Makale

Mass Effect hakkında bir şeyler

DİKKAT! Yazı, Mass Effect serisi hakkında spoilerlar içerir. Seri oynamamış ve oynamayı düşünenlerin okumaması daha iyi olacaktır.

Mass Effect hakkında bir makale… Tam bir buçuk aydır yazmayı planladığım yazı. Samanyolu’nda geçen epik savaşın öyküsü. Ama anlatılacak tonla öğe varken diğer herkes gibi tek noktaya odaklı kalmak. 

Mass Effect hakkında bir makale… Zor işmiş yahu!

Bioware, uzayda geçen destanını biz oyunculara yazdırmaya başlayalı aşağı yukarı beş sene geçti. Ortalıkta kalem filan olmasa da fareyi tutan ellerimiz diyalog çemberinde Samanyolu’nun kaderini belirledi. O çemberle kimini etkiledik, kimine gözdağı verdik. Gidişatı kestiremediğimiz zaman tarafsız olmayı seçtik. Nihayetinde karşımıza çıkacak sonuçlara kendimizi hazırladık. İlk başlarda her şey tahmin ettiğimiz gibi gelişti. İyi ya da kötüydük, bu kadar basitti. Hepimiz (ya da sadece ben:) böyle düşündük.

Sonra Vildmire’e gittik ve işlerin hiçte basit olmadığını gördük.

Vildmire görevi benim Mass Effect’e hayran kaldığım bölümdür. İlk kez orada kendimi çaresiz hissettim. İlk kez o görevde diyalog çemberine dakikalarca baktım. Yeni bir seçenek, yeni bir yol görmek istedim. Yaptığım yanlışları düzeltmek istedim. Eğer geri dönebilseydim Wrex ile yeniden konuşabilirdim. Bu sefer sert çıkmazdım. Onun hissettiği şeyleri daha iyi anlamaya çalışırdım. Genophage hakkındaki fikirlerinde ne kadar haklı olduğunu söylerdim.

Belki de söylemezdim. Görevim neyse onu yapardım. Wrex’in ne hissettiği umurumda bile olmazdı. Araştırma tesisinin yok olmasına karşıysa, arkada kalabilirdi. Yok, eğer görevime engel olmaya kalkışırsa tabancamın tadına bakma fırsatına erişebilirdi.

Ashley ve Kaidan konusuna ise girmek bile istemiyorum. Serinin, oyuncuları şoka uğrattığı yerlerden biriydi. Birini seç! Basit değil, kolay değil. Hele ki oyunun içine dalmışsanız. Doğru ya da yanlış yok, sadece birini seç!

Geliştirici koltuğundaki firma olan Bioware’ın yapmaya çalıştığı şey her yönden takdiri hak ediyor. Etkileşimli bir senaryoyu toplamda yüz saati aşkın bir süre boyunca sürdürebilmek kolay iş değil sonuçta. Bu anlatım tarzını bir RPG/Aksiyon oyununa yedirebilmek bile başlı başına ağır bir külfet. Tamam, bu işi hakkıyla yapmış olan birçok oyun oynadık (misal Quantic Dream oyunları, gerçi RPG değiller) ama burada bahsettiğim koca bir oyun evreni, koca galaksi. Herkesin bir sorunu var ve her soruna farklı çözüm yolları var. Çözülen sorunların ardından daha büyük sorular ortaya çıkıyor. Seçilen yollar bir yerde arapsaçına dönüyor ve en zor iş bize, yani oyunculara düşüyor.

Oyunun son anlarını bir kenara koyarsak (şimdilik), neredeyse her seçimimden memnun kaldığımı söyleyebilirim. Siz oynarken ne düşündünüz bilmiyorum ama ben oyun sürem boyunca verdiğim her karardan tatmin oldum. Gerek iyi yönde gerekse kötü yönde. Bazen hiç istemediğim olayların geliştiğini gördüm. Bazen de sonuçlar tam da tahmin ettiğim gibi oldu.

“Hayatın burada son bulduğunu reddetmek. Hayat bize daha fazlasını sunmalı. Hatalar düzeltilmeli. Burada sona eremez. Çok daha fazlası olmalı.” -Mordin Solus

İşin içine ‘oyunculuk’ girerse
Mass Effect serisinde hikâye anlatımının önemini söylememe gerek yok sanırsam. Sinematik sahnelerle süslenen, diyalogların film tadında hazırlandığı bir oyunda hikâyenin nasıl anlatılmış olduğu kadar, onu anlatanlarda hayli önemli. Oyuncuya duyguyu geçirebilmek, galaksideki ırkların fikirlerini, görüşlerini ve oyun dünyasına kattıkları öğeleri en etkili biçimde algılayabilmek için ciddi bir seslendirme kadrosuna ihtiyacınız vardır. Tıpkı bir tiyatro oyunu ya da sinema filminde olduğu gibi hikâyenizdeki karakterlere oturacak insanlarla çalışmanız gerekir. Aksi takdirde hem inandırıcılığınıza hem de karakterlerin samimiyetine darbe vurmuş olurdunuz.

Seriyi hazırlayanların seslendirme konusunda ne kadar ciddi olduğunu hepimiz biliyoruz. Mass Effect’de çalışan kişiler arasında son derece büyük isimler var. Güçlü karakterleri ancak güçlü oyuncularla sağlarsınız. Bu son derece basit ve bir o kadar da net bir durum.

Martin Sheen (Illusive Man), Seth Green (Joker), Yvonne Strahovski (Miranda Lawson), Keith David (Anderson), Carrie-Anne Moss (Aria) ve daha birçok ünlü, başarılı simayla çalışan Bioware’ın hedefi belliydi. Bizi bu hikayeye inandırabilmek. Oyun içi dokümanları takip etmeyi seven biriyseniz, internette biraz dolaşarak Mass Effect oyuncularının videolarını rahatlıkla bulabilirsiniz. Videolarda oyuncuların, sesleriyle can verdikleri karakterlerle bir bütün olduğunu görebilirsiniz. Duyguya girebilmek için kayıt odasında yaptıkları ilginç hareketlere tanık olup, benim gibi eğlenebilirsiniz.
 Bu dev kadroda parantez açmak istediğim birkaç isim var elbette. İlki dişi Shepard’ı seslendiren Jennifer Hale. Hale, üç oyun boyunca inanılmaz bir iş çıkartmış. Benim kişisel görüşüme göre Mark Meer’den bile iyi seslendirmiş Shepard karakterini.

Üçüncü oyunun sonlarında Kaiden ve Garrus ile girdiği diyaloglarda resmen tüylerimi diken diken etmeyi başardı. Böylesine güçlü ve iradeli bir karakteri başarılı bir şekilde seslendirmek hiçte kolay bir iş değil.

Diğer hayran kaldığım performans ise D.C. Douglas’a ait. Bioware ve D.C. Douglas ne yaptı ne etti bilmiyorum ama bu ikili bir Geth’e hayat vermeyi başardı. Evet, bahsettiğim karakter Legion. Robot karakterlerin dâhil olduğu onlarca oyun, onlarca film izledim ama hiçbirinden Legion kadar etkilenmedim. Şu an hala şaşırıyorum, şaşırmaya devam ediyorum. Yahu bir robota nasıl bu kadar güçlü duygular verebildiniz? Tali’nin dediği gibi: “Bir Geth için yas tutacağım aklıma gelmezdi.” –Benimde gelmezdi.

“Bu ünite ruha sahip mi?” -Legion

Mükemmel bir hikâye anlatmak istiyorum dedi Bioware
Ve bu hikâye kendilerine ait olacaktı. Bildiğiniz gibi yıllar öncesinde yine bir bilim-kurgu RPG oyunu hazırlamışlardı. Star Wars: KOTOR serini hatırlamayan yoktur. KOTOR’un aksine bu sefer hikâye günümüzden yaklaşık iki yüz yıl sonrasında geçecekti. Evet, hiçte uzak bir gelecek değil. İnsanoğlunun evrende yalnız olmadığını öğrendiği bir dönem anlatılacaktı.

Sonra insanoğlu Güneş Sistemi’nin bir köşesinde duran devasa yapıyı keşfetti, Sol Relay. Bu sayede en büyük hayallerine ulaşıp normalde gitmeleri yüzlerce yıl alacak yerlere çok kısa sürelerde gidebildiler ve Birlik Uzayı’nı kurdular. Diğer sistemlere gidip başka türlerle diplomatik ilişkiler kurdular. Mass Relay denilen bu yapılar sayesinde uzayı keşfetmek sadece bir hayal değildi, gerçekleşmişti bile. Galaksinin diplomasi ve ticaret merkezi kabul edilen Citadel ile sistemler arası yolculuklarda kullanılan Mass Relay’ler için Prothean’lara ne kadar teşekkür etseler azdı.  Onlar bu muazzam işleri başarmış ve elli bin yıl önce esrarengiz şekilde ortadan kaybolmuşlardı.

Aslında her şey büyük bir yanılsamadan ibaretti. Citadel ve Mass Relay onların inşa ettiği yapılar değildi. Ve Mass Relay’ler galaksiler arası seyahat haricinde başka bir işe daha yarıyorlardı. Milyonlarca yıldır oradaydılar. Kimse var olduklarından haberdar bile değilken başka bir ırk tarafından düzenli olarak kullanılıyorlardı. Kullanış amaçları ise galaktik yolculuk değildi, çok daha korkunç bir amaca hizmet ediyordu. Prothean’lar bunun farkına vardıklarında engelleyebilmek için ellerinden geleni yaptılar. Tam anlamıyla başarılı olamasalar da cehennemin gelişini yavaşlattılar. Kendi hayatları pahasına birçok yaşam formunu kurtarmayı başardılar.
Karanlık uzayın derinliklerinde başka bir ırk daha vardı. Bir makine ırkı. Bu ırk, daha Prothean’lar ve önceki yaşamlar bile hayat bulmamışken evrende dolaşıyordu. Başlangıçları yoktu, ya da ne zaman ortaya çıktıkları bilinmiyordu. Bilinen tek şey onların belli aralıklarla Samanyolu Galaksisi’ne gelip tüm organik yaşamı hasat ettiğiydi.

Onlara -Hasatçı- Reaper dediler. Her elli bin yılda bir kendilerini yeniden inşa edebilmek için Mass Relay’leri kullanarak buraya geliyorlardı. Milyonlarca yıl boyunca bu böyle sürüp gitmişti. Tüm organik yaşamı sona erdiriyorlar sonra da yeni yaşam formlarının oluşmasını beklemek için ait oldukları yere, Karanlık Uzay’a geri dönüyorlardı. Ta ki Prothean’lar Mass Relay’leri ve Citadel’in oynadığı kilit rolü keşfedene kadar. Reaper istilasını durdurmanın bir yolu vardı. Bunu kendileri yapamamış olsa da sonraki istilada galaksinin bir şansı olabilirdi. Başarı şansı hala düşüktü, bekli mümkün de değildi ama hala bir şans vardı. Savaşmak için!

“Reaper’lar Dünya’da durmayacaklar. Eğer onları engellemenin bir yolunu bulamazsak, galaksideki bütün organik varlıkları yok edecekler.” -Kumandan Shepar

Bizler Bu Öykünün Kahramanlarıyız
Kumandan Shepard, Garrus Vakarian, Tali’Zorah,  Dr. Liara T’Soni, Joker, Miranda Lawson, Thane Krios, Illusive Man, David Anderson, Amiral Hackett… Bir dakika, kesiyorum. Çünkü liste bitecek gibi değil. Daha onlarca yazılacak isim, onlarca anlatılacak karakter var. İşin güzel yanı ne biliyor musunuz? Bu evrendeki karakterlerin hiç biri boş değil. Olmuş olması için yaratılmış piksellerden ibaret değiller. Her biri hikâyeyi bize anlatmak için oradalar. Neredeyse canlı olabilecek kadar duygu yüklüler. Sayıları hayli fazla olsa da hepimiz onları en yakın arkadaşlarımız kadar iyi tanıyoruz. Ben baştaki isimleri rastgele yazdım, ama biliyorum ki ben ve benim gibi birçok N7 hayranı çok daha fazla ismi sayabilir. Ezberledikleri için değil, tanıdıkları için. Çünkü bu evrendeki karakterleri tanıyoruz. Kimini çok seviyoruz, kiminden nefret ediyoruz. Bazıları ise bize en yakın dostumuzdan daha yakın geliyor.

Mass Effect serisinde senin için en özel karakter kim diye sorsanız cevabım Garrus olurdu herhalde. Kendisi bir Turian ve yıllarca adalet için savaşmış biri. Eski Turian birlik askeri ve C-Sec memuru. Savaş becerileri, liderlik özellikleri, işlevsel teknik becerileriyle benzersiz. Gelin görün ki benim Garrus’u yanımda her göreve götürmemin sebebi kesinlikle bunlar değil. Yanımda olmasının sebebi, karşılaştığım durumlara verdiği tepkiler. Yaptığı anlık espriler, komik yorumlar çok eğlenceli. Shepard’la dalga geçtiği anlarla monitörün başında az kahkaha atmadım. Sur’Kesh görevinde Shepard ve Garrus’un Liara ile dalga geçişleri, ikinci oyunda Garrus’un yüzündeki yara hakkındaki yorumu bunlardan sadece bir kaçı. Esprili mizacının yanında karanlık ve tehlikeli yönlere de sahip olması Garrus’u benim için değişmez takım üyesi yapmaya yetiyor.

“-Galakside beni aksiyon içerisinde görmüş olan kişiler var, Garrus. Etkilenmiş gibiydiler.
-Evet, ama bende seni dans ederken gördüm, Shepard. Yorum yok.”

Başka bir güçlü karakter ise hayatının büyük bir bölümünü suikastçı olarak geçiren Thane Krios. İkinci oyunda yaptığı müthiş giriş çoktan Mass Effect serisinin unutulmazları arasına girdi. Tam bir örnek sayılmasa da onun için oyun dünyasının Dexter’ı diyebiliriz. İnandığı değerler diğer herkesten çok farklı. Öldürme eylemine olan sıra dışı bakış açısı da öyle. Suikastçı bir silahtır ve onu kiralayanın emrindedir. Silahlar doğruyu ve yanlışı ayıramaz, ateş eden ayırır. Thane’i tanıdıkça anlattığı hikâyelerle onun hüzünlü geçmişi ve hatalarına ışık tutuyoruz. Zaten ikinci oyundaki sadakat görevi de Thane’in geçmişiyle yüzleşmesini konu alıyor.

“Kolyat. Bugüne kadar evrenden pek çok kötü şeyi temizledim. Sen ona kattığım tek iyi şeysin.” -Thane Krios

Illusive Man ise oyun tarihinin en sevilen kötü adamlarından biri. Gerçi ona direkt olarak kötü adam yaftasını yapıştırmak biraz yanlış. Seriye ikinci oyunla dâhil olan ve Martin Sheen’in mükemmel yorumuyla can verdiği Illusive Man oyunun en gizemli karakterleri. Ona karşı gelsek de yanında olsak da amaçlarını hiç bir zaman tam olarak anlamıyoruz. İnsanlığı galaktik yapının en üstünde görmek isteyen bir ideolojiye sahip ve bu isteğinin Birlik ile olmayacağının farkında.

Kurmuş olduğu Cerberus örgütünün yükselişiyle Citadel’in bile dikkatini çekmesi, onun ülküsüne ne kadar bağlı olduğunun kanıtı niteliğinde. Eğer ilk oyunda yan görevlerle haşır neşir olduysanız Ceberus’un bazı merkezlerdeki araştırma tesislerini ve askeri üslerini görmüş olmalısınız.
Araştırmaları, amaçları Birlik ve Konsey tarafından ‘aşırı’ olarak addedilen Cerberus, terörist örgüt konumunda.

Illusive Man’in gerçekte ne istediğini ve Kumandan Shepard’ı neden geri getirdiğini hikâyenin devamında yavaş yavaş öğrenmeye başlıyoruz. Reaper tehdidine karşı sunduğu çözüm, Kumandan ve diğerlerininkilere kıyasla epey farklı. Reaper’ların kontrol edilebileceğine inanıyor. Eğer bunu başarabilirse hem insanlık kurtulacak hem de Ceberus insanlık için yeni tanrı olacaktır. Zaten ikinci oyunun sonuna döndüğümüzde bize sunduğu teklif tamamen bu yönde. Reaper teknolojisini ve onların beyin yıkama yöntemlerini öğrenmek istiyor.

“Bu benim ya da senin hakkında olan bir şey değil. Hepimizden çok daha büyük olan şeyler hakkında.” -Illusive Man

Kendi fikrime göre oyunun açık ara en sağlam karakteri Mordin. Onunla yaptığım konuşmalar, çıktığım sadakat görevinde tanık olduğum şeyler ciddi manada çarpıcıydı. İki oyun boyunca -intihar görevinden sağ çıkarsa-  bizlerle oluyor. Bu süre boyunca onun kişiliğindeki değişimleri, sonuna kadar arkasında durduğu eylemlerinin yarattığı sonuçları, nihayetinde gerçekleri görmeye başlamasını izlemek etkileyici bir deneyimdi. Ölü Krogan dişisinin başında Shepard ile yaptığı konuşmayı hangimiz unutabiliriz ki? Ya da Tuchanka yolculuğunda olanlar hangimizi etkilemedi? Mordin’in kendine olan büyük özgüveninin zaman geçtikçe büyük bir pişmanlığa dönüşmesi gerçekten dramatikti. Dediği gibi, bazen neden Omega’da küçük bir sağlık merkezi işlettiğini sorgulamalıydı. Üçüncü oyunda Mordin’in Renegade sahneleri ise kelimenin tam anlamıyla korkunçtu. İnternete videoları yükleyenlere sorarım: “Eliniz nasıl sol butona gitti arkadaşlar?”

Anlarla Süslenen Müthiş Bir Tablo
Mass Effect uzun oynayış süremiz boyunca bizi kendine bağlayan birçok an yaşattı. Ben tam bir Paragon oyuncusu olduğumdan, fark ettiyseniz yazı boyunca genelde bu seçimin sonuçlarını göre anlatım sundum. Renegade olarak sadece ikinci oyunu bir kez bitirmiştim. O oynayışımda bile bazen kendimi tutamadığım olmuştu. Örnek olarak, Illium’da Thane’i takıma kattığımız görevde, ölmek üzere olan Salarian işçiye anlık refleksle yardım etmiştim. Bence bir oyunun bunu başarabilmiş olması bile harika.

Normandy I’e, ilk oyuna geri dönelim biraz. Vildmire görevinde Saren ile olan konuşmamızı aklımıza getirelim. Shepard takımına zaman kazandırmak için Saren’i lafa tutuyordu. Hain Spectre’nin bir piyondan ibaret olduğunu zaten biliyorduk ama o konuşmada şok edici bir gerçeği öğrenmiştik. Saren, beyni yıkanmış bir köleydi.  Mantıklı düşünemiyor, Reaper’lardan korkuyordu. Sonraları oyun içinde daha büyük bir ölçeğe yayılacak olan ‘Beyin Yıkama’ kavramını ilk olarak burada öğreniyorduk. Öncesinde Matriarch Benezia ile ilgili bir beyin yıkama söz konusuydu fakat bunun Reaper ile bir ilgisi olduğunu düşünmediğimizden o kadar da şok edici olmamıştı. Citadel Savaşı sırasında Saren ile bir kez daha konuşma fırsatımız oluyor ve Paragon seviyemiz yeterliyse Spectre’nin son anlarında yaşadığı pişmanlığa tanık oluyorduk.

“Teşekkürler Shepard.” -Saren Arterius

İkinci oyundayız. Haritaya giriş yapıyoruz ve Joker planların değiştiğini söylüyor. Illusive Man bizimle görüşmek istiyormuş. Hologram aracılığıyla onunla görüşüyor ve bir sonraki görevimizi alıyoruz. Bir Turian gemisinden gelen yardım çağrısı vardı. Söylenene göre, gemi bir Collector Kruvazörü’ne zarar vermeyi başarmıştı.

Bahsettiğim yeri hepiniz hatırlamış olmalısınız. Kruvazörün içindeyken bir Collector cesediyle karşılaşıyorduk. Çeşitli makinelere bağlanmıştı. Kendi türlerinin üzerinde araştırma yapıyorlardı. Shepard neler araştırdıklarını bulma umuduyla bilgisayarlardaki verileri Normandy’nin yapay zekâsı EDI’ ye yolluyordu ve şok edici bir geri dönüş yaşıyordu. Collector cesedinin DNA yapısını inceleyen EDI, bu dizilişin galakside sadece bir türle benzer olduğunu söylüyordu. Prothean’lar. Yok, olmamışlardı, köleleştirilmişlerdi. Aslında amaçları yaşamı sona erdirmek olan Reaper’ların neden böyle bir şey yaptığını zaten oyunun sonunda anlıyorduk. Reaper bir makine ırkı olsa bile yinede organik öze sahip olmak zorundaydı. Prothean’lar ise öz olarak kullanılamamışlardı. Bunun yerine en az diğeri kadar acı bir sonla iradesiz kölelere dönüşmüşlerdi.

Garrus ve Thane’in sadakat görevleri de çok sağlam hazırlanmıştı. Thane’in göreve çıkmadan önce ettiği dua ve bir anda gözden kaybolması şık hazırlanmış bir sahneydi. Ya da Garrus’un karanlık yüzüne ciddi manada tanık olduğumuz anlarda şaşırmamak elde değildi. Esprileri anlayışı bile garipleşmişti. Sidonis ve Garrus arasında kaldığımız bölümde, daha en baştan geri adım atıp Garrus’un işi bitirmesine olanak sağlıyorduk ama geri çekilmeyip konuşmayı devam ettirdikçe Sidonis’in yaşadıklarını anlamaya başlıyorduk. Bu Bioware az değil, oyuncuyu nasıl etkileyeceğini iyi biliyor. Hazır Citadel’dayız, Shepard’ın gazeteciye verdiği cevaptan bahsetmeden olmaz. Yine Renegade olarak yarıda kesebileceğimiz bu diyalog sırasında Shepard, muhabirin iddialarına karşılık Citadel Savaşında kaybedilen tüm gemilerin isimlerini teker teker sayıyor ve çekip gidiyordu.

“Birlik savaşta sekiz kruvazörünü kaybetti. Shenyang, Emden, Jakarta, Cairo, Seoul, Cape Town, Warsaw, Madrid. Ve evet hepsini hatırlıyorum.” – Kumandan Shepard

İkinci oyunun son görevi İntihar Görevi (Suicide Mission) sinematik anlatımın doruk noktaya çıktığı anlar yaşatmayı bilmişti. Oyun süremiz boyunca yaptığımız tüm şeyler oyununun sonundaki başarı seviyemizi belirliyordu. Sadakat görevleri, gemimize yaptığımız yükseltmeler ve Reaper IFF’ini aldığımız süreden itibaren geçen süre göz önüne alınıyordu. Bioware son görevi o kadar iyi tasarlamıştı ki üçüncü oyunun sonuna gelen tepkileri oldukça anlaşılabilir kılıyordu. An an, sahne sahne, bizi monitör başına kilitlemişti.

Son görevde, gemi Collector ana üssüne ulaşınca gemi tayfası bizden seçimler yapmamızı istiyordu. Ben bu olaya bayılmıştım. On iki kişilik ekip ve hepsinin yetenekleri bir diğerinden farklı. Kabul ediyorum seçimler öyle çok zor değildi ama insanın yüreğini ağzına getiren az sahne de yaşamadım. Hele ekip üyelerinin –özellikle Miranda ve Jakob- sürekli sıradaki göreve balıklama gönüllü olması kafa karıştıcı bir unsurdu. Yine de dediğim gibi, zaten oyunu anlayarak oynayan oyuncuların bu görev sırasında birilerini kaybetmesi mümkün değildi. Tali, Legion (onu Ceberus’a veren Renegade arkadaşlarımı şiddetle kınıyorum :), Kasumi dururken Jakob ya da başka birini sızma görevine gönderdiğinizi sanmıyorum. Daha önce kendi takımı yönetmiş Garrus, oyun sırasındaki her toplantıda yanımızda olan Miranda ve Jakob varken takım liderliği seçiminde kararınızı Grunt’tan yana vermiş olamazsınız. Yapmışsanız bu sizin sadistliğiniz, bir kez daha şiddetle kınıyorum. İnternete, sırf eğlencesine tüm takımı İntihar Görevi sırasında harcayan arkadaşlara yapılan yorumları görmelisiniz.

Üçüncü oyunun en özel anları arasında benim için Tuchanka görevi başlarda geliyor. O görev sırasındaki iğrenç diplomatik oyunlar, ırkların birbirlerine olan düşmanlıkları ve her birinin Shepard’tan çıkarının olması mide bulandırıcıydı. Hele Dalatrass’ın sunduğu teklif işlerin ne kadar entrikalarla dolu olduğunu anlamımızı sağlamıştı. Ortada Reaper istilası varken birilerinin hala kendi hesaplarının peşinde olması şaşırtıcıydı. Görevi benim için unutmaz kılan şey görevin kahramanı, Mordin Solus. Asansörden yukarı mutlu ve gururlu bir ifadeyle çıkışı ve o sırada çalan harika müzik…

“Genophage tedavi edildi, Krogan’lar artık özgür. Yeni bir başlangıç… Hepimiz için.” -Mordin Solus

Rannoch… Savaşın başka bir cephesi. İçlerinde en hüzünlü ve ironik olanı. Yapay zekâlı, sentetik Geth’lerle, onları yaratan, sonra yok etmek isteyen ve sonunda kendi gezegenlerinden defedilen Quarian’ların savaşı. Shepard’ın üç oyunluk süreçte vereceği en zorlu kararın gelip çattığı yer. Shepard’ın yanında olması geren taraf, Quarian filosu tarafından ağır saldırıya uğrayan Geth miydi? Yoksa yaşam ortamından sürülmüş, koruyucu giysiye mahkûm edilmiş Quarian mı? Normalde iki seçenek var, tıpkı Vildmire’de olduğu gibi. İki ırktan birini Samanyolu’ndan silmek. İki cephe de haklı, iki cephe de haksız. Birini seç!

Bu sefer değil. Eğer ikinci oyunda Geth’i yeniden yazmayı seçerseniz (Gerekli olmayabilir), Tali ve Legion da İntihar Görevi’nden sağ çıkarlarsa üçüncü bir seçenek karşımıza çıkıyor. Barış. Geth ve Quarian daha fazla düşman olmak zorunda değil. Bu seçeneğin sonunda Tali, Shepard ve Legion arasında geçen konuşmalar insanı duygulandıracak cinsten.

“-Legion… Sorduğun sorunun cevabı “Evet”ti.
  -Biliyorum, Tali. Ama teşekkür ederim. Keelah se’lai.”

Seride oyuncuyu sürükleyen daha pek çok an bulunmakta. Garrus ile nişan yarışması, ‘Earth’ görevinde tüm takım üyeleriyle teker teker yaptığımız konuşmalar, ilk oyunda Sovengeir ile karşılaşma anı, Liara’nın Shadow Broker olduğu sahne, Thane’in fedakârlığı ve tabii ki Shepard’ın unutmaz dans yetenekleri. Tüm bunlar ve daha fazlası –dans olayı hariç- Mass Effect’in yapmak istediği şeyi ne kadar iyi yaptığının kanıtı

‘Son’ Sözler
Mass Effect’in beş yıla yayılan serüveninde benim de tıpkı diğer oyuncular gibi hoşuma gitmeyen şeyler oldu. Hem de fazlasıyla. Mesela aksiyon türü benim en sevdiğim oyun türüdür. Yine de ilk Mass Effect’teki yoğun RPG öğelerini mumla arıyorum. Hatırlarsanız ilk oyunda bazı görevlerde gideceğimiz yer bile haritada görünmezdi, keşfetmemiz gerekirdi. Fakat ikinci ve üçüncü oyunlarda görev sistemi sisteme gir, gezegene tıkla, düşmanları öldür ve gemiye geri dön şeklinde. Harika, tansiyon filan süper, sinematik sahneler film tadında, diyaloglar uçuruyor ama bana bir şeyler hep eksik geliyor. RPG oyuncusunun en büyük özelliklerinden biri olan araştırma duygusunun bir RPG oyunundan sökülüp atılması hiç içime sinmiyor.

Yetenek ağacı sisteminin değiştirilmesi ve ekipman seçeneklerinin kısıtlanması da başka bir kızdığım nokta. İlk oyunda bir sürü özelliğin birbirlerini tetiklediği ayrıntılı bir yetenek sistemi vardı. Buradan kendimize en uygun karakter yeteneklerini belirliyor ve özgürce puanları dağıtıyorduk. Sonraki oyunlarda seriyi daha büyük bir kitleye yaymak adına kırpılan yetenek ağacı beni hiçbir zaman tatmin etmedi. İlk oyundaki geniş mühimmat envanterinden sonra, asker sınıfına bunların özel yetenek olarak verilmesi de güzel değildi. İşin kötüsü bunlar kırpıldıkça taktiksel oynanışın yerini, siper al ateş et aldı.

Üçüncü oyunda hepimiz bir şeylere kızdık. Hatta tüm oyuncular diyebilirim. Oyunun sonu ilk akla gelen şey olsa da benim en çok kızdığım ve üzüldüğüm şey ilk gün DLC’si ‘From Ashes’ oldu. İkinci oyunun da ilk gün DLC’si vardı ama bu şekilde parayla satın alma gibi bir durum yoktu. Ve açık olarak söyleyeyim bu DLC kesinlikle ana oyuna ait olması gereken bir içerik. Bioware gibi çok sevdiğim bir firmanın, oyundan alacağım keyfi ne kadar param olduğuna bağlaması ise hiç etik değil. Mass Effect oyuncuları için efsane durumda olan Prothean ırkı nasıl ek içerik olabilir hala aklım almıyor.

Oyunun sonu hakkında benim itirazım birbirlerinin aynısı olması gibi bir şey değil. Mass Effect aslında son derece güzel bir sona sahip. İkinci oyunda da iki son vardı ve Illusive Man’in tavırlarından başka bir farklılıkları yoktu. Oraya gelirken olan değişkenleri saymıyorum, sadece son sahnelerden bahsediyorum. Yoksa Shepard bile ölebiliyordu ikinci oyunda. Kızdığım ve yadırgadığım şey ağır hikâye açıkları ve mantık hataları. Hani şöyle düşündüm, kayıt dosyalarını aktaranlara göre bir diyalog akışı olmayacak mı? Paragon sonunu seçtiğimizde Reaper ile birlikle Geth’lerin de yok olması nasıl bir şeydir? O zaman neden Geth’in tarafını seçtik ya da barış sağladık ki? Zaten hepsi ölecekmiş. Ama kuşkusuz en büyük hayal kırıklığı oyunun son sahnesinden gemiden çıkan üç kişinin belirlenme şekli. Joker, oyundaki sevgilimiz ve en çok vakit geçirdiğimiz (görev yaptığımız) takım üyesi.

Oyunda belli bir War Asset’i geçtiğimizde açılan üçüncü sonda da Joker, EDI ve oyundaki sevgilimiz oluyor. Belirlenme şeklinin ucuz bir numaradan ibaret olmasının yanında büyük senaryo açığına sebep olan bir yöntem izlemiş Bioware. Benim ana karakterim (Süper Paragon:) dişi Shepard ile Reaper’ları yok etmeyi seçtim. Gemiden Joker, Kaiden ve Garrus çıktı. Onlar gökyüzüne bakarken, Shepard molozlar arasında nefes alırken, benim de hayallerim yıkılıyordu. Çünkü Kaiden ve Garrus ölmüş olmalıydı. Son görevde Harbinger’in saldırısında ölmeliydiler. Shepard ve Anderson hariç kimse sağ kalmamıştı. Ne yani saldırı sırasında Normandy’e mi ışınlandılar? Söyleselerdi bari bende yapardım.
Oyunun silinmiş sahnelerine baktığınızda bu sahnelerden biri dikkatinizi fazlasıyla çekecektir. O son koşma sahnesinde Harbinger’in saldırısıyla Garrus ve Liara, Shepard’ın gözleri önünde ölüyorlar. Son derece dramatik, son derece vurucu… Ve neden silindiği konusunda son derece açıklayıcı. Tamam, sustum.

İyi yanları, kötü yanları… Her şeyin sonunda inanın ben bunları boş verdim. Mass Effect serisi çoktan oyun tarihine damgasını vurmuş durumda. Gerek bize yaşattığı unutulmaz deneyimle, gerek üçüncü oyundaki skandallarıyla. Ama bir yerde durup, düşünmek gerekiyor. Sırf bazı şeyler hatalı diye koca bir oyunu çöp tenekesine atmak ne kadar doğru? Bence doğru değil. Zaten Bioware yaptığı hataların yavaş yavaş farkına varmaya başladı. Tepkiler sonucunda gelen Multiplayer DLC’si bizi kısa vadede tatmin etmeyi başardı (Geth Infiltrator favorim, yaşasın Hunter Mode). Önümüzdeki aylarda da ara sahnelerin uzatılacağı, açıklayıcılığın arttırılacağı yeni bir içerik sunacaklar. Oyunun sonundaki bazı mantık hatalarını da giderirlerse fikirlerin bayağı bir değişeceğini düşünüyorum. Zaten benim için ve birçok oyuncu için tatminsizlik noktası, açıklayıcılıkta olmuştu.  Sabırsızlıkla bekliyoruz.

We’ll bang, okey?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu