Oyun Ön İncelemeleri

Assassin’s Creed: Revelations

Saat: 09.00
Yer: Taksim
Amaç: Assassin’s Creed: Revelations Dünya lansmanı

Sabah saat 9’da Taksim’in ara sokaklarında yürürken aklımdakiler sadece bunlardı işte. Lansman için Ubisoft’un seçtiği mekan The Hall’du. Assassin’s Creed gibi bir oyun için de eski bir Ermeni kilisesinden günümüze izler taşıyan bu mekandan daha iyisi bulunamazdı sanırım. İçeri girdiğimde kapıların üzerinde AC’nin tanıdık arması beni karşılıyordu. Duvarlarda Assassin’s Creed’le ilgili tablolar asılmıştı. Kırmızıyla aydınlatılan salon ise gözalıcı duruyordu. Ancak asıl ilgi çeken, hemen bu salonun sağ tarafında yer alan ve üzerinde AC markasıyla ilgili bir grup ürünün yeraldığı masaydı. Ezio figürleri, AC Ansiklopedisi, sanatsal çalışmaların yer aldığı kitapçık, Codex Edition’ın kutusu, çeşitli çizgi romanlar ve AC romanlarıyla dolu bu masa, ister istemez “Acaba çantama atıp kaçsam yakalayıp döverler mi?” sorusunu aklıma getiriyordu. Masanın ilerisindeki duvarın içindeki bölümde ise Ezio’nun kıyafeti giydirilmiş bir manken yer alıyordu. Odanın bitişiğindeki iki odada ise LCD TV’ler yerleştirilmiş PlayStation 3’ler, “Haydi gelin oynayın bizimle” dercesine bekliyorlardı.

Etrafta küçük bir gezinti ve içilen kahvenin ardından basından arkadaşlarımızla toplantı salonundaki yerimizi aldık. Assassin’s Creed: Revelations’ın giriş videosunu izledikten sonra kısaca günün programı anlatıldı. Programın ilk aşaması ise, kanlı canlı Revelations oynamaktı! Heyecanla konuşmanın bitmesini bekledikten sonra LCD TV’lerin yer aldığı odaya doğru gidip oldukça rahat olan koltuğuma oturdum. Kulaklığımı taktım ve gerisi adeta rüya gibiydi.

İstanbul’da bir rüya

Assassin’s Creed: Revelations parmaklarımın ucundaydı. Hemen oyunun menüsüne girip biraz inceledim. Karşımda oyunun 3 farklı parçasından oynayabileceğim kısımlar seçilebilir şekilde duruyordu. İlkini seçip oynamaya başladım. Bu kısım Ezio’nun İstanbul’a gemiyle gelmesi, gemide Süleyman’la tanışması ve İstanbul’daki Assassin’lerin başı olan Yusuf Tazim’le tanışmasını konu alıyor. Bir nevi rehber niteliği taşıyan bölümde çevre tasarımlarıyla da tanışmış oluyorduk. Haliyle oyunun İstanbul’da geçiyor olması ve karakterlerin Türk olması, ilk olarak seslendirmelere kulak kabartmama neden oldu. Ezio’nun seslendirmesi konusunda zaten herhangi bir eleştirim olamaz. Her zamanki olduğu gibi Ubisoft bu konuda iyi bir iş çıkarmış. Ancak konu oyundaki Türk karakterler olunca, işler biraz değişiyor. Özellikle bizi karşılayan Yusuf Tazim’in bozuk Türkçesi, bu karakterlerin Türkçe’yi bir Türk gibi telaffuz edemeyen yabancılara seslendirildiğini açıkça gösteriyor. Süleyman karakterinin seslendirmesi biraz olsun yerinde olsa da, çoğu Türk karakterde aynı seslendirme sorunu mevcut. Daha çok bir İtalyan’ın Türkçe konuşmasına benziyor seslendirmeler. Karakter seslendirmeleri dışında çevredeki konuşmalarda ise günümüz Türkçesi kullanılmış. İçten ve bazen gülümseten muhabbetler duymanız mümkün.

Yusuf’la yaptığımız ilk görevlerde yeni silahımız olan “Hook Blade”i, yani kancayı görüyoruz. Oynanışa pek bir yenilik katmıyor ancak 1-2 yeni hareket ve çatılara gerilmiş iplerin üzerinde kaymamızı sağlıyor. Bu ilk görevler oyuna yeni başlayanlara bir rehber niteliğinde. Hatta küçük bir spoiler verelim: İlk görevlerden biri, Yusuf’u Galata Kulesi’nin tepesine kadar takip etmek.

Görevler hakkında pek fazla ayrıntıya girip, oyunu oynarken alacağınız zevk katsayısını düşürmek istemiyorum. Ancak karşımıza çıkan karakterler ve yerler hakkında kısaca bahsetmeliyim. Oyunda son dönemde “Muhteşem Yüzyıl” dizisiyle popüler olan Kanuni Sultan Süleyman’ı genç bir şehzadeyken görebiliyoruz. Bunun dışında benim oynadığım bölümlerde karşıma çıkmamış ancak oyunda yer alacak olan Piri Reis de AC: Revelations’da karşımıza çıkacak ünlü karakterlerden bir diğeri. Yerler olarak Galata Kulesi, Ayasofya, Topkapı Sarayı gibi mekânlar oyuna oldukça başarılı bir şekilde aktarılmış. Hatta bir bölümde İtalyan çalgıcı kılığına girip, Topkapı Sarayı avlusundaki bir komployu da engellemeniz gerekiyor. Bu bölümdeki dialoglar ve özellikle Ezio’nun çaldığı şarkılar beni oldukça güldürmüştü.

AC: Revelations’da sadece Ezio değil, Altair ve Desmond’ın hikâyelerini de oynayacağımızı belirtmeliyim. Özellikle Altair’in hikâyesine geri dönüşler yaşayacağız ve önceki oyunlarda oynamadığımız kısımları oynayacağız. Böylelikle hikâyenin kayıp parçalarını da tamamlamış olacağız.

Peki ya İstanbul?

Yaşadığım şehir olması itibarıyla, İstanbul’da geçen bir oyun oynamak ve değerlendirmek maalesef taraflı bir bakış açısından duruma bakmama neden oluyor. Her ne kadar Revelations’ın yapımcıları, İstanbul’u oldukça fazla araştırmış olsalar da, burada yaşayan birisi kadar şehri iyi bilemezler. Bunu da oynadıkça fark ediyorsunuz. Özellikle son oyunların Rönesans İtalya’sında geçmesi nedeniyle bu etkiyi AC: Revelations’da da fark etmek mümkün. Oyunun geçtiği şehir daha çok bir İtalyan derisi giydirilmiş İstanbul’u andırıyor. Sokakta yüzleri tamamen kapalı kadınlarla birlikte açık giyinen kadınlar da bulunuyor. Ya da etraftaki konuşmalar günümüz Türkçesi’nde olduğu için,  sohbetlerin de dışarı çıktığınızda duyabileceğiniz cinsten olması, oyunun 1400’lü senelerde geçtiği havasını en azından biz Türkler için yok ediyor.

Ancak Ubisoft’un çıkardığı iş, kötülenecek bir iş değil. Ölçekli şekilde küçültülmüş bir İstanbul var elimizde. Ancak içi dopdolu bir İstanbul bu. Galata Kulesi’nin tepesindeki girişten aşağı düştüğünüzde karşınıza çıkanlar, İstanbul’un ara sokaklarındaki çeşitli küçük bilgiler, en önemlisi bu şehri yaşayan bir şehir haline getiren insanlar… Bunların hepsi size farklı bir İstanbul yaratıyor ve şehrin her noktasını merak etmenizi sağlıyor.

Çoklu oyuncu mu dediniz?

Yaklaşık 3 saatlik bir tek kişilik oyun deneyiminden sonra verilen 15 dakika ara, bizim için oldukça sevindiriciydi. Çünkü oldukça acıkmıştık. Fakat kendimi oyuna kaptırdığımı fark etmemiş olacağım ki bu verilen ara yaklaşık 10 dakika önce başlamış ve insanlar çoktan karınlarını doyurmuşlardı. Geçen 5 dakika ve yiyemediğim yemekten sonra, çoklu oyuncu seansı başladı. Herkes tekrar koltuklarına geri döndü. AC: Brotherhood’un çoklu oyuncu modundaki tecrübemin en az son model bir Ferrari’yle 450 km/s hız yapmam kadar olduğunu düşünürsek, önümde beni zorlu bir engel bekliyordu. Çoklu oyuncu modu, önce karakterlerimizi seçmemizle başladı. Harita küçük ve şehrin bir bölümünden oluşuyordu. Çıkılabilecek çatılar, gizlenebileceğiniz saman yığınları, sohbet eden küçük insan grupları gibi ortalıktan sıvışabileceğiniz yerler mevcuttu. İlk rauntta kontrollere alışmaya çalıştım ve oyun dinamiklerini kavradım. Genel olarak çoklu oyuncu modunda yaptığın şey, seçtiğiniz karakterin çeşitli özelliklerini kullanmak (Farklı bir karaktere bürünmek gibi), çevreyi kullanıp ortada pek fazla dikkat çekmemeye çalışmak ve sizi öldürmeye çalışan suikastçıdan önce davranmak diyebiliriz. Sağ üstte öldürmeniz gereken suikastçının profil fotoğrafı bulunuyor ve görüş açınıza girdiği anda bu fotoğrafın etrafı maviye dönüyor. Bundan sonra ekranda o kişiyi bulmak ve çaktırmadan yanaşıp işinizi bitirmeniz gerekiyor. Buradaki asıl zorluk, fotoğraftaki kişinin hangisi olduğunu bulmak. Çünkü etrafta gezen ve fotoğraftakine benzeyen insanlar mevcut. Bu sırada da öldürülmemek için sakin hareketler sergilemeniz de gerekiyor.

İlk rauntta feci şekilde 8 kişi arasından 6. sırayı aldığımı söylememek için lafı uzattığımı fark etmişsinizdir. Ancak ikinci rauntta daha iddialı olduğumu ve bu raundu 1. olarak bitirdiğimi, olağanca havamı da atarak söylemek istiyorum. Taktikler basit: Sakin görün, hızlı ol, işi bitir.

Teknik detaylar

Lansmanda oynadığımız sürümün bir ön bakış sürümü olduğunu düşünüyorum. Çünkü grafikler yeni bir oyundan beklediğim kadar iyi görünmüyordu. Ancak bunun oyunun tam sürümünde olacağını sanmıyorum. Yine bir diğer problem olarak, özellikle takip görevlerindeki kamera açılarındaki ani değişimleri söyleyebilirim.  Bakalım tam sürümde bu problemlerle karşılaşacak mıyız?

Oyunu PlayStation 3’te oynadığımı da eklemeliyim. PC grafiklerini ve detayları görmek için sabırsızlanıyorum. Çünkü kaplamalar ve detaylarla dolu bir oyun Assassin’s Creed: Revelations.
Sesler ve müzikler, tipik bir Assassin’s Creed oyunundan bekleyeceğimiz kadar iyi. Seslendirmeler her ne kadar bizimle ilgili olduğu için “kötü olmuş” damgasını yiyecek durumda. Ancak oyunu oynayan yabancılar, aradaki farkı algılamayabilirler.

Genel olarak oynanış açısından pek fazla yenilik içermeyen bir oyun beklemenizi tavsiye ediyorum. Ancak bu demek değil ki Assassin’s Creed: Revelations kötü bir oyun. AC: Revelations’ın amacı size Ezio’nun hikayesini anlatmak. Bunu da oldukça iyi bir şekilde başarıyor. Her ne kadar biz Türkler, yapılan işleri zor beğensek de, Ubisoft’un İstanbul adına yaptıkları, Revelations’a iyi yansıtılmış. Bu konuda tek problemin, şehri iyi bilen ve bu şehirde yaşayan insanların oyunun yapımında daha fazla yer alması gerekliliği olduğunu söyleyebilirim.

Gerçek İstanbul

Lansman bittiğinde Taksim’den Karaköy’e kadar yürüdüm. Etrafıma baktığımda tırmanıp, çatıya çıkılabilecek bir yer aradığımı söylemeliyim. Hayatımda ilk defa oynadığım oyundaki mekânlarla, kapıdan çıktığımda karşılaşmak ilginçti. Özellikle Galata Kulesi’nin yanından geçtiğimde, eklenen detaylarla ne kadar çok uyum sağladığını gözümle görmek oldukça şaşırtıcı.

15 Kasım geldiğinde, emin olun bu oyunu bitirmeden başından kalkmak istemeyecek, bitirdikten sonra da “Bir de ben gidip göreyim şuraları” deyip, İstanbul’u gezmek isteyeceksiniz. Bu yüzden size tavsiyem, oyun piyasaya çıkmadan önce, gürültü kirliliği, ulaşım sorunları, sosyal problemler gibi konuları bir süreliğine bırakın. Galata Kulesi, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya ve daha niceleriyle içi tarih kokan bu şehri gördüğünüzden farklı bir bakış açısıyla gezmelisiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu