Anime ve Manga #20 Digimon
Anime ve Manga köşemizin 20.bölümüyle karşınızdayız. Bu hafta Pokemon‘un ezeli düşmanı Digimon‘u yazmaya karar verdim. Şu Pokemon ve Digimon arasındaki savaş bitmek bilmiyor. Sürekli bir kıyaslama, sürekli bir “hayır o daha güzel!” tartışması yaşanıyor.
Ben oyumu kullanmıyorum yoksa kavga çıkar. Ancak farkındaysanız Pokemon bir süre sonra Türkiye’de yasaklanmıştı. Oysa Digimon için asla böyle bir kısıtlama yaşanmadı.
Kısaca Digimon’un tarihinden bahsedelim. 1997 yılında Bandai‘nin çıkardığı bir oyuncakla ünlü oldu. Bu oyuncakların ardından aynı yıl içerisinde mangası çizildi ve PS oyunu olan Digimon World piyasaya çıktı. Aradan geçen iki yıl sonrasında da 54 bölümlük animesi yayımlandı. Tek bir anime serisiyle yetinmeyen Digimon; Digimon Adventure – Gekijouban, Digimon Adventure – Bokura no War Game, Digimon Adventure 02 – Digimon Hurricane Jouriku! Chouzetsu Shinka! Ougon no Digimental, Digimon the Movie, Digimon Frontier, Digimon Savers: Ultimate Power! Burst Mode Invoke! isimleriyle de bizlerle buluştu. Her bir TV serisinde ve her bir filmde farklı bir hikaye anlatıldı ancak işin güzel yanı, mutlaka birbirine bağlı kahramanlar tanıtıldı. Özellikle Digimon’un kendisine has bir konusu olması ve kahramanlarımızın zamanla büyümesi, anime ve mangaya ayrı bir hava kattı.
Digimon, yedi çocuğun hikayesiyle başlıyor. Yedi arkadaş yaz tatilinin tadını çıkartmaktadırlar. Ancak ansızın bir fırtına çıkar ve ardından kar yağmaya başlar. Kendilerini fırtınanın içerisinde bulan çocuklar, yedi farklı nesnenin yanlarına düştüklerini görürler. Bu nesnelere dokundukları an, bambaşka bir dünyaya çekilirler, çekildikleri dünyanın adı Digital Dünya’dır. Bu dünya kendi dünyalarından oldukça farklıdır. İlginç yaratıklar görürler ve doğal olarak bir süre şaşkınlıklarını üzerlerinden atamazlar. Kahramanlarımızın adları; Sora Takenouchi, Taichi Yagami, Koushiro Izumi, Yamato Ishida, Takeru Takaishi, Jou Kido ve Mimi Tachikawa’dır.
Digital dünyada kaybolan yedi kahramanımız, yedi farklı digimon ile tanışırlar. Kendi dünyalarına dönmeye çalışan yedi arkadaş, büyük bir savaşın ortasındalardır. Ancak bunu çok geç anlayacaklardır, çünkü digital dünyada tek insan onlardır.
Mantığı Pokemon ile hemen hemen aynı olan Digimon, hikaye bakımından daha derin ve felsefidir. Daha fazla macera ve daha fazla fantastik öğeleri içerisinde barındırır. Zamanına göre baktığımızda, Digimon çizim ve görsellik bakımından son derece başarılı. Kalın ve sivri görseller yerine, daha çok elle çizilmiş yumuşak hatlar ön plana çıkmıştır. Aslında Digimon’un daha karmaşık olması, çok fazla farklı karaktere sahip olmasından kaynaklanıyor. Bu bana göre bir artı. Aynı yaratıkları görmek yerine, farklı farklı yaratıklar keşfetmek ve farklı hikayelere tanıklık etmek daha fazla dikkatimi çekiyor.
Digimon’un kesinlikle Pokemon’dan esinlenerek çıktığını düşünmeyin. Bu düşünceden sıyrılıp izlemeniz çok önemli. Çünkü aralarında büyük farklar var. Digimon hem müzikleri bakımından ödül almıştır, hem de Bandai’nin gözbebeğidir. Digimon’daki etki yaratan özelliklerden biri de, evrim geçirdiklerinde daha vahşi olmaları. Ayrıca güç kullandıkça da eski hallerine dönebiliyorlar. Tabi bu evrim sürecini biraz farklılaştırıyor. Öldüklerindeyse bambaşka bir dünyanın içerisine çekiliyorlar. Kimi zaman kontrolden çıkan vahşi birer yaratık olabiliyorlar, doğal olarak onları kontrol etmek gittikçe zorlaşabiliyor. Ancak tek başlarına da everimleşmeleri imkansız. Doğal olarak Digimon’lara ciddi bir güç kaynağı gerekiyor.
Digimon’un özellikle arkadaşlık üzerine vermeye çalıştığı mesaj, biraz daha farklı. Hani “ne olursa olsun, dostumun yanında olmalıyım” düşüncesi var ya, evet onu sık sık ağzımızın ortasına yiyoruz. Digimon ve onların insan arkadaşları arasındaki arkadaşlık bağı çok güzel anlatılmış. Hani kimi zaman aralarında onlara ihanet eden de olacak, kimi zaman Digimon’un kendisi de olacaklar. Nasıl yani? dediğinizi duyar gibiyim. Bu sorunun cevabı Digimon Frontier serisi içerisinde gizli.
Bana göre ilk sezon yani, 1999 yılında başlayan ilk Digimon serisi çok daha başarılı. Bazı animelerin bölüm sayısı arttıkça, çizimleri ya mükemmel oluyor ya da konusu gerçekten bayağı oluyor. Sadeleşebiliyor ya da sürekli aynı konu üzerine yoğunlaşabiliyor. Digimon’daki fark da bu zaten. Hem gerçek dünyayı, hem de digital dünyayı kurtarmak zorunda olan kahramanlarımız var.
Digimon denilince, aklınıza daha fazlası gelebilir. Daha azı da gelebilir, hatta nefret edebilirsiniz. Ancak ben arşivlenmesi gereken bir anime olduğunu düşünüyorum. Benzeri bir anime veya mangayla kıyaslamayın, daha önce yazdığım gibi. Arkadaşlık, dostluk, dram, macera, aksiyon ve daha fazlası bir arada. Anime dünyasının en başarılı müziklerini de Digimon’dan dinleyebilirsiniz. Size bir tavsiye; animeyi Japonca izleyin. Seslerin ve aksiyon sahnelerinin çok daha başarılı olduğunu göreceksiniz.
Bu haftalık bu kadar, sizi Digimon’un sevilen ilk sezonuna ait açılış müziğiyle baş başa bırakıyorum. İyi seyirler.