Makale

Unutulmayan Diyarlar #17

İnsanlar doğumlarından itibaren geliştirdikleri kişilikleri ve doğalarıyla sürekli olarak değişken bir yapıya sahip olur. Farklı ortamlarda farklı sosyal bağlar kuran insan bu bağlantıların getirdiği sorumluluklar ve beklentiler sebebiyle sürekli olarak kendi doğasını değiştirmek durumunda kalır. Sosyal bir varlık olan insan çevresinde etkinliğini artırmak ve çemberini genişletmek için farklı durumlarda farklı davranışlar sergiler, bu sebeple stabil bir karaktere sahip değildir.

Bir insanın temel davranışları her zaman değişkenlik gösterme potansiyelini taşır fakat bu her insanın davranışı değişkendir demek değildir.

Toplumsal baskı ve geleneksel dogmalar yüzünden insan çeşitli davranış kalıplarına sahiptir ve çoğu zaman toplumsal ahlak yüzünden bu davranış kalıplarına uyulması tavsiye edilir, uymayan bireyler ise toplumdan dışlanır.

Persona Latince kökenli İtalyanca bir sözcük olup “Maske” anlamına gelir. Bireylerin toplumda her gün üstlendiği sosyal rollere denir. Toplumun insanlara yüklediği anlamlar ve bu anlamların “Sistem” adında büyük bir dişli çarkı döndürmesi için ihtiyaç duyulan roller insanların toplumsal baskıdan kurtulmak için kendi kendilerine yarattıkları Personalar’da gizlidir.

Farklı olmaya ve kendi insan doğasının kötü yanlarını kabul etmeye çalışan birey geleneksel toplumsal hafızadan gelen baskılarla sadece yüzeyde kendisini diğer insanlara farklı göstermek zorunda bırakılır böylece toplumda tek tip insanlar oluşturulması amaçlanır.

Toplumun farklı düşünceleri ve saydam olmayı kaldıramayışı tamamen insanların normal görünmek için kullandıkları Persona’lar yüzündendir.

Yani bir bakıma Persona’lar bizim dışarıya yansıttığımız benliğimizdir. Bir süre sonra onu o kadar kullanmaya alışan insanoğlu hayatın temposu yüzünden kendi iç hesaplaşmasını yaşayamaz hale geldiğinde bu Persona’lar onun bütünü haline gelir ve yararlı, çalışkan, ahlaklı yurttaş topluma kazandırılır.

Geleneksel hafıza her ne kadar bireyin birikimi ve gelişmiş düşünce yapısıyla kırılabilse bile bu seferde en büyük sorun kendi kabuğundan çıkabilmiş bireyin kendi gibi düşünmeyenler karşısında azınlık olarak kalıp tekrar Persona’sına ihtiyaç duyacağı bir gerçektir.

Tek gerçek düşünce manifestasyonu ve evrensel bir dil olan sanat ise insanların persona’ya ihtiyaç duymadan özgürce kendi düşüncelerini ve duygularını aktarabilecekleri yegane iletişim aracıdır. Bu sebeple belki de çoğu insan artık iki şeye başvuruyor gerçek kimliğini bulabilme yolunda, bunlardan birisi sanat diğeri ise internet.

İnternette görünmeden bütün öfkesini, en içsel en gizli duygularını tanınma korkusu yaşamadan ortaya koyabilen insan bazen bunda o kadar çok ileri gider ki, kendisine burada bir maske yaratmaya başlar, gerçekliğinden oldukça uzak, mükemmelliğine ve kendi vahşi oluşumuna sadık, Dünya’nın kalbini kavrayabilmiş tek bir insan oluverir, kimsenin adı yoktur ve herkes anonimdir.

Ne zaman toplumun yargısından çıkıp gerçek varlığımızı, şimdiye kadar bize katılanlarla oluşmuş ve biçimlenmiş o et yığınının bir arada tuttuğu realiteden oluşmuş kendimizi bulmaya çalışsak damgalanır ve itiliriz, sosyal etkileşimimiz kısıtlanır ve bastırılmışlıklar şiddet öğelerine dönüşür. Bu sebepler yüzünden her birimiz kendi toplumsal maskelerimize hayatımızı kurtarması için yalvarırız, bizleri mükemmel yapması için.

Bizleri kendi dünyamızda mükemmel yapan o güzel maskeleri kullandıkça onlara olan bağımlılığımız artar ve bizi ele geçirir. Bu toplumdan korunduğumuz için ödediğimiz bir bedeldir. Düşüncelerimizi saklamak için kullandığımız bir kalkan ve aynı zamanda bizleri sevilebilecek kılan yegane olgudur.

Çeşitli anlamlara sahip maskeler dünyanın her bir yanında kullanılır, burada bahsettiğimizden daha farklı olarak onlar çeşitli amaçları fiziksel dünyamızda yerine getirmek için kullanılır. Bizi kimyasallardan korurlar, ritüellere sembolik ve spiritüel anlamlar katarlar, bazen aristokrasi sembolü olurlar bazen dinsel bir inanca mensubiyetimizin kanıtı olarak kullanılırlar, tabii onları takmasak bile sürekli olarak onlar suratlarımıza ve ruhumuza yapışık olarak kalırlar, belki fiziksel olarak değil fakat etin üzerine şekilsiz bir düşünce kalıbı olarak, bizi sonsuza kadar yaşatabilecek kendi düşüncelerimiz ve kendi karakterimiz sandığımız yanılsamalar olarak.

O maskeler zaman geçtikçe isim kazanırlar, aynen bizi ele geçirdikleri gibi bedenimizi kullanmaya başlarlar, kendi isteklerini yaptırırlar ve bir süre sonra kendi isteğimizin ne olup olmadığını umursamaz veya fark etmez hale geliriz. Tek ihtiyacımız olan maskemizi daha mükemmel göstermek, kimsenin farkına varmamasını sağlamak ve yaşamımızı güven,başarı ve huzur içinde geçirmek olur.

İnsanın yapısına belki de herhangi bir varlığın yapısına aykırı olan bu davranış beraberinde insanın gerçekten sosyal bir varlık olup olmadığını sorgulamamıza yol açmalıdır. Toplumsal baskılar yüzünden kendi yolunu şaşıran ve farklı bir yöne giden insanoğlu belki de yalnız olduğu zamanlar yani dünya üzerinde yürümeye başladığı zamanlar gerçekten kendi varlığının korteksine göre yaşıyordu ve organizmaların kodunda olan şeyi gerçekleştirebiliyordu şimdiki insanın aksine.

Ne yönden düşünürsek düşünelim bu maskeler insanoğlunun hayatının ve toplumun işlevini yerine getirmesine yarıyor ve hayatın olmazsa olmazlarından. Görevlerini yerine getiriyorlar, bizleri kimyasal saldırılardan koruyorlar, şarapnel parçalarından, kıvılcımlardan, virüslerden koruyorlar, en önemlisi bizleri o bakışlardan koruyorlar.

Peki ama oyunlarda olduğumuz karakterler? Oyunlarda yaptığımız roller? Kötü adam olmak, iyi adam olmak, istemediğin şeyleri yapmak, istediğin şeyleri yapmak… Maskelerini takacak, farklı maskelerini deneyebilecek simüle dünyalara sahip şahıslar gerçek dünyada nasıl davranışlar sergiler? İçine kapanık? Soyut?

İnsan nüfusunun kaçta kaçı oyun oynuyor? İnsan nüfusunun kaçta kaçı bu oyunlarda farklı bir karaktere bürünüp rol yapıyor? Farklı rollere doyan insanlar gerçekten var mıdır?

Oyunlarda girdiğimiz farklı roller gerçek hayatta bizi arındırır mı peki?

Bazen elimde cevaplardan çok sorular oluyor, bu sorular ile ne yapacağımı bilmiyorum, internete yolluyorum sorularımı kimsesiz bir adada mahsur kalmış adam misali, belki bir gün cevapları bana ulaşır diye…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu