Bloodborne
Son zamanlarda kötü bir alışkanlığım var. Neredeyse her akşam bir kere Bloodborne videosu izliyorum. İzlerken ellerim kaşınıyor, sabırsızlanıyorum ve soluğu Dark Souls’ta alıyorum ama… aynı tadı alamıyorum. O kadar çok oynadım ki artık Dark Souls’u tüketmiş durumdayım. Scholar of the First Sin geliyor olabilir ama benim farklı bir Dark Souls oyununa ihtiyacım var. Gelsin, oynayayım, iş dönüşlerinde değerli zamanımı ona yatırayım, bol bol sinir olup gamepad’i duvara fırlatayım istiyorum.
Günümüz oyunlarının bebek bakıcılığı yaptığı doğrudur. Her şey size sunulur ve siz de sonuca ulaşmanız için gerekenleri sırasıyla yerine getirirsiniz. From Software’ın hakkını verirken bu oyunları kötülemeye gerek yok. Her zaman söylüyoruz, artık oyun sektörü Hollywood’u bile geride bırakmış durumda. Oyunlar mümkün mertebede en yüksek satışı hedeflemekte. Zaten şaşılan durum Soul serisinin hem puan olarak hem de satış olarak yakaladığı başarı. İlk başta oldukça düşük bütçeyle başlayan seri, şimdilerde sınırları aşmış durumda.
Gelip burada, eskiden oyunlar şöyleydi artık böyle oldu diyerek kafanızı şişirmek istemiyorum. Bu yaptığım hem Miyazaki’nin ekibinin başarısını hakir görmek, hem de çıkan sürüsüyle kaliteli oyuna hakaret olur. Evet, şu bir gerçek: Bir daha asla ama asla Dragon Age: Origins gibi bir parti bazlı AAA RYO göremeyeceğiz. Bitti, gitti. Nedenini bana sormanıza gerek yok, satış rakamlarına bakmanız yeterli olacaktır. AAA oyunlar hava gazıyla geliştirilmiyor ve satışlar düşükse size maalesef yol görünüyor.
Bloodborne’u izlerken veya yapımcılar konuşurken aslında bahsettikleri şeyin Dark Souls olduğunu fark ettiniz mi? Evet, Bloodborne özünde aynı oyun. Soul serisinde gördüğünüz her şey –daha fazlasıyla beraber- Bloodborne’da da var. Sebebini tartışmak ve bu ön incelemeye farklı bir hava katmak gerekiyor. Yoksa zaten her yerde bas bas yeni çıkacak oyunlar hakkında bilgiler anlatılıyor.
Bu noktada kendinizi şu eleştiriye hazırlayın: Bloodborne hiçbir yenilik sunmuyor ve önceki oyunlarla aynı mekanikler kullanılıyor.
Oyunun her noktası eleştirilebilir, yerden yere vurulabilir. Bakarsınız, vaat edilen oyun hiç de umduğumuz gibi çıkmayabilir. Yapımcılar yalan söylemiştir falan filan…
Ama eğer yukarıda yazdığım sözü söyleyen bir kişi bile olursa onun ağzına acı biber sürmek suretiyle konuyu kapatınız. Çünkü bahsedeceği şey, TES serisinin açık dünya olmasını eleştirmekle aynı olacaktır.
From Software bugün böylesine saygı duyulan, hardcore oyuncular arasında sevilen bir firmaysa bunun sebebi getirdiği oyun geleneğidir. Souls serisi bir gelenektir. Artık o oyunda kullanılan ve eşi benzeri olmayan mekanikler firmanın içine işlemiştir. From Software’ın kendine has hikaye anlatımı, oynanış mekanikleri ve oyun görüşü vardır.
Firmanın geleneği olması ne kadar önemlidir? Naughty Dog’un kaç tane oyununu oynadınız bilmiyorum ama, Uncharted’ın kovalama sahneleri hiç dikkatinizi çekti mi? Bu sahneler Crash Bandicoot’la aynı mekaniğe sahipler de o yüzden dedim.
Fallout’un ilk iki oyununu oynadınız mı? Bethesda Softworks yıllardır TES oyunu yapıyor (bahsettiğim direkt oyunu geliştiren firmanın ismi) ve gerçekten de bu artık onların geleneği olmuş. Fallout 4 çıktığında bir kez daha konuşuruz. Bana hak vereceğinize eminim.
Bloodborne oynanış videolarına baktığımızda, oynadığımızda ve gördüklerimiz hakkında konuştuğumuzda tek bir şeyden kesin şekilde eminiz: Bloodborne geleneği devam ettiriyor.
Bonfire, ölüm sonrası yeniden doğma, ruh toplama, sağlık yönetimi, savaş mekanikleri, türünün tek örneği olan çevrim içi deneyim, taktiksel oyun yapısı olduğu gibi devam ediyor. From Software’ın eşsiz bir şekilde sunduğu bu özelliklerin hepsi, Souls serisinin manevi devamı olan Bloodborne’un da yapı taşlarını oluşturuyor.
Değişen şeylerin başında ise oyunun inanılmaz hızlanması sayılabilir. Bloodborne kesinlikle hız üzerine bir oyun. Sizden de aynı şekilde hızlı karar vermenizi istiyor. Zaten işin zorluğu burada yatıyor. Tek bir hata, yine ölmek, son kayıt noktasından (ya da oyundaki ilginç sokak lambaları) oyuna giriş yapmak demek.
Özellikle merak edilen şeylerin başındaysa farklı modlara sahip silahlar ve Chalice zindanı yatıyor. Silahların yapılarını oyun içerisinde değiştirmek kulağa gerçekten inanılmaz geliyor. Aslında bu fikri daha önce Dark Souls 2’de denemişlerdi. İlk DLC ile gelen (bulunabilen, kimse gelip size silah vermiyor) Puzzling Stone Sword hem kılıç hem kırbaç olabiliyordu.
Bloodborne’da ise olay iyice aşmış durumda. Testereler, savaş çekiçleri, kılıçlar, kısaca neredeyse her silah dönüşüm geçirebiliyor ve bunu savaş sırasında aktif olarak gerçekleştirebiliyorsunuz.
Kalkanların oyuna etkisi zayıflatılınca herkesin kafasında soru işaretleri belirmeye başlamıştı. Kuşkusuz kalkanlar hem dönemin yapısına biraz ters hem de oyunu yavaşlatıyorlardı. From Software agresif ve hızlı olmanızı istiyor. Kalkana pusup, korkakça kaçmanızı değil, savaş alanını daha etkili kullanmanızı bekliyorlar. Oyunda bir sürü kalkan var ama firmanın kendisi de eskisi kadar etkili olmayacaklarını belirtti. Yani bir Drangleic Shield beklemeyin derim. “Eh, kalkan olmayınca Parry mekanikleri nasıl işleyecek?” diye sorabilirsiniz. Artık silahlarımız var ve parry mekanikleri silahlara yedirilecek.
Chalice Zindanı ise apayrı bir olay. Oyunun geçtiği Yharam (bu ismi eminim çok aramışlardır:) şehrinin derinliklerine ineceğimiz bu zindanın en büyük özelliği yeniden oynanabilirliği inanılmaz arttıracak olması. İster tek başımıza, ister arkadaşlarımızla birlikte gireceğimiz bu zindanlar her seferinde(!) farklı bir oyun deneyimi yaşatacaklar. Chalice oyundaki tek zindan, ama aynı zamanda eşsiz bir mekaniği bize sunacak. Zindana her girmek istediğimiz oyun zindanı anlık olarak işleyecek ve farklı bir yere gitmiş olacağız. Rastgele oluşturulan bir zindan oldukça iyi bir fikir gibi görünüyor.
Bloodborne’un Souls serisinden en büyük farkı ise görsel tarzı ve geçtiği dönem olabilir. Yine bir lanet var ve yine her yer akılsız yaratıklarla dolu. Bu sefer Viktoryen dönem ve Tim Burton’ın hayal gücünü bile zorlayacak bir sanat tasarımı bizleri bekliyor. Grafikleri daha sonra tartışırız (hatası olur, performans sorunu olur, Dark Souls 2’deki gibi yamuk olur) ama sanatsal açıdan harika bir oyun gibi görünüyor. Bölüm tasarımları, sanat yönetimi, boss’lar, kapıştığımız yaratıklar inanılmaz görünüyorlar.
Ben şu satırları çiziktirirken aslında biraz kızgınım. Bugün 24 Şubat ve aslında oyunun çıkış tarihi bu olmalıydı. Yani şu anda inceleme yazısı okuyor olabilirdiniz, ama olmadı işte. O zaman hep beraber 24 Mart’ı bekleyelim. İyisi kötüsü o zaman belli olur işte.