Jump Force
Anime dövüş oyunlarını takıntı haline getiren Bandai Namco’nun bu türü bırakmaya niyeti yok. Her bir seferinde oyunlarını oynanış anlamında bir sonraki seviyeye taşıyan firma, bu kez oyuncuların karşısına Jump Force ile çıktı. Yeni nesil konsolların donanım gücünü kullanarak tarzını daha gerçekçi bir hale getiren Bandai Namco, bakalım bu kez anime ve manga tutkunlarına nasıl bir deneyim vadetmiş? Yakından inceleyelim.
Jump Force incelemesi
Jump Force’u en ünlü anime ve manga serileri olan Naruto, One Piece ve Dragon Ball ile tanıtan dağıtımcı firma, oyunun neredeyse tüm reklam kampanyalarını bu serilerin ana karakterleri üzerinden yaptı. Asya’da haftalık olarak çıkan Shonen Jump dergisinde boy gösteren karakterleri oyuna aktaran geliştirici ekip, tabiri caiz ise bir fan servisi ortaya koymak istemiş. Farklı farklı evrenlere sahip olan bu üç oyun üzerinden giden hikaye, maalesef pek tatminkar olamamış. Naruto ve One Piece serilerini yalayıp yutmuş ve Dragon Ball evrenine hiç de yabancı biri olmayarak deneyimlediğim Jump Force’un hikayesi, sanki ilkokula yeni başlamış bir çocuğun elinden çıkmış gibi duruyor. Dragon Ball’un kötü karakteri Frieza’nın açılışını yaptığı hikaye, kötü karakterlerin dünyaya baskın yapmasıyla devam ediyor. Naruto, Goku ve Luffy’nin dahil olduğu birliğin ise kötü karakterlerle savaşmak üzere bizim yardımımıza ihtiyacı olduğunu öğreniyoruz.
Hikayede Alpha, Beta ve Gamma takımlarından bir tanesini seçerek tarafımızı belli etmek zorundayız. Takımlar ise üç ana serinin karakterlerinin karma bir şekilde grup oluşturmasından meydana geliyor. Oyun başında her bir takımın tanıtımını liderinden dinleyip, en sevdiğiniz karakterler hangisinde ise ona katılabilirsiniz. Temelinde tamamen çevrimiçi bir yapıda olan Jump Force’un bu giriş kısmını oynadıktan sonra oyuncuların buluştuğu bir alana gönderiliyorsunuz. Bu alandan hikaye ile ilgili görevler alıp mağazadan karakterinizin görünüşünü veya yeteneklerini değiştirmek tamamen sizin elinizde. Ancak hikayenin basitliği ve durağanlığının oyuncuyu fazlasıyla baydığını belirtelim. Oyun size gereksiz çoğu ara sahneyi zorla izletirken, bu sahnelerin kalitesizliği daha fazla gözünüze batıyor.
Karakter animasyonlarının iki nesil öncesine ait olması ve ara sahne tasarımlarının kötü durması, oyuncuyu Jump Force’un baştan savma yapılan hikayesinden daha fazla soğutuyor. Seslendirme kadrosu olarak karakterlerin Seiyuu’larını (seslendirme sanatçıları) projeye dahil eden Bandai Namco, bu kısımda iyi bir iş ortaya koymuş. Fakat geliştirici ekibin elinde bu kadar büyük bir potansiyel varken, böylesine vakit harcamaya değmeyecek bir hikaye yapılması beni derinden üzdü. Yıllar öncesinden izlediğim ve hala izlemekte olduğum serilerin içerisinde bulunan muhteşem hikayeleri bir kenara koyduğumda, Jump Force’un bana sunduğunu görünce hayal kırıklığına uğradım. Oyunun hikayesinin ne kadar kötü olduğunu daha nasıl açıklayabilirim? Bilmiyorum. Ancak eğer bu Jump Force’tan bir hikaye beklentiniz varsa, beklentinizi sıfıra indirmenizi öneririm.
Oyunun belki de tek güzel yanı olan dövüş mekaniklerine geçtiğimizde ise biraz rahat nefes alabiliriz. Çünkü zorla oynatılan hikaye odaklı sahnelerden, çevrimiçi maçlara geçince, kendimi Zincirlikuyu-Avcılar arasında yolculuk yapmaktan havasız kalan metrobüsten dışarı atmış gibi hissettim. Ağlayan çocuk, siyaset konuşan yaşlı amcalar ve Instagram’da tesbih çekerken tekno müzik dinleyen ergenlerin arasından kendinizi kuru soğuğun hakim olduğu Florya durağına atarsınız ya, işte Jump Force’un hikayesinden çevrimiçi maçlara girince de aynı hissi yaşıyorsunuz. Metrobüste durmak çok kötüydü ama indiğiniz duraktan da eve yürümek zorunda olduğunuz için yine çok mutlu değilsiniz.