynı RE gibi “kare kare” ilerliyor, yani siz ilerledikçe kamera açıları değişiyor ve bu açıları kontrol edemiyorsunuz. Inventory’nizde de benzerlik var: Carnby’nin sağlık durumunu yine RE tarzında görüyor, eşyalarınızı kurcalıyor hatta onları birleştirebiliyorsunuz. Aslına bakarsanız oyunun güzelliği de kötülüğü de burada, şöyle ki siz ilerledikçe değişen ve kontrol edemediğiniz kamera açıları oyuna çok sinematik ve etkileyici bir tat katıyor ve kelimenin tam anlamıyla “havaya giriyorsunuz.”. Bazen çok uzaktan, bir pencerenin ardından görüyorsunuz kendinizi (fonda da tuhaf sesler oluyor tabii) bazen de hafif “yamuk” bir açıdan sinir bozucu bir müzik eşliğinde.. Bunun kötü tarafı ne diyecek olursanız, açıların değişmesi, yani yeni bir kamera açısına geçmeniz -mükemmel arka planlar yüzünden- çok uzun sürüyor.. Bu arka planlar mükemmel, evet ama yüklenmeleri çok uzun sürüyor.. Bazen oyun kilitlendi sanabiliyorsunuz ve bu durum atmosferi de direkt olarak etkiliyor. PIII500, 64 RAM’lı bir bilgisayarda gerçekleşiyor bu durum, biliyorum çok iyi bir makine değil ama herhalde çoğumuzun bilgisayarı aşağı yukarı bu özelliklere sahiptir.. Yani 32 RAM’la oyunu oynamayı unutun!

Oyunun “action” tarafı bakımından, RE ile hiçbir benzerlik yok! Envai çeşit canavar var ve zombiler RE’de olduğu gibi beş kurşunla yere inmiyor. Oyunun başında sahip olduğunuz revolver ile iki şarjör boşaltırsanız bir zombiyi ancak öldürebiliyorsunuz, mermiler de bu işe yetecek kadar çok bulunmuyor.. Kocaman bir shotgun’la bile bir zombinin ölmesi üç atışı buluyor! Kontroller çok basit, Ctrl tuşuyla nişan alıyor, Spacebar ile ateş ediyorsunuz ama dediğim gibi yaratıkları öldürmek epey zor.. Bu arada plasma gun, rocket launcher gibi Quake dünyasına özgü silahlar da var ki, bunun oyunun atmosferine hemen hiç yakışmadığını söyleyebilirim..

Şimdi de “adventure” kısmından bahsedelim.. Bulmacalar da çözmeniz gerekiyor elbette. Bunlar çok zorlayıcı şeyler değil, ama çok “şık” düşünülmüşler. Biraz da çözene bağlı tabii.. Örnek vermek gerekirse, pek sevgili patronumuz Murat’ın bir hafta boyunca bulamadığı bir kapının yerini oyunun başına oturduktan 15 saniye sonra buldum, ehehe.. M tuşuyla ulaşabildiğiniz map işinize gerçekten çok yarıyor. Burada o an bulunduğunuz yerdeki bütün kapıları ve kilitli olup olmadıklarını öğrenebiliyorsunuz. Oyun boyunca yapılan konuşmalar ve bulduğunuz şeyler de bulmacaların çözümü için hayati bilgiler içeriyor, bulduğunuz her şeyi “examine” etmeyi unutmayın. Bu arada demolar için bir “altyazı” seçeneği konulsaymış çok iyi olacakmış, bazen neden bahsedildiğini bile anlamıyorsunuz.

Grafikler, grafikler.. Mükemmel! Daha önce bu kadar güzel arka planları görmedik, emin olun. O kadar detaylı tasarlanmışlar ki bazen sadece durup onları izliyorsunuz. Oyundaki herşey (ki bunun içine canavarlar, mekanlar ve hatta duvardaki tablolar giriyor) gerçek mimarlara ve ressamlara hazırlattırılmış. Yanlış anlamadınız, duvardaki -belki dikkat bile etmeyeceğimiz- tablolar gerçek ressamlar tarafından çizildikten sonra oyuna eklenmiş. Anlık olarak giren efektler – çakan bir yıldırım ya da ışıkların aniden sönmesi gibi- atmosferi daha da artırıyor ve size gidip ışıkları söndürtüyor.. Nocturne’den beri kalkıp ışıkları söndürmek ihtiyacı hissettiğim bir oyun oynamamıştım. Karakterlere gelirsek, mükemmel modellenmişler. Özellikle Carnby o şişman ve gözlüklü halinden kurtulmuş, imaj yapmış! Uzun saçlar, etekleri yeri süpüren bir pardesü, kot pantolon.. Her an sahneye çıkıp “Edvıııırd!” diye böğüren kız hayranlarını selamlayacakmış gibi bir hali var.. Yüz ifadeleri, iskelet haraketleri çok gerçekçi.

Ve geldik oyunun en “atmosferi doruğa çıkartan” yanına: El feneri. Bu kadar küçük bir şeyin böyle bir etki yapabileceğini kim bilebilirdi? El feneri kullandığımız -bu derece kullandığımız- başka bir oyun hatırlamıyorum, herhalde ilk olarak Darkworks’tekilerin aklına gelmiş bu ve iyi ki de gelmiş.. O küçücük şey oyunu öylesine etkiliyor ki.. Tamamen karanlık bir ortamda yakılan el feneri, verdiği ufak aydınlığa rağmen aydınlatamadığı kısımlarda nelerin gizlendiğini düşünmenize neden oluyor ve sık sık arkanızı kontrol ederken buluyorsunuz kendinizi.. Zaten güzel olan grafikler, el feneri ışığıyla daha bir güzel oluyor, güzelden çok “etkileyici”. Basit bir el fenerinin atmosfere yaptığı bu dehşet katkıyı gördükten sonra, gelecekte çıkacak pek çok oyunda da aynı şeyi görebileceğimize emin olabilirsiniz. Burada tek “garip” yan şu: El fenerinin pilleri tükenmiyor. Yani oyununun ilk bölümünü neredeyse bitirmek üzereyim, hala tükenmedi. Belki ileride tükeniyordur.. Oyun çıkmadan önce sağda solda pil de bulacağımız, böylece el fenerini tekrar çalıştırabileceğimiz söylenmişti ama ben henüz rastlamadım.

Ses/Müzik diyelim şimdi de.. Karakter seslendirmelerinin öyle çok abartılacak bir yanı yok, yani kötü değil ama mükemmel de değil, orta karar. Ses efektleri ve müzikler ise mükemmele yakın. Müzik zaten pek yok, ama girdiği kısımlarda sizi havaya sokmak ve “uğursuz” bir şeyler bekletmek için yeterli. Ses efektleri ise bunun bir oyun olduğunu unutturup sizi koltuğunuzdan zıplattıracak kadar başarılı. Koridorun sonundan gelen bir sürüklenme sesi, aniden suya düşen bir taş, çakan bir şimşek..

Tabii kadı kızının bazı kusurları da var.. Öncelikle -bunu söylediğime şaşıyorum ama- konsol versiyonundan hiç uğraşılmadan direk pc’ye geçirilmiş gibi duruyor. Bunu da nerden çıkardın derseniz, öncelikle kontroller derim. Klavye/joystick’le karakterleri kontrol edebiliyorsunuz, ama bu bazen sinir bozucu olabiliyor.. Carnby sırf iki santim solda durmadı diye bir kapıyı açamayabiliyor, böylece siz o kapının açılmadığına kanaat getirip deli danalar gibi başka bir çıkış bulmak için dolanabiliyorsunuz.. Aynı şekilde hayati önem taşıyan bir eşyayı alamamanız da olası. Tam olarak gereken yerde durmadığınız sürece hiçbirşey yapamıyorsunuz.. Kısacası, kontrol sorunlu. İkinci olarak şu save saçmalığı var. Save edebilmek için charm denilen şeylerden bulmalısınız, elinizde charm kalmazsa save de edemiyorsunuz. Oyun boyunca npc’lerden charm alabiliyor hatta sağda solda da bulabiliyorsunuz ama bu pc versiyonu. Niye save etmek için charm kullanmak zorundayım? Konsol artığı bu özellik, açıkçası sinirimi bozuyor. Oyun zaten save konusunda özellikle zorluk çıkarıyor, hangi tuşla save edebileceğinizi tamamen deneme yanılma yöntemiyle buluyorsunuz çünkü hiçbir yerde bahsedilmemiş. (F5 tuşu.) Yüksek sistem ihtiyaçları da bir sorun elbette.. 128 RAM artık standart oldu, ama çoğumuzun elinde hala 64 RAM ve düşük kapasiteli ekran kartları var. Oyun çalışıyor ama yukarıda da söylediğim gibi ekran geçişleri çıldırtacak yavaşlıkta oluyor.

Ama boşverin, bu Alone In The Dark ve yapması gereken şeyi yapıyor; sizi korkutuyor. Blair Witch serilerini saymazsak, pc için yapılan korku oyunları bir elin parmakları kadar az ve Alone In The Dark, en iyisi. Gotik bir atmosferde mükemmel grafiklerle saatler geçirmek ve “ürkmek” istiyorsanız, daha iyisini bulamazsınız. Hemen gidip alın, son zamanlarda çıkan oyunlar arasında almazsanız üzüleceğiniz (D2 Expansion Pack dışında!) oyunlardan biri..
Efendim? Biri çözüm mü dedi? Yazmaya başladım bile 🙂

Saldırılarından kaçarak yumruklar savurun. Burası bir dövüş oyununu andırıyor.
Sersemledikçe doğru tuşlara basarak daha fazla hasar verin. Birazdan Gaia
gelecek. Demek ki ölmemiş. Mücadeleye devam edin. Gaia’nın kalp kısmına
geleceksiniz. Zeus, burada sizi kandırma amacında. İllüzyon yaparak kendisinden
üç tane varmış gibi gösteriyor. Hangisi görüntü olarak daha netse, gerçek olan
da o. Ona saldırın.

Bu arada Gaia’nın kalbindeki otları da ateş okuyla yakmayı
unutmayın. Bu işinize yarayacak. Eğer enerjiniz azalırsa, bir süre sonra
Gaia’nın kalbi ışıldamaya başlayacak. Bu şu demek: O esnada gidip kalbe
saldırırsanız, gücünüz dolmaya başlar. Fakat şunu da unutmayın. Eğer hızlı
hareket etmezseniz, gücü Zeus alıyor ve gücünü yeniliyor. Böylece onu öldürmek
için çok daha fazla uğraşmanız gerek. O yüzden, kalpteki enerjiyi Zeus’a
kaptırmadan onu pataklamaya özen gösterin.

Zeus’u iyice sersemlettikten sonra devasa kılıcınızı ona saplayacaksınız. Kılıç
hem Zeus’a, hem de Gaia’nın kalbine girecek ve Gaia ölecek.
Zeus, henüz ölmedi. Sizi yer altına gönderecek. Şimdi en önemli günahlarınızla
yüzleşmeli ve sebep olduklarınızdan af dilemelisiniz. Bu kısım Max Payne’i
andırıyor.

Her taraf karanlık, ama en uçtaki ışığı ve yerdeki kan izlerini takip
ederseniz kolaylıkla ilerliyorsunuz. Kratos’un karısını, kızını, Pandora’yı ve
Athena’yı göreceksiniz. Hepsiyle konuşmalı ve kendinizi vicdanen
rahatlatmalısınız. Burada, ilk oyundaki bazı sahneleri görebiliyor ve hikâyeyi
daha iyi anlayabiliyoruz. Ardından tekrar dövüş arenasına dönüyoruz ve artık
Zeus’a son hamleyi yaparak sonunu getirebilirsiniz.

Athena gelecek ve durum hakkında sizinle konuşacak. Ardından sinirlenen
Kratos, kendisine sapladığı kılıçla bedenini sonsuzluğa verecek, ancak ruhu hâlâ
hayatta olabilir. Bence öyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu