Cennetin Gözyaşları – 2.Bölüm – Garip bir olay
Sabah her zaman ki gibi yine Murat kalktı. Yavaşça perdeyi açtı ve camı
açarak taze havanın temiz odaya dalmasına izin verdi. Sabah doğan güneş dün
akşamdan kalan sisleri yavaş yavaş yok ediyor, insanlara huzur veriyordu. Yeşil
İnci Tepesi yazın sabahları çok muhteşem olurdu. Aslında kulübü kurmayı karar
veren Oğuz ve Murat’ın bu tepeyi seçmesinin nedeni de buydu. Ufacıkken Oğuz ve
Murat’ın babası onları sürekli buraya getirirdi. Çünkü onlar için burası iş
görüşmesi yapabilmek için yeterince sessizdi.
Murat üstüne rahat bir şeyler giyip bir de günlük giysilerini giydikten sonra
salona gitti. Daha önce de tahmin ettiği gibi salon boştu. Korku Şöminesini
söndürdü. Muhtemelen yol arkadaşları o kadar heyecan içerisinde bunu yapmayı
unutmuştu. Aslında onlara hak veriyordu çünkü kendisi de oldukça heyecanlıydı ki
heyecanı hala vardı.
Buzdolabına doğru yürüdü ve onu açtı. İçinin boş olduğunu görünce hayal
kırıklığında uğradı. Diğer arkadaşlarının bir şeyler getirmesini umduğu için
kendisi getirmemişti. Muhtemelen aynı umut herkeste vardı. Korku Şöminesinin
karşısına oturup tam karşısında bulunan resimleri incelemeye koyuldu. Uzak
olmayan bir aradan sonra bir erkek sesi :
“Günaydın..” deyiverdi
Murat arkasına baktı. Ona seslenen Burak’tı. Yeni kalktığı için saçları
darmadağındı. Burak eskiden de saçlarına pek dikkat etmezdi ama o bu durumdan
çok memnundu; çünkü “eğer biri beni beğenecekse bu halimle beğensin” felsefesini
benimsemişti.
“Günaydın Burak… Bugün biraz erkencisin.”
“Aslında daha önce uyandım ama tekrar uyuyabilirim umuduyla geçen zaman uzun
oldu. Bu heyecanla diğerleri nasıl uyuyabiliyor anlamıyorum.”
“Herkesin kendini kandırma yöntemleri farklıdır.” dedi Murat, alçak ve ölçülü
bir sesle.
“O zaman kendimizi kandıramayan tek biziz.” dedi Burak gergin bir edayla..
“Benim kendimi kandırmaya ihtiyacım yok.. Her neyse… Bildiğim kadarıyla bugün
ava çıkacağız.. Çocukluğumuzda yapmaya korktuğumuz şey.”
“Acaba aramızda bu konuda bilgili olan var mı? Çünkü eğer yoksa işimiz oldukça
zor.. Benim avlayabildiğim tek şey sinekler.”
“Sadece nişan al ve tetiği çek.”
“Bu konuda çok bilgilisin galiba” diye lafa karıştı daha yeni gelmiş olan Ali
arkadan.
“Belgesellerde görmüştüm. O kadar da zor değil.” dedi Murat ona dönerek.
“Sanırım ne kadar bilgili olduğun bugün belli olacak.. Kızlar da olmadığı için
orada kimseye bilginlik taslayamayacaksın.”
“Ben kimseye bilginlik taslamıyorum” dedi sıktığı dişlerin arasından.
“Nedense bu his yok içimde..” Ali eskiden de Murat’ı pek sevmezdi. Nedenini
kimse bilmiyordu ama onunla tanıştığı süre boyunca ona asla iyi davranmadı.
Onların birbiri arasındaki bu tutumu ilerideki kötü olayların habercisi gibiydi.
“Umuyorum ki hayvanlar yerine beni vurmazsın.”
“Elimin kaymasını çok isterdim ama tüm suçlar bana yönelir.. Bu yüzden şimdilik
bunu düşünmüyorum.”
“Neler oluyor” dedi Burak.
“Durum şu : Senin yaklaşık yedi senedir beraber yaşadığın arkadaşın bize zorluk
çıkarmak istiyor ve ben de buna izin vermiyorum.” dedi Murat.. Sesi gergindi.
Ali dudaklarını ısırdı; yüzü sertleşmişti. “Murat… Seni işkence yaparak
öldüreceğim.. Sana söz veriyorum. Bir daha benimle konuşarak büyük bir hataya
düşme; çünkü elimde olsa şu an kavga eder ve bununla da gurur duyardım.”
“Yeter” diye bağırdı Burak. “Ali kapa çeneni.. Böyle saçma hikayeleri bize
anlatma.. Biliyorsun ki böyle şeyleri konuşmama kararı almıştık.” Konuşmak
isteyen ama konuşmamak için kendisini zor tutan Murat’a döndü. “Murat kusura
bakma.. Bugünlerde sinirleri gergin.”
“Belli ki öyle” dedi Murat, Ali’ye dikkatli bakarak.Sabah her zaman ki gibi yine Murat kalktı. Yavaşça perdeyi açtı ve camı
açarak taze havanın temiz odaya dalmasına izin verdi. Sabah doğan güneş dün
akşamdan kalan sisleri yavaş yavaş yok ediyor, insanlara huzur veriyordu. Yeşil
İnci Tepesi yazın sabahları çok muhteşem olurdu. Aslında kulübü kurmayı karar
veren Oğuz ve Murat’ın bu tepeyi seçmesinin nedeni de buydu. Ufacıkken Oğuz ve
Murat’ın babası onları sürekli buraya getirirdi. Çünkü onlar için burası iş
görüşmesi yapabilmek için yeterince sessizdi.
Murat üstüne rahat bir şeyler giyip bir de günlük giysilerini giydikten sonra
salona gitti. Daha önce de tahmin ettiği gibi salon boştu. Korku Şöminesini
söndürdü. Muhtemelen yol arkadaşları o kadar heyecan içerisinde bunu yapmayı
unutmuştu. Aslında onlara hak veriyordu çünkü kendisi de oldukça heyecanlıydı ki
heyecanı hala vardı.
Buzdolabına doğru yürüdü ve onu açtı. İçinin boş olduğunu görünce hayal
kırıklığında uğradı. Diğer arkadaşlarının bir şeyler getirmesini umduğu için
kendisi getirmemişti. Muhtemelen aynı umut herkeste vardı. Korku Şöminesinin
karşısına oturup tam karşısında bulunan resimleri incelemeye koyuldu. Uzak
olmayan bir aradan sonra bir erkek sesi :
“Günaydın..” deyiverdi
Murat arkasına baktı. Ona seslenen Burak’tı. Yeni kalktığı için saçları
darmadağındı. Burak eskiden de saçlarına pek dikkat etmezdi ama o bu durumdan
çok memnundu; çünkü “eğer biri beni beğenecekse bu halimle beğensin” felsefesini
benimsemişti.
“Günaydın Burak… Bugün biraz erkencisin.”
“Aslında daha önce uyandım ama tekrar uyuyabilirim umuduyla geçen zaman uzun
oldu. Bu heyecanla diğerleri nasıl uyuyabiliyor anlamıyorum.”
“Herkesin kendini kandırma yöntemleri farklıdır.” dedi Murat, alçak ve ölçülü
bir sesle.
“O zaman kendimizi kandıramayan tek biziz.” dedi Burak gergin bir edayla..
“Benim kendimi kandırmaya ihtiyacım yok.. Her neyse… Bildiğim kadarıyla bugün
ava çıkacağız.. Çocukluğumuzda yapmaya korktuğumuz şey.”
“Acaba aramızda bu konuda bilgili olan var mı? Çünkü eğer yoksa işimiz oldukça
zor.. Benim avlayabildiğim tek şey sinekler.”
“Sadece nişan al ve tetiği çek.”
“Bu konuda çok bilgilisin galiba” diye lafa karıştı daha yeni gelmiş olan Ali
arkadan.
“Belgesellerde görmüştüm. O kadar da zor değil.” dedi Murat ona dönerek.
“Sanırım ne kadar bilgili olduğun bugün belli olacak.. Kızlar da olmadığı için
orada kimseye bilginlik taslayamayacaksın.”
“Ben kimseye bilginlik taslamıyorum” dedi sıktığı dişlerin arasından.
“Nedense bu his yok içimde..” Ali eskiden de Murat’ı pek sevmezdi. Nedenini
kimse bilmiyordu ama onunla tanıştığı süre boyunca ona asla iyi davranmadı.
Onların birbiri arasındaki bu tutumu ilerideki kötü olayların habercisi gibiydi.
“Umuyorum ki hayvanlar yerine beni vurmazsın.”
“Elimin kaymasını çok isterdim ama tüm suçlar bana yönelir.. Bu yüzden şimdilik
bunu düşünmüyorum.”
“Neler oluyor” dedi Burak.
“Durum şu : Senin yaklaşık yedi senedir beraber yaşadığın arkadaşın bize zorluk
çıkarmak istiyor ve ben de buna izin vermiyorum.” dedi Murat.. Sesi gergindi.
Ali dudaklarını ısırdı; yüzü sertleşmişti. “Murat… Seni işkence yaparak
öldüreceğim.. Sana söz veriyorum. Bir daha benimle konuşarak büyük bir hataya
düşme; çünkü elimde olsa şu an kavga eder ve bununla da gurur duyardım.”
“Yeter” diye bağırdı Burak. “Ali kapa çeneni.. Böyle saçma hikayeleri bize
anlatma.. Biliyorsun ki böyle şeyleri konuşmama kararı almıştık.” Konuşmak
isteyen ama konuşmamak için kendisini zor tutan Murat’a döndü. “Murat kusura
bakma.. Bugünlerde sinirleri gergin.”
“Belli ki öyle” dedi Murat, Ali’ye dikkatli bakarak.En iyi arkadaş olan Merve ve Çiğdem gelene kadar kimse konuşmadı. Aradan 2 saat
geçmesine rağmen birbirlerine kızgın olan Ali ve Murat hala birbirlerine kötü
bakışlar atıyordu. Bu arada sabahki güneş gitmiş, ani bir değişiklikle çok sert
ve sıkı bir kar yağışı başlamıştı. Bu da bir an önce çıkmaları gerektiğini açık
bir göstergesiydi. Aslında acele etmeleri gereken bir şey daha vardı; o da eğer
acele etmezlerse avlayacak hayvanların azalacak olmasıydı. Kış yeni başladığı
için ayılar kendisine gerekli yiyeceği alıp mağarasına gidecekti. Bu da onları
için onu mağarasında ve uyurken öldürmek için bulunmaz bir fırsat olabilirdi.
Aradaki gerginliği fark eden Çiğdem fazla konuşmak istemiyordu ama kendisini
tutamadı.
“Günaydın beyler.. Kötü bir sabah ama moralimiz iyidir umarım.”
İkisinin de cevaplamasını istemeyen Burak araya girdi.
“Evet.. Kötü bir sabah ama moraller oldukça yüksek.. Merak etmeni gerektiren bir
şey yok.” dedi Burak. Sesinde ki tedirginliği belli etmemeye çalışıyordu.
“Buna sevindim.. Bence bu sabah…”
“Ava gitmeyin çünkü zor olur” dedi Merve en iyi arkadaşı Çiğdem’in sözünü
tamamlayarak.
“Gitmek zorundayız” dedi Murat oturduğu yerden. “Çünkü evde hiç yiyecek yok..
Açlıktan ölmek istemeyiz.”
“Ama” dedi Çiğdem “Silahları alabilmek için birinin dışarı çıkması lazım.
Silahlar depoda ve depo ise buradan 20 metre ötede. Oraya gitmemiz zor. Kimsenin
gitmek isteyeceğini sanmıyorum.”
“Ben giderim” dedi Ali herkesi şaşırtarak. “Hem temiz hava alır hem de soğuğa
alışmaya çalışırım.” dedi ve Murat’a gizli bir nefretle baktı.
“Tamam sen bilirsin” dedi Merve Çiğdem’in yerine.. İkisi birbirine o kadar
yakındı ki artık neredeyse birbirlerinin aklını okur gibi cevaplar vermeye
başlamışlardı. Kulübeyi ilk kurdukları yıllarda şu anda Murat ile Ali gibi
onlarda birbirlerinden nefret ediyordu. Ama zaman aradaki tüm gerginlikleri
silmişti.
Dışarı çıkmaya karar veren Ali oldukça sıkı giyinmek için salonu terk ederek
koridorun sonundaki odasına çekildi. O gittikten sonra tüm herkes derin bir
nefes aldı. Ali ve Murat arasındaki kavgadan haberi olmayan Merve ve Çiğdem bile
burada neler olduğunu kolayca anlamıştı. Aslında onların kavga edeceğini daha
Ali odaya girdiğinde bile anlamak mümkündü.
“Neden tartıştığınız sormayacağım” dedi Çiğdem kanepeye oturarak.
“Şömineyi biri söndürmüş. Yanana kadar oldukça kötü vakitler geçireceğiz.. Bunu
söndürmek kimin ve nasıl aklına geldi?” dedi Merve.. Bakışları ikisine bakmakta
olan iki erkeğe yönelmişti.
“Ben söndürdüm” dedi Murat kızararak. “Ama bunu kar başlamadan
yapmıştım..Üzgünüm..”
Cevap vermeyen Merve ve hala ona bakmakta olan Burak şömineyi canlandırmaya
çalışırken Çiğdem de diğer uykucuları uyandırmaya gitti. Ama uyananlar da pek
fazla değildi. Semih, Eray ve Dilek mahmur gözlerle bir şey söylemeden kanepeye
oturdu.
“Ali neden çıktı?” dedi Eray gözlerini tavandan ayırmadan…
“Silahları getirmeye gitti. Biliyorsun birazdan ava çıkmak zorundayız.”
“Ah hayır” dedi Eray büyük bir isteksizlikle. “Bunu neden havanın iyi olduğu bir
zamanda yapmıyoruz?”
“Çünkü açlıktan ölmek gibi bir niyetimiz yok..”
“İnsanların 5 gün açlığa dayanabildiklerini duymuştum.”
“Dayanabilir ama dayanmak istemiyor.. Neden fırsatımız varken dayanmak zorunda
kalalım ki?” dedi hafif bir sesle.
“Nasılsa benim demem bir şeyi değiştirmeyecek.Ama…”
“Hazır mısınız?”Sesin sahibi çok sıkı giyinmiş olan Ömer’di. Doğrusu kimse onun bu kadar çabuk
uyanıp giyineceğini sanmıyordu.
Orada bulunan tüm erkekler aynı anda ayağa kalkarak giyinmek için odalarına
yöneldi. Kısa süre içinde beş erkek hazırdı.
“Hadi bakalım.. Kızlar iyice dinlenin çünkü çok fazla yemek getireceğiz..
Pişirmek için uğraşmanız gerekecek” Ömer gülümsedi. Erkeklere dönerek. “Ali
silahları size dağıtmak için sizi dışarıda bekliyor.Hadi acele edin.”
Tüm erkekler dışarı çıkınca o kızlara bakarak..
“Asla dışarı çıkmayın.. Burada dağ kurtları çok fazladır.. Eğer biri sizi gözüne
kestirirse kurtulma şansınız çok az. Bu yüzden bize gelene kadar burayı idare
edin. Eminim ki siz kendinize eğlenecek bir şeyler bulursunuz. Dedikodu gibi..”
“Tamam Ömer tamam.. Bize ders vermeye kalkışma” dedi Melis sabahtan beri ilk
defa konuşarak.
“Güzel” dedikten sonra o da dışarı adım attı.
Murat Ömer’in dışarı çıktığı için pişman olduğunu yüzünden okuyabiliyordu ama
maalesef yapacağı başka bir şey yoktu. Murat’ın gördüğü manzara dehşet
vericiydi. Kar o kadar sık ve çabuk yağmıştı ki şu anda bile neredeyse dizlerine
kadar ulaşıyordu.
Bu sık ve tehlikeli ormanda yol arkadaşlarının rehberi olacak olan Oğuz
bağırarak..
“Şimdilik Güney tarafına doğru gideceğiz.. Orada daha çok ayı vardır; bu yüzden
dikkat etmenizi tavsiye ediyorum. Oradaki ayılar diğer ayılardan daha tehlikeli
ve daha hızlıdır ama öldürülmeleri daha kolaydır. Ali herkese özel olan
silahları dağıttıktan sonra yola çıkacağız. Eğer hesaplarım doğruysa gece
yarısına doğru yüklü yemeklerle kulübeye ulaşacağız. İyi şanslar..” dedikten
sonra bahsini ettiği yöne doğru ağır adımlarla yürümeye başladı. Bu arada Ali
herkese silah dağıtmaya başlamıştı. Doğal olarak herkeste avcı tüfeği vardı ama
hepsinin renkleri farklıydı. Murat silahını aldıktan sonra Oğuz’un peşinden
yürümeye başladı. Arkadan Semih, Derviş, Burak geliyordu. En arkada da
vurdukları hayvanları taşıyacakları kızakları sürükleyen Eray ve Ali vardı.
Murat yavaşça yürüyen ama çok dikkatli davranan Oğuz’un yanına ulaştı.
“Buradaki ayıların daha tehlikeli ve daha hızlı olduklarını nereden biliyorsun?”
dedi kaşlarını çatarak.
“Uzun zaman önce biriyle görüşme fırsatı yakalamıştım” dedi gülerek. “Ayılar
hemcinslerine karşı çok hassas burada. Bir balık için kavga ettiklerini hiç
göremezsin. Buda onları çok özel kılıyor.”
“Onları öldürmemiz doğru olur mu?” diye sordu Murat birdenbire.
“Bu bir döngü.. Onların sayesinde biz yaşayacağız.. Geyiklerin sayesinde
aslanların yaşadığı gibi.”
“Ben sana çok güveniyorum Oğuz bunu biliyorsun. Sana güvenim her zaman
sonsuzdur. Şimdiye kadar hep doğru kararlar verdin ve kararlarından asla şüphe
duymadım ve duymam da. Ama Ali’ye güvenmiyorum. Bir sorun çıkartacağı hissi var
içimde.”
“Ben buradayken Ali asla sorun çıkartamaz. Çıkartamaz.. Buna izin vermem asla”
dedi oğuz güven verici bir ses tonuyla. “İçin rahat olsun.”
Geriden gelen Semih’in endişeli gibi bir hali vardı. Çok yorulduğu her halinden
belliydi.
“Daha ne kadar yürüyeceğiz?” dedi yorgun yol arkadaşı..
“Amacımıza ulaşana, yani bir ayı görene kadar. Ama benden düz bir cevap
istiyorsan ki muhtemelen istiyorsun o zaman söyleyeyim.. Yaklaşık 2 kilometreden
sonra küçük bir tepecik göreceksiniz.Orada avı gözetleyeceğiz..”
“Cevabın için sağol..”Semih diğerlerinin yanına giderek Oğuz’un ona söylediği şeyi aynen aktardı.
Ama buna rağmen Murat’ın aklına takılan çok önemli bir sorun vardı.. Kaşlarını
çatarak:
“Biz ayı mı yiyeceğiz?”
“Hayır… Ayının avladığı hayvanları yiyeceğiz.. Uyku saati yaklaştığı için o
yeterince çok yemek toplamış olacak.” dedi alçak bir sesle, bu zorlu kar
fırtınası arasında yürümeye çalışırken.
“O zaman neden onları öldürüyoruz?” diye sordu Murat şaşırarak.
“Diriyken bizim yemekleri almamıza izin vermez.”
“O zaman neden uyumasını beklemiyoruz”
Oğuz’un aklı karışmıştı. Daha önce Murat’ın bu kadar çok soru sorduğunu
bilmiyordu.
“Sen hep bu kadar soru sorar mısın?”
“Sorulardan hep bu kadar kaçar mısın?” dedi Murat buna cevaben.
Oğuz Gülümsedi. Cevaplamaktan başka çare bırakmamıştı Murat.. “Başka ayılar da
olabilir diye.. Biz yemekleri çalarken bir başkası da bizi görebilir. Bu yüzden
kanla başka tarafa doğru iz bırakacağız. Böylece kanı gören ayılar mağaraya
girmek yerine kanı takip edecek.”
Bu arada Murat diğer sorularına başlayamadan ulaşmak istedikleri yere
gelmişlerdi. Bu hafif yüksek bir yerde küçük tepeciklerdi. Tepecikler tam
karşılarında bulunan kocaman bir mağaraya bakıyordu ki bu mağara onların ulaşmak
istediği mağaraydı. Yedi kişi kısa süre sonra tepeciklerdeki yerlerini almaya
başlamışlardı bile. Oğuz :
“Sabırlı olun.. Gelmesi biraz zaman alabilir.. Ayı mağaraya girmek üzereyken onu
kafasından vurun ki acı çekmeden ölsün.”
Kimsenin bir şey demesini beklemeden o da tepecikteki yerini aldı ve tüfeğini
hazırlayarak avını beklemeye başladı. Bu çok uzun sürecek gibiydi ama bu
bekleyiş on bir kişinin açlıktan ölmesinden çok daha iyiydi. Eray yanında duran
Murat’a :
“Ali ile olan kavganız yine mi başladı?”
“O adamdan nefret ediyorum. Keşke gelmeseydi.” dedi Murat. Gözleri tam
karşısındaki mağaradaydı.
“Nedenini biliyor musun?” diye sordu Eray.
“Hayır bilmiyorum. Belki de…”
“Düşündüğün hiçbir seçenek değil” diyerek sözünü kesti Murat’ın. “Nedeni
ikinizin Merve’yi sevmesi.”
“Ben onu sevmiyorum” diye itiraz etti Murat.
“Belki… Ama o öyle olduğunu sanıyor.. Biliyorsun artık Burak ve Semih onu
sevmiyorlar.”
“Bunu nereden biliyorsun?”
“Onunla konuştum.”
“Ne zaman?” dedi Murat şaşırarak. Eray ne zaman onunla konuşma fırsatı bulmuştu
ki?
“Ali sabah salona gelene kadar onunla konuşuyorduk. Ona senin onu sevmediğini
açıklamaya çalıştım ama tahmin ettiğim gibi beni dinlemedi.”
“Bunca olaylardan sonra bir de bu eksikti” dedi kasvetli bir tatminle.
“Hazır olun” dedi Oğuz sakin bir şekilde. “Çok soğukkanlı olmanız gerekiyor.
Eğer yerimizi anlarlarsa kaçmamız çok zor olur.”
Herkesi tüfeğini hazırladı. İki ayı geliyordu. Biri yetişkin diğeri de daha
küçüktü. Yetişkin olan ayının ağzında ölü bir geyik vardı. Mağarasında daha
bunlardan daha çok
Çok yavaş yürüyorlardı. Bu da gruptakileri çok kızdırıyordu. Her biri
sabırsızlıktan yerinde duramıyor, bir an önce bu işi bitirebilmek için can
atıyordu.Ayı tam mağaraya girmek üzereyken Derviş’in attığı bir kurşun Ayı’nın göğsüne
isabet etti. Ama daha ölmemişti. Bunu gören küçük ayı hemen babasının yanına
koşarak garip garip sesler çıkarmaya başladı. Adeta üzüntüden uluyordu. Ali
bağırarak :
“Küçüğü de öldürmemiz gerek. Başka ayıları çağırıyor.. Yerimizi belli edecek.”
Ama Oğuz aynı fikirde değildi. Ne de olsa aralarında ayı konusunda en bilgilisi
oydu.
“Hayır.. Sadece ağlıyor.. O zararsız bize bir şey yapamaz.. Biraz sonra gider..”
Ali ayağa kalkarak küçük ayıya nişan aldı. Onu öldürecekti..
“Onu öldürmem gerek” dedi acımasızca..
“Hayır” dedi Murat ani bir şekilde ayağa kalkarak. “Buna izin veremem.”
Ali daha ateşlemeden yetişmek zorundaydı. Koşarak Ali’ye omuz atarak İkisinin de
tepecikten aşağıya yuvarlanmalarını sağladı. Ama Ali yine de ateş etmiş ama
küçük ayıyı ıskalamıştı. Ateş ettiği mermi yetişkin ayının gözüne isabet ederek
onun kolayca ölmesini sağladı. Bunu fırsat bilen küçük ayı ise sesler çıkararak
oradan kaçtı.
İki düşman en aşağıya geldiklerinde Ali :
“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” dedi boğuk bir sesle.. Yüzü ruh gibi bembeyazdı.
“Onu öldürmene asla izin veremem.” dedi Murat. O da aynı Ali gibiydi.
“Demek öyle” diyerek Murat’a çok sert bir yumruk attı. Daha Murat’ın kalkmasına
fırsat vermeden ona doğru hızlıca yürümeye başladı. Ama buna izin vermeyen Murat
Ali’nin karnına bir tekme atarak onun iki büklüm olmasını sağladı. Daha sonra
Onun kafasını taşa vurarak bayıltmaya çalıştıysa da nafile. Ali çok güçlü
biriydi. Çabuk toparlanarak Murat’ın kolunu beline doladı ve bir kez daha yüzüne
vurdu. Murat yere düşünce bunu fırsat bilerek üstüne atladı. Tam boynuna hızlı
bir şekilde vurarak onu bayıltacaktı ki Murat da yerdeki bir taşı alarak Ali’ye
vurdu. Artık yapabileceği bir şey yoktu Murat üzerine yürürken o yerdeki tüfeği
alarak Murat’a doğrulttu. Artık her şey bitmişti.
“Uzun zamandır bu anı bekliyordum” dedi Ali kızgın bir şekilde.
“Hadi beni öldür.. Tetiği çek..”
“Ölmek mi istiyorsun? Benim seni öldüremeyeceğimi mi sanıyorsun?”
Tam ateş etmek üzereydi ki arkasından gelen bir ayı pençeleriyle vurarak Ali’nin
yere düşmesini sağladı. Bu arada çıkan kurşun Burak’ın sol omzuna isabet etti.
Ali’ye vuran ayı çok kızgındı. Muhtemelen izin verilse onu parçalayacaktı ama
Oğuz buna izin vermedi. Onun tüfeğinden çıkan kurşun Ali’ye saldıran ayının tam
kafasına isabet etmişti. Yine de Ali çok zor durumdaydı. Kafasındaki yaralar bir
yana bu yaralara bir de sağ kolu eklenmişti. Tamamen kanlar içerisindeydi. Tüm
yol arkadaşları aşağıya indi. Oğuz Ali’nin yanına gelerek çömeldi :
“Ali iyi misin?”
“İyi gibi mi görünüyorum?” dedi zor duyulabilen sesiyle.
“Derviş ve Semih! Ali ve Burak’ı kızaklara taşıyın…Diğerleri de mağaradakileri
taşımama yardım etsin!”
En başta yetişkin ayının avlamış olduğu geyiği kızağa taşıdılar. Bu onlar için
bir hafta iş görürdü. Oğuz, Murat ve Eray ise mağaraya girdiler. Daha önce
tahmin ettikleri gibi içeride ayının avlamış olduğu iki tane geyik ve yedi kadar
tavşan vardı. Balıkları saymaya bile gerek yoktu. Oğuz :
“En azından çabalarımıza değdi. Eray bunları kızağa yükleyelim. Murat sen biraz
dinlen.”
“Ben mağarada dolaşacağım biraz..” dedi Murat cüretle.
Kimse bir şey demeyince o ağır adımlarla mağaranın derinliklerine doğru yürümeye
başladı. Mağara gerçekten de enfesti. Bulunduğu yer ne tam karanlık ne de tam
aydınlıktı. Işığın ise nereden geldiği belli değildi. Uzun zaman boyunca yürüdü
ve arkadaşları çok gerilerde kaldı ama o buna rağmen durmadı ve yürümeye devam
etti. Geri dönmek zorunda olduğunu biliyordu ama geri dönmek istemiyordu.
Sonunda mağaranın sonuna geldi. Hayretler içerisinde karşısındaki mabede baktı.
Bir tapınak görünümündeydi. ‘Buraya bunu yapmayı nasıl başardılar?’ diye düşündü
kendi kendine ve onu incelemeye koyuldu Mabet’in çatısını iki tane muazzam sütun
tutuyordu. Ama kapı yoktu. Onun yerine bir aslan heykeli ve onun ağzında da çok
parlak ve muhteşem güzellikte bir taş vardı. Koşarak taşa baktı.Taş parlak mavi
renkteydi. Sanki içinde fosilleşmiş bir hayvan var gibiydi ama tam belli
olmuyordu. Taşı aslan heykelinin ağzından çıkarmaya çalıştı ama başaramadı. Taş
sıkışmış gibiydi. Biraz daha zorladıktan sonra taşı çıkarmayı sonunda başardı.
Biraz ağır gibiydi ve yuvarlaktı. Onu cebine sokarak arkadaşlarının bulunduğu
yere doğru koşmaya başladı. Oraya ulaştığında Eray biraz kızmıştı :
“Sen nerde kaldın? Senin eğlencen için burada beklemek zorunda değiliz!”
“Başımın rahatlaması için. Çok ağrıyor.” Diye sızlandı genç maceracı.
“Hadi gidelim..” dedi bu grubun başkanı olan Oğuz..
Burak ve Oğuz yemeklerle dolu olan kızakları mağaradan çıkararak onları karların
arasında bekleyen diğer kızakların yanına getirdiler. Ve beraberce eve doğru yol
almaya başladılar.. Çok uzun süren bir yolculuktan sonra sıcak kulübelerine
ulaştılar. Kapıyı açan Dilek’in yüzünde bir gülümseme vardı ama yaralıları
görünce silindi.
“Size neler oldu böyle?”
Diğer kızlarla beraber yaralıları salona götürdüler. Erkekler ise yemekleri daha
salona girmeden hemen sol tarafta bulunan boş bir odaya götürdüler. Bu yer depo
idi.
Yaralıların tedavileri sürerken diğerleri salonda oturarak sıcak bir ortamın
keyfini çıkarmaya
koyuldular.
Dilek :
“Neler oldu?Söylesenize..”
“Sadece Ayı saldırısına uğradık o kadar..” dedi Semih detayları açıklamaktan
kaçınarak.
“Sizin suçunuz.. Bu güzel ormanda avlayacak o kadar çok şey varken siz ayıların
avladıklarını istiyorsunuz.”
“Avlamak o kadar kolay değil.” diye araya girdi Eray.
Aradan susmakla geçen koca bir üç saat oldu. Herkes birbirine bakıp duruyordu.
Bu arada Burak, Murat ve Ali’nin tedavileri yapılmış, yaraları yavaş yavaş
iyileşmeye başlamıştı. Ve Ali sargıyla salonu terk ederek kendi odasına uyumaya
çekildi.
Sonunda Merve :
“Hadi Murat.. Bu Korku Şöminesinin karşısında bize güzel bir korku hikayesi
anlat.. Aynı eski günlerde ki gibi.”
“Tamam madem öyle istiyorsunuz.” dedi gülümseyerek. Bugün olan olaylar onda
ruhsal bir etki yaratmamıştı. “Amerika’da bir baba ve oğlu beraber bir karavan
yolcuğuna çıkmışlar. Alternatif bir tatil yapmayı planlıyorlarmış. Belli bir yol
güzergahı çizmedikleri için macera olsun diye anayoldan sapıp, dar bir yola
girmişler. Bayağı bir yol gittikten sonra çöl gibi bir yere varmışlar. Etrafta
in cin top oynuyormuş. Bu sırada adam benzinlerinin azaldığının farkına varmış.
Hemen haritayı açıp en yakın yerleşim yerini aramışlar. Karavan bir süre daha
gittikten sonra benzin bittiği için yolda kalmış.
Baba kasabaya gidip benzin alıp geleceğini söylemiş. Ancak çocuk bulundukları
yerden hiç hoşlanmamış. Babasına kendisini de götürmesi için yalvarmış. Ancak
adam çocuğun onu yavaşlatacağını düşündüğü için karavanın kapısını
kilitleyeceğini ve kısa sürede döneceğini söyleyerek çıkmış. Cep telefonunu da
çocuğa bırakmış. Çocuk korku içerisinde beklemeye başlamış. Bir saat geçip
babası geri dönmeyince paniğe kapılmış. Bir zaman sonra, karavanın tavanından
“pıt pıt pıt” diye sesler gelmeye başlayınca telefona sarılıp, eyalet polisini
aramış. On dakika sonra kasaba şerifi karavana ulaşmış. Şerif ve yardımcıları
kapıyı kırarak açmışlar. Çocuk dışarıya çıkar çıkmaz babasının kasabaya
gittiğini, ama çok geç kaldığını nefes nefese anlatmaya başlamış.
Ama şerif çocuğa bakacağına karavanın yanından yükselen ağaca bakıyormuş. Sonra
yardımcısına “Çocuğu buradan uzaklaştırın” deyince, çocuk arkasını dönüp ağaca
bakmış ve düşüp bayılmış. Meğer karavanın üzerine pıt pıt diye damlayan, ağacın
dalına asılmış olan babasının kafasız cesedinden akan kanın sesiymiş.”
Murat direkt olarak herkesin yüzüne baktı. İlginç bir şekilde hepsinin yüz
ifadesinde tiksinme vardı. Bu ilginçti çünkü insanlar böyle bir hikayeyi
tiksindirici değil korkutucu bulurlardı. Özellikle gece korku şöminesinin
önündeyken.Oğuz geriye yaslanarak tavana baktı :
“Zavallı Çocuk.. Babasının ölmesi bir yana birde onu ölüyken gördü.”
“Bu sadece bir hikaye. Abartmaya gerek yok” diye atıldı Dilek. O asla hiçbir
hikayeden korkmaz ve etkilenmezdi. Ama Oğuz onun tam aksine tüm anlatılan korku
hikayelerine inanır baş roldeki insanlar için üzülürdü.
“Her neyse” dedi Murat. “Korku hikayelerini bırakın da size bir şey
göstereceğim.”
Herkes merakla Murat’a baktı. Herkes Murat’ın biraz sonra göstereceği şeyi
heyecanla bekliyordu çünkü eğer Murat onları heyecanlandırdıysa mutlaka bir
nedeni vardır ve bunu da yol arkadaşları çok iyi biliyordu. Murat cebinden
darlak taşı çıkardı. Eskisinden çok daha hafif ve parlaktı.
“Bu ne?” dedi dikkatli bir şekilde taşa bakmakta olan Derviş.
“Bunu ayının mağarasında ki bir tapınakta buldum.” dedi Murat heyecanla..
“Saçmalık…” dedi Nesrin.. Aslında doğaüstü olaylarla ilgilenirdi ama bu ona hem
saçma hem de garip gelmişti. “Böyle bir şey imkansız.. Hepimiz biliyoruz ki
buralarda tam 300 yıldır kimse yaşamıyor.. Bu da bu tapınağın yapılmasını
imkansızlaştırıyor.”
“Bu tapınak 1000 yıl önce yapılamaz mı mesela?”
“Nasıl yapacaklar ki… Gerekli aletler olmadan nasıl yapacaklar ki”
“Peru’nun incisi Macchu Picchu ve Mısır’ın kalbi Piramitleri yaptıkları gibi.”
Herkes dikkatle taşa bakıyordu. Bu gizemli taştan hoşlandıkları belliydi ama
buna rağmen biraz kuşkuyla bakıyorlardı çünkü burada çok uzun zaman boyunca
yaşamışlardı ve o süre boyunca da bunu bulamamışlardı.
“Derviş” dedi Murat. “Muhtemelen yanında getirdiğin ansiklopediler vardır. Canın
sıkılmasın diye.. Onların arasından bu taş hakkında bilgi bulabilir misin? Belki
vardır.”
“Büyük bir zevkle” dedi Derviş ve gülümseyerek odayı terk etti. Murat ise ışığı
zayıflamakta olan taşı cebine koydu.
“Buranın lanetli olduğun bilmiyordum” dedi Dilek.. Muhtemelen tartışma
çıkacaktı.
“Gözler kendilerine, kulaklar başkalarına inanırlar… Burası lanetli falan
değil.. Bunu hepimiz biliyoruz..”
“Böyle konuşmanın kimseye bir faydası olmaz” dedi Oğuz. “Yapabileceğimiz tek şey
oturup Derviş’in bunun hakkında biraz bilgi vermesini ummak..”
Kimse bir şey demedi. Oturup beklemeye başladılar. Uzun zaman bekledikleri
takdirde muhtemelen hepsi uyuyakalacaktı çünkü çok yorgundular. Bu açık bir
şekilde yüzlerinden okunabiliyordu. Aralarında uyuması en zor olan Burak’ın bile
uykusu gelmeye başladığı sırada Derviş büyük bir heyecanla salona girdi. Yüzünde
ki sevinç gözlerine yansımıştı.
“Taş hakkında bilgi buldum” dedi büyük bir zevkle..
Herkes toparlanıp mesaj sahibine gözlerini dikip dinlemeye koyuldular.
“Bu taş.. Yüzyıllar önce dünyamızda yaşayan Nephilim adında İnsan-Melek karışımı
Melez bir ırk tarafında yapılmıştır. Söylenenlere göre Nephilim’ler o kadar
güçlülermiş ki onları yenmek imkansızmış. Bir kehanete göre onlara dünyadaki
insanlığı yok etme ve yeni bir dünya kurma görevi verilmiş. Nephilim’in son
üyesi Türkiye’de bir yerde gömülmüştür. Onları canlandırmanın tek yolu Murat’ın
elindeki Taşlardan yedi tanesini toplayıp onları İtalya Floransa’daki bir
tapınakta bulunan kocaman bir kayaya yerleştirmekmiş. Nephilim’ler ancak bu
şekilde canlanır,insanlığa son verme sürecini başlatabilirlerdi.”
“Peki Nephilim’leri nasıl öldürmüşler.. Madem onları yenmek imkansızdı o zaman
nasıl öldüler?” dedi Çiğdem düşünceli bir tavırla..
“Nuh zamanında İnsanlığın çoğunu yok eden sel sadece insanlara ceza vermek için
değil aynı zamanda Nephilim’leri yok etmek içindi de.. Ama canlanırlarsa onları
öldürmenin tek yolu yedi Taş’lı Kaya’yı aynı anda yok etmek olacak.”
“Peki bu taşlar neden bu kadar önemli?” dedi Murat elinde ki taşa bakarak.“Bu taşlar taş sahibine önemli bir güç veriyormuş. Bu taşın içinde
Nephilim’lerin güçlerinin bir bölümü var. Yedi taşın toplamında ki Güçler
Nephilim’lerin güçlerine eşit. Floransa’daki Kaya’da Taşlardaki gücü
birleştiriyor. Ancak bu taştaki gücün toplamı bir ırkı tekrar canlandırabilir.”
“Taşlar sahibine önemli bir güç veriyor dedin” Murat’ı tüyleri diken diken
olmuştu. “Bu taşın sahibi ben olduğuma göre bana bir güç vermesi gerekli. Benim
taşım bana hangi gücü verecek?”
“Yedi tane Taş var. Bunların renkleri Mavi ki seninki bu.. Mavi, Kırmızı, Yeşil,
Mor, Beyaz ve Siyah… Siyah tek bir sözle insan öldürebilir.. Beyaz sana enerji
verir. Mor esnek olmak, Yeşil uçmak için. Kırmızı ve Mavi görünmez olmaya Sarı
da bir insanı hayata geri döndürmeye yarar. Ama verilen bilgiye göre bunları
kullanmayı bilenler sadece Nephilimlermiş. Onlardan başka kimse bunları
kullanmayı bilmiyor. Eğer öğrenmeyi başarırsan Taş’a hükmedersin.”
“O zaman bunu iyi bir yere saklamak gerekli.” dedi Murat.
“İşte en önemli konuya gelmek üzereyiz.” dedi büyük bir üzüntüyle. “Bu taşı bir
kere bulanlar ona sonsuza kadar sahip olmak zorundalar. Bundan sonra Taş
Sahiplerinin görevi taşı bir şekilde yok etmek. Ama uzun süre bu taşla
yaşayamazsın. Çünkü Taş senin her geçen gün enerjini emiyor senin yaşam süreni
yavaşlatıyormuş.”
Murat daha konuşamadan araya Ali girdi. Uzun zaman boyunca onları koridordan
gözetlediği belliydi.
“Murat her zaman ki gibi bize sorun çıkartıyor. Bence onun taş ile yaşamasına
izin vermeli. Uzun ya da kısa yaşamış fark etmez.. Nasılsa hepimiz öleceğiz.. Bu
taş hakkında sonsuz bir bilgim var ama bunu seninle paylaşmaya hiç niyetim yok.
Zaten kimsenin senin taşı yok etme macerana seninle gelmek isteyeceğini
sanmıyorum. Neden senin için ölsünler ki.”
“Ben geleceğim” dedi kararlı olan Çiğdem.
“Ben de” dedi Merve..
Herkes onunla gelmeyi kabul edince Ali’nin yüzü asıldı..
“Madem öyle… O zaman benimde iyi şanslar demekten başka elimden bir şey
gelmiyor.”
“Sen bizimle gelmiyor musun?” dedi Merve.. Biraz sinirlenmiş gibiydi.
Bunu gören Ali aniden fikrini değiştirdi. “Tabii ki geliyorum.. Ama güvenin bana
Murat’ın yaşaması imkansız.. Enerjisi bitince bize yük olmaktan başka bir işe
yaramayacak.”
“Ama biliyorsun ki” dedi Derviş. “Eğer Kaya ile birlikte tüm taşlar yok edilirse
onun tüm gücü geri gelir.”
“O zamana kadar gücü tükenmezse tabii..”
“Peki diğer taşlar nerede?” dedi Nesrin.
“Bu akşam uyuyun.. Yarın sizi büyük bir sürpriz bekleyecek.” Ardından kimsenin
konuşmasına fırsat bırakmadan kendi odasına çekildi.
Çiğdem’in heyecandan tüm vücudu titriyordu. Bu hayatın monotonluğundan kurtulup
büyük bir serüvene atılacak olma fikri onu derinden etkiliyordu.
“Ama Ali’nin ve benim unuttuğumuz önemli bir şey var. O da yakında bir nephilim
olmadığı sürece Taş Murat’ın gücünü emmeyecek. Yani emebilmesi için yakınlarda
canlı ya da cansız Nephilim olması gerek.”
“İşte bu daha iyi” Dedi Naz..
“Hayatım boyunca böyle bir macera istiyordum. Sonunda geldi..” dedi Merve.
“Kimsenin bu yüzden üzüntülü olduğunu sanmıyorum.” Yeşil gözleri etrafı taradı.
Herkes onunla aynı fikirdeydi. “Şimdi yapmamız gereken tek şey…”
“Uyumak” diye sözünü tamamladı Çiğdem. “Yarın büyük bir maceranın ilk günü” dedi
heyecanla.. Murat da dahil herkes kendi odasına çekildi.
Bu gece hayatı boyunca yaşadığı en maceralı geceydi. Çünkü daha önce Ofise
git-Ofisten dön,yemek ye ve uyu.. Hayat hep böyleydi.Yatağına yattı ama uykusu yoktu. Acaba Ali’nin dedikleri doğru muydu? Yine
arkadaşlarının başına iş açmıştı ve o bu durumdan hiç memnun değildi. Neden
mağaranın devamına keşfe çıkmıştı ki? Her şey bir yana Şu Nephilim olayı da
neyin nesiydi? Onları kim canlandırmaya çalışıyor ki biz yok edelim?