Dark Souls 2: Crown of the Sunken King
Dark Souls. Bu isim son yıllarda en çok konuşulan, tartışılan şeylerden birisi oldu. Çok sattı, çok sevildi. Biz de dâhil olmak üzere oyun basınından oldukça yüksek puanlar aldı. En önemlisi büyük bir kitle oluşturdu. Acıdan zevk alan, rahatsız ve keşfetmeye meraklı bir kitle.
Bunu nasıl başardı? Son yılların fenomen oyun serilerinden birisi olan Dark Souls tam olarak ne yaptı?
İlk olarak oyunların “ölüm” mekaniğine anlam kazandırdı. Oyunlarda ölmek bir önceki kayıt veya kontrol noktasından yeniden başlamaktır. İtiraz etmesi bile anlamsız olan, kesin bir kavram. Tamam, oyunların Hardcore seçenekleri bulunuyor ve öldüğünüz zaman bir daha devam edemiyorsunuz. Mantıklı olarak oyun orada sonlanmış oluyor. “Oyun Bitti” yani başarısız oldun. Yeni bir oyun aç ve maceraya yeniden ortak ol.
Peki, başarısızlık kavramında duracak olursak: Dark Souls ne yapıyor? Bizi başarısızlığa mahkûm ediyor. Çünkü teknik olarak hiçbir zaman ölmüyorsunuz. Ölümsüzlükle lanetlenmiş olduğunuz için öldüğünüz zaman ruhunuz bir şekilde geri dönüyor ve kaldığınız yerden devam ediyorsunuz. Öldüğünüz için lanet sizi daha fazla etkiliyor ve her başarısızlığınızda daha fazla zayıflıyorsunuz.
Ölümü oyun içi bir mekanik haline getirmek, bana göre bugüne kadar yapılmış en acımasızca şey. Takıldığınızda, başarısız olduğunuzda geri alamazsınız. Bir hata yapmışsınızdır ve bunun sonuçlarına katlanmak zorundasınızdır.
Konumuz Dark Souls ise geçmiş diye bir şey olamaz. Tıpkı hayat gibi yaptığınız hiçbir şeyi geri alamıyor olmanızdır onu en zor kılan. Geri dönmek ve toparlanmak yok. Düşmanlar aslında o kadar zor değil. Evet, çok vuruyorlar ve hayli yetenekliler. Yine de aynı şekilde dikkatli olduğunuzda yara bile almadan onları yok edebiliyorsunuz.
Fakat ne kadar uğraşırsanız uğraşın eninde sonunda hata yapıyorsunuz. Sonra da zincir tetikleniyor. Döngünün kilitleri bir kez kapandığında artık geri dönemiyorsunuz ve yaptığınız hataların cezasını çekmeye başlıyorsunuz.
Kendi fikrimi belirtmem gerekirse, Dark Souls 1-2 gerçek hayatın çarpık bir yansımasından ibaret. Bu elbette teorik olarak geçerliliği olan bir ifadedir. Bir hata yaptığınızda onu düzeltmek için bir şansınız da olur. Bu şansı kullanmak sizin elinizdedir. Dikkatli olup her şeyi düzeltebilirsiniz. Davranışınızın sonuçları ortadan kaybolmasa bile en azından tamir etmiş olursunuz. Hatanızdan bir parçayı üstünüzde taşımaksa sizin diyetinizdir. Yaptığınız bu hatayı ikinci kere geri çevirmekse kesinlikle çok zordur. Üçüncü seferindeyse kaybetmeye başladığınızı hissedersiniz.
Anlattıklarımın Dark Souls’dan herhangi bir farkı olduğunu düşünmüyorum. Ölürsünüz, yeniden aynı yere gelip her şeyi düzeltme şansına sahip olursunuz. Kanınıza dokunup ruhlarınızı geri alabilirsiniz ama eğer bir kez daha hata yaparsanız tüm ruhlarınızı kaybedersiniz. Onlar artık gitmiştir. Geri getirmenin hiçbir yolu yoktur.
Dark Souls’un bu kadar zor olmasını ben makineler için tasarlanmış bir oyun olmasına bağlıyorum. Eğer oyunun içine bir program yazarsanız ve karakteriniz belli scriptlere göre hareket ederse hiç ölmeden oyunu bitirir. Hiçbir programlama hatası olmadığı taktirde, insan değişkeni ortadan kalktığı için son derece başarılı olacaktır. Değişken olarak insan yorulur, dikkati dağılır ve hata yapmaya meyilli hale gelir. O noktada Dark Souls’un karanlık güçleri devreye girer ve basitçe: ölürsünüz.
Meydan okumaktan sıkılmadım
Dark Souls 2’yi yaklaşık bir buçuk aydır oynamaktayım. Tam bu dönemde ofiste bir Dark Souls furyası başlattık sormayın. Bilmem kaç kişi oturup sadece Dark Souls oynuyoruz. Öğlen aralarında Dark Souls izliyoruz. Akşam evde birbirimize meydan okuyoruz. Sanırım buna ihtiyacımız varmış, ya da acı çekmekten zevk alıyoruz.
Komplike bir oyun olmasının yanı sıra hikâye anlatımı, oynanış ve oyun mekanikleri açısından Dark Souls 2 eşsiz bir eser. Özellikle mekanikleri açısından günümüzde yapılan sürüyle oyunumsunun arasından sıyrılıp kendini ön sıraya atıyor.
Günümüz oyunlarının %90’nın aksine Dark Souls’un ana amacı size hikâyesini aktarmak değil, oynamanızı sağlamak ve bunu yaparken de oldukça dengeli olabilmek. Hep derler, Dark Souls 2’yi hiçbir hikâye kırıntısını öğrenmeden de oynayabilirsiniz. Çünkü Dark Souls öncelikli olarak sizden oyunu oynayabilmenizi istiyor, hem de her bir anını.
Season Pass’imiz ise bir hikâyeyi 3 ayrı DLC’ye ayırıyor. Genelde paralı içeriklere çok sıcak bakmayan bir kitleyizdir. İçeriklerin bize kakalama haline geldiği bir oyun dünyasında hiç de mantıksız bir bakış açısı değil gibi duruyor. Fakat Dark Souls 2 size ana oyunla 200 saatin üzerinde bir oynanış süresi sunuyor. Hal böyle olunca gelecek içeriğin ana oyunu ileriye taşımak üzere tasarlandığını, oyunu bitiren ve fazlasını isteyenlere yapıldığını anlıyorsunuz. “İndirilebilir İçerik” kavramı hassas bir konu ve bu çizgide yürümesini bilen firmalar gerçekten kaliteli işleri bizlerle buluşturabiliyorlar.
Dark Souls 2: Crown of the Sunken’de tam olarak böyle bir içerik. DLC aktif olduğundan beri oynamaktayım ve ana içerik bana 7 saatlik bir oynanış süresi sundu. Oyunların genelde 6-7 saatte nihayete erdiği bir dönemde böylesine dolu dolu bir DLC görmek beni inanılmaz sevindirdi.
Sadece benim tecrübemin sağlıklı olmayacağını düşünüp internette biraz araştırdım, oyuncuların geneli Crown of the Sunken King’i 6 ile 10 saat arası bir süre içerisinde sonlandırmış.
Kayıplara karışan üç taç hikâyemizin odak noktasını oluşturuyor. Bizse bu kralların anılarının ve geride bıraktıklarının peşinde koşuyoruz. Maceramızın ilk durağı olan Batık Kral’ın tacını ararken, kralın ismine yaraşır bir yere gidiyoruz.
Oyuna giriş yaptığınızda envanterinizde sizi bir sürpriz karşılayacak. DLC ile hissettiğiniz ilk fark bir anda ortaya çıkan Dragon Talon isimli eşya oluyor. Komik kısmıysa oyunda içeriğe geçebilmeniz için başka hiçbir ipucu yer almıyor. Eşyanın açıklamasını okuduğunuzda gitmeniz gereken yerin Black Gulch’un derinliklerinde olduğunu öğreniyorsunuz o kadar. Doğru yere gitmezseniz içeriğin kendisine ulaşmanız bile zor.
Eğer oyunu bitirmediyseniz ve içeriğe göz atmak istiyorsanız size Gutter ve Black Gulch’da başarılar. Beni bir daha kimse Gutter’a sokamaz, o derece. Ufak bir tavsiye vermemi isterseniz, zaten oyunu bitirmeden direkt DLC’ye atlamayın. Ben ilk olarak seviye 120 olan büyücümle gitmeyi denedim ama daha en baştan inanılmaz zorlandım. 140-150 civarı bir seviye gerçekten nefes almanızı sağlıyor.
Aslında büyücüler sahip oldukları hasar potansiyelinden dolayı düşük seviyelerde bile zorlu bölgelerde başarıyı yakalıyorlar. Sağ olsun From Sotfware bunu düşünmüş ve büyücülerin güçlerini inanılmaz bir biçimde düşürmüş. Biz büyücülerin Lightning Spear’la terör estirdiğinin farkında olmuşlar ki bir baktık büyümüzün kullanımı 3’e düşmüş. 3 nedir yahu? Sorarım sana 3 nedir?
Düşmanın kafasına gözüne ışınlar fırlatmamızdan rahatsızlarmış. “Düzgün kullanın, hasarını arttırdık.” dediler. Normal oyuna olmasa da özellikle PvP’de Lightning Spear’ın etkisi gerçekten hissediliyor. Size şarj yapmış gelen oyuncuya karşı büyünüzün kalmaması nedir bilir misiniz?
Hoş değil.
Bunun dışında yeraltındaki devasa şehir sizi girişinizden itibaren büyülüyor. Simetrisi ve ekseni bozulmuş yapılar arasında Dark Souls’a özgü bir ürkeklikle ilerliyorsunuz. Düşmanlar her zamankinden de acımasız. Sanctum Soldier’larla başlayan maceranız, ilk başta bile sizi terletmeyi başarıyor. Burada ufak bir tavsiye vereyim. Bu elemanlar feci hasar verseler de savunmaları inanılmaz problemli. Rahatça savuşturup (Parry) kritik vuruş yapabiliyorsunuz.
Kolay göründüyse bir yerden sonra Sanctum Knight’lar gelmeye başlıyor ve bildiğiniz çaresizliği yaşıyorsunuz. Sevimli mi sevimli bu arkadaşlar hasar almıyorlar. Evet, bağlı olan bulmacayı çözmezseniz tek taraflı bir savaşa mahkûm kalıyorsunuz.
İşin birde Boss kısmı var. Onu anlatsam mı bahsetsem mi bilemedim. Nasıl şirinler, nasıl güzeller bir bilseniz. Şimdi Dark Souls’un asıl amacı oynanış olduğundan herhangi bir sürprizi bozmak istemiyorum. 3 ayrı Boss savaşı bizi bekliyor ama oyundaki Boss sayısı 3 değil. Bence bu kadarı yeter de artar size.
Yeni eşyalar arasında en çok ilgiyi Flynn’s Ring toplamış durumda. Taktığınızda ekipman ağırlığınıza ters orantılı olarak fiziksel güç kazanıyorsunuz. Ek olarak, içeriğimizle birlikte 7 farklı silah ve 6 farklı zırh seti sizlerin onları toparlamanızı bekliyor olacak. Dark Souls 2’nin eşya kazanma sistemi belli bulmacaları çözmek ve gizemleri keşfetmek üzerine olacağı için tüm eşyaları toplamanız hayli uzun bir zaman alacaktır.
Yine de Dark Souls 2’nin olduğu gibi Crown of the Sunken King’in de bazı kusurları var. Özellikle Sanctum’un ilk bölgesinde bazı düşmanlar bugda kalabiliyorlar ve göz zevkinizi mahvedebiliyorlar. Zeminde titreyen bedenler ve fizik kurallarına aykırı bir biçimde fırlayan birkaç NPC güzelimizin naçizane kusurları oluyor. Forumlarda beklediğimiz kadar zor değildi diyen oyuncuların olduğu doğrudur ama kendileri seviyelerini söylediğinde normal olduğunu anlamakta zorluk çekmiyoruz. Herifin seviyesi 400, üzerindeki her bir parça +10 ve zor değil diyor. Benim karşıma çıktıklarında intihar etmem muhtemel olan bu oyuncuları kınıyorum.
Dark Souls 2 özel bir oyun. Oyunculara meydan okumanın nasıl bir his olduğunu hatırlatan, içlerindeki merak duygusunu tetikleyen yapısıyla daha uzun süre eşsiz olarak kalacak gibi görünüyor. Serinin iki numaralı oyunu her şeyi doğru yapan devam oyunu olma özelliğiyle ön plana çıkıyordu. Crown of the Sunken King ise her şeyi doğru yapan DLC olarak göze çarpıyor. Eğer Dark Souls 2 sahibiyseniz düşünmeden alın ve yeni maceranızın tadını çıkartın. Eğer hala Dark Souls evrenine giriş yapmadıysanız sizi acilen bu tecrübeyi denemeye davet ediyorum.
Fakat yeni bir oyuncuysanız yolunuz Doors of Pharros’a düştüğünde dikkatli olun. Bir Rat Covenant üyesi olarak, davetsiz misafirlere hiç hoş bakmıyorum. Hem de hiç.