Sınavları oyunlara benzetmek
Her yıl 2 + 1 geleneğine uygun davranan yüz binlerce insan vardır, eminim. Peki “2 + 1” ne anlama mı geliyor; “vize + final ve bütünleme”. Yaşamın her anında beliren mutluluklar, sıkıntılar, bazen de sürprizler, rutin kelimesini dilimizden kazıyalı çok oldu. Yerine göre trajik, yerine göre komedi, yerine göre de farklı bir ikinci tür, ama ana teması aksiyon olan bir filmin içersindeyiz. Ben ve benim gibi Anadolu Üniversitesi (halk dilinde açık öğretim) öğrencileri, haftanın en güzel günleri olarak tabir edilen “Cumartesi ve Pazar”ı, yılda üçer kez boşlayarak okulların yolunu tutuyoruz. Hayır, biz “şimdi okullu ol”madık, yıllardır bu diyarlardayız zaten. Biz sadece geçiyorduk ve kalmaya da niyetimiz yok.
Sınavlar, farklı farklı duygular aşılayabiliyor. Herkesin kafasında mutlaka bir kurgu oluşmuştur. Ben, içinde bulunduğum durumu, kendimce yazılan ve tasarlanan bir oyun olarak kabul ettim. Oyuncuysanız, ister istemez yaşantınızdaki çoğu olay gibi, burada da oyunları düşünüyor, ona göre tasvirlerde bulunuyorsunuz (en azından bir kısmınız, ya da tamam, sadece ben).
Yine yol göründü
Sabahın ilk ışıklarıyla yola koyulur insanlar. Genellikle çoğu öğrenci, sınavdan önce öğrenmesi gereken okula gelmemiştir ve ilk dakikalar, sınava girilecek okulun nerede olduğunu bulmakla geçer. Ben her ne kadar Internet’i kullansam da, bazen zor durumda kaldığımı söylemeliyim. Kıl paylarım o kadar çok ki, hepsini birleştirsem kıldan bir yumağım olurdu… Bu arama – sorma evresini, uçsuz bucaksız bir RPG haritası olarak görebiliriz. Zorlu görevi tamamlayabilmek için doğru adreslere uğramalıyız, değil mi?
İşte bulduk. Sıra, gizemli toprakları çevreleyen sınırlardan içeriye girmeye geldi. Yolun belirli noktalarındaki NPC’ler (öğrenciler yani), ellerindeki bazı parşömenleri karıştırarak yoğun bir telaş içersinde olduklarını sergiliyordu. Şüphesiz ki o sırada zihinlerden geçen düşünceler, kâğıtlarda yazanlardan hayli fazlaydı. Ya da şöyle söyleyelim; yazılabilir kısmı kâğıtta, yazmakla bitmeyecek kısmı da zihinlerde yer etmişti. Bunu bir psikolojik korku oyunu olarak düşünün şimdi; ya zihniniz size oyun oynuyor ve doğrularla yanlışların yerini değiştiriyorsa. Az evvel doğru olarak saydığınız bilgi, ya şimdi size yanlış geliyorsa. Daha da kötüsü, ya ikilemde kalırsanız? İşte size oyun içinde oyun.
En iyisi mi tası tarağı toplayıp içeriye girmek. Nasıl olsa yapmamız gerekenler önümüze sunulacak. Nerede miyiz; hikâye odaklı bir macera oyununda. Her bir üst seviye, doğru bir yanıta bakıyor. Sorular, senaryoya dair kilitleri, doğru cevaplar da anahtarları temsil ediyor. 30 Soru var değil mi, bazı derslerde de 26 soru olabiliyor. Hepsini birkaç dakika içinde işaretleyebilir ve oyunu tamamlayabilirsiniz, ama ne şekilde? Hikâyeyi anladınız mı veya size sunulan ödülleri eksiksiz olarak topladınız mı? Sonuçta kuru kuruya oyun bitirmekle olmaz, zevk almak lazım. Dolaysıyla “sınav” oyununu da kuralına göre tecrübe etmek gerek.
O şıklar kimimize göre bir “mayın tarlası” belki de… Yanlış kutucuğa tıkladığınız anda, tüm kutular açılacak ve bayrakları tamamlamadan mücadeleyi kaybedeceksiniz. Ne var biliyor musunuz? Doğru yanıt verdiğinizden kesinlikle emin olsanız bile, oyun bitmeden (yani sonuçlar açıklanmadan) neler yapıp, neler yapamadığınızı tescilleyemiyorsunuz. İşte bu da oyunun en sıkıcı (kimi zaman en heyecanlı) yönünü oluşturuyor.
Ben mi? Ben, heyecanlanmak yerine uyumayı tercih ederim doğrusu. Tabii ki Doom 3’te biraz yaratık öldürdükten sonra…