Makale

Ejderdoğan – Bölüm 6

Gökyüzünde tek bir bulut bile olmamasına rağmen, köyden yükselen dumanlar ayın ve yıldızların ışığını kesiyordu. Yanan yapılardan fırlayan alevlerse uzaklardan rahatlıkla gösteri ateşi sanılabilirdi. Çığlıklar, olanları bilmeyenler için hayret ve coşku nidalarıyla karıştırılabilirdi.

Çocuk, incecik bacaklarına rağmen süratle koşuyordu. Harabeye dönen evlerin arasından geçiyor, kavrulmuş cesetlerin üstünden atlıyordu. Ölüm görmek için daha çok küçüktü fakat aynı şeyin kendisinin de başına gelme ihtimali ölü bedenleri görmezden gelmesine yardımcı oluyordu.

Avcının ilerlemek için bacaklarını kullanmaya ihtiyacı yoktu. Bu son derece gereksizdi. Uzun kollarına gerilen zarımsı deri onu yeterince hızlı kılıyordu.

Nefes nefese kalan çocuk açıklığın ortasındaydı. Yorulmuştu, zaten bu kadar koşabilmesi bile bir mucizeydi. Hem o şeyden daha ne kadar kaçabilirdi ki? Alnına yapışmış saçları isten dolayı sertleşmişti. Bu son derece rahatsız edici bir histi. Yüzünü kaderine razı bir şekilde gökyüzüne çevirdi; artık vakit gelmişti.

Ejderha süratle yaklaşırken gözlerini kapadı ve bekledi. Ölümün acısız bir şey olması için dua etti. Daha fazla acıya katlanamazdı, ölürken bile!

Zemin gürültüyle sarsıldı…      

Uyandığı oda daracıktı. O kadar küçüktü ki buraya bir yatağın nasıl sığdığına hayret ediyordu. Fakat zeytin yeşili duvarlar, odanın küçüklüğünün aksine metrelerce yükseliyordu. Sönmekte olan yağ lambasının zayıf ışığı, mekânı biraz olsun aydınlatıyor olsa da, insan kendini karanlık bir kuyunun dibindeymiş gibi hissediyordu.

Yatağının başucundaki sandalyede bir kadın oturuyordu. Esmerdi ve zayıf ışığın vurduğu siyah gözleri donuk bakıyordu. Uzun ve keskin çizgilere sahip yüz hatları belki de sadece ona yakışabilecek bir güzellik sağlıyordu. Giydiği çelik zıhların vücuda değen iç kısımları, Skyrim soğuğunun etkilerini azaltabilmek için yünle doldurulmuştu.

“Uyandınız demek.” dedi kadın gözlerini ona çevirerek.
“Sende kimsin?” dedi Aodray sersemlemiş bir ifadeyle. Şu baş ağrısı…
“Doğru ya, henüz beni tanımıyorsunuz.” diye cevapladı kadın. “Adım Lydia, sizin hizmetkârınızım.”
“Ben de Aodray ve kim olduğumu hatırlamıyorum.” dedi Aodray başını tutarak. Sonra kadının son söylediklerinin farkına vararak, “Hizmetkârınızım mı dedin az önce?”
“Aslında kişisel koruma da diyebilirsiniz.”

Aodray yorganı üzerinden atıp doğruldu. Üzerinde hala muhafız üniformaları vardı. En son neler olduğunu hatırlayabiliyordu. Eski bir taşın üzerinde yazanları yüksek sesle okumuştu. Vücudunda biriken enerjiye daha fazla dayanamamış ve bayılmıştı. Bu ikinci kez oluyordu ve ikisinin de birbiriyle ilişkisi vardı. İlk bayılışı ejderha ölünce gerçekleşmişti, ikincisiyse kelimeyi okuduğunda olmuştu. Ve bu sefer onu garip bir odaya taşıdıklarına göre kendine gelmesi biraz vakit almıştı.

Yüzünü buruşturup gördüğü kâbusu aklına getirmeye çalıştı. Yanan bir köy görmüştü. Bir de küçük bir çocuk vardı. Çocuğun yüzünü hatırlayamıyordu. Ejderhadan kaçıyordu. Acaba bu kendi çocukluğu muydu? Belki.

Ağrıyan başını tutarak odadan çıktı. Görünüşe bakılırsa Farengar’ın yatağında yatmıştı. Çünkü şu anda onun çalışma odasının ortasında duruyordu.  Büyücüyse masasına eğilmiş, yanındaki kadınla sohbet ediyordu. Kadın, esmer yüzlü bir güneyliydi. 

“Görüyor musun?” diye masanın üstündeki tableti gösterdi Farengar. “Taşın üzerindeki yazılar şüphesiz ki İlk Era döneminden kalma. Yada bilmiyorum, daha eski bile olabilir. Kaldı ki ben bu yazıların sadece bir kopya olduğuna inanıyorum.”
“Neyin kopyası?” diye sordu kadın.
Farengar tableti dikkatle eline alarak, “Çok daha eski bir metinden kopyalanmış.” dedi düşünceli bir şekilde. “Muhtemelen Ejderha Savaşı’ndan hemen sonrasında yazılmış.”
“Güzel.” dedi kadın Farengar’a dönerek. “İşverenim bu bilgilerden sonra oldukça mutlu olacaktır.”
“Şey… Bu arada.” dedi Farengar arkasını dönerek. Aodray ve yanında duran Lydia’yı yeni fark etmişti. “Tabletin üzerinde bir şifre bulduk. Daha doğrusu Aodray buldu.”
Kadın, “Ne şifresi?” diyerek Aodray’a baktı. “Sen, şu ejderhayı öldüren Nord olmalısın.”
“Evet, ben ona dokununca bazı semboller ışıldayarak eski dildeki bir kelimeyi oluşturdular. İnanılmaz bir biçimde yazanları okudum ve nasıl yaptığıma dair fikrim yok.”
“Hakkında söylenenleri biliyorum.” dedi kadın. “Whiterun, senden Ejderdoğan diye bahsediyor. Eğer öyleysen bu şeyin üzerinde yazanları çözebilmen mümkün.”
“Herkes bayılıp durmamdan da bahsediyor mu?” diye sordu Aodray.
“Sahip olduğun güce alışmak için daha çok zamanın var.” diye cevapladı kadın. “Tabi, eğer gerçekten de Ejderdoğan’san.”
Büyücünün odasına Jarl’ın hizmetkârlarından biri girince konuşmaları bölündü. Yaşlı kadın, Aodray’a hitap ederek, “Jarl Balgruuf akşam yemeğinde ona eşlik etmenizi istiyor. Kendisi taht salonunda bekliyor ve kesinlikle itiraz kabul etmiyor.” dedi.
“Farengar, benim ayrılma vaktim geldi anlaşılan.” dedi kadın, büyücüye dönerek. “Araştırmana devam et. Unutma, tüm bunlar hayati önem taşıyor.”

Gizemli kadın, Aodray’a selam verdi ve hızlı adımlarla odayı aşıp gözden kayboldu. Aodray, başı hala ağrıyor olsa da Jarl’ın kendisinden gelen bu teklife hayır diyemeyeceğini çok iyi biliyordu.
Onu coşkuyla karşılayan Jarl, önce durumunu sormuş, sonra da sağ yanına oturması için ısrar etmişti. Çok uzun süredir baygın olduğundan haliyle midesine tek bir lokma bile girmeyen Aodray, muhteşem bir şekilde donatılan, uzun yemek masalarını görünce sevinmişti.

Yemek sırasında pek konuşmadı.

Başındaki ağrılar yediği yemekle beraber azalırken kaygıları da aynı oranda artıyordu. Masadaki herkesin inandığı Ejderdoğan efsanesi, ejderha savaşı, kontrol bile edemediği garip bir güç, Gri Sakallar’ın çağrısı ve şu gizemli kadın… Hepsini sanki aynı anda düşünüyordu. İşin kötüsü hiçbirinin belli bir açıklaması yoktu. Ama en kötüsü baygınken gördüğü kabustu. İşte onun hakkında tahmin bile yürütemiyordu.
“Jarl’ım yemek için çok teşekkür ederim.” dedi Aodray düşüncelerinden sıyrılarak.

“Sen bizi ejderha felaketinden kurtardın Ejderdoğan.” dedi Balgruuf yemeğine ara vererek. “Benimkisi sadece küçük bir jest o kadar.”
“Yine de benim için önemli.”
“Söylesene Ejderdoğan, senin Helgen’de ne işin vardı?” diye bir anda konuyu değiştirdi Jarl Balgruuf. “Helgen halkını iyi tanırım ve seni gördüğümü hiç hatırlamıyorum.”
“Ben Helgen’e idam mahkûmu bir savaş esiri olarak gittim efendim.” diye dürüstçe cevapladı Aodray. “Yakalanan Stormcloak isyancılarıyla beraberdim.”
“Şaşırdım doğrusu.” dedi Jarl. “İsyancıların tarafında olduğun hiç aklıma gelmezdi.”
“Aslına bakarsanız, bu tam olarak doğru değil.” diye açıklamaya çalıştı Aodray. “Stormcloak askerlerinden birinin söylediğine göre, onlar beni sınırda baygın halde bulmuşlar. Ardından İmparatorluk, kamplarına baskın düzenleyince, ben de mahkumların arasına karışmış oldum.”
“Sürekli bayılıyorsun galiba?” diye güldü Jarl. “Yanlış anlaşılma diyorsun demek?”
“Biraz öyle oldu sanırsam. Eh, nasıl kurtulduğumu tahmin ediyorsunuzdur.” dedi Aodray. Jarl’a cevap verirken o da gülmüştü. Gerçi başına gelenlerin pek komik bir tarafı yoktu.
“Efendim, tüm bunlar nasıl oldu?” diye sordu Aodray. Bu sefer konuyu kendisi değiştirmişti. Helgen’de olanların görüntüleri hala çok netti. “Yani bu isyancılardan bahsediyorum.”
“Her şey Jarl Ulfrick’in Büyük Kral’ı öldürmesiyle başladı.” dedi Balgruuf derin bir nefes alarak.

“İmparatorluk’un Skyrim üzerindeki hâkimiyetine son vermek için bunu yapması gerektiğine inanıyordu ve yaptı. Onun inancına göre Skyrim’in hürriyeti, İmparatorluk’un ülkeden çekilmesine bağlı.”
“Siz onu haklı buluyor musunuz?”
“Hem evet, hem hayır!” diye cevapladı Jarl. “Skyrim, Nord’ların yurdudur. Güneylilerin burada hâkimiyet kurması, Ulfrick gibi insanların bir türlü kabullenemediği bir olay. Bu yüzden evet, onu anlayabiliyorum. Fakat bu yıllardır böyleydi ve İmparatorluk yıllardan beridir buradaydı. Bizim yerel yönetimlerimize belli ölçüde karışmıyorlar. Bu yüzden de hayır, çünkü yapmaya çalıştığı şey aptalca.”
“Senin getirdiğin haberlerden ve gözcü kulesine saldıran ejderhadan sonra tüm bu olanlar beni büyük bir karamsarlığa sürüklüyor. Başka ejderhalar da var. Muhtemelen başka saldırılar da olacak. Kâh Whiterun kâh başka bir yer. Skyrim’in son ihtiyacı olan şey iç savaş. Ve ne yazık ki içinde bulunduğumuz durum tam olarak bu.”
“Doğru, kuleye saldıran kesinlikle başka bir ejderhaydı.” diye onayladı Aodray. “Bana göre de kesinlikle başka saldırılar olacak. Yine de, söylediklerinize göre iç savaş bir taraf düşene kadar dinmeyecek. Her ne olursa olsun savaş kaçınılmaz.”
“Beni endişelendiren de bu zaten.” dedi Jarl karamsar bir havayla. Yemeğini çoktan unutmuştu. Çatalıyla, tabağında duran kızarmış tavuğunu dalgın bir şekilde dürtüyordu.
“Siz kimin tarafındasınız efendim?”
“Ne Ulfrick ne de İmparatorluk, ben Whiterun’ın tarafındayım. Gerçi İmparatorluk ve General Tullius’a sorarsan, sana hizmetlerimden ötürü minnettar olduklarını söyleyeceklerdir. Ulfrick Stormcloak ise, benim hür Nord’ların gayesine saygı duyan, Skyrim’in kurtuluşu için savaşanlara destek olmaya hazır bir Jarl olduğumu söyleyecektir.”
“Peki ya taraf seçmenizi isterlerse ne olacak?”
“Tarafsızlığımı sürdürebildiğim kadar sürdüreceğim Ejderdoğan.” diye cevapladı Jarl Balgruuf. “Ama o gün geldiğinde elbet bir taraf için, kılıcımı diğerine çekeceğim.”

“O günün gelmesine daha çok var. Benim şu anda yapmam gereken tek şey, Whiterun’ı ejderhalardan korumaya çalışmak. Bunu sadece iyi bir planla ve her daim tetikte olarak başarabiliriz. Bildiğin üzere büyücüm Farengar, bu tehlikeyi surlarımızdan uzak tutmak için çalışıyor. Kulelerdeki muhafız sayımızı da iki katına çıkarttık. Hatta bugün, bir garnizonu Riverwood’a gönderdim.”
“Umarım o şeyleri uzak tutmayı başarırsınız efendim.” dedi Aodray. Demek Riverwood’a asker desteği sağlanmıştı. Gerdur çok sevinmiş olmalıydı.
“Ejderha alevlerinin yapacağı tahribatı önlemek içinse nehirden büyük miktarlarda su depoladık.”
“Peki ya silahlar?”
“En büyük silah cesarettir Ejderdoğan. Tıpkı dün senin o kulenin tepesinde herkese gösterdiğin gibi. O canavarları öldüremesek bile kanımızın son damlasına kadar savaşacağız.”

Yemek bittiğinde, vakit yatıp uyumak için henüz daha çok erkendi. Hem Aodray zaten tam bir gündür uyuduğundan uykusu da yoktu.

“Jarl’ım izninizle ben biraz dışarı çıkıp şehri turlamak istiyorum.” dedi Aodray masadan kalkarak. “Handa bir şeyler içmek bana iyi gelecektir. Sohbetiniz için teşekkür ederim.”
“Asıl ben teşekkür ederim Ejderdoğan.”
Aodray masadan kaktı ve peşinde koruması Lydia’yla –ki durumdan rahatsız oluyordu- beraber taht salonun sonundaki, şehre açılan kapılara ilerledi. Muhafızlar, onlar için kapıyı açtıklarında Dragonsreach’de bulunan herkesi büyük bir sürpriz bekliyordu.

Sarı üniformalarıyla, bir muhafız bölüğü açılan kapılardan içeriye girmişti. Aodray pek anlamasada taht salonunda bulunanların ağızları bir karış açılmış, yüzleri kireç gibi bembeyaz kesilmişti.
“Ysmir!” diye haykırdı Jarl Balgruuf titreyerek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu