Legacy of Kain: Defiance
Şimdiye kadar bir çok macera oyunu yapıldı. Bunların bazıları daha ilk
denemelerinde başarısızlığa uğrarken, bazıları da çok başarılı olup büyük hayran
kitlelerine sahip oldular. Resident Evil ve Metal Gear Solid serisi bunlara
örnek olarak gösterilebilir…
Legacy of Kain serisi ise muhteşem konusu, harika kurgusu ve başarılı bir
oynayışı olmasına rağmen en büyük yapımlar arasına giremedi. Bunun en büyük
sebebi de oyunun yapımcılarının yaptığı bazı hatalar ve şanssızlıklardı.
Seri ilk olarak 1996 yılında yapılan Legacy of Kain: Blood Omen ile başladı.
Bu ilk oyunu Silicon Knights yapmıştı ve herkes tarafından beğenilen kaliteli
bir vampir RPG’siydi. Daha sonra Nintendo, Silicon Knights’ı satın alınca oyunun
yapımını Crystal Dynamics üstlendi ve serinin ikinci oyunu Legacy of Kain: Soul
Reaver ile harika bir iş çıkardı. Soul Reaver her ne kadar aksiyon özellikleri
ile Blood Omen’dan farklı olsada, yine de seriye farklı bir bakış açısı
getirmişti. Daha sonra serinin yeni oyunları Blood Omen 2 ve Soul Reaver 2
geldi. Fakat bu oyunlar bekleneni pek veremedi; çünkü Blood Omen’ın RPG stili
aksiyona dönüşmüştü. Soul Reaver 2 ise ilk oyun kadar etkileyici olamamıştı.
Fakat yine de serinin yeni oyunları kötü değildi, sadece beklenilen çıkışı
yapamamışlardı.
Biraz Devil May Cry tadında sanki…
Crystal Dynamics’in Raziel ile Kain’i aynı oyunda buluşturacağını söylemesi
oyunun fanatiklerini heyecanlandırmaya yetmişti. Fakat Crystal Dynamics oyunu
farklı yapayım derken sanki Devil May Cry taklidi yeni bir oyun ortaya çıkarmış,
bu da bence hiç hoş değil. Legacy of Kain serisi şimdiye kadar Lord Kain’in
macerası Blood Omen ve Raziel’in macerası Soul Reaver adı altında iki bölüm
olarak ilerliyordu. Legacy of Kain: Defiance’ta ise her iki karakteri sırası ile
yönetiyoruz. Yani oyunda her hangi bir karakter seçim opsiyonu bulunmamakta.
Oyunun senaryosu gayet açık; Lord Kain, sürekli kargaşa yaratan ve Raziel’i
kendisine düşman eden büyücü Moebius’un peşine düşüyor. Raziel’in ise Elder
God’ın elinden kurtulup, düşmanı olarak gördüğü Lord Kain’den intikam almak
amacında. Her iki karakterin de serüveni aynı zamanda geçiyor. İki karakter
oyunun belirli yerlerinde karşılaşıyorlar ve oyun boyunca bir çok ilginç gelişme
oluyor. Kısır döngüyü açığa kavuşturacak bazı gelişmeler olsa da, genellikle
kafanızda yeni soru işaretleri oluşacak. Aslında Defiance’ın senaryosunun
fanatikleri pek mutlu ettiğini söyleyemeyiz. Zaten yeterince karmaşık olan
senaryo, bu oyunla daha da karmaşık hale gelmiş. Tek su yüzüne çıkan gerçek,
belki de seriyi takip eden oyuncuları en çok sevindiren şey; Raziel’in Kain’i
artık düşman olarak görmemesi. Bunu da sanırım Soul Reaver, Raziel’i yutmadan
önceki şu sözlerinden anlayabiliriz: “Kain sen artık benim düşmanım değilsin,
ben her zamanki gibi senin sağ kolun ve teğmenin olacağım”.
Neler değişti?
Öncelikle oyunda farklı bir oyun motoru kullanılmamasına rağmen, grafikler
şaşırtıcı derecede gelişmiş gözüküyor. Karakterlerin poligon sayısında belirgin
bir artış var. Özellikle Lord Kain ve Raziel harika görünüyor. Çevre dizaynları
da çok kaliteli. Oyunun çevre-mimari yapısı ise her zamanki gibi Nosgoth
şehrinin büyülü havasını yansıtıyor. Sanırım mimari yapısı bu kadar özgün başka
bir oyun daha yoktur. Ayrıca çevredeki nesnelerle etkileşim artık eskisinden
daha fazla; yani artık eskisinden daha fazla kırıp dökeceğimiz nesne var.
Sesler ise serinin diğer oyunlarına göre pek farklı sayılmaz ama zaten
seslerin bir değişime ihtiyacı da yoktu. Yine de oyunu Raziel ile oynarken arka
plandan gelen sesler daha da korkutucu hale gelmiş. Şahsen daha önce korku
oyunlarında bile böylesine ürkütücü sesler duymadığımı itiraf etmeliyim.
Müzikler ise eskisine göre bayağı değişmiş, tabi bunda oyunun aksiyon havasının
etkisi de var. Müzikler çok hızlı ve gaza getirici türden, bazen kendinizi
müziklere öyle kaptırıyorsunuz ki, düşmanlarınızı nasıl darmadağın ettiğinizin
farkında bile olmuyorsunuz. Tabi kontrollerin de etkisini unutmamak gerekiyor,
düşmanlarınızı etkisiz hale getirirken hiçbir zorluk çekmeyeceksiniz. Her şey
gayet kolay ve anlaşılır, kombo yapmak bile çok kolay. Yalnız öncelikle
komboları hak etmeniz gerekiyor, yani ancak oyunda ilerledikçe yeni kombo ve
hareketlere sahip olabiliyorsunuz. Oyunun çok zor olduğu da söylenemez,
özellikle serinin diğer oyunlarını bitiren oyunculara bulmacalar çok tanıdık
gelecek. Bulmacaları çözmek çok kolay, fakat öncelikle onların yerini bulmanız
gerekiyor. Ayrıca bulmacalar çevre ile o kadar uyumlu ki, bazen onları aramaktan
sıkılabilirsiniz.
Aksiyon havasına bürünmüş…
Peki her şey böyle göründüğü gibi toz pembe mi? Tabi ki de hayır. Öncelikle
Crystal Dynamics’in en büyük hatası oyunu giderek aksiyon havasına sokması. Ne
gereği vardı böyle bir şeyin anlamıyorum. Oyunun tarzı zaten çok iyiydi. İkinci
ve en büyük eksikliklerden biri de oyunda gizliliğin olmaması. Nöbetçiler ve
yaratıklar çok uzakta ve arkaları dönük olsalar bile sizi hemen fark ediyorlar.
Soul Reaver ve Blood Omen 2’de ne güzel gizlice yaklaşıp düşmanlarımızı tek
hamlede etkisiz hale getirebiliyorduk. Bence oyunun en zevkli yönü de buydu.
Şimdi ise hangi akla hizmet ettiklerini bilmiyorum ama oyunun aksiyon havası
sayesinde sanki bir dövüş oyunu oynuyormuş hissine kapılıyorsunuz. Durun daha
bitmedi! Blood Omen 2’yi oynayan oyuncular bilirler, süper atlama özelliğini
istediğimiz her yere atlamak için kullanabiliyorduk. Defiance’ta ise bu özelliği
sadece belirli noktalarda kullanabiliyoruz. Üstelik bu özelliği düşmanlarımıza
karşı da kullanamıyoruz. Buradan şu sonuç çıkartılabilir; bir oyunda grafik, ses
ve kontrollerin iyi olması o oyunun iyi olduğu anlamına gelmiyor. Umarım yapımcı
Crystal Dynamics bunu anlar ve en kısa sürede seriye yakışır bir oyun yapar.
Yoksa muhteşem özelliklere sahip olan bu seri, tıpkı Tomb Raider gibi sıradan
bir hal alabilir…