Sinema/TV - Kritik

Avatar: Way of Water inceleme

İlk Avatar filmi sinema sektörüne damga vurmayı başaran yapımlardan biri olmuştu. Bu başarısını gişe hasılatına da yansıtan film devamı ise tam 13 yıl sonra gösterime giriyor. İlk filmi birçoğunuz gibi ben de çok sevmiştim. Her ne kadar şahsi olarak 3D gözlükleri sektöre sokan film olduğu için hala hayıflanıyor olsam da en azından bunu hakkıyla kullandığını kabullendiğimi söylemem gerek. Yine ön gösterimde, sinema salonunda koltuğuma oturup filmi beklemeye başlarken salon görevlisinin “Gözlüklerinizi almayı unutmayın” hatırlatmasıyla biraz irkildiğimi de not düşeyim. Koşup hemen gözlüğümü aldım ve bu gözlük olayını sevmesem de filmin yine 3D olayını hakkıyla kullandığını baştan peşin peşin itiraf edeyim.

Avatar: Suyun Yolu nasıl olmuş?

Avatar Suyun Yolu filmi aslında işleyiş olarak ilk filmin hali hazırda çalışan yapısını pek bozmamış. Aynı iskelet üzerine yeni karakterler ve Pandora’nın yeni bölgeleri ile hikayeyi daha geniş bir alana yaymış diyebilirim. İlk filmde hatırlayacağınız gibi insanlık Pandora gexegenine geliyor ve buradaki kaynakları hüpletmek için yerel halka büyük bir baskı kuruyordu. Tabi kardeşinin DNA’sına sahip olan Jack Sully’nin Avatar programına katılması ile birlikte hikayenin nasıl bir değişim gösterdiğine tanıklık ediyorduk.

İlk filmden çıktığınızda herhalde  “devam filmi sizce nasıl olur?” diye sorsak, büyük bir çoğunluğumuz insanoğlunun bu enerji kaynağından kolay kolay vazgeçmeyeceğini söylerdi. Nitekim filmde de öyle oluyor, henüz ilk dakikalarda kısa bir özet gibi hikaye anlatılırken, Na’vi’lerin kalan insanları dünyaya geri gönderdiklerine şahit oluyoruz. Tabi bu huzur dolu günler, havada süzülen gemilerin tekrardan Pandora semalarında gözükmesi ile sona eriyor.

Ergen Na’vi de hiç çekilmiyor

Tabi fragmanlardan da görebildiğimiz gibi ilk film ve 2.film arasında uzun bir zaman atlaması var. Burada Jack Sully ve Neytiri çiftinin çocuklarının olduğunu görüyoruz. Zaten ana hikaye işleyişi de daha çok bu çocukların gözünden anlatılıyor. Olayın merkezine bu yeni karakterler oturtulmuş. İzlerken anlıyoruz ki ergenlik sıkıntıları sadece bize özel bir durum değil. Na’vi ırkının gençleri de baya baya ergenlik problemleriyle baş etmeye çalışıyor ve ebeveynlerini zor duruma sokuyor.

Filmde bu söz dinlememe durumunun sürekli yaşanması ve filmin son anına kadar devam etmesi ise biraz kabak tadı vermiş. Filmde sürekli “- Oğlum burada kal – Tamam efendim” diyaloglarına rağmen hep aynı sorunların baş göstermesini açıkçası çok sevemedim. Yani bu işleyiş birkaç kez olsa kafi olurdu diye düşünüyorum. Bu konuda seyirciyi biraz aptal yerine koymuşlar.

Film 190 dakikalık süresine rağmen tempo olarak aşağı pek düşmüyor. Bunda tabi ilk filmde olduğu gibi Pandora’nın çok güzel bir şekilde tasarlanmasının payı oldukça büyük. Gelişen teknoloji ile birlikte James Cameron çok daha zorlu olan su altı çekimlerinde de yine işi kotarmayı başarmış. Pandora’nın su altı güzelliklerini görmek, yepyeni bölgeleri keşfetmek gerçekten de keyifli.

Su altındaki canlılar, bitki örtüsü, tutulma sırasında ortaya çıkan muazzam görseller derken filme pür dikkat kesiliyorsunuz. Yani belgesel gibi etrafı gösterse bile büyük keyifle izlemeye devam ediyorsunuz. Bu işleyiş dediğim gibi filmin hikayesinde benzerlikler olsa da tempoyu hiç düşürmüyor. Cameron, Pandora’nın nefes alan, yaşayan bir gezegen olduğunu hissettirmeyi başarmış.

Filmin başında tabi ki aşina olduğumuz bölgeleri sık sık görüyoruz. Yine de filmin büyük bir çoğunluğu Metkayina kabilesinin yerleşim bölgesinde, yani sulak alanlarda geçiyor. Bu noktada aslında filmin yine alttan alta toplumsal mesaj olgusu üzerine şekillendiğini de hissediyorsunuz. İnsanoğlunun o bitmek tükenmek bilmeyen enerji kaynağı peşinde koşması, yok edilen ormanlar derken bu sefer de su altı yaşamını nasıl katlettiğimiz Pandora üzerinden gözler önüne serilmiş. Balina avcılığı ise bu mesajlardan en çok vurgu yapılanı olmu. Bir noktadan sonra tıpkı Na’vi’lerin doğa anaya bağlanması gibi sizde filme bağlanıyorsunuz. O hissiyatı benzer formüle rağmen koruması oldukça önemli.

Filmin temposu dediğim gibi çocuklar üzerinden şekillendirilmiş. Gidilen yeni bölge ile birlikte yeni karakterlerin katılması dışında bu sefer olayların ortasında bir insan çocuğu da yer alıyor ve senaryoya farklı bir tat katıyor. Stephen Lang’in canlandırdığı karakter yine beklendiği gibi aksiyonun fitilini tetiklemekle meşgul. Yan karakterlerde ise biraz dengesizlik var.

Uzun süresine rağmen karakter çokluğu olunca bazı isimlerin fazlasıyla silinip gittiğine tanık oluyorsunuz. Mesela filmin çekimlerinden önce Kate Winslet’in filmde olacağına çok sevinmiştim. Ama oynadığı karakter o kadar silik kalmış ki Credits kısmında ismini görünce “Aaa bu filmde Kate Winslet vardı ya” diye içimden geçirdim.

Avatar: Suyun Yolu filmi zaten başarılı olan ve gişe yapan işleyişin üzerine inşa edilmiş ve yeni karakterler, bölgeler ile yine yüksek bir seyir zevkini bir araya getirmeyi başarmış. Belli başlı içerikleri bildiğimiz için ilk film kadar etki bırakmıyor ama Pandora’nın o güzel dünyasında kaybolacak kadar sizi kendisine bağlıyor. Devam filmi için bazı gizemler eklemesini de sevdim. Fakat ilk filmdeki orman teması ve 2 filmdeki su temasından sonra “hadi şimdi de dağda yaşayan Na’vi’leri göreceğiz” diyerek benzer filmde karşımıza çıkmalarını da istemem. Umarım Cameron devam filmleri için ilginç fikirlere sahiptir. Sonuç olarak uzun süresine rağmen izlerken sıkılmayacağınız, güzel bir gişe filmi olmuş diyebilirim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu