“Ultima Online, hayat offline”
“Ultima Online hayat offline…” Bu sözü hatırlayınca geçmişinizdeki bol aksiyonlu ve bolca nostalji barındıran Ultima Online anılarınıza şöyle bir yolculuk yaptınız değil mi? Knight Online, Silkroad Online ve bazı diğer online oyun mecralarında da kullanılan ve oynanan oyuna göre uyarlanan bu söz, çıkış yeri Ultima Online olarak oyun literatüründe kendisine yer bulmuştur. 24 Eylül 1997 tarihinde multiplayer dediğimiz çoklu oyunculu şekilde piyasaya sürülen ve on adet farklı sürüme sahip yirmi yaşına basacak olan bu köklü yapım, biz “Ultimacılar” için çok farklı duygular içermektedir.
“Ultimacılar” olarak şöyle bir geriye baktığımızda bizlere doğru yönelmiş bir nostalji rüzgarının estiğini gördüğümüzü düşünüyorum. Bu yazıyı yazmadan önce on beş senemi vermiş olduğum bu güzide oyuna gönül vermiş Ultima Online oyuncularının karakteristik özelliğini şöyle bir düşündüm. Bence bizler için en önemli olguların başında kesinlikle “samimiyet” olgusu gelmektedir. Bu oyuna yürekten bağlanmış oyuncuların oluşturduğu o sıcak sohbet ortamını başka hiçbir oyunda bulamadım ve bulamayacağım. Bu yüzdendir ki bu yazıda sizlerle biraz hem nostalji yapmak hem de tatlı bir sohbet etmek istedim. Sizlerle beraber Ultima’da bulunan çeşitli ve bu oyunu oynamamış insanlara garip gelebilecek olan ancak bizler için alışılagelmiş sözler ve kelimeler kullanacağım.
Ultima Online (UO) hakkında derin düşüncelere daldığım zaman bu oyunun hayatımda çok değerli bir yere sahip olduğunu her seferinde fark ediyorum. Hayatıma bu denli etki etmiş olduğunu düşündüğüm Ultima Online ile tanışma senem 2002 olarak hafızamda kalmış. O zamanlardaki yaşımın ve yaşıma göreceli olan sahip olduğum olgunluğun etkisiyle beni kendisine çeken UO, ilk tanıştığım online oyundu. Hayatımızda bazen unutamadığımız ilkler ve sonlar gibi bu oyun da bende bir “ilk” olarak iz bıraktı. Bu oyuna harcadığım ilk zamanlarımdan söz ettiğime göre kendimin “apprantice”(Bizler için app yani acemilik) dönemlerinden biraz bahsedeyim sizlere. İlk zamanlarımdan bahsetmeden önce sizlerden bir ricada bulunacağım. Siz bu satırları okurken şimdiden sadece ben değil sizlerin de kendi apprantice dönemlerinizi düşünmeye davet ediyorum. Bu yazıyı okurken kendinizi bir düşünün ve çoğunluğunun komik olduğunu düşündüğüm bazılarının ise acı ve aynı zamanda tatlı tecrübeler içerdiğini sandığım o dönemleriniz ışığında bir yolculuğa bırakın kendinizi.
Oyuna başlamadan önce birçok insan gibi ben de internet kafe köşelerinde bu oyuna rastladım. Rastladığım andan itibaren tabiri caizse “abilerimizin” oynadığı ama adını bilmediğim iki boyutlu bir oyunun oynandığı ufak ekranlardan gözlerimi alamıyordum. Atlara binmiş kız veya erkek insanlar, üç kuruş için alın teri döken madenciler ve zanaatkârlar ya da gözünü kan bürümüş seri katiller ve onları engellemeye çalışan masum insanlar… Bunların yanı sıra daha onlarca çeşitlilik barındıran koskocaman bir dünya beni benden alıyordu. İnsanlar değildi sadece bu evreni oluşturan. “Elf”, “Orc” ve daha sonraları da yer alan “Gargoyle” ırkları gibi insandan farklı olan varlıklar da bu oyunun tuzu biberiydi. Kendine has özellikleri bulunan diğer ırklar da insanların yaşadığı gibi yaşayabiliyordu bu oluşumda. Çok fazla tekniksel detaylara girerek boğmak istemiyorum sizleri ancak bunlar benim gözüme çarpan bu oyunun “göz bebekleri”. Oynayan herkes bu söylediklerimi bilmekte nasıl olsa ancak bazı oluşumları hatırlayarak başlamakta fayda olduğunu düşünüyorum. Nerede kalmıştık? Evet, ekranlardan beni büyüleyen Ultima Online sahnesine birkaç izlenimden sonra adım atmak istedim. Bu oyuna nasıl kayıt olunacağını ve bu oyunun nasıl oynanacağını bilmiyordum. O zamanlar şansıma -ismini vermekten şeref duyarak- BlacKsK adlı internet kafenin (gidenler bilir) sahibi ve onun yanında çalışanları bu oyunu oynuyordu. Onlara bu oyun nasıl oynanır diye sorarak Ultima Online serüvenimi başlatmış bulundum.
İlk zamanlar…
İlk karakterimi “mage” yani büyücü olarak açmıştım. Büyü kitabında -oynayan herkesin bildiğini varsayarak söylüyorum- her büyü bulunmuyordu ve hepsini atamıyordunuz. Yeteneğinizi başka büyüler atmak için geliştirmeniz gerekliydi ve bazı büyüleri şehir içinde atmak şehrin gardiyanları tarafından öldürülmenize sebep oluyordu. O zamanlar bu oyuna yeni başlayan birisi olan ben için bunlar bilinmeyen gizemlerdi adeta. Şimdi madde madde bazı acemiliğin verdiği hissiyatla yaptığım çılgınlıkları sıralayayım sizlere:
Britain, Moonglow, Jhelom gibi şehirlerde “Wall of Stone” büyüsü atmak ve “guards” eşliğinde güzelce katledilmem.
Mezarlarda “Rel Sanct” büyüsü atarak canavarların canını azalttığım kanısına varmak ancak “criminal” veya “crim” olduğumu bilmeden şehre girmem ve sonucunda ölmem.
Wall Of Stone gibi “In Flam Grav” büyüsü atarak şehirleri alevlerle sarmalamak ve sonucunda diğer oyuncular tarafından kesilmem.
Bütün büyüleri bilmeden sağa sola atmak ve yine ölmek yine ölmek.
Vendorlara büyü atarak oyunun tabiriyle “kalp spazmı” geçirerek ölmek.
Mezarlarda genellikle Lich veya Lich Lord canavarlarından çıkan “wand” eşyalarıyla içerdiği büyülerin ne olduğunu bilmeden kullanmak.
Skeletonlara “in lor” büyüsü atmak ve crim olarak oyuncular tarafından öldürülmem.
Useskill
“Ph” değeri dediğimiz skillerin artma oranlarının zor olduğu zamanlardı o günler. Bazen bir ayda bazen ise 3 ayda 100.0 haline getirilen yetenekler vardı adeta. Healing’i 80.0 olan adam adeta bir kahraman gibiydi. Herkesi canlandırabilmesi guildlere alım sebebiydi ve çok zordu. Şimdilerdeki gibi “skill dummy” alanları yoktu o zamanlar. Biliyorum, biliyorum… Kulaklarınızda Jhelom’da yankılanan “Abi party var mı heal kasacağım!” sesleri çınlıyor adeta. Az gitmedik oralar değil mi? Az makroya bırakıp 2 saat sonra büyük heyecanla ve hevesle kastığımız o yeteneklerin, 0.2 veya 0.3 yetenek artışıyla geliştiğini görmemizle beraber sevinç çığlıkları atmadık değil mi? Şimdi ise Ph değerinin %100 olduğu sunucular mevcut. Eski kıymet bilinen dönemde değiliz artık. Peki makroyu yasaklayan sunucu sahiplerine ne demeliyiz sizce? Aşk olsun onlara, zaten yetenek kasmak zordu bir de yasak koyup bizleri gece gece kontrol ediyordunuz orada mıyız değil miyiz diye. Yine de sizleri seviyoruz zorluğu bir felsefe olarak benimsemiş sunucu sahipleri.
Oyunda adaletsizlik her daim vardı sınıflar arasında. Sınıflar bir yana bazı yeteneklerin kasılması diğerlerine göre daha kolaydı. İlk yüzlediğim yetenek “Mining” idi. Evet, o yöntemi kullandım. Ham olan “Iron Ore” madenlerini tek tek ayırarak “forge” başında dakikalarımı verdim ve tek tek yaktım. Tek tek yakınca ne oluyor biliyorsunuz. Mining yeteneğinin “bug”ı mı değil mi henüz kestiremediğimiz şekilde 0.1 oranda yetenek kazanıyorduk. Bence kolay kasılan diğer bir yetenek ise müzik yeteneği idi. Aslında çok önemli bir yetenekti çünkü bu sayede canavarları uyutabiliyorduk veya birbirlerine saldırtabiliyorduk. Evet, bir dragonu bütün “dungeon” bölgesinde kullanarak dragonun gücü yettiği herkesi kestirdim, pişman değilim.
Şimdi bu nostalji arasından sonra gelelim yaptığım diğer çılgınlıklara. Craft olarak yaptığım çılgınlıkların sayısı çok değildi. Altı üstü “bloodrock” seti vendora satmıştım. Tamam tamam vurmayın o kadar. Aslında vurun çünkü yine bir bloodrock set hakkında itirafta bulunacağım. “Britain 2” dediğimiz bölgenin bankasında adamla bloodrock set ticareti yaptık ve o bana bag içerisinde altın vereceğini söylemişti. Ben balıklamasına atlayıp tamam demiştim ve ticareti yaptığımızda bana verdiği onlarca kumaş ile baş başa kalmıştım. O ise sadece “kal ort por” olup uçmuştu. Sana hakkımı helal etmiyorum, bu yazıyı okuyorsan setimi geri ver!
Savaşçı karakterler ile direk dragonlara dalmama ne dersiniz? Aslında RunUo ve Osi sunucularında bu yapılıyor ancak Sphere sunucularında böyle bir denge yok. Yeni başlayan nereden bilsin bunu? “Koş yiğidim!” nidalarıyla lich, lich lord, wraith, hatta 50.0 “Swordsmanship” yeteneği ile skeletal knight’a dalıp ölmenin verdiği o hüzün… Hırsız karakter ise dillere destan. Hırsız oynayanlarımız bilirler: 50.0 yetenek ile bir reg çalmanın verdiği hissiyat ve onu direkt bankaya koyup ölmeden önceki son hareketimizin verdiği gururu hiçbir şeyde yaşamadık değil mi? Bankaya koyduğumuzda kendimizi güvende hissederdik. Ölsek bile bizleri üzmezdi. Hırsız karakterlerin vendorlardan aşırdığı mallara ne demeli? O bug evet, o bug… Sunucuları mahveden, kapatılmasına kadar büyüyen vendor bugları… Her neyse konumuz bu değil.
Ölünce reslenmeyi bir süre bilmediğim için hep yeni karakter açardım ya da yeni hesap alırdım. Bunu fark eden bir abi dediğim insan bana dakikalarca gülmüştü sonra da res taşını gösterip canlanmamı sağlamıştı. “Applik” seviyem çok üst seviyeydi anlayacağınız. Para kasma yöntemleri vardı birkaç tane bildiğim. Bunlardan bahsedecek olursam: Balık tutmak, yün kasıp parayla satmak, şu an yine geçerli olan inscription yeteneğiyle scroll yazıp vendora satmak ve iskelet kesip içindeki parayı almak. İlk artılı silahım +3 katana idi. O +3 katana benim için olağanüstü bir olaydı ve bir hafta etkisinden çıkamamış, sevgili katanamı bankamda saklamıştım haftalarca biri kesip de almasın diye. Meğersem +15’e kadar yolu varmış bu silah serüveninin. Kudretli +15 short spear silahımla (kafedeki abilerden biri vermişti ismini unuttum) beni kesen o acımasız gardiyanlara saldırıp o silahımı kaybetmemin üzüntüsünü hiçbir yerde yaşamamıştım. Son olarak staff anılarına geçip sohbetimizi oyunun buglarına yönlendireceğim.
Staff olduğum ilk zaman dünyanın efendisi benim tavırlarına girmiştim. “.Kill”, “.Invis”, “.mtele” gibi olağanüstü ve sadece yetkili karakterlerin yapabileceği güçler mevcuttu elimde. Görünmez olarak az oyuncu takip etmedim tabiki. Bir keresinde “.invul” komutunu unutup “In Vas Por” büyüsünün olduğu yerde ölmüştüm ve rezil olmuştum. O sunucudan atmışlardı beni, ne günlerdi.. Arada .mtele komutu sayesinde spawnları kontrol eder, “tamer” karakter ile doğmuşsa hemen ele geçirirdim. Ama bir iki kere yaptım çünkü sabit spawnlardı ve çok değerli binekler değillerdi. Bildiğiniz “Llama”, “Desert Ostard” ve “Horse” idi. Diğer yerlere giremezdim çünkü tamer karakteri ile beraber zor spawnlarda nasıl davranılacağının inceliklerini bilmiyordum. Bir defasında ise staff karakteriyle “.remove” komutunu kullanarak yanlışlıkla bir oyuncunun eşyalarını silmiştim ki sormayın… Sunucu geriye alındı. Yapay bir sorun yaratarak oyunculara yalan söylemek zorunda kalan bir sunucu sahibinin azarlarıyla baş başa kalmıştım. Yine gülüyorum bu noktada. Aniden “Vay be!” dedirtiyor insana… Aksiyon anılarını yazmak bu yazının yönünü alır başka diyarlara götürür ancak ilk kazandığım “wrestling” pvp turnuvası efsaneydi benim için. “Mustang” kazanmıştım ve o zamana kadar gördüğüm en değerli binekti. Dünyaları verseler vermezdim o binek için çünkü sunucuda rengi tekti ve özel karakterlerle yazılmıştı ismi. 10 M, 20 M, 30 M ve nicesi ama vermedim, hep benim oldu. Sunucu kapanana kadar da benimle kaldı, öldürtmedim onu.
Buglar…
İşin biraz alengirli kısmına gelelim ne dersiniz? Ultima Online denince biz oyuncuların, oyunun zevkli bir parçası olduğunu saydığımızı düşündüğüm buglardan konuşalım. “Banker Check” isimli oyun açığını hangilerimiz hatırlıyor? Banker Check 50000 yazıp çantaya çek düştüğünde onu yere atıp yerdeyken çeke çift tıklayıp bankaya parayı geri koyma meselesi… Bunu yaptıktan sonra para bize geri geliyordu ancak last object-last target makrosuyla oyun onu işlem tamamlandığı halde çekin yerde olduğunu var sayıp tekrardan 50.000 goldu bankamıza ekliyordu, işte zengin olmanın en kolay yolu buydu. Elbette artık böyle bir şey yok, yıllar önce bu problemi düzelttiler. Aksiyon sırasında kendini resleyenler vardır aramızda diye düşünüyorum. Evet, o bug. Tam ölecekken “targetself” makrosu ile kendinize bandaj bastığınızda ölseniz bile tekrardan canlanıyordunuz. İlginç ve isyan ettirici bir hataydı bu. Bunun bir de gate açma versiyonu vardı. Tam ölürken eve gate açıp öldüğümüz halde gate açılıyordu ve evden reslenip hemen geri geliyorduk, güzel günlerdi. Sunucuları kapattıran, sunucuyu geri aldıran ve sunucuları alt üst eden vendor buglarını saymıyorum bile… Hırsız karakterlerle bütün vendoru soyan oyuncular, oyuncularımız… Sizler iyi ki varsınız. Daha bir sürü bug var ancak bu noktada bu meseleyi kısa keseceğim çünkü bu yazıya sizleri de katmak istiyorum, yorumlarda ilginç anılarınızı görmek beni çok memnun edecektir.
Şimdi söz sizlerde…
Sabaha kadar beklenen spawnlar, spawn savaşları, sabaha kadar Minoc madende kasılan ingotlar, madene gelen acımasız katiller ve emeklerimizi çalan kişiler… O kadar emek verdikten sonra sattığımız üründen gelen paranın bizlere verdiği haz… Bu oyunun bir tarifi yok adeta, bu oyun bir duygular ve anılar evreni benim için. Peki sizlerden ne haber? Bu yazı oldukça kısa oldu benim için ancak bu yazının diğer yazarları da sizlersiniz. Yorumlarda bana eşlik edip kendi anılarınızı anlatır mısınız?
20.yaşına basacak olan bu muhteşem oyun için ne demiştik en başta? “Ultima Online hayat offline…”