Oyun Ön İncelemeleri

Medal of Honor

Tek kişilik hikâye modundan başlayalım. Bu ilk tanıtım, Ranger’ların hedef gösterilen dağa ulaşmasıyla başlıyor. Bahsi geçen bölüm, yeni oyunun MoH diyince akla ilk gelen o klasikleşmiş “Omaha Beach” bölümüne selamı olarak adlandırılıyor. Tek fark bu kez modern silahlar ve modern teknoloji ile çıkarma yapılması, yani helikopterlerle ve lazerli silahlarla. Sözde Taliban’a karşı yapılan harekâtın geçtiği yer, bire bir olarak Shahi-Kot Vadisi denen yer olarak tasarlanmış. Bu mekândan, gerçek hayatta da Afgan gerillalarının yabancı istilacılardan saklandıkları yer olarak söz ediliyor. Dört kişilik timin bir parçası olarak pompalı tüfek / hafif makineli çiftiyle donanmış Dante Adams’ı kontrol ediyoruz. Asıl hedefe ilerlerken tek tük başıboş gezen yol üstü düşmanları temizleye temizleye ve evleri arayarak ilerliyoruz. Demonun en can alıcı noktası ise Ranger’ların Taliban yerleşim merkezlerinden birine istedikleri hava saldırısı. Önce sis bombalarıyla ve koruma ateşiyle hedefin tehlikesi kontrol altına alınıyor. Hava saldırısı geldiğinde ise tek görebildiğiniz uçuşan taş parçaları ve toz bulutları oluyor. Saldırı bittikten sonra ise evleri kontrol ederlerken çalan bir telefon kendini duyuruyor. Telefon açıldı anda anlaşılıyor ki, o da bir terörist bombasının tetikleyicisi. Ve demo böyle sona eriyor.

Profesyonelliğin ve gerçekçiliğin izleri Tier1 ekibini oynarken daha bir ön plana çıkıyor. Gecenin kamuflajı altında Afgan dağlarında sessizce ilerleyen Navy Seal ekibinin mücadelesi. Düşman kamp ateşine yaklaşılırken kulaklarınıza gelen fısıltıların klavuzluğunda hedefler paylaşılıyor. Direk saldırı yerine daha zekice olan kuşatma gerçekleştiriliyor. Bunun sonucu tek yönden saldırı yerine çok yönlü saldırı oluyor ve karşı tarafın siper alma özelliği tabana çekiliyor. Bu işlemler şaşırtıcı derecede gerçekçi ve stresli hissediliyor. Sonuçta gerçek hayatta tek bir canınız var ve “respawn” yok. Mini kamp temizlendikten sonra yola devam ediliyor, kampa girmeye gerek bile yok. Bu sunum gerçek SEAL komandolarına izlettiriliyor ve askerlerin dedikleri şu oluyor: “Tek fark, biz böyle görevlerde tek kelime bile konuşmayız. Sessizlik altındır.”

Çok oyunculu moda gelince etekteki taşlar düşmeye başlıyor. Sonuçta bir oyunun tek kişilik modu her ne kadar prestiji olsa da, ticari yönü ve ömrü çok kişilik moda bakıyor. Öncelikle ambiyans sesleri ve atmosfer kesinlikle campaign havasında ve izlediğim videonun tek kişilik değil, çok kişili mod olduğunu sol taraftaki “kim kimi neyle vurdu” işaretlerini fark edene kadar anlamadım. Sürekli bir uçak sesi, bomba sesi, hışırtı, gürültü var. Kısacası öyle bir ortamda ne olması gerekiyorsa. Bana kalırsa CoD:MW2 bile daha sessiz geldi bana bu atmosferi görünce. Seslerin oyuncular tarafından duruma göre yaratıldığı hissi değil, zaten savaşın içindesin ve bir askeri yönettiğin için kısaca bu büyük sahilde bir kum tanesisin duygusu veriyor insana.
Silah tokluğu bana CoD’deki kadar sağlam gelmedi, ama bu hissin videodan izlenerek ne kadar anlaşılabileceği de şüpheli. Tek kişilik senaryoda araç kullandığımız gibi çok oyunculu modda da araç kullanımı olacak. Teknik detaylara değinecek olursak, MP kısmında “Dedicated server”lar olacak. Yapımcılar, oyuncuların oy kullanmadan, host’un taşınmasından bıktığının farkında olmalı ki bu kötü deneyimleri tekrar tekrar yaşatmamak istiyor bizlere. Kısacası biz FPS âşıkları için ne olursa olsun muhteşem bir oyun geldiğini kanıtlayacak kadar kaliteli iki demonun ardından, bilgilerimizi sizlerle paylaşmaya başlayalım.

Artık ikinci dünya savaşından baygınlık geldi diyenlere

Medal of Honor, 2002’nin Afganistan’ında geçecek. Yöneteceğimiz iki farklı asker ve ait oldukları iki farklı saldırı timi olacak. İlk grup ameliyatın neşteri gibi, öncü grup olacak. İlk saldırıyı yapan, içeri sızan, gerekli zararı veren ve asıl büyük saldırı için yol açan ve bilgi toplayan askeri birlik. Kısacası hedefi “yumuşatan” ekip. Diğer taraftan ikinci grubumuz birinci grubun aksine “vur kır parçala bu maçı kazan” askerlerinden oluşan ana saldırı timi, neşterin aksine “balyoz”. Oyunu ilginçleştiren durum ise, hem bu iki tarafın savaş tarzı ve taktiklerinin tamamen birbirinden farklı, lâkin ikisinin de öteki olmadan etkisiz olması, birbirini tamamlaması. Bu durum da Medal of Honor’ın bize hem sessiz saldırı tarzı ajanımsı -Hitmanvari- bölümler hem de klasik meydan muharebesi vermesinin habercisi.


Bu tür oyunlardaki en büyük zorluk hem gerçekçi bir oyun yapmak hem de eksiksiz işleyen bir oyun yapmak. Ki bir iki kavram ötekini körelten cinsten. Bu dengenin sağlanmasını ilk hedef olarak gördüklerini söyleyen yapımcılar, dengenin sağlanması konusunda askeriyeden aldıkları yardımı dile getiriyor. Unreal motoru sağ olsun, askeri danışmanlar EA ile çok ciddi ve kapsamlı bir şekilde Afganistan’ın tüm detaylarını olabildiğince oyuna yansıtmaya çalışıyor. Tabii ki bu Unreal motoru yüksek derecede modifiye edilmiş olarak karşımıza çıkıyor. Açık alan performansı göründüğü kadarıyla başarılı.


Askeri danışmanlar demişken, bu işin şakası değil. Amerikan ordusundan ismi açıklanmayan bazı şahsiyetlerle uzun oturumlar sonucu oyunun bazı kısımları yapılıyor. Oyunları için “gerçekçi” diyen bir yapım ekibine yakışanı da bu.
En önemli örnek “Tier 1” denilen silahlı birlik. Eğer Amerikan ordusunu bir piramit olarak görürseniz -keşke böyle olsa, o zaman hiçbir yere saldıramazlardı- 2 milyon yaklaşık askeri çalışanın sadece 200’ü Tier 1 denilen askeri birliktir. Bunları bizim Bordo Bereliler olarak tanımlayabiliriz. Bu askerler elit tabakanın da elit kısımları ve sadece çok önemli görevlere atanıyorlar. Bunun dışında da asla kullanılmıyorlar. İşte yöneteceğimiz asker tahmin edeceğiniz üzere bu timde.

“A’dan B’ye git yeter” tarzı olmasın da bu oyun… Onlardan yeterince var piyasada

MoH serisinin fanlarına yabancı olmayan “Önce öğrenelim askerliği” bölümünün yanı sıra kimi yenilikler de mevcut. Artık tek tuşla en yakındaki mantıklı objenin arkasına siper alıyoruz. Bir nevi “eyvah ölüyorum” tuşu. Kısacası bu oyunu tek kişilik ordu mantığıyla oynayamayacağız, ne olursa olsun biz tek bir askeriz ve tüm diğer askerler gibi arkasına saklandığımız şeye her an bir bazuka ateşi açılabilir. Hayat bu kadar kısa oyunda. Bu yüzden sırtı duvara daya geleni vur mantığıyla yürümüyor oyun, sürekli hareket etmeliyiz. Yavaşlarsak ölebiliriz, köpekbalığı sendromu…

Bunun yanı sıra kader ortaklarınızın yapay zekâsı, takım gibi davranması ve taktiksel anlayışı ve birbirleri ile haberleşme seviyeleri ileri düzeyde. Bir eve baskın yaparken, çatışmanın ardından yanınızdaki askerler rapor isteyebiliyor, yemek artıkları hakkında fikirlerini söyleyebiliyor veya cephane görürlerse yumulmanızı haykırıyor ve bir anda nevalenin başına üşüşüyorlar. Sakız çiğnerken gördükleri cesetleri çukurlara doğru ayaklarıyla tekmeleyebiliyorlar bile. Savaş anında da yanınızdaki asker arkadaşlarınızdan belli bir miktara kadar cephane isteyebiliyorsunuz, fakat bir süre sonra “Eee hepsini verirsem ben ne yapacağım” diyip vermeyebiliyorlar. Takım arkadaşlarınız sadece cephane taşıyan yük eşeği değil tabii ki -onlar sizin diğer yarınız- siz nereye dönükseniz onlar da zıt tarafları kontrol altında tutuyorlar, eğer yarmaya çalışırsanız düşmana koruma ateşi açıyorlar. Ee, “arka”daş kelimesi de eski zamanlardaki savaşta sırtını koruma anlamından geliyor. Yani bu kankalar isimlerinin hakkını veriyorlar. Sözün özü, bu oyun savaş hakkında değil, savaşçılar hakkında.
Artık Rus vurmak, Nazi doğramak istemiyorum desem?


MoH, her zaman gerçekliği savunan bir oyun olarak, çarpışmada da bu hissi yaşatıyor. Tank kullanırken veya atılan füzenin ucundaki kameradan dünyayı izlerken, hep bu his bizimle olacak. Bir objenin ağırlığı düşüşünden veya hareketinden hissedilebilecek. Sekme efektleri yerçekimine uygun olacak. Muşambalarda mermiler nedeniyle açılan deliklerden dışarıyı bile izleyebileceğiz. Yakın zamanda yayımlanan 10 küsur dakikalık videoyu da izlediyseniz silahların uzun şarjör değiştirme sürelerini, geri tepmelerini görmüşsünüzdür.

Şunu da söylemeliyim ki ilk defa aynı silahın, farklı askerlerin elinde farklı şekillerde tutulduğuna tanık oldum. Öyle “ee” demeyin, bu tür ayrıntılar önemlidir, farkı bunlar yaratır. Sonuçta oyun boyunca farklı askerlerin gözünden oynayacağız ve aynı silahı birinin polis gibi, diğerinin asker gibi tuttuğunu görünce tekdüzelik hissi yaşamayacağız. Tier1 grubundaki asker ile Ranger’lar farklı hızlarda hareket edecekler. Bunun yanı sıra HUD kullanımı da gayet hoş. Hayati bilgiler, görev gereksinimleri gibi durumlar sadece bir tuşa basarak ekrana geliyor ve bir kaç saniyede hızlıca kayboluyor. Kurşun ve cephane durumu ise sadece ateş edersek gösteriliyor. Dinamiklik ön planda. Harabeye dönmüş Kabil şehri gibi savaş alanları da bu havayı iyice pekiştirenlerden. Oyundaki gerçekçilik öğesine farklı bir bakış atmak isterseniz “Leave a message” ismiyle yayımlanan tanıtım videosunu izleyin, anlayacaksınız. Yapımcıların dediklerine bakılırsa – hani derler ya – ne kadar oyun oynasan da gerçek hayatta ağır ateş altında her normal insanın aklı başından gider, işte hedeflenen atmosfer bu.


CoD 5’deki gibi Berlin’e Amerikan bayrağı dikecek miyiz yine?


Bu tür oyunların Amerikan propagandası olması alışkın olduğumuz, ama keşke olmasa dediğimiz bir durum. Her şey kötü giderken Amerikan askerleri gelir barışı sağlar, düzeni kurar gider vs vs o kadar çok gözümüze sokuldu ki, neredeyse böyle zannedeceğiz. Hatta bu yazıyı yazarken yaptığım araştırmalarda en büyük oyun sitelerinden birindeki yazarın aynen şunları dediğine tanık oldum: “Onlar ülkeme yeterince zarar verdi. En azından böyle oyunları oynayarak kendimi biraz iyi hissediyor, hıncımı çıkarıyorum. Olması gereken bu.” Tabii korkumuzun üzerine böyle şeyleri okuyunca daha da kırılıyor umudumuz. Lâkin yapımcı Greg Goodrich de biz oyuncuların endişelerinin farkında olacak ki yüreğimize (nispeten, yine de inanmıyorum, muhtemelen yine inceden inceye ezeceğiz ve Amerika haklı gösterilecek her ne yapıyorsa) su serpen şu açıklamayı yapıyor:

“Bu oyun politika hakkında değil, şahsiyetler ve ne yaptıkları hakkında. Güvenilir ve haklı bir yol izlediğimiz sürece bu oyun şerefli ve saygın bir oyun olacaktır. Savaşlarda olan olaylar, ölen askerler… Hepsi gerçek ve biz onların hikâyesini anlatmalıyız. Bu çocuklar onurlandırılmalı, çünkü asıl pis işleri yapanlar onlar ve hakkında en az konuşulan ve en az yüceltilen yine onlar. Sözün özü, doğru kaldığımız ve olayları tüm çarpıcılığıyla aktardığımız sürece sizlere hiçbir şey olmayacaktır. Politika MoH’ın hiçbir zaman parçası olmamıştır. Ben burada olduğum sürece de öyle kalacaktır. O askerlerin niye orda olduğunu bilmiyorum ve umrumda değil, beni asıl ilgilendiren onların evlerine sağ salim geri dönmesi. Haydi onların sağ salim geri dönmesine yardım edelim.”
Tam yazın sıcağından kurtulduk derken Afganistan’a mı adım atacağız?

Oyun hakkındaki iyi haberlerden biri de oyunun single-player kısmının tamamıyla bitmiş olması. Bu şu demektir ki, oyunun çıkış tarihine kadar olan kısmında sadece iyileştirmeler, geliştirmeler, deneyimler ve testler olacak. Ki bu süre bu tür eylemler için yeterince doyurucu. Bu aynı zamanda oyunun hatasız, grafik sorunlarıyla dolu olmayan temiz şekliyle karşımıza çıkacağı anlamına geliyor. EA kartlarını doğru oynarsa, önceki oyunların varyasyon kopyası yerine MW2’ye alternatif bir yapım çıkarabilir. Şimdilik beklemekten başka yapacağımız ne var derseniz, Allied Assault kurup geçmişimizdeki o tatlı anılarınızı canlandırabilirsiniz ya da yeni başlayan multiplayer betaya katılabilirsiniz. Zira bu oyun gelince sadece yaşadığınız saniyelerin önemi olacak.



MEDAL OF HONOR – MULTIPLAYER BETA İNCELEME

Tam da ön bakış yazımın sonuna gelirken, Medal of Honor’ın beta anahtarı elime ulaştı ve ben de vakit kaybetmeden ilk izlenimlerimi belirtmek için oyuna dalış yaptım. Az evvel de belirttiğimiz gibi MoH’un multiplayer kısmını DICE geliştiriyor. Bad Company 2’de kullanılan grafik motoruyla hazırlanan multiplayer bölümü, bakalım şimdilik nasıl görünüyor?

Hacı kafandaki takke mi senin?

Afganistan’ın kurak, ama tehlikeli topraklarındayız. Betada oynayabileceğimiz iki farklı harita var; Kabul City Ruins ve Helmand Valley. Yerli askerlerin ve Amerikan güçlerinin bulunduğu iki taraf, her iki tarafta da seçebileceğimiz üç farklı sınıf mevcut. Bunlar: Rifleman, Special Ops ve Sniper. Bunlara kısaca göz gezdirdikten sonra hemen teknik ayarları yapabileceğim menüye geçtim ve tüm ayarları, çözünürlükt de dahil olmak üzere en yükseğe çiviledim. Benim için performans önemliydi ve bunu da böylelikle kolayca görebiliriz.

Server listesinde aratma yaptıktan sonra, şansıma çıkacak ilk haritayı merakla beklemeye koyuldum ve bekleyişim kısa sürdü. Helmand Valley’de idim. Etrafta bir iki yıkık baraka ve birkaç sığınaktan başka insan elinin değdiği hiç bir şey yoktu. Engebeli coğrafya, güneşin yaydığı acı sıcaklık, sizi hata yapmanız için adeta dürtüyor. Ben bunlara kanmam, dikkatli giderim deseniz bile, bir anda keklik gibi ortada beliriveriyorsunuz. Hele ki karşı takımın oyuncuları güzel yerlerde mevzilenmişlerse, yoldan karşıya geçmeniz bile çok çok zor. Peki bunun için ne lazım, tabii ki takım oyunu. Medal of Honor’da takım olarak ilerliyoruz, bence buna alışsanız ve bu unsuru en iyi şekilde kullanmaya özen gösterirseniz iyi olur, öbür türlü sürüden ayrılmış bir koyundan farksızsınız.

Bad Company 2’yi de oynamış biri olarak söyleyebilirim ki, MoH’un hem iyi hem de kötü yönleri var. Tabii ki şu an bir betadan, yani henüz gelişim süreci tamamlanmamış bir oyundan söz ediyoruz. MoH, kesinlikle Bad Company 2’ye nazaran daha hızlı ve doğal olarak akıcı bir oynanışa sahip. İyi bir mouse’a da sahipseniz, kısa sürede ustalaşabilirsiniz. Üst üste başarılı atışlar yaptığımızda, head shot yaptığımızda, bölgeyi ele geçirdiğimizde ve benzeri işlevlerimizde puanlar kazanıyoruz. Bu puanlar bizim seviyemizi yükseltiyor ve level atlıyoruz. Modern Warfare’da da olduğu gibi bu levellar, bizim daha güçlü olmamıza ve aynı zamanda daha iyi silahları açıp kullanabilmemize yarıyor. MoH’a özgün yanı ise, özel bir hareket yaptığımızda ekranın sağ kısmında aldığımız madalyaların gösterilmesi. Yani Medal of Honor’ın “Honor” kısmı.Çatışmalar zevki geçiyor. Hele sürekli öldüren taraf siz olduktan sonra, bu bölüm hiç bitmesin diyorsunuz. Her askerin bir tüfeği bir de silahı var. Duruma göre roket de kullanabiliyoruz. Yıkık bir barakanın içine pusabilir, en yüksek tepede bekleyebilir ve bir ot misali kaya dibinde dakikalarca hareketsiz durabiliriz. Bu pek de iyi olmaz aslında, çünkü savaş silahları ve yöntemleri sadece bunlardan ibaret değil. Tank ister misiniz veya havan topu? Yine Call of Duty’den örnek vereceğim (çünkü bunları zaten onda görmüştük). Diyelim ki birkaç başarılı atış yaptınız ve ölmeden 4-5 kişiyi öteki tarafa yolladınız. Havan topu saldırısı yapmaya hak kazanıyorsunuz. Nasıl mı oluyor? Öncelikle dürbünü açıyor ve imha etmek istediğiniz hedefi onaylatıyorsunuz. Ardından da gökyüzünden bombalar oraya yağmaya başlıyor. Tank kullanmak da işinize yarar kesinlikle, ama bence taban teperek ilerlemek daha iyi. Bu toprakların dokusunu ve fiziki canlılığını yaşamalısınız.

Gelelim ikinci ve son haritaya. Yani Kabul City Ruins’e. Bu kez her yerde binayalar, konteynırlar ve birçok araç var. Dolayısıyla saldırı tehlikesi bu kez daha fazla ve çevre detaylarla dolu olduğu için, odaklanmanız gereken noktalar da çok fazla. Bu kez daha fazla önlem almalı, her yeri kontrol etmeli, özellikle keskin nişancılar için güzel noktaları oluşturan yerlerden (pencere, çatı gibi) uzak durmalısınız. Ne olursa olsun, yine de vurulabiliyorsunuz, ama sonuçta en çok adam öldüren kazanıyor değil mi?

Grafikler, sesler ne durumda?


Betaya genel olarak baktığımızda görsellik iyi sayılır, ama tonla hatalar ve bazı özensizlikler var. Öncelikle bazı silah tasarımları fazlasıyla sırıtıyor. Hem tasarım hem de kaplama olarak. Karakter tasarımları da pek detaylı değil, ama bu noktaya parmak basarken şunu belirtmeliyim ki, karakter animasyonları tek kelimeyle “odunsu”. Herhalde DICE, henüz beta olduğu için bu konuyla ilgilenmedi, ama tam sürümde de böyle olursa gerçekten işleri zor. Öldüğünüzde karakteriniz öyle garip şekillere giriyor ki, basitlik seviyesi tavanları delip geçiyor. Grafik motorunu Bad Company 2’den aldı dedik, ama keşke fizik motorunu da ekleselermiş, gerçekten yavanlık hissi oluyor. Patlamalar üzerinde de çalışılması gerek. Teknik olarak en beğendiğim yön ise, sesler oldu. Bad Company 2’deki seslerin temizliği ve keskinliği hâlâ kulaklarda, MoH da buna hizmet ediyor, ama BC2 kadar iyi değil şimdilik.

Medal of Honor hakkında söyleyebileceklerimiz bu kadar. Siz bu yazıyı okurken, yapımcılar da MoH üzerindeki diğer hata ve eksiklikler üzerinde çalışarak daha iyi bir oyunu ortaya çıkarmak için uğraş veriyor olacaktır. Umarız FPS türüne güzel bir oyun armağan ederler.”30 seconds. God be with you.” Bu sözleri ilk duyduğumuzda Tom Hanks’in meşhur “Er Ryan’ı Kurtarmak” filmini hatırlarız. Fakat ilginçtir ki 98 yapımı bu film için hepimiz “Medal of Honor’ın filmini izledin mi?” ibaresini kullandık. İşin ilginç yanı oyunun 4 sene sonra yani 2002 de çıkmış olmasıydı. Bize İkinci Dünya Savaşı’nın oyun teması olarak sömürülmeye ne kadar müsait olduğunu göstermişti (ki sömürüldü de, ama sonuç olarak CoD serilerine öncülük etti, Allah razı olsun). Normandiya, Omaha gibi kelimeleri kimimizin hayatına kazandırdı, kimimize de hiçbir yan etkisiz, sade ve güçlü oynanış zevki yaşattı. Her ne kadar ilk oyunu olmasa da MoH serisinin tartışmasız en başarılı oyunuydu. Seri, Allied Assault’un ayak izlerinden yürümeye çalıştı, ama her seferinde topalladı. Özellikle Airborne, tam bir fiyaskoydu bana kalırsa. İşte böylesine zengin bir geçmişin ardından onur madalyasını gururla takmak için geliyor tekrar MoH. Bu kez yanında bir ek yok, sade ve temiz. Serinin son cevheri karşımızda: Medal of Honor.

Medal of Honor serisi, oldukça önemi bir seriydi. Konsol savaşları başladıktan sonra ise önemini yitirdi ve açılan boşluğu Call of Duty, Battlefield gibi savaş oyunları doldurdu. Battlefield: Bad Company 2 gibi müthiş başarılı bir yapımın ardından ilk defa MoH’un yeni oyunu açıklandığında anlamıştım ki, EA direkt olarak yaralı Activision’a saldırıyordu ve büyük savaş başlamıştı. “Taht” savaşı. Bu düşüncem MoH’un, kendine çıkış tarihi olarak 12 Ekim’i belirlemesiyle iyice pekişti, çünkü bu tarih Call of Duty: Black Ops’un piyasaya çıkış tarihinden bir ay öncesiydi. Askeri FPS gibi böylesine kalabalık ve önemli bir pazar yelpazesinde MoH’un kendine tırnaklarıyla kazıyarak yer bulması lazım. Greg Goodrich’in de dediği gibi “Eğer bir yapım ortaya koyacaksanız bu yapım kaliteli olmalı. Eğer kaliteli değilse ortaya koymanın zaten anlamı yok.”




Kral tahtı olmasa da kraliçe tahtı olur, o da iyi yahu

Oyun, EA’in iki farklı departmanı olan DICE (Battlefield’ın yapımcı ekibi) ve Los Angeles tarafından geliştirilmekte. DICE işin multi kısmını üstlenmiş durumda. Aslında EA ilk olarak single-player videosuyla boy göstermek istiyordu, fakat multi videosu da yeterince ses getirdi. Zaten bundan sonra gelen single videosu da oyun hakkında kafamızda ilk izlenimleri oluşturmaya başladı. Londra’da bu lafı pekiştirme adına ortaya konan demo aslında bayağı bir şey anlatıyor bize.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu