Oyun İncelemeleri

Tales from the Borderlands: Episode One – Zero Sum

Eğer daha önce birkaç yazıma denk geldiyseniz, Telltale’ın The Walking Dead serisiyle getirdiği yeni Adventure tarzından pek hazzetmediğimi de biliyorsunuzdur. Aslına bakarsınız bu tarz Telltale’ın bulduğu ve geliştirdiği bir yöntem de değil. Yıllar önce Fahrenheit ile Quantic Dream, Adventure oyunlarına daha sinematik yön kazandırmıştı.

Telltale, şu an bulunduğu noktaya gelene kadar Jurassic Park gibi başarısız sayılan projelerle en doğru olanı bulmaya çalıştı.

Sanırsak herkesin takdirini başarılı bir çizgi roman/dizi uyarlaması olan The Walking Dead ile kazanmayı başardılar. Ben, yine de pek etkilendiğimi söyleyemem. Telltale Games, oyunlarının yanında yazan Adventure tabiri hiçbir zaman tam olarak hakkını vermedi. Belki hepsi Fahrenheit gibi oyun girişine play movie ibaresini koysalar sorun olmaz ama diyorum ya, Adventure oyunlar, hikayeleri kadar içerdikleri bulmacalarla da konuşulan oyunlar olmuştur.

Telltale ise size sadece interaktif hikayeler sunmayı tercih ediyor. Ellerinde iyi yazarlar var ve bunu kullanmasını biliyorlar. Normal durumda bunca diyalog bir oyuncuyu gerçekten sıkabilir ama konuşmaların hepsi öyle özenle yazılmış ki birkaç saatlik bölümler göz açıp kapayıncaya kadar bitmiş oluyor.

Bu noktada çok tartışılan, kısa bölümlerle tam oyunu sunma yöntemine de değinmek gerekiyor. Şöyle diyelim; eğer bu oyunların her bölümü 4 saat olsaydı, içerdiği Lineer (çizgisel) yapı çok daha fazla göze batacaktı. Bu oyunları oynarken hız bir an olsun kesilmiyor. Oyun süresi uzun olan yapımlar, belli aralıklarla oyuncuyu dinlendirirler. Telltale yapımlarında böyle bir durum söz konusu değil. Bir olay başladığı gibi diğeri sonuca koşuyor. Sizin oynadığınız rolse karakteri yönetmekten çok hikayeyi yönetmek oluyor.

Belli başlı Telltale oyunlarını oynamış birisi olarak, sanırsam en çok Tales From the Borderlands oynarken eğlendim. Hikaye ve hikayenin ilerleyişi öylesine etkileyici ki bitirmeden konsol veya PC başından kalkmak istemiyorsunuz. Tamam, bölüm yaklaşık 2 saat sürüyor, ama resmen ihtiyaçlarınızı unutuyorsunuz. Su içmek, su dökmek gibi ihtiyaçlar, nefes kesici macera sonrasına kalıyor.

Fragmanda, esprili bir dille Jack’in anlattığı gibi, Tales From the Borderlands, serinini 4. parçası olarak tanımlanabilir. İkinci oyunun sonrasında geçen Tales From the Borderlands, bizi bu sefer Vault Hunter’ların hikayesinden uzaklaştırıp, Pandora’ya farklı bir açıdan bakmamıza olanak tanıyor.

Tales From the Borderlands iki karakteri yönetiyoruz; Rhys ve Fiona.

Rhys, Hyperion bünyesinde robot ve silah üretimi yöneticiliği rolündedir. Tek bir hayali vardır (diğer çalışanlar gibi), Jack gibi olabilmek. Hikayemiz ters giden bir terfi görüşmesi sırasında başlıyor ve Rhys değişen patronun, şirketteki en büyük rakibi olduğunu anlıyor. Terfi yerine hizmetçi olmakla ödüllendirilen Rhys’in tek düşündüğü şey intikam oluyor.

Diğer uçta bulunan Fiona’ysa sağlam bir dolandırıcıdır. Acımasız Pandora evreninde hayatta kalmak için bu yolu seçen birçok kanunsuzdan sadece biridir. Onun tek derdi zengin olmak ve bir an önce sefil hayatından kurtulmaktır.

İkilinin yolları nasıl mı kesişiyor? Eh, onu da oynayarak görün derim. Tales From the Borderlands’in, daha doğrusu Telltale Games’in en güçlü olduğu şey hikaye anlatımı olduğu için, olaylar hakkında size söyleyebileceğim bu kadar.

Klasik olarak, oyun içi diyaloglarda tam kontrol sahibiyiz. Diyaloglar sırasında Telltale’ın diğer oyunlarındna farklı olarak, gerçekten çok fazla zamanınız yok. Seçimler sırasında çok hızlı olmanızı isteniyor. Genelde dört tercih arasında kaldığımız seçimler için verilen süreyle yine dört saniye kadar.

Bu mekaniği, hikayenin hızına ve Borderlands’in kendine has yapısına bağlıyorum. Bazen gerçekten de eliniz ayağınıza dolaşıyor ve saliseler kala kafanıza göre seçim yapıyorsunuz. Sonuçlar da koşula bağlı olarak bilinmez olabiliyor.

Tıpkı diğer Telltale Games oyunları gibi verdiğiniz kararlar diğer karakterler tarafından not ediliyor ve ileride size büyük geri dönüşleri oluyor.

Lakin arada çok büyük bir fark var;

Uzun zamandır bir oyunu oynarken bu kadar gülmemiştim. Hatta rahatlıkla Borderlands 2’den beri diyebilirim. Espriler çok ama çok kaliteli. Hem karakterler hem de diyaloglar ekran başında kopup gitmenize neden oluyor. Bir de işin içine eski dostlar katılınca… Cümbüş kontrol edilemez bir hal alıyor.

İlk bölüme adını veren Zero, eski kahramanların hikayelerinin devam ettiğinin ipuçlarını veriyor. Zaten bir giriş sahnesi var ki, karakter tanıtımı ve akabinde yaşanan olaylar sırasında gülmekten kendime gelemedim.

Sesler ve seslendirme de zaten bir sorun yok. Tek amacı hikaye aktarmak olan bir oyundan sağlam bir performans bekliyorsunuz ve isteğinizin karşılığını da sonuna kadar alıyorsunuz. Grafiklerse cuk oturmuş, öyle diyeyim. Orijinalinde Cell-Shade olan Borderlands’in bu hali hiç bozulmamış.
Kesinlikle bulunduğunuz dünyaya karşı bir yabancılık çekmiyorsunuz.

Diyorum ya işin tek kötü yanı, oynanış denilen güzide nesnenin hiç olmaması. Yeteneklerinizi sergileyeceğiniz Quick Time Event’leri saymazsanız son derece zayıf bir oynanış sunuluyor. Belki de bu tarz oyunlara artık Adventure yerine İnteraktif -Dizi gibi bir şey demek gerekiyor. Çünkü bir oyunu değil, ilerleyen hikayeyi kontrol ediyoruz.

Tales From the Borderlands’i, Steam’den edinebilir ve diğer bölümleri beklemeye başlayabilirsiniz. Oynanıştaki noksanlığını, anlattığı hikayenin müthiş temposu ve muhteşem görsel diliyle kapatan Tales From the Borderlands, Telltale Games’in bugüne kadar yaptığı en iyi oyun (Game of Thrones’i görmeden büyük konuşmak olmaz gerçi) bile olabilir.

Tavsiye: oyun bitince, kredi ekranında ESC’ye basın. Eğlenceli bir yazıyla karşılaşacaksınız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu