Oyun İncelemeleri

Assassin’s Creed: Unity

…Paris, 1789…
Eğer bu şehir ve tarih sizi heyecanlandırmadıysa, ya tarihe merakınız yok ya da ortaokul ve lisede tarih derslerinden rapor aldınız.

Özgürlük, bağımsızlık, demokrasi… Kavramların gerçekten anlam bulduğu yıllardayız bu sefer. Halkın kendine ait olanları almak için savaştığı bir dönemdeyiz. Fransız İhtilalı, Fransız Devrimi…

Uzun zaman sonra ilk kez Assassin’s Creed’de gerçek bir amacın, kutsal bir ideolojinin peşinden gidiyoruz.

Birkaç ay önce yaptığım Assassin’s Creed: Unity ön incelemesinde bunları yazmıştım. Serinin yaşadığı sorunlar, aylardır gündemden düşmeyen çözünürlük ve performans düşüklüğü söylentileri zerre umurumda değildi. İlk kez, Assassin’s Creed’in uzun macerasının gerçek nedenlerle vücut bulmasını diliyordum.

Kişisel mücadeleler ve intikam öyküleriyle geçen sürüsüne bereket Assassin’s Creed oyunundan sonra, Unity farklı bir işi başarmak zorundaydı. Misyonu 1789-1799 dönemini anlatmak olan bir oyunda, ne Arno önemlidir ne de başka bir karakter. Son dönemde toplumsal olaylara değinen oyunların sayısı artmakta ve böyle hikayeleri oluşturan ekiplerin/kişilerin varlığı beni umutlandırıyor.

Külliyatı gereği tarihi olaylar odak noktasında gibi görünen Assassin’s Creed serisi, aslında hiçbir zaman doğrudan dönemini anlatmadı. Rönesans zamanı da, Amerika’nın bağımsızlık öyküsü sırasında da söylediğim durum değişmedi. İki topluluğun birbiriyle olan çekişmesi her zaman ön plana çıktı.

Şimdiyse, tarih Assassin’s Creed: Unity ile başrolü alıyor. Unity’nin ana kahramanı, insanlık tarihini baştan sona değiştiren, lise kitaplarından, tarihi kaynaklardan eksik olmayan Fransız Devrimi oluyor. Fakat oyun öyle bir başlıyor ki, serinin bu noktaya nasıl geldiğini anlamaya başlıyorsunuz.

İki tarafın arasındaki hattın keskinliği oyun ilerledikçe ortadan kaybolmaya başlıyor. “Unite” sloganından zaten bunu belli eden Assassin’s Creed: Unity, Tapınakçı-Suikastçı mücadelesini bambaşka bir boyuta taşımayı kendine görev belliyor.

Aradaki kalın çizginin ilk ortaya kalktığı oyun Assassin’s Creed: III bile Unity ile başka anlamlar kazanıyor. Haytham’ın temsil ettiği düşüncelerin filizlendiğini ilk kez bu oyunla görüyoruz. Haytham aslında iki tarafın da ortak bir amaç uğruna savaştığını anlatan bir figürdü. Cesare Borgia gibi yozlaşmış karakterlerin aksine, ortaya koyduğu mantıklı savlar Tapınakçılara olan nefretimizi bir nebze olsun hafifletiyordu.

Güçlü bir karakterdi ve bu sayede ilk kez Tapınakçılara karşı empati kurabildik.  Zaten Ubisoft’un da böyle bir isteği olduğunu oyunun başında onu yönetmemizle anlıyorduk. Ha, Ubisoft bizim Connor’ı sevmeyeceğimizi muhtemelen tahmin etmemiştir, orası ayrı. Aynı şeyleri sürekli söyleyip kabak tadı vermeye gerek yok: Ne Connor, ne de Edward markayı taşıyabilecek ana karakterler değillerdi.

Suikastçı olmanın gayesini (ki Edward bir korsandı) unutup kişisel çıkarlarının peşinde koşan bu ikili, şahsi görüşüme göre ne Assassin’s Creed markasına ne de hikayenin ilerleyişine oturuyordu.

Yine de merak etmeyin, Assassin’s Creed: Unity öyle bir arzı endam ediyor ki, bildiğinizi
düşündüğünüz her şeyi unutuyorsunuz.

Farklı hayatlar, aynı amaç peşinde

Assassin’s Creed: Unity oldukça meraklandırıcı bir olayla başlıyor. Şimdi yazacağım paragraf oyunun en başını anlattığı için spoilera giriyor, fakat gerçekte yaşanmış bir olayın neredeyse tamamen aynısı ve “Birlik” olunma açısından büyük önem taşıdığı için anlatmak zorunda hissediyorum.

“Tapınakçıların ilk büyük düşüşü olarak görülen 1307 yılında, son büyük üstad Jacques de Molay, topluluğunu, Hospitalier ile birleştirmek, iki tarafı da aynı çatı altında birleştirmek ister.

Tapınakçıların muazzam güçleri ve nüfuzlarından dolayı rahatsız olan Fransa Kral’ı IV. Flip, Papa’dan tarikata olan desteği kesmesini ister.

Haklarında birçok suçlama ve iddia olan Tapınakçılar, Vatikan’ın desteği ve koruması olmadan oldukça zayıf düşeceklerdir. Nitekim IV. Flip başarılı olur ve Papa tarikatı aforoz eder. Böylece büyük Tapınakçı avı başlar. Tarikata bağlı üyelere işkence edilip işlemedikleri suçların kabule zorlanırlar.

Tapınakçılar Avrupa çapında işkence ve idama maruzken, IV. Flip’in birlikleri tarikatın üstadı Jacques de Molay’in kalesine baskın yapar. Ele geçirilen büyük üstat ve tarikat üyeleri, Papa ve IV. Flip’in gözleri önünde yakılarak idam edilir. (1312)

İdam sırasında Jaques de Molay, hem Kral IV. Flip hem de Papa için lanet okuyarak can verir. İşin ilginç kısmı, Papa ve kral lanetten bir yıl sonra hayatlarını kaybeder.”

Assassin’s Creed: Unity, olaylardaki baskın sahnesiyle başlıyor. Elbette, hikayeye suikastçıların nasıl dahil olduğunu ve serinin kendi kurgusunda sahip olduğu yeri, burada anlatarak sizin keyfinizi kaçırmak istemiyorum. Assassin’s Creed’in macerasında hayati önem taşıyan gizemleri incelemede açıklarsam ne tadı kalır ki?

Sadece şunu diyebilirim: Tapınakçıların yaşadıklarına serinin üçüncü oyunundan beridir epey yakınız. Açılış sahnesiyle ana hikayenin “Birlik” olma yoluna hangi aşamalarla geldiğini daha iyi anlıyorsunuz. Zaten Assassin’s Creed: Unity’nin kaliteli bir hikaye anlatıcısı olmasının atlında “amaca hizmet” başrolde oynuyor.

Arno’nun benliğine geçmeden önce Tapınakçıların yaşadıklarını anlamamız gerekiyor. Yıllar boyu düşman bellediğimiz, yozlaşmış bir tarikat gözüyle baktığımız bu insanların, kendi içlerinde bile derin komplolarla savaştığını açık biri şekilde hissetmemiz isteniyor. Ubisoft, oyunun her bir karesinde hissettirdiği imajı bir an için bile kirletmiyor, ana hikaye ve yan görevlerle dallanıp budaklanan kurgu içerisinde saatlerin nasıl geçtiğini bile anlamıyorsunuz.

Ya Arno? Yeni kahramanımızdan hiç söz etmediğimi fark ettim. Arno da serinin diğer iki karakteri Connor ve Ezio gibi büyük trajedilerin merkezinde yer alıyor. Fragmanlarda zaten ucundan hikayeye göndermeler yapılıyordu ama ben bu kadar iyi bir alt metin beklemiyordum. Arno kartal kapüşonunu kafasına geçirene kadar inanılmaz olaylar yaşıyor ve ailesiyle ilgili birçok sırra vakıf oluyor. Bildiğiniz gibi serinin tüm ana oyunlarında ana karakterlerin başından bir olaylar silsilesi geçiyordu ve has adamımız suikastçı olma onuruna erişiyordu. Durumun tek istisnası Altair’di, kendisi zaten daha oyuna suikastçı olarak başlıyordu.

Serinin hayranları tarafından ayrı tutulan Ezio’dan sonra, ne Connor ne de Edward çok sevilmişti. Hatta Connor’dan nefret edenlerin sayısı hiç azımsanamayacak bir ölçüdeydi. Edward serideki geçiş oyunu gibi olan Black Flag’de yeterli etkiyi hissettiremeyince koca oyun genç bir Fransız’ın omuzlarına kaldı.

Merak etmeyin arkadaşlar, Arno bir omzuna Altar’i, diğerine Ezio’yu alıyor ve Assassin’s Creed’in o çok özlenen ana kahramanı olmayı başarıyor. Tıpkı Connor gibi çocukluğu sırasında yönetmeye başlayıp, gençlik dönemine kadar geliyorsunuz.

Arno başını sıkça belaya sokan, havalı, neşeli ve çapkın bir karakter. Tüm bunlar onu Ezio klonu konumuna düşürebilirdi ama Ubisoft üçüncü kez aynı hatayı yapmıyor ve yeni suikastçımıza gerçek amaçlar ve idealler veriyor. Connor’ın intikam hikayesinin ardından, kendi hikayesinde gerçeği bulmaya çalışan ve bu yolda savaşan Arno’ya ister istemez kanınız ısınıyor.

Özünde biraz bencil bir karakter. Bu yönünü hikayenin belli bir bölümünde açıkça görüyoruz. Gücü ve koca bir tarikatın korumasını arkasına alan birinin yaşayabileceği türden olan amaçtan sapma, oyuna gerçekçi bir şekilde yansıtılıyor. Bu sayede karakter değişimini açık bir şekilde görüyor ve Arno’nun yavaş yavaş hizmet ettiği değerleri, kendi bencil amaçlarından daha önemli görüşüne tanık oluyoruz.

Eğilme tuşunu tam 7 yıl sonra keşfeden Ubi’yi üç evetle uğurluyoruz

Oyunların oynanışı ve hikayeyle olan bütünlüğünü her zaman ön plana alan biri olduğum için, incelemelerimde genellikle grafik, ses gibi teknik konuları en son işlerim. PS4 sürümünü oynadığım Assassin’s Creed: Unity, özellikle grafikler söz konusu olduğunda öyle bir çuvallıyor ki benim kurallarımı bile alt üst ediyor.

Assassin’s Creed: Unity çok kaliteli bir oyun. Beklediğimin, umduğumun kat be kat üstü bir yapımla karşılaştım, ama o performans nedir Ubisoft? Lütfen birisi bunu açıklasın.

Unity, konsollarda bildiğiniz kasılıyor. Eğer bu oyunu PC’de oynuyor olsaydım, ilk aklıma gelen, yeni bir sisteme ihtiyacım olduğu olurdu. Haberlerde sözü geçen, oyun düşük fps ile çalışacak gibisinden iddiaları ve kanıtları çıkış gününe kadar kendi adıma reddetmeyi tercih ettim. PS4 sürümü elimize geçtiğinden beri oynamaktayım ve şu anki haliyle, özellikle kalabalık alanlarda Unity can çekişiyor.

Eğer bahsettiğim basit bir optimizasyon sorunu olsaydı, “düzeltilir” der geçerdim ama olacak iş değil. Daha yeni bir konsolda böylesine bir performans almak beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattı. İş bilgisayara gelince oyunlar sistem seviyelerini istedikleri kadar abartabilirler, istekleri doğrultusunda uçabilirler ama konsolda böyle bir lüksünüz yoktur.

Ben bir konsola para verdiysem, konsol oyununa onca para bayıldıysam, elime geçen ürünü 30fps değerinin altında oynamayı kabul edemem. Unity daha ilk dakikalarında ekrana 200-300 kişi girdiğinde bile donmaya başlıyor. Takılarak konsol oyunu oynamak nasıl bir histir, Ubisoft sağ olsun dibine kadar öğrenmiş oldum. Halbuki Assassin’s Creed: Unity inanılmaz derli toplu, eskiye oranla fazlalıkların kesilip atıldığı ve her anlamda rafine bir oyun. Kendi ayağına çelme takmak, Ubisoft’un son yıllardaki şirket politikası mıdır nedir, anlayamadım ki.

Ne yalan söyleyeyim, ilk başta bu problemlerin konsola özgü olduğunu, böyle geniş bir oyunu kaldıramadığını düşündüm. Aynı anda binlerce NPC’yi çizen Unity, gerçekten konsollara ağır gelmiş olabilirdi. Ardından aynı problemlerin PC platformunda da yaşandığını öğrenince PS4 ve Xbox One’nın hakkını yediğimi anladım.

Kendiniz oyunu satın alıp oynadığınızda ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız. Sinematik etkisi gereği, genellikle ara sinematiklerde de Render alınmamış oyun içi grafikler kullanılıyor. Oynarken pek anlamayabiliyorsunuz ama ara sinematikte izleyen konumunda olduğunuz için, oyun resmen işkenceye dönüşüyor. Düzelmesi için yama değil, yamanın kralı şart.

Bir süre sonra düşük fps değerine alışıyorsunuz ve çok göze batmıyor. Yine de bu, problemlerin olduğunu ve oyun deneyimini belli bir ölçüde baltaladığı gerçeğini değiştirmiyor.

Grafik sorunlarını bir kenara alırsak (nasıl olacaksa bu iş?), Unity muhteşem görünüyor. Bugüne kadar gördüğümüz en sağlam şehir tasviri ve şehir atmosferiyle Assassin’s Creed: Unity ile tanışıyoruz. Yapımcılar gerçekten de Paris’i incelikle işlemişler. Şehrin en küçük noktası bile nefes alıyor, yaşıyor.

Assassin’s Creed III’te evlerin içine dalabiliyorduk ama çok tatmin edici bir iç mekan tasarımıyla karşılaşmıyorduk. Unity’de içine daldığımız her mekan olabildiğince detaylı tasarlanmış. Bazen izimizi kaybettirmek için bir tavernaya giriyoruz ve insanlar orada günlük hayatlarını yaşadıklarını, eğlendiklerini görüyoruz.

Dönem gereği Paris berbat durumda ve havaya yükselen fakirliğin, kızgınlığın ve yaşam standardının kokusunu alabiliyorsunuz. Keskin çizgiler, fakir halk ve zenginliğin sefasını süren soyluları ayırıyor. İç savaşı, direnişi ve halkın ayaklanmasını her saniye hissediyorsunuz. Siz çatıda koşup giderken çığlık sesleri yükseliyor, diğer bir bölgede insanlar soyluların kapısına dayanıyor, başka bir yerdee direniş liderleri giyotine kurban ediyor.

Kısacası Arno ve siz, dünyanın bir parçasısınız ama o kadar gerekli değilsiniz. Siz olmasanız da akıp giden bir hayat var. Açık ve net söylüyorum, bu güne kadar böyle bir yaşayan atmosfer çok az gördüm. İhtilalın Paris’i tüm çarpıklığı ve detayıyla oyuna işlenmiş. Pazarlar ve kalabalık şehir alanlarına girdiğinizde binlerce NPC’yi görüp, afallamanız olası. Zaten siz afallamasanız bile konsolunuz 20fps’ye filan düşüp, sizin yerinize apışıp kalıyor.

Haliyle böyle bir dünyada yapabileceklerinizin sınırı olmuyor. 12 sekanslık ana hikaye dışında tam 8 farklı görev ağacı bulunuyor. Güzel haberi vereyim: Yan görevler inanılmaz bir özenle işlenip oyuna yansıtılmışlar. Paris’te koştururken hiçbir şekilde sıkılmıyorsunuz. Yan görevler, ana hikayeyi baltalamayan cinsten. Bilirsiniz, yan görevleri bulunan açık dünya oyunlarının en büyük sorunu, sizi ana hikayeden, daha doğrusu bütünden koparmasıdır. İşte Unity, hem devrimi her saniye hissettiren eşsiz atmosferi hem de yan görevlerin bütünden kopuk olmaması sayesinde çok önemli bir eşiği atlıyor.

Assassin’s Creed: Revelations’dan beridir yan görevlerden şikayetçi olan bendeniz, genellikle oyunu oynadığım ilk seferde hiç yan görevlere bulaşmayıp bitiriyordum. Yan görevler öylesine kopuktu ki asıl amacımdan sapıyordum.

Unity’deyse tadını çıkararak oynuyorsunuz. Hemen ana senaryoya dalıp bitirirseniz, yapımcıların bizlere hediye ettiği muhteşem Paris atmosferinin %10’unu filan yaşarsınız. Zaten artık görevlerin zorluk seviyeleri bulunuyor ve eğer yeteneklerimiz ve ekipmanlarımız yeterli değilse inanılmaz zorlanabiliyoruz.

Görevler eski Assassin’s Creed oyunlarının ruhundan pek ayrı değil ama bu sefer gerçekten çok fazla seçeneğe sahibiz. Tamamen gizliliğe dayalı bir sistemle veya yardırarak gitmenin sonuçları farklı oluyor. Görev başladığında Arno çevreyi analiz ediyor ve bize seçeneklerimiz sunuluyor.

Hedefe varırken seçeceğimiz yollar mekanların detay yapısına göre tamamen farklılık gösteriyor. Varoşlardaki bir mahallede seçeneklerimiz halkı kışkırtmak, gizli geçitlere ulaşmak üzerineyken, saraya dalarken kimlik değiştirmek, gizli geçitlere ulaşabilmek hayati öneme sahip oluyor.

Görevlerde sağlanan bu özgürlüğün serinin bilmem kaçıncı oyunuyla gelmesi oldukça üzücü olsa da sonunda geldiği ve eline yüzüne bulaştırmadığı için bir kez daha taktiri hak ediyor. Hele görevleri bitiriş şekillerimiz yeteneklerimiz ile tamamen doğru orantılı olunca, oyunu oynarken gerçekten eğleniyorsunuz.


RPG öğeleri etkin olursa

Assassin’s Creed: Unity en basit tabirle bir açık dünya aksiyon oyunu. Daha derin yapıları ve karakter özelleştirmelerindeki seçenekleriyle ön plana çıkan RPG oyunlarına ait öğeler yıllardır diğer türler tarafından kullanılıyor. Assassin’s Creed serisi de bunlardan birisi, fakat bugüne kadar özelleştirmelerimiz tam bir aksiyon oyununa göreydi. İşin RPG boyutları çoklu oyuncu seçenekleriyle ön plana çıkıyordu.

Unity yepyeni bir sisteme geçiyor ve artık yeteneklerimiz 4 ana başlık altında toplanıyor. Yakın saldırı, mesafeli saldırı, gizlilik ve sağlık. Daha isimlerinden içerikleri belli olan bu yetenek menülerimiz oyuna başlamamızla etkin hale geliyorlar ve bizim oynanış stilimizi direkt olarak etkiliyorlar.

Yapığımız görevlerle kazandığımız yetenek puanlarını doğru bir şekilde dağıtarak, kendimize en uygun rolü belirliyoruz. Eski oyunlarda bize otomatik olarak verilen bazı yetenekler, Unity de puanla açılabiliyor. Mesela yere para saçmak için doğru yeteneğe puan vermemiz gerekiyor. Bu sayede ister dikkat dağıtarak ilerleyebiliyoruz.

Oyunun iki adet eşli oyuncu modu bulunuyor ve tarikata girmemizle aktif oluyorlar. Bunlardan ilki, eşli oyunculu modun ana hikayesiyken, diğerinde büyük soygun görevleri yapıyoruz. Niye Co-op’tan burada bahsettin diye sorarsanız, bazı yeteneklerimizi eşleşmeden gelen dostlarımızla paylaşabiliyoruz. Kartal Görüşü artık belli bir süre için geçerli olduğu için yeniden kullanmak için soğuma süresini beklemeniz gerekiyor. Bu alandaki yeteneğe puan vererek kendi görüşünüzü arkadaşlarınızla paylaşabiliyorsunuz.

Yetenek sistemi adam akıllı düşmanlar ve oynanış stiliyle birleşince, herkesin Assassin’s Creed deneyimi de başka oluyor. Sonunda eğilme tuşumuz olduğu için gizlenerek ilerlemenin keyfine varıyor ve ilk kez bir suikastçı gibi hissedebiliyorsunuz. Cidden daha önce eğilme tuşu koymayı niye akıl edememişler?

Zaten düşmandan kaçınmak eskisinden daha zor ve gizlilik mekanikleri iyi iş görüyor. Normal askerlerin dışında, bizi nerede görse saldıran Tapınakçı tiplerinden kaçınmak gerekiyor. Gizlendiğimizde arkamızda bıraktığımız siluet son görüldüğümüz yer oluyor ve o bölgeden uzak durmamız gerekiyor.

Giysilerimiz ve silahlarımız da aynı yetenek menüsü gibi ana ekranda bulunuyor. Artık oraya buraya girip, silah satın alma derdiniz yok, satıcılar daha çok yenilebilir ekipmanlar konusunda bize yardımcı oluyorlar. Bu sayede Phantom Blade’in bıçaklarını yenileyebiliyor, bombalarımızı satın alabiliyoruz.

Görevlerin zorluk sistemi gereği yeni Assassin’s Blade’imiz olan Phantom Blade ve bombalarınız en büyük yardımcımız oluyor. Yalan atmıyorum, ilk kez bir Assassin’s Creed oyununda mecburiyetten bu kadar çok bomba kullandım. Eskiden eğlence için kullandığım bu ekipman Arno’nun kırılganlığı nedeniyle size çok yardımcı oluyor.

Phantom Blade ise adeta minik bir Crossbow görevi görüyor, düşmanları sessizce avlıyoruz. Onun gelişmiş versiyonu Berserker Blade modunda düşmanı zehirliyor ve arkadaşlarına saldırmasını sağlıyoruz. İşin en güzel yanı tüm bu yeteneklere kullanmaya mecbur kalıyoruz, işte oyunun en güzel hissiyatı bu arkadaşlar.

Düşmanlarımız çok hızlı tepki veriyorlar ve ekipmanlarımız çok düşük seviyede kalırsa ayakta kalmakta bile zorlanıyoruz. Sağlam savunma yapabilen bir kılıç edinmeden kalabalık düşmanların arasına girmekten sakının demek istiyorum. Hele baltalı manyaklar var demeyin gitsin. Yere düştüğünüzde göğsünüze baltayı saplıyorlar.

Ekipmanları oyun içi parayla satın alıyorsunuz ve Cafe-Theatre gibi görevler düzenli para sağladığı için size inanılmaz yardımcı oluyor. Ha, ben uğraşamam derseniz oyunun mikro ödeme sistemiyle gidip ekipman satın alabilirsiniz ama tavsiye etmiyorum.

Arno’nun animasyonları da genel oynanış ile uyumlu yapılmış. Karşımızda son derece özenli ve akıcı animasyonlara sahip bir karakter var. Free-Run ve parkur mekanikleriyse baştan sona elden geçirilmiş. Özellikle sorun yaşatan aşağıya inişler, hem akıcı hem de karizmatik hale gelmiş. Arno deyim yerindeyse binaların üzerindeyken akıyor ve size de parkurun tadını çıkartmak kalıyor.

Yeri gelmişken belirtmek isterim: Assassin’s Creed: Brotherhood’tan beri hasretini çektiğimiz devasa yapılar da Unity ile geri dönüyor. Uzunca bir süre tabanvayla takıldıktan sonra, ilk kez çatılardan inmek istemiyorsunuz. Zaten indiğinizde oyun kasıyor, orası başka bir sorun.

Oyunun sesleriyse bir iki sorun dışında gerçekten sizi tatmin edecek. Kapalı, geniş mekanlarda eklenen yansıma efekti biraz kulak tırmalıyor ama hem seslendirme, hem çevre sesleri, hem de müzikleri muhteşem olmuş. Seslendirme Assassin’s Creed serisinin en başarılı olduğu alanlardan biriydi ve Dan Jeannotte (Arno) dahil olmak üzere herkes çok başarılı bir iş çıkartmış. Tek sorun bazen senkron kayabiliyor, bunun nedeni de hep bahsettiğimiz performans sorunu gibi görünüyor.
Müzikler size o kirli Paris’i yaşatan cinsten ve arada Ezio Family’nin yenilenmiş versiyonunu duyunca ağızlarınız kulaklarınıza varıyor.

Assassin’s Creed: Unity elimize Cumartesi günü ulaştı. O günden beri deliler gibi oynamaktayım. Uzun zaman sonra ilk kez bir AC oyunundan böylesine keyif alıyorum. Yine de eğer oyunu çok merak etmiyorsanız ve performans sorunu sizin için de büyük bir eksiyse oyun düzelene kadar bekleyebilirsiniz.

Oyunun üzerinde ambargo olduğu için çoklu oyuncu seçeneklerini deneme fırsatı bulamadığımı da ekleyeyim. Çoklu oyuncu seçeneklerini ayrıca inceleyip, yine bu incelemenin içine koyacağım.
Şu an kendimi karma karışık bir durumun içinde hissediyorum. Ubisoft’un uzun zaman sonra hem oynanış olarak hem ana karakter olarak böylesine sağlam bir oyunu önüme koymasını beklemiyordum. Açıkçası Black Flag’den hallice bir oyunla karşılaşacağıma emindim. Unity her yönüyle beni şaşırtmayı başardı.

Her yönüyle derken gayet ciddiyim. Oyunun performansına düzelene kadar şaşırmaya devam edeceğim. Eğer Assassin’s Creed: Unity böylesine kaliteli bir yapım olmasaydı, inanın o puan öyle yüksek olmazdı. Oynanamaz seviyede değil, gayet oynayabiliyorsunuz ama konsollarda 30fps altı bir performans gerçekten de kabul edilebilir bir durum değil.

Yine de Unity size eşsiz bir hediye veriyor: Paris’in anahtarı. İşlediği toplumsal olaylar, sağlam başkarakteri, derin komploları ve parasının hakkını veren dolu içeriğiyle bu yılın en iyi oyunlarından birisi olmayı başarıyor.

“Nothing is true everything is permitted.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu