Oyun İncelemeleri

Tales of Zestiria

Tales serisinin en yeni üyesi olan Zestiria tam da “şu yeni nesil konsollara da bir JRPG çıkmadı ki oynayalım” dediğimiz zaman çıkageldi, iyi ki de geldi. Tales serisini son yıllarda yakından takip eden birisi olarak Zestiria’nın çıkışını iple çekiyordum ve oyun sonunda çıktı, oynadım, sizin için inceledim.

Tales serisindeki oyunlar, diğer rol yapma oyunlarına göre daha bir sevecen ve renklidir. Hikayeleri oldukça derin, karanlık ve hatta biraz acımasız da olsa görselleri, karakterleri, müzikleri ve savaş sistemiyle beni hep rahatlatan bir seri olmuştur. Sıradan, karanlık bir RPG oynadıktan sonra herhangi bir Tales oyununu oynayınca tatlı bir hafifleme çöküyordu üstüme. Zestiria da bu adeti bozmamış ve adeta oynarken oyuncuyu rahatlatan, yüzünü güldüren bir oyun halini almış.

Oyunda, diğer serilere göre göze çarpan ilk büyük değişiklik, sahip olduğu açık dünya bazlı haritası olmuş. Önceki Tales oyunlarını oynadıysanız çok iyi bilirsiniz. Haritalar genellikle dar koridorlardan oluşan, uzak bir kamera açısıyla görülen küçük bölgelerle süslüydü. Sürekli ileri ve tek düze ilerliyordunuz, bu da bir RPG oynadığınız zaman sizi sıkabilecek elementlerdendi.

Yapımcı Bandai Namco, bu durumu anlamış olacak ki, Zestiria’yı tamamen açık dünya bir oyun haline getirmiş. Artık yemyeşil ovalarda ana karakteriniz ve arkadaşlarını dilediğinizce koşturabiliyor, istediğiniz yerleri özgürce keşfedebiliyorsunuz. Bu yeni özellik, Zestiria’nın dünyasını çok renkli bir hale getiriyor ve asla sıkmamasını sağlıyor. Bazı özel bölgelere gidip manzaraları incelediğinizde partinizdeki arkadaşlarınız ile o bölge hakkında konuşabiliyor ve yeni bilgiler edinebiliyorsunuz. Oyunun hikayesi açısından küçük ama önemli detaylar bunlar. Bu büyük haritaları gezerken bir binek kullanamıyorsunuz maalesef. Fakat onun yerine oyunda bulunan “Lords of the Land” (Bölge Efendileri) adı verilen yüce varlıklar aracılığıyla oyunu kayıt ettiğiniz noktalar arasında ışınlanabiliyorsunuz. Tabii bu efendilerin yeteneklerinden yararlanabilmek için önce onlara bazı eşyalar sunmanız gerekiyor. Sunduğunuz her eşya bir puana sahip. Bulunduğunuz bölgenin efendisini tam anlamıyla memnun edebilmek için, sizden istediği puan havuzunu ona elinizdeki eşyaları sunarak dolduruyorsunuz.

Oyundaki zindanlara gelecek olursak; pek de eğlendiğimi söyleyemeyeceğim. Doğrusu, serinin önceki oyunlarında zindanları oldukça eğlenceli bulurdum. Girip ne var ne yok talan eder, bütün eşyaları bulur çıkardım. Daha sonra tekrar girer, yine her şeyi alt üst eder işimi bitirirdim. Fakat Zestiria’dan bu havayı alamadım. Zindanlar çok tek düze ilerliyor ve bulmaca bakımından oldukça sönük kalmışlar. Elbette bazı bulmacalar özel yeteneklerinizi ve haritanın nimetlerini kullanmanızı istiyorlar, bunlar eğlenceli. Fakat bunların dışında zindanlar genel olarak oldukça sıkıcı. Bir yerden sonra karşınıza çıkan düşmanları es geçip bir an önce zindanı bitirmeye bakıyorsunuz. Hele ki bir de sinir bozucu bir bulmaca varsa (zor değil bakın, sinir bozucu) çekilmez hale geliyor. “Ben bunu neden yapıyorum yahu?” diyorsunuz. Çünkü zindanlar oyunun akıcı gidişatında bir duraklama yaratıyor. Bitse de hikaye devam etse artık diyorsunuz. Çoğu aynı mimariye ve harita yapısına sahip olduğundan, bir sonraki zindanda nelerle karşılaşacağınızı kestirmek zor olmuyor. Zindanların bir güzel yanı olarak müziklerini sayabilirim ama. Her biri farklı ve güzel müziklere sahipler. Bulunduğunuz ortama göre şekilleniyor ve sizi havaya sokup zindandan en az miktarda sıkılmanızı sağlamaya çalışıyorlar. Başarılı oluyorlar mı, orası tartışılır.

Oyunun savaş sistemi serinin önceki oyunlarına göre bazı yenilikler içeriyor. Yine ana karakterimiz ve takım arkadaşlarımızın sahip olduğu Arte adı verilen yetenekleri kullanarak savaş alanında terör estirebiliyor ve çok can yakabiliyoruz. Kullandığımız yeteneklerin birçoğu serinin önceki oyunlarında kullandıklarımızla hemen hemen aynı. Heavenly Torrent, Sonic Thrust, Photon Blaze gibi önceden bildiğimiz yetenekler, bunlara ek olarak da Zestiria dünyasında ortaya çıkan yeni ve çeşitli bir dünya yetenek var. Savaş sistemine getirilen en büyük yenilik kesinlikle Armitization adı verilen mekanik olmuş. Bu gücü kullanarak ana karakterimiz Sorey’i ve yanında bulunan diğer “insan” arkadaşlarını yine takımınızda bulunan “seraph” adı verilen ilahi varlıklarla birleştiriyorsunuz. Bu birleşimin sonucunda iki varlık tek beden haline geliyor. Mesela; Sorey, Mikleo ile tek beden haline geldiğinde elinizdeki kılıç kayboluyor ve onun yerine bir yay tutarak düşmanlarınızı ok yağmuruna tutuyorsunuz. Bunları yaparken farklı yetenkleriniz açılıyor ve karakteriniz daha dayanıklı hale geliyor.

Tales serisine aşinaysanız, serinin kendine has görsel bir tarzı olduğunu bilirsiniz. Tales serisindeki oyunları oynarken bir anime izliyormuş hissine kapılırsınız. Gerçi neredeyse serinin çıkan tüm ana oyunlarının animesi zaten olsa da, oyununu oynarken de aynı hisse kapılmanız, yapımcı firmanın işini çok iyi yaptığını gösteriyor. Yönettiğiniz karakter, takım arkadaşlarınız ve bulunduğunuz dünya tipik Tales tasarımlarıyla hazırlanmış. Oyun grafiksel açıdan inanılmaz bir deneyim sunmuyor. Fakat zaten Tales serisi görsel açıdan hiçbir zaman “kusursuz” olmayı amaçlamamıştır. Tales serisi için önemli olan animedeki görüntüye en yakın şekilde ulaşmak ve bu çizgiyi bozmamaktır. Zestiria da bunu hakkıyla yerine gitiriyor. Görsel açıdan oldukça renkli ve parlak görünen oyun maalesef kapalı alanlarda biraz sapıtabiliyor. Işıklandırmalar dışarıdaki mekanlara oranla biraz zayıf kalmış. Günümüzdeki oyunların ışıklandırma kalitelerine göre biraz göze çarpan bir detay olmuş bu.

Oyunun hikayesi başlarda oldukça yavaş ilerliyor. Tipik bir anime yorumu bile yapılabilir Zestiria için; “abi ilk 4-5 bölüm çok sıkıyor ama sona bir açılıyor var ya tutamıyorsun.” Evet tam da böyle başlıyor hikaye. Sorey adlı kaşif bir delikanlıyı yönetiyoruz Zestiria’da. Zestiria’nın dünyasında “seraph” adı verilen yüce varlıklar var. Bu varlıkları meleklere benzetebiliriz. Seraph’ları sıradan insanlar göremiyor. Yalnızca bazı özel insanlar bu Seraph’ları görme yetisine sahipler. İşte Sorey de o insanlardan birisi. Küçük bir Seraph köyünde yaşayan Sorey, yine sıradan bir günde Seraph arkadaşı Mikleo ile eski tapınakları inceleyerek notlar alır. Bunu yaparken arkadaşı Mikleo ile, Alisha adlı bir genç kıza rastlarlar. Kızı tapınaktaki tehlikeden kurtaran iki delikanlı daha sonra Alisha’nın hayatının tehlikede olduğunu öğrenir ve onu korumak için şehre giderler. Bazı olaylar sonucu kader ağlarını örer ve Sorey, Lailah adındaki bir Seraph olan, ateş gücünü kontrol eden bir varlığın yardımıyla “Shepherd” (Çoban) ünvanını alır. Hayır, Arka Sokaklar’daki Çoban’dan bahsetmiyoruz elbette! İnsanlara liderlik eden, onları doğru yola yönelten ve herkesin saygı duyduğu bir kişilikten bahsediyoruz. Alisha’nın da yardımı ile Sorey, Lailah ve Mikleo dünyaya kötülük yayan varlığı, Felaketlerin Efendisi’ni bulmak için yola koyulur. Oyunun hikayesi genel olarak böyle başlıyor ve daha sonra dallanıp budaklanarak çok detaylı bir hale geliyor.

Son sözlerime gelecek olursam; Tales of Zestiria yeni nesile çıkan hoş bir JRPG olmuş. Siz de günümüzdeki oyunların aşırı şiddetli ve karanlık yapısından sıkıldıysanız ve bu monoton yapıdan kaçmanın bir yolunu arıyorsanız, Tales of Zestiria tam size göre bir oyun. Yeni eklenen açık dünya özelliği ile de oynanış ömrü oldukça uzun olan bu oyunu mutlaka denemenizi tavsiye ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu