ATARI tarihi
Yıllar önce Almanya’dan gelen bir akrabamızın kolunda gördüğüm ve o zamanlar dilimize dolanan adıyla “atarili saat” o zamanlar kafamın içinde bulunan azıcık beynimin de erimesine neden olmuştu. Gece gündüz o saatin hayalini kurar, bir gün benim de istediğim zaman oyun oynayabileceğim bir saatim olsun isterdim.
Tabi sonra saatin içindeki oyunun gayet gereksiz bir oyun olduğunu görünce vazgeçtim. Ancak o saati gördüğüm zaman hissettiklerimin çok daha fazlasını zengin bir tanıdığımızın evine gittiğimde, evin tek oğlunun televizyonda oynadığı uçak oyununu görünce hissetmiştim. Tam anlamıyla aklım çıkmıştı.
Oyunun adı: “River Raid” idi. O zamanlar da o oyun konsoluna “kara kutu” deniyordu. Bugün bilgisayarıma format attığımda, kullanacağım temel programları yükledikten hemen sonra bilgisayarıma emülatör yüklememin sebebi o zamanlar yaşadığım hislerdir.
Bu kadar duygusallıktan sonra, oyun konsolları tarihine başlayabiliriz.
Oyun mu? O da ne?
1951 yılında Amerika Televizyon ve Teknoloji Enstitüsü’nde bütün hayatını kendi yaptığı oyuncaklara adamış bir çalışan olan Ralph Baer, bir toplantıda yeni üretecekleri televizyonlara interaktif oyunlar ekleme fikrini ortaya attı. O zamanlar bırakın konsol ismi, bilgisayar oyunları bile ordudaki osiloskoplardan bozma sistemlerde oynanan “tennis for two” denen oyundan ibaretti.
Amerika Televizyon ve Teknoloji Enstitüsü bu fikri komik bularak reddetti hatta Ralph Baer ile dalga geçerek bu oyun pazarının asla yükselemeyeceğini söyledi. Ralph Baer ise toplantıdan üzgün ve sinirli bir şekilde ayrıldı ve bugün kendisine “oyunların atası” dememize neden olacak olan sistemi tasarlamaya başladı.
1972 yılında Ralph Baer Magnaflux, Odyysey isimli oyun konsolunu çıkardı ve bütün dünya yaklaşık 5 şiddetinde bir depremle sarsıldı. O dönemde bilgisayarlar insanların korktuğu bir aletten ibaretti. Hemen hemen herkes ortaçağda cadılara bakar gibi bakıyordu bilgisayarlara. Ancak bu durum “oyun” denen şeyin artık video ortamına geçeceğinin habercisiydi. Amerika Televizyon ve Teknoloji Enstitüsü tam olarak ne düşündü bilmiyorum ancak kafalarını taşlara vurmalarına az kalmıştı.
Aptal kutusunun başında geçen bir gençlik
Ralph Baer’in yaktığı ateş, bir daha sönmeyecek kadar hızlı yayılıyordu. Odyysey’in çıkmasından sadece 3 yıl sonra, masum bir firma olarak kurulan fakat ileride canavara dönüşecek Atari, bir oyun sistemi çıkardı. Bugün bildiğimiz “atari salonları”nda kullanılan televizyonlu oyun makinesi, “Andy Capp’s Tavern” denen bir bara kondu. Ertesi gün ise oyun konsolunun bozulduğu haberi geldi.
Firma çalışanları moralleri bozuk halde bara gidip sorunun ne olduğunu bulmaya çalıştılar. Fazla da uğraşmadılar çünkü konsol herhangi bir zarar görmemiş, fakat içine atılan çok fazla sayıda bozuk paradan dolayı bozulmuştu. Atari firması doğru yolda olduğunu anlamıştı.
Televizyonların artık hemen hemen her eve yayıldığını gören Atari firması 1975 yılında “Pong” isimli sistemi çıkardı. İki kişilik bir sistemdi ve “joystick” denen aleti ilk kez burada görmüştü bütün dünya. Televizyona bağlayıp saatlerce hatta günlerce tenis v.b. oyunlar oynanıyordu evlerde. Oyunların görüntüleri bundan yaklaşık 20 yıl sonra elimize geçecek “tetris” denen aletlerdeki görüntülerle aynı olsa da, insanların “video oyunu” denen şeyle tanışmasını sağladı ve vazgeçilmez oldu
Ancak “Pong” oyun çeşitliliği bakımından çok kısıtlıydı. Bir süre sonra insanlar ne kadar farklı olursa olsun sıkılmaya başlıyorlardı.
Bu konuya bir çare bulmak isteyen firmalar, oyun çeşitliliği bakımından bir şeyler yapmak isterken Fairchild Semiconductor firması 1976 yılının Ağustos ayında piyasaya Fairchild Channel F isimli bir konsol sürdü. Fiyatı 169 dolar 95 sent olan oyun konsolu, kullanıcılar tarafından beğenildi ve 1977 yılının Ekim ayına kadar 250 bin adet sattı. Fakat o tarihten sonra satışları durdu. Çünkü Atari firması, oyun konsollarında devrim yapacak ve o zamana kadar oyun denen şeyin anlamını komple değiştirecek ürününü piyasaya sürdü: Atari 2600, nam-ı diğer “kara kutu”.
Şimdi sokaklar bomboş
Her ne kadar Türkiye’ye ancak 1980’li yıllarda gelmiş olsa da, Atari 2600’ün dünya üzerinde yarattığı etki inanılmazdı. Joysticklerin elden ele dolaştığı, oyunların saatlerce, günlerce oynandığı Atari 2600, Türkiye piyasasına girdiğinde de adeta devrim yarattı. “Şimdi sokaklar bomboş” ve “evinize koşun atariyle coşun” sloganlarıyla televizyonlarda reklam yapan Atari, amacına ulaştı ve kendi düşünceme göre şimdiki asosyalliğin temelini attı.
Sadece Pac-Man oyununun 7 milyon gibi uçuk bir sayıda satıldığı Atari 2600, konsol olarak 2004 yılına kadar klonları ve kopyaları hariç yaklaşık 30 milyon sattı. Atari gerçekten amacına ulaşmış, oyun konsolu denen kavramı her eve sokmuştu.
(Ancak Atari firması konsol satışının yanında joystick satışından da çok büyük miktarlarda para kazandı diye düşünüyorum. Her hafta bir joystick alırdık. Pac-Man ölürdü, Boulder Dash oynarken kafamıza kaya düşerdi, Space Invaders oynarken uzaylılar kafamıza ateş ederdi ve bunların tek suçlusu bir anda elimizde iki parça gördüğümüz joysticklerin olurdu.)
Atari firması liderliğini sürdüredursun, Magnavox firması Odyssey 2’yi piyasaya sürdü. Bu modelin ise özelliği üzerinde klavye barındırması ve daha çok eğitimsel oyunlara ağırlık vermesiydi.
Bunun dışında ortaya çıkan ancak bir türlü Atari 2600’ün önüne geçemeyen birçok oyun konsolu oldu. Fakat bunun gerçekleşmemesinin en önemli nedenlerinden birisi şüphesiz Atari 2600’e oyun programlamak isteyen firmalardı. Bunların başında da bir zamanlar Atari firmasında çalışıp istediğini alamayan programcıların kurduğu, bugün de bize Call Of Duty gibi bir seri bahşeden Activision firmasıydı. Atari ile anlaşma yaparak Atari için oyun yazan ve ilk kez “üçüncü parti geliştirici” olan Activision, Pitfall isimli oyunu yaptı ve oyun konsolu tarihinde yeni bir dönem başlattı. Bütün geliştiriciler Atari için oyun yazmak konusunda birbirleriyle yarıştılar.
Bir devin çöküşü
Atari firması tahtında oturuyor ve kalkmaya niyeti olmadığını her geçen gün gösteriyordu. Bir noktadan sonra 2600 ürününü geliştirmek ve daha iyisini sunmak istediler. Bu onların kendi pimlerini çekmesiydi. Sene 1982’yi gösteriyordu ve Atari 5200 piyasaya çıkmıştı.
8-bit sistemlerde devrim yaratmak için piyasaya sürülmüş Atari 5200, sadece 1,5 yıl dayanabildi ve 1984 yılının Mayıs ayında üretimi durduruldu. Atari firması resmen kendi oturduğu tahtı ateşe vermişti.
Atari firmasının bu şekilde düştüğünü gören ufak oyun firmaları, adeta köpekbalıkları gibi etrafını sardılar oyun dünyasının. Ancak hala tutunamıyorlardı çünkü hiçbiri yıllar geçmesine rağmen Atari’nin heyecanını vermiyordu. Ta ki o gelene dek.
Su toplayan parmaklar, bozulan gözler
1889 yılında oyun kartları üretmek için küçük bir ofiste çalışmaya başlayan Fusajiro Yamauchi’nin kurduğu ve tam olmasa da Türkçe anlamı “çalışmaktan yılma, çünkü cennet çalışanların ayakları altına serilir” gibi bir anlamı olan firma oyun piyasasına girdi. Girdiği gibi de çığır yarattı. Çünkü insanı deli edecek ve saatlerce başında oturtacak Donkey Kong gibi bir oyunu piyasaya sürmüştü. O zamandan beri sadece 2010 yılında karlarında düşüş yaşanan bu firmanın adı “Nintendo” , çıkardığı model ise NES idi. Yani hemen hemen hepimizin harçlık biriktirerek aldığımız oyun konsolu.
Nintendo firması 8-bit sistemlerde inanılmaz bir değişiklik yaşattı. Oyunları ilk kez Atari’den daha heyecanlı sayılabilecek bir sistemdi NES. O zamanlar Tetris’i el boyutuna gelmeden önce hayatımıza sokan ve insanları her yerde uzun çubuk beklemeye mahkûm edecek hale gelen Nintendo, bir oyunla daha insanlığın canına okudu. Oyunun ismi tabi ki Super Mario Brothers idi. O zamanlar çocuk olan ve şimdi ilişkileri düzgün gitmeyen insanların tek ortak noktası, umutsuzca şatodan şatoya koşup prensesi kurtarmak olabilir diye düşünüyorum.
Nintendo, Atari’yi katladı ve 61.91 milyon gibi bir satış rakamı yakalayarak oyun piyasasına “ben tekim” dedi. Atari firmasına oyun yapmak için yarışan herkes bir anda Nintendo Nes platformuna oyun yazmaya başladı. Mario ve Zelda başta olmak üzere binlerce oyun yapıldı. Milyonlarca oyuncu parmakları su toplayarak Bomberman oynadılar, Mario’ya yarenlik ettiler, Mega-Man ile coştular, Kunio Kun No Nekketsu Soccer League ile futboldaki holigan ruhlarını ekrana yansıttılar.
Bu sırada Sega firması Sega Master System’i çıkararak hayatımıza Sonic The Hedgehog adı verilen bir kirpiyi soktu. Sega bu atılımla Nintendo’nun eline su dökemedi fakat Nintendo’yu rahatsız etmeye yetti. Sonuç olarak Sega 1988 yılında Sega Mega Drive’ı çıkarırken, Nintendo 1990 yılında Super NES ya da SNES denen ürününü piyasaya sürdü.
Yüzünden düşen 1000 piksel…
Artık oyunlar 16-bit olmuş ve insanlar oyunun zevkiyle görüntülerini aynı potada eritmeye başlamışlardı. Sega ve Nintendo oyun konusunda sınır tanımıyor, hem göze hem eğlenceye hitap eden oyunlar yaratıyordu. Firmaların satışları uçmuştu, öyle ki Nintendo Japonya’daki koskoca Canon, Nissan, Mitsubishi gibi dev firmaların bile önüne geçmişti.
Ancak bu refah dönemi 1994 yılına kadar sürdü. Çünkü elinde Playstation ile Sony gelmişti.
Aslında Sony bütün bu ününü Nintendo’ya borçluydu. Çünkü Nintendo Cd-Rom denen bir teknoloji kullanmaya karar vermiş, ancak kendilerinde böyle bir sistem olmadığı için siparişini Sony firmasına vermişti. Son anda Nintendo Cd-Rom isteğini geri çekti ve oyun piyasasındaki en büyük hatasını yaptı. Çılgın Sony çalışanları ise bu ürünü geliştirerek oyun piyasasına kimsenin girmeyeceği kadar hızlı bir giriş yaptı. Nintendo ise 1996 yılında Nintendo 64’ü çıkardı fakat hala kaset kullanıyordu.
Bundan sonrası gayet hızlı gelişti oyun dünyasında. Microsoft bir yandan Xbox ile Sony’nin tahtının bir ucuna oturmaya çalışırken Nintendo Wii ile, Sony ise kararlı bir şekilde Playstation ile ilerlemeye devam etti. Hala süren konsol savaşları biz oyun severlerin parmaklarının hala su toplamasına sebep oluyor.
Yine de her ne kadar görsellik ön planda olsa da, biz eski nesil oyuncuların ilk kez bir oyun konsolu başına geçip oyun oynamaya başlamasının hazzını hiçbir şey veremez gibi düşünüyorum.
Yazı burada bitmiştir. Şimdi Google’a “nes emulator” yazabilirsiniz