Ejderdoğan – Bölüm 25
Son birkaç ay içinde birçok şaşırtıcı şey görmüştü ama bunların hepsi –ejderhalar bile- Alftand’ın metalik mahzenlerinin yanında epey sönük kalıyordu. Cüce metalinden yapılma dev kapılar, yüzyıllar geçmesine rağmen hala çalışan dişli çarkları, çoktan göçüp gitmiş efendilerine hala hizmet etmeye çalışan maden örümcekleri… Cücelerin zanaatkârlık yeteneklerinin ne seviyede olduğunun en büyük kanıtıydı Alftand’ın incelikle işlenen taş duvarları.
“Burası mükemmel bir yer.” dedi Aodray hayranlıkla.
“Aşağılara indiğimizde de umarım bunu söylemeye devam edersin.”
Beraber seyahat ettiği kişi onu fazlasıyla tedirgin ediyordu. O güne kadar karşılaştığı en gizemli kişiydi. Her daim giydiği kara cüppesinden başka bir ayrıntısını görmemişti. Kukuletasından sızan tek şey parlak renkli gözleriydi.
“Artık kukuletasını çıkartabilirsin.” dedi Aodray.
“Hala çok ışık var.”
Ha, birde vampirdi! Aodray, lanetli kadere sahip biriyle terk edilmiş bir şehirde yolculuk etmenin ne kadar tehlikeli olabileceğinin farkındaydı. Sonuçta bir vampirle karşılaşıp, yaşadıklarını anlatabilecek kadar uzun hayatta kalan pek fazla insan yoktu. Aodray azınlıkta olmayı tercih ederdi. Başına gelen onca şeyden sonra bir vampire yem olmak istemezdi. Yol arkadaşı insan kanıyla beslenmediği konusunda onu temin etse de her ihtimale karşı bir gözünü açık tutuyordu.
“Sana isminle neden hitap edemiyorum. ‘Yaşayan Ölü’ biraz…” diye sordu Aodray.
“Korkutucu?” diye güldü Yaşayan Ölü. “Ama aynı zamanda gerçekçi.”
“Yinede bir isim değil ki!” diye itiraz etti Aodray. “Tamam, teknik olarak ölü sayılırsın da bunu isim olarak seçmen garip.”
“Ejderdoğan sana rehberlik etmek için buradayım. İsmim hakkında tartışmak için değil. Artık odaklanmalısın, Falmer bölgesine girmek üzereyiz.”
“Biliyorum, şu kaçık ırk.” dedi Aodray. “Gerçekten de sorun olacaklarını düşünüyor musun? Sonuçta hepsi kör.”
“Ama hala elf atalarından kalma sivri kulaklara sahipler.”
“Tıpkı senin gibi”
Yaşayan Ölü, Aodray’a bakıp gülümsedi. “Evet, tıpkı benim gibi. Ve onları şu an duyabiliyorum. Yaklaşmış olmalıyız.”
“Kaç kişiler?” diye sordu Aodray kılıcını çekmeye yeltenirken.
“İki Falmer. Devriyedeler, zırhlarının sesi yeterince güçlü değil, sadece gözcülük yapıyor olmalılar.” dedi Yaşayan Ölü. Sonra Aodray’ın kılıcına bakarak devam etti. “Onu kılıfına geri sok.”
“Niye ki?” dedi Aodray alıngan bir tavırla. “Bu manyaklarla konuşup anlaşabileceğimizi mi düşünüyorsun?”
“Hayır, ama açık açık da savaşamayız.” diye cevapladı yol arkadaşı. “Eğer fark edilirsek inan bana yüzlercesi tepemize üşüşür. Black Reach’e bodoslama dalmak intihardan farksız olacaktır.”
“Sızmak iyi olduğum bir şey değil.” dedi Aodray. Thalmor Elçiliği’ndeki görevi aklına gelmişti.
“Ama benim en iyi yaptığım iştir.” dedi Yaşayan Ölü.
“Umarım.” diye içinden geçirdi Aodray.
***
“Ah, bunu isteyeceğini tahmin etmiştim. Prodah!” diye söylendi Paarthurnax. “Bunca yolu yaşlı bir Dovah ile sohbet etmek için gelmemişsin. Cevabım hayır, Dovahkiin. Sen bir çığırışın değil bir silahın peşindesin.”
“Gri Sakallar buraya gelmemi istememişlerdi. Şimdi sen de hayır diyorsun.” dedi Aodray hayal kırıklığına uğramış bir halde.
“Elbette, konu ben olunca oldukça korumacı davranırlar.” dedi Paarthurnax. “Bahlaan fahdonne.”
“Güzel, kimse bana yardım etmeye gönüllü değil anlaşılan.”
“Yanlış anlıyorsun Dovahkiin.” diye düzeltti Paarthurnax. “Yardım edemem çünkü ben de bilmiyorum. Zaten bilmemin de imkânı yok!”
“Eğer sen de bilmiyorsan…” diye hayıflandı Aodray. Umutları gitgide azalıyordu.
“Senin ırkın –yani ölümlüler- Dov… Ejderhalarla savaşabilmek için bir silah icat ettiler.” diye açıkladı Paarthurnax. “bizim bilgeliğimiz ve aklımız bu silahı anlayamaz. Ejderçeken senin türüne özel bir silahtır.”
Aodray inanılmaz bir hayal kırıklığına uğramıştı. Ejderdoğan olarak başladığı yolculuk sonunda, bu dağın tepesinde tıkanıp kalmıştı. Alduin’in Duvarı’nda öğrendiği bilginin hiçbir önemi kalmamıştı. Eğer çığırışı Paarthurnax ve Gri Sakallar bilmiyorsa başka herhangi birinin de bilme ihtimali yoktu. Yere çöktü ve dağın zeminini kaplayan beyaz karda umutların yitip gitmesini izledi.
“Hayal kırıklığı ve umutsuzluk… Yine senin türüne özgün bir şey Dovahkiin.”
“Sadece yolun sonu Paarthurnax.” diye cevap verdi Aodray. “Geçmişi olmayan bir adamın geleceğini kaybedişi.”
“Hayır! Krosis.” diye karşı çıktı ejderha. “Senin bir geçmişin var. Sen bizim kanımızla kutsanmış birisin, senin için yolun sonu olamaz.”
“Ejderdoğan olduğumu öğrendiğimde bir rüya görmüştüm. Baygınken. Bir ejderha –sanırsam Mirmulnir yaşadığım yeri yakıyordu. Hatırlayabildiğim tek şey bu!”
“Mirmulnir yaptığı şeyin bedelini ödedi ve sana ruhunu verdi. Geçmişinin önemi yok Dovahkiin. Söyle bakalım; Bu Thu’um’u neden öğrenmek istiyorsun?”
“Alduin’i durdurmalıyım.”
“Evet. Alduin… zeymah.” dedi Paarthurnax. “Benim büyük kardeşim. Yetenekli, açgözlü ve bir baş belası olarak her zaman büyük bir sorun olmuştur.” Sonra da gözlerini Aodray’a dikerek sordu:
“Ama neden? Neden Alduin’i durdurmak zorundasın?”
***
Black Reach’e inen platforma geldiklerinde Yaşayan Ölü onu durdurdu.
“Aşağısı çok farklı bir yer, ve son derece tehlikeli.” dedi sakin bir şekilde. Gizliliğimizi devam ettirmemiz gerekiyor. Yol fazlasıyla iyi korunuyor olmalı. Okçular, devriyeler dört bir yanda kol geziyor olmalılar.”
Aodray’ın huzursuzluğu artık iyice artmıştı. Yol arkadaşının sorun çözme metodu rahatsız ediciydi. Bir süre önce karşılaştıkları iki Falmer’ı feci şekilde katletmişti. Falmer’lara acıdığı yoktu ama herifin kabiliyetleri Aodray’ı şoka uğratmıştı.
Kurbanlarına doğru gitmeden önce kendine bir büyü yapmış ve görünmez olmuştu. Ardından bir süre hiçbir şey olmamıştı. Vampir yeniden belirdiğinde elindeki hançerle çoktan iki düşmanın da boğazını biçmişti. Falmer’ların yere düşmesiyle cesetlerine eğilmiş ve öylece kalmıştı. Yeniden doğrulduğunda kukuletası kan içindeydi.
Elini platformu harekete geçirecek olan mekanizmaya koymasına rağmen henüz onu çekmemişti. Aşağıya Yaşayan Ölü’yle beraber inmek istemiyordu.
“Sen az önce o yaratıklarla beslendin, değil mi?” diye sordu.
“Onlar sadece yaratık.”
“Tıpkı senin gibi.” dedi Aodray ters ters bakarak. Sonra da kolu kuvvetle çekti.
Asansörün onları getirdiği yer kesinlikle bambaşka bir dünyaydı. Black Reach o güne kadar gördüğü en sıra dışı şeydi. Devasa bir mağaraya inşa edilmiş koca bir şehir. Bir zamanlar cücelerin hüküm sürdüğü, zanaatkârlık harikası olan şehir, şimdilerde Falmer ırkı için yaşam alanıydı. Her yerdeydiler. Kulelerin tepesi, yol kenarları, Black Reach’den geçen kaynağın çevresi onlarla doluydu.
“Görülmeden geçmemize imkân yok.” dedi Aodray.
“Katılıyorum, görünmezlik büyümün beni uzun süre koruyacağını sanmıyorum.”
“Rehber olan sensin. İyi korunduğunu kendin söylemiştin. Umarım bir şeyler düşünmüşsündür.” diye topu vampire attı Aodray. Sonuçta sızma planını o ortaya sürmüştü.
“Gideceğimiz yer tam karşısı.” dedi Yaşayan Ölü oldukça uzak bir köprüyü göstererek. “Köprüden sonrasında her hangi bir yapı veya devriye görünmüyor. Eğer köprüye ulaşırsak Falmer’lardan kaçabiliriz.”
“Köprüye kadar gidebildik diyelim, ya sonra? Herhangi bir yerde olabilir.”
“Köprünün ardındaki kuleyi görüyor musun?” dedi Yaşayan Ölü.
“Hayır, bende elf gözleri yok.” diye tersledi Aodray. “Tek görebildiğim köprüyü çevreleyen sis tabakası. Hem o kulede olduğunu nereden biliyorsun? Ya köprünün sağındaki kaledeyse?”
“Ejderdoğan seni buraya kadar getirdim. Sorun nedir?”
“Plan nedir?” diye geçiştirdi Aodray. Çünkü kafasındaki soruların cevaplarını almaya çalışmasının ne yeri ne de zamanıydı.
“Aşağıya bak.”
Söyleneni yaptı. Yolun başında ilginç bir yapı vardı. Metal bir muhafazanın altında yine aynı maddeden yapılma dev bir heykel duruyordu. Biraz daha dikkatli bakınca yapının bir heykel olmadığını fark etti. Tıpkı işçi örümcekler gibi buharlı bir mekanizmaydı. Bir savaşçı otomat. Şu an hareketsizdi ve hiçbir tehdit arz etmiyordu.
“Eğer mekanizmasını harekete geçirirsek otomat aktif olur.” dedi Yaşayan Ölü. “Ve aktif olursa da Falmer’ları bir süreliğine rahatsız edecektir.”
Vampir, büyü gücünü kullanarak hayalet gibi gözüken bir yay yarattı. Yayı gerdiğinde ortaya yine aynı yapıda bir ok ortaya çıktı.
“Oku bıraktığım anda koşmaya başlıyoruz.” dedi Aodray’a dönerek.
Ok hızla boşlukta ilerledi ve muhafazanın alt tarafındaki mekanik kola çarptı. Mekanizma anında aktif oldu ve kızgın buharlar eşliğinde otomat harekete geçti. Falmer devriyeleri daha ne olup bittiğini anlayamadan mekanik savaşçının hışmına uğramışlardı.
“Şimdi” dedi vampir ve ikili hızla koşmaya başladılar.
Falmer’lar kördü ve bu yüzden gelenleri görememişlerdi. Duymalarına imkân yoktu çünkü otomatın savaşırken ve yürürken çıkarttığı sesler diğer her şeyi bastırıyordu. Son Falmer devriyesini de aşıp köprüyü geçtiklerinde, dağılan sisin ardındaki kuleyi görebilmişlerdi.
Hemen içeri girip kapıları kapattılar. Şansları yaver gitmişti ve kimse onları görmemişti. Nitekim otomatı hallettiklerinde mekanizmayı aktif hale getirenleri bulmaya çalışacaklardı. Dışarı çıkmalarına imkân yoktu. Kulenin içine hapsolmuşlardı.
“İşte orada.” diye haykırdı yol arkadaşı.
Aodray büyülenmiş bir şekilde nesneye doğru ilerledi. Sonunda başarmıştı.
***
“Çünkü bu dünyayı seviyorum Usta Paarthurnax. Sona ermesini istemiyorum.”
“Pruzah.” dedi Paarthurnax. “Hiç sebebin olmamasından iyidir. Birçoğu senin gibi düşünür, fakat hepsi değil. Bazısı her şeyin sona ermesi gerektiğini düşünür, böylece sonraki çağa geçilir. Sonraki dünyanın yeniden doğuşunu engellemek mi istiyorsun?”
“Buraya felsefe tartışmak için gelmedim.” dedi Aodray.
“Hahaha!” diye güldü Paarthurnax. “Bizlerden öğreneceğin çok şey var. Bir ejderhanın felsefesi ve bilgelik arayışından daha önemli bir şeyi yoktu. Thu’um’larımız, seslerimizle savaşıyor olmamız bir tesadüf değildir. Bir Dov için savaş ve tartışma farklı şeyler değillerdir. Bizler için ikisi birdir ve aynıdır.”
“Yine de bana yardımı dokunmuyor.” dedi Aodray.
“Benim neden burada, Monahven’nin zirvesinde yaşadığımı biliyor musun?” diye sordu Paarthurnax. “Buranın ismi sende neyi çağrıştırıyor?”
“Ejderhalar dağları sever, doğru cevap bu mu?” dedi Aodray düşünmeden. Paarthurnax’ın neyden bahsetmek üzere olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu ama çığırışla ilgili olsa iyi olurdu. Şu anda boşa kürek çekiyor gibiydi.
“Doğru.” diye onayladı Paarthurnax. “Burası Alduin’in kadim lisan kullanılarak alt edildiği yer. Şimdi onun nasıl yenildiğini hatırlıyorum.”
“Ejderha çığırışıyla, bu zaten konumuz.” dedi Aodray.
“Hem evet hem hayır Dovahkiin.” dedi ejderha devasa kafasını sallayarak. “Viik nuz ni kron. Ve aslına bakarsan Alduin tam anlamıyla hiç yenilmedi. Eğer öyle olsaydı, sen onu yenmenin yolunu arıyor olmazdın. Nord’lar o gün Ejderçeken çığırışını kullanarak Alduin’i felç ettiler. Fakat bu yeterli değildi. Bir Kadim Parşömen yardımıyla onu şu an içinde bulunduğumuz zamana sürdüler.”
“Atalarımın Kadim Parşömen’i kullanarak onu gelecek zamana –yani bugüne- yolladıklarını mı söylüyorsun?” diye sordu Aodray şok olmuş bir halde. Bu nasıl olurdu?
“Kasıtlı olarak değil. Yine de bazısı onun sonsuza kadar gittiğini, sonsuza kadar kaybolduğunu düşündü. Lakin zaman sürekli ilerler. O bir gün ortaya çıkacaktı. İşte burada yaşamamın nedeni. Yüzlerce ölümlü yaşamı boyunca bekledim. Onun nerede ortaya çıkacağını biliyordum fakat bunun ne zaman olacağını bilmiyordum.”
“Peki, bu anlattığın şeyler bana nasıl yardım edecek?”
“Nord’ların Alduin’e yaptıkları şey yüzünden artık zaman kırıldı. Eğer Kadim Parşömen’i edinip buraya geri dönersen… Ve onu burada kullanırsan… Belki kendini geçmişe yollayabilirsin, gidince de-”
“Çığırışın nasıl yapıldığını öğrenirim.” dedi Aodray heyecanla. “Parşömenin nerede olduğunu biliyor musun?”
“Ben yüzyıllardır dağın tepesindeyim Dovahkiin. Benden daha yararlı kaynakların olmalı.”
Sonunda Alduin’le mücadelesinde öne geçme fırsatını yakalamıştı. Her şey Kadim Parşömen’e bağlıydı. Ve kime gitmesi gerektiğini gayet iyi biliyordu.