Assassin’s Creed
Ana seriye ara vermiş olsak da bu sene Assassin’s Creed için yine dolu dolu bir yıl oldu diyebiliriz. Mini yan oyunlarının yanı sıra Ezio Collection ile de karşımıza çıkan seri için şüphesiz en önemli olay ise gösterime giren Assassin’s Creed filmi oldu. Ben de erkenden izleme şansına eriştiğimiz film hakkındaki bu yazıma görmüş olduğunuz gibi biraz bodoslama girmiş durumdayım. Çünkü filmde karşınıza çıkacak daha doğrusu başınıza gelecek olan da bu.
Öncelikle uyarımı yapayım, film direk olarak oyunlar ile alakalı olduğu için çok büyük sürprizler sunmuyor bizlere. Doğal olarak gidişattan bahsederken arada oyunlara ya da film işleyişine değineceğim. Bu nedenle seriye hiç bulaşmayanlar için ufak da olsa Spoiler, yani keyif kaçırıcı içerik uyarısını yapalım.
Demin de söylediğim gibi film açılışından finaline kadar biraz bodoslama gidiyor. Sadece birkaç dakika içerisinde konunun tam orta yerine bırakılmak seriye aşina olmayanlar için biraz sıkıntı yaratabilir. Ama serinin oyunlarını oynayan sinema severler zaten bu olayların göbeğinde yer aldığı için çok büyük bir sıkıntı yaşamıyor. Yine de bu hızlı giriş sekansları araya serpiştirilen ve geçmişte yaşanan detaylarla süslenmiş ve seriyle ilk defa tanıştırılanlar için az da olsa bir altyapı hazırlanmaya çalışılmış. Hatta film adına beğendiğim noktalardan birisi de bu oldu. Birazdan karakterlere değineceğim ama en azından ana karakterin geçmiş odağı bir nevi filme yedirilmiş. Zaten senaryonun da bel kemiğini oluşturduğu için bu konudaki bazı olay örgülerini saçma bulsanız bile tolere edebiliyorsunuz.
Assassin’s Creed filminin hikayesi Callum Lynch’in etrafında şekilleniyor. Daha önce oyunlarda görmediğimiz bu karakteri bir nevi Desmond’a benzetebiliriz. Her ne kadar yaşadıkları farklı olsa da oyunlarda Desmond’ın sırtladığı senaryo, filmde ise Michael Fassbender’ın canlandırdığı Cal Lynch üzerine yıkılmış.
Tabii hikayenin odak noktalarından birisi de Apple of Eden oluyor. Bu yasak elma yine Suikastçiler ve Tapınakçılar arasındaki mücadelenin odağına konumlandırılmış. Elma’yı son olarak ele geçirildiği tespit edilen suikastçiler birliğinden Aguilar ise tahmin edebileceğiniz gibi Cal Lynch’in atası konumunda. Bir dizi olaydan sonra Abstergo’nun ulaştığı Cal Lynch, Animus sayesinde atası olan Aguilar’ın anılarına ulaşıyor ve Elma’yı bulmak üzere görevlendiriliyor.
Bu arada bir parantez açmak istiyorum çünkü filmin bana göre oyundan çok daha başarılı bir şekilde işlediği bir unsur bulunuyor, o da Animus. Oyunlarda psikolog koltuğu gibi uzandığımız Animus, filmde çok daha başarılı bir şekilde işlenmiş. Arada kullanılan geçişler ve tüm sistemin vinç benzeri bir cihazdan çok daha fazlası olarak resmedilmesi benim oldukça hoşuma gitti. Hatta Animus girişlerini ve buarada kullanan işleyişi filmi bir nevi kurtardığını bile düşünüyorum. Abstergo şirketi hakkında ise özellikle güvenlik görevlilerin sergilediği tutumlar konusunda bazı gariplikler var ama tesisin tam da hayal ettiğiniz şekilde işlediğini söyleyebilirim.
İspanya Engizisyonu senaryonun izin verdiği ölçüde güzel bir şekilde yansıtılmış. Biraz tozu toprağı bol gelse de tadının damağınızda kaldığını söylemeliyim. Özellikle oyuna da bağlı olarak gelişen kovalamaca sahneleri heyecanın da yükseldiği kısımları oluşturulmuş. Bu sahnelerde aşina olduğumuz tırmanma ya da hızlı kılıç kullanımı gibi detaylar serinin hayranlarının seveceği noktalar arasında olacaktır.
Filmin belki de tökezlediği en önemli faktörler arasında oyunculuklar ve karakter işleyişi geliyor. Ana karakterimizi de ucundan dahil edeceğimiz şekilde neredeyse hiçbir karakterin gelişimini film boyunca göremiyoruz. Bu durum alınan kararlar ya da uygulanan yöntemleri de havada bırakıyor. Callum Lynch ve Sofia arasındaki diyaloglar bu durumu biraz toparlasa da Sofia’nın babası ile olan ilişkisi ve bu bakımdan karakter işleyişi biraz zayıf kalmış. Yine başta da söylediğim gibi tapınakçılar ve suikastçiler konusu bodoslama girildiği için burada bulunan diğer suikastçilerle de bir bağ kuramıyorsunuz. Bu da sonuç bakımından önemli olmasa da işleyiş anlamında bir hayli ön planda bulunan Maria, Joseph ya da Moussa gibi karakterin silikleşmesine ve filmdeki beklenen etkiyi göstermemesine sebep oluyor.
Filmin hikaye anlamındaki bir diğer sıkıntısı ise çok fazla oldu bittiye getirilmesi. Hikayeye çok hızlı girdiğimiz gibi hikayenin gidişi ve sonuç bölümü de bir o kadar hızlı oluyor. Yemek yerken çorbanızdan bir kaşık aldığınız anda daha o bitmeden ana yemeğe geçtiğinizi, ana yemekten bi çatal aldıktan sonra hemen önünüze baklavaların gelmesi gibi bir durum ile karşılaşıyorsunuz. Hikayenin bu kadar telaşlı bir şekilde anlatılmasına bir anlam veremedim açıkçası.
Genel olarak toparlayacak olursak Assassin’s Creed abartıldığı kadar kötü bir film değil. Hatta oyunlarını oynadıysanız ya da bu tür filmleri seviyorsanız bence gidip görülmesi gereken bir film. Hikayenin çok hızlı bir şekilde ilerlemesi ve az önce saydığım noktalar ise filmden çıktığınızda bir “keşke” olarak kalıyor aklınızda. “Keşke biraz daha özenilseymiş, bekletilseymiş” demeden edemiyorsunuz.