Anachoronox
4 yıl.. 4 yıldan beri geliştiriliyordu. Her önincelemede beklentimiz biraz daha artıyordu; yitik bir uygarlık, araştırılacak onlarca gezegen, RPG öğeleri.. Aslına bakarsanız oyunda bunların hepsi var. Fakat beklediğim şey bu değildi, orası kesin. Ion Storm bu gidişle “felaket oyunlar firması” olarak anılmaya başlanacak. Anachronox Daikatana kadar kötü değil ama.. iyi de değil.
“Unakrunoks” diye okunuyor “Anachronox” ve Ion Storm çalışanlarından birine oyunlarının isimleri niye bu kadar saçmasapan diye sorulduğunda alınan karşılık şu olmuş: “i ddassd no sepgsdf roth”. Adam haklı!
Oyunun iyi ve kötü yanlarına geçmeden önce, hikayeyi bir anlatalım: Oyun belirsiz bir gelecekte geçiyor. İnsanlık galaksiye yayılmış ve küçük bir kısmını kolonize etmeyi başarmış. İşte bu sıralarda, “MysTech”ler bulunmaya başlanmış. Bunlar yitip gitmiş bir uygarlığın geride bıraktığı ve ne işe yaradığı belli olmayan tuhaf nesneler. Yani evrenin sırrının yazdığı bir şey de olabilir tuvalet kağıdı da.. Ve bir gün, şanssız bir pilot ilk “Sender”i bulmuş, etrafında dikene benzer çıkıntılar olan devasa -gezegen çapında- bir küre. Sender’e çok yaklaştığında bir tür boyut kapısına girmiş ve çıktığında.. Galaksinin başka bir bölümündeymiş! Böylece insanlık tüm galaksiyi kolonileştirmeye başlamış, bir noktadan diğerine Sender’leri kullanarak -evet, bir sürü Sender var- gidip mesafeleri hiçe sayarak.. Galaksinin merkezinde, Sender 1 duruyormuş, içinde de yine kimin tarafından inşa edildiği bilinmeyen bir şehir.. İşte bu şehir, Anachronox.
Aslına bakarsanız, güzel hikaye. Bana pek çok açıdan -en sevdiğim bilimkurgu hikayelerinden olan- “Çıkış Kapısı”nı hatırlattı, zaten bu kadar hevesle beklememin nedeni de buydu. Böyle güzel bir hikayeye RPG unsurlarını da katarsanız, “tadından yinmez” bir oyun ortaya çıkması gerekiyordu, en azından ben öyle umuyordum. Neyse, devam edelim..
Oyunda (en azından oyunun başlangıcında) Sylvester (Sly) Boots isimli bir “özel dedektifi” kontrol ediyoruz. Sly başarısız bir dedektif ve de işsiz, ayrıca uçan kuşa borcu var. Netekim oyunun başında bir “alacaklıyla” yaptığı tartışma, feci şekilde dayak yemesiyle sonuçlanıyor. Buradan da anlıyoruz ki, Türkler Anachronox’a da gitmiş. Kebapçı dükkanı falan da aradım etrafta ama yoktu.. Her neyse, oyunun ilk bölümünde Sly’a bir iş bulmaya çalışıyor ve Anachronox hakkında temel bazı şeyleri öğreniyoruz, daha sonra ise klasik deyişle “hikaye gelişiyor.” Grubumuza yeni elemanlar katılıyor ve MysTech’lerin sırrını çözmek için toplam altı gezegende geçecek bir maceraya atılıyoruz, elbette bol miktarda yan quest’ler ve ufak “oyun içinde oyun”lar da mevcut. Oyun hakkında bilmeniz gereken en önemli şey, gerçekten “büyük” oluşu. Bitirmeniz ciddi anlamda vakit alacaktır, hele zorluk seviyesini yukarıda tuttuysanız. Yalnız bitirecek kadar sabredebilir misiniz bilemiyorum..
Bana sorarsanız, ki sormasanız da cümleyi tamamlamaya niyetliyim, oyun ilk ciddi hatasını başlangıç “gezegeniyle” yapıyor. Oyuna Anachronox’da başlıyorsunuz, burası yukarıda da anlattığım gibi bir kürenin içi. Elbette açık havayı beklemek anlamsız olur, ancak bazen o kadar iç karartıcı oluyor ki anlatamam.. Bu durum diğer gezegenlerde düzeliyor, en azından Anachronox’da olduğu kadar kötü değil, ama daha oyunun başlangıcında o kapalı, bunaltıcı atmosfer canınızı oldukça sıkıyor, hatta oyundan soğutuyor. Etrafa tek renk (gri ve tonları!) hakim ve kendinizi gerçekten de cehennemin dibinde gibi hissetmeye başlıyorsunuz, klostrofobiniz varsa daha kötü!
Oyun ciddi ciddi bir RPG. Baldur’s Gate kadar “ağır” bir şey beklemeyin, ama en azından Diablo’dan daha “RPG”! Yedi kişiye kadar çıkabilen bir partiniz var, istediğiniz birinin kontrolünü alabiliyorsunuz, hepsi experience kazanıp level atlayabiliyor ve kendilerine özgü yeteneklerini geliştiriyor, oyundaki hemen her karakterle (hepsi de işe yarar şeyler söylemeyecek olsa bile) konuşabiliyorsunuz, keşfedilecek kocaman bir de evren mevcut.. Her karakterin bir adet kendine özgü yeteneği var, örneğin Sly’ınki “lock pick” ve level atladıkça bu yeteneği biraz daha gelişiyor. Ancak bu gelişime (ve diğer yeteneklere) doğrudan müdahale edemiyorsunuz, diğer bir deyişle “puan yatırma” imkanınız yok, bu kendiliğinden gerçekleşiyor. Bu çok da iyi bir şey değil tabii.. Karakterler oyunun başında belirlenen şekilde gelişebiliyorlar, sizin müdahale edip onları daha farklı kişiliklere döndürme imkanınız yok. Ana quest’lere ek olarak onlarca alt quest de var ama experience puanlarını temel olarak savaş ile elde ediyorsunuz, Baldur’s Gate’te olduğu gibi bir eşyayı belli birine götürünce bilmemkaç bin experience puanı kazanılmıyor. Savaşlar ilginç, quest gereği girdiğiniz savaşları saymazsak, genel olarak şöyle gerçekleşiyor: Önünüze birden insan azmanı bir yaratık çıkıyor, sizinle kapışıyor ve yenerseniz experience kazanıyorsunuz. O yaratıkla niye dövüştüğünüz belli olmadığı gibi -birden karşınıza çıkıyor-, savaşmak yerine “konuşarak ikna etme” gibi bir seçeneğiniz de yok, illa ki dövüşeceksiniz.
Dövüş demişken, oyundaki savaş sistemi turn-based. Turn-based oyunlardan nefret ederim, ancak kabul etmeliyim ki bu işi çok iyi başarmışlar. Oyunun diğer kısımlarından farklı olarak, savaşlar sırasında kontrol çok kolay, arayüz temiz ve kullanışlı. Saldırmak, özel bir yeteneği kullanarak saldırmak, inventory’deki bir eşyayı kullanmak, bir noktaya hareket etmek gibi pek çok seçeneğiniz var. Ancak genel anlamda turn-based oyunlarda olduğu gibi, sıra sizdeyken zaman durmuyor! Çok oyalanırsanız karşı taraf hamle yapıyor, aslında turn-based yerine “yavaşlatılmış real-time” gibi şimdi uydurduğum bir cümleyi kullanmak daha doğru olur. Her hareketinizin bir animasyonu var ve oldukça etkileyiciler.
Peki grafikler? Screenshot’larda gördüğümüz kadar etkileyici mi? Hem evet, hem hayır.. Oyun 640*480 ve 1280*960 çözünürlükleri destekliyor, arada kalan çözünürlükleri ise “resmi olarak” desteklemiyor. Bunun nedeni hakkında belirgin bir şey söylenmemiş, ama çözünürlükler arasındaki ciddi farka bakarsak, oldukça ilginç bir sebepleri olmalı.. Çözünürlük ayarlarını direk yapamıyorsunuz, options menüsü sanki bir konsol oyunuymuşçasına ayrıntısız ve hemen hiçbir şey içermiyor, “low resolution”ı seçerseniz çözünürlük 640*480 oluyor, “high resolution”ı seçerseniz 1280*960.. Low resolution’da grafikler gerçekten berbat gözüküyor. Öyle ki, Quake 1 bile daha iyiydi diyorsunuz. Bu durum özellikle karakterler yakın plandan gözüktüklerinde ortaya çıkıyor, çünkü yüzler iki delik ve bir çizgiden oluşuyor. Daha yüksek çözünürlükte grafikler gerçekten güzelleşiyor, ama bu durumda da oyunun çalışması için cidden güçlü bir makine gerekiyor. Ancak bütün çözünürlüklerde bile, karakter animasyonları çok kötü. Baston yutmuş gibi duruyorlar ve hareketleri kesik kesik, Quake 2’de bile daha iyiydi.. Aslına bakarsanız, Quake 2 motoru böyle bir oyun için çok iyi bir seçim değil. Bu motorla açık alanlar yaratılamayacağı, yaratılsa bile bir şeye benzemeyeceği ortada, kapalı mekanlarda ise “tarz” açısından bir kısıtlama var. Böyle bir motorla devasa bir evren yapmaya çalışırsanız, sonuçta ortaya çıkan iç karartıcı, karanlık ve bunaltıcı mekanlar oluyor.. ne kadar modifiye edilirse edilsin, Raven gibi gerçekten yaratıcı bir firma değilseniz, Q2 motorundan artık hayır yok. (Aklıma gelmişken, oyunun yapımına ilk kez başlandığında -1997 yılında- Quake 1 motoru kullanılıyormuş! Q2’ye sonradan geçilmiş.) Neticede, elimizdeki en yüksek çözünürlükte bile -güzel gözükmesine rağmen- iç karartıcı olmaktan kurtulamayan bir grafik motoru, düşük çözünürlüklerde ise zaten bir şeye benzemiyor. Level tasarımları çok çarpıcı olmasa bile “idare eder” seviyesinde dolaşıyor, sanki “ulan büyük bişey yaptık ama içine ne koyacaz şimdi?” gibi bir endişeyle hazırlanmışlar.
Ses ve müzik açısından da etkileyici bir şey beklemeyin. Seslendirmeler sadece ara demolarda var, bunun dışındaki konuşmalarda ise yok. Gerçi bu normal bir şey, her konuşma seslendirilmiş olsaydı, oyun en az 3 cd olurdu (şu anda 2 cd). Ses efektleri fazla olmamalarına rağmen idare ediyorlar. Müzik ise zaten zor duyulur bir seviyede seyrediyor, ancak o kadar sıkıcı ki, sesi daha da kısma isteğine kapılıyorsunuz..
Ve geldik oyunun en “ölümcül” yanına: Kontrol. Anachronox, görüp görebileceğiniz en kötü kontrollere sahip. Sanki “İdare eder bir oyun yaptık ama bunu rezalet derecesine indirmek için bir şey bulalım!” demiş ve kontrolleri bu hale getirmişler.. Oyundaki her türlü nesneyle iletişim kurmak ve kapıları açmak/düğmelere basmak gibi eylemler için devasa bir mouse oku kullanıyorsunuz. Problem, yönünüzü de bu şekilde tayin etmeniz.. Hareket etmek için WSAD tuşlarını kullanıyorsunuz, ama önce yönünüzü mouse ile belirlemeli, ancak ondan sonra hareket etmelisiniz zira diğer türlü nereye gittiğinizi göremiyorsunuz. Eee, sorun ne ki diye soruyorsanız, sola dönmek için mouse’u 90 derece sola yatırmak gerektiğini söyleyeyim! Bütün oyun önünüzü görebilmek ve kamerayı arkanızda tutabilmek için mouse ile gereksiz bir mücadele içinde geçiyor ve sıkılmanız onbeş dakika bile sürmüyor.. zaten mekanlar iç karartıcı, bir de mouse problemi işin içine girince tuhaf sağlık problemleri hasıl oluyor, terleme, mide bulantısı, kusma isteği.. İnanmıyorsanız deneyip görün! Bu rezalet kontrol sistemini kim icad etti ve niye firmadan kovulmadı bilemiyorum ama, sonuçta gelmiş geçmiş en kötü kontrolleri oyuna aktarmayı başarmışlar. Üstelik böyle bir kontrol sistemi hiçbir avantaj sağlamıyor, yani 3rd person olarak oynanan oyunların klasik kontrollerinde yapılamayan şeyler vardır, sırf bu tür şeyler için yeni bir kontrol sistemi geliştirmeniz gerekir ama bunda öyle bir şey de yok, örneğin tüm oyun Tomb Raider’ın kontrolleriyle oynanabilirdi ve hiçbir problem çıkmazdı! Sırf orijinal olabilmek adına verilen bir karar, tüm oyunu mahvetmiş.. Bu durumu çok abarttığımı söyleyebilirsiniz, ama tekrar ediyorum ki kontroller oyunu oynamak için tüm hevesinizi bitiriyor..
Sözün kısası, almazsanız hiçbir şey kaçırmış olmayacağınız bir oyun. Konusu ilginç, ama bunu da verimli bir şekilde kullanmayı başaramıyor ve berbat kontrolleri, puanını daha da düşürüyor.. Ion Storm “Yapımı uzun süredir devam eden berbat oyunlar firması” olarak anılmayı ne kadar hakettiğini bir kez daha gösterdi.. Ben Ion Storm’u Sinan Çetin’e benzetiyorum, ikisi de aslında konusu güzel olan şeyleri mahvedebiliyor çünkü! Sonuç mu? Boşverin gitsin.. Kopyasına vereceğiniz paraya bile yazık olur.