Makale

BAKIŞ AŞISI #1

Yanlış okumadınız, “açı” filan değil o kelime. Bizzat ben öyle olmasını istedim. Hani bir argüman üzerinde birden fazla fikir olur ya, hatta sonraları bu fikirlerden bir yada birkaçı benimsenir. İşte ben onların dışındayım. Amacım size farklı bir bakış aşısı (kelime oyunu yapmıyorum canım, gayet ciddiyim ben!) göstermek. “Inception” gibi düşünün, ne demek istediğimi daha net anlarsınız.

İlk bölümün konusunu daha başlıktan çıkaranlara tebriklerimi buradan iletiyorum.  Hediye olarak birer adetten elma, armut ve karpuz kazandınız. En yakın manava gidin ve benim ismimi verdikten sonra meyvelerinizi yine aynı fiyata alın. İlk bölümümüzün konusu; çıkmak bilmeyen, sabır taşını çatlatmayı geçin, onu paramparça eden Episode 3 yada Half-Life 3!

Arkadaşlar durum o kadar vahim ki anlatamam. Dakika bir gol bir. Daha oyunun adından bile emin değiliz. Kimi diyor “Önce Episode 3 gelir.”, kimisi diyor “Olur mu öyle şey, bunca zamandan sonra bizi Episode kesmez, yepyeni bir oyun gelir.”. Elde bilgi var mı? Ne gezer… Kendi kendimize teoriler üretip duruyoruz. Biliyorum ki Valve yeni Half-Life’ı duyurana kadar bu böyle gidecek. Ne zaman mı duyururlar? Orası sıkıntılı, Episode 2’nin üzerinden yıllar geçti ve bugüne kadar bir tane bile resmi onay gelmedi.

Yani, yeni Half-Life dipsiz bir kuyunun içinde duruyor. Elimizde onu kuyudan kurtamak için sadece bir kova var. İpler ise Valve’ın elinde. Onları bize vermediği sürece kova sadece aşağı düşüyor ve yardım bekleyen zavallı Half-Life’ın kafasını yarıyor. (#occupyhalflife3!)

Elbette tüm bunların pek çok nedeni var. Bu nedenleri masaya yatırmak ve gerekli aşıyı yapmak da bedenizin görevi oluyor. Eh, bu kadar laf salatası yeter, işimize bakalım öyle değil mi?


Valve çok meşgul firma çok!

Mevzu bahis firmamız Half-Life’ın dışında Portal, Team Fortress, Left for Dead, Counter Strike ve Dota 2’nin yapımından sorumludur. Bir firmanın birden fazla önemli oyunu olabilir, duyulmamış şey değildir. Ama altı tane nedir arkadaş? Oyunların puan aralığı ise 83-96 arasında! Yani, firmanın en kötü oyunu 83 puan almış. Size normal geliyor mu bilmem ama diğer oyun firmalarının oyunlarıyla bir karşılaştırın derim.

Aslında Valve seri üretim yerine ince eleyip sık dokuyan bir yapımcı olduğundan diğer oyun yapımcılarının aksine daha az oyuna sahip. Hiçte kötü bir özellik olmasa gerek. Sonuçta biz bilinçli oyuncular kaliteyi herşeyin üzerinde tutatız. Tutarız değil mi?

Gelgelelim böylesine efsane oyunlara sahip olmanın yan etkisine. O da şudur; Zamanlama! Ne alaka diyenler? Sıradaki paragraf sizin için geliyor.

Düşünün ki Portal 2 ve Half-Life 3 aynı anda duyuruldu. Portal’a yazık değil mi? Onun canı yok mu? Öksüz bırakmasanıza çocuğu! Şu an duyurulacak Half-Life 3 firmanın diğer bütün projelerini gölgeleyecektir. Biliyoruz ki Valve sırtını sadece bir oyuna dayayıp geçinenlerden değil. Devam eden projeleri oldukça biz 3’ü bir süre daha bekleceğiz sanırım.

Olayın son örneği geçtiğimiz iki yılda yaşandı. Valve bütün enerjisini DotA 2’ye ve Counter-Strike: GO’ya ayırdı. Turnuvalar, betalar derken sonunda geçen yıl DotA 2’nin piyasaya çıkmasıyla firmanın bir dönemi daha sona ermiş oldu.

Bu dönem içerisinde Half-Life çıksaydı, inanın diğer iki oyuna çok yazık olurdu. Her ne kadar Half-Life için yanıp tutuşsamda, Valve’ın tutumunu gayet yerinde bulduğumu söylemeliyim.
Anlattığm bu gölgede bırakma olayı bazılarınıza abartı gelmiş olabilir. Arkadaşlar sevin yada sevmeyin bahsettiğimiz oyun çıktığı 1999 ve 2004 yıllarında FPS ve oyun dünyasını baştan aşağıya değiştirmişti. Diğer iki oyun çıktığında neredeydiniz bilmiyorum ama bizim buralar hep levyeydi, zombiydi. Olası bir Half-Life duyurusunda uzunca bir zaman bırakın diğer Valve oyunlarını, başka hiçbir oyun konuşulmayabilir.

Bugün 16 yaşındaki bir oyuncu bunca bekleyiş ve sabrın nedenini sorgulayabilir. “Bir oyun için bu kadar yaygara koparılır mı? Zaten piyasada bir sürü FPS oyunu var. Git oyna, niye zırlıyorsun?” diyebilir, hakkıdır. İyi de Half-Life normal bir oyun değil işte. Hani piyasada sürüyle kaliteli(?) FPS varya, işte o FPS’ler herşeylerini Half-Life’a borçlular.


Half-Life’ı Beklememin 100 Sebebi!

1. Oyun çok güzel.
2. Zombiler var.
3. Alyx Vance.
4. Levye.
5. İngiliz anahtarı.
6. İsviçre çakısı.

Şaka bir yana Oyunu deliler gibi merak ediyorsak, bunun en önemli nedeni Episode 2’nin son anlarıydı. Hala oynamamış olanlar olabilir diye (nesilleri tükenmek üzere) spoiler vermek istemiyorum. Dolaylı yoldan anlatmak gerekirse; Lost izliyorsunuz, en heyecanlı yerde bölüm bitiyor ve siz yeni bölümü deliler gibi merak ediyorsunuz. O bir hafta geçmek bilmiyor. Rüyalarınıza giriyor, her yerde onu konuşuyorsunuz, yemeden içmeden kesiliyorsunuz. Gerçi Lost çok bozdu ama his tanıdık geldi mi? Şimdi o hissi bir hafta yerine altı yıl yaşadığınızı düşünün! İşkence kitaplarına ( Kitapçılarda var mı öyle şeyler?) girecek kadar büyük bir eziyet.

Son olaylardan sonra Half-Life evreninde neler olacağını bimek istemek her hayranın en büyük hakkı. İşte bundan mahrum bırakılmak biraz koyuyor. Bazı oyunlarda belli bir zaman geçer ve artık onu çok fazla özlemezsiniz, çıkarsa oynarız dersiniz. Bu öyle bir şey değil. Half-Life tam olarak en heyecanlı yerde bitti. Yıl olmuş 2013, ben hala Alyx’in 2007’de attığı çığlıkları duyuyorum. Adın batsın, ömrünün yarısını yiyeceksin bu gidişle.

Özüne indiğimizde aslında öyle matah hikayesi yok diye düşünüyor insan. İşte uzaylı ırkı geliyor, mahalleyi ele geçiriyor ve biz de direniyoruz. Çok tanıdık geliyor ama öyle değil işte. Half-Life’ın hikayesini eşsiz yapan unsurlar var. Bu unsurlar, oyunlar ilerledikçe birer sürpriz olarak karşımıza çıkıyor.

İlk oyunda, Black Mesa cehennemi yaşarken, askerlerin üsse gelmesi ve aldıkları emirler buna örnek mesela. İkinci oyunda direnişçilerin meydanda yıktıkları bilboard ise başka bir örnek. G-Man hala gizemini koruması ise içlerinde en büyüğü. City 17’nin akibeti ne olacak, artık şehirleri yok etme noktasına gelen zombi istilası nasıl engellenecek, o konteynırların içinde neler var ve Gordon’ın ilk sözleri ne olacak? Sorular, sorular…

Cevaplar gelsin istiyoruz, hemen gelsin istiyoruz. Biz oyuncu milleti pek sabırlı değilizdir. Hele şu günlerde büyük seriler senede bir arz-ı endam ediyorken Half-Life’ın gecikmesi çok saçma geliyor.
Zaten bu saatten sonra çıksa ne olur diyoruz bazılarımız. Kesin balon bu oyun, patlayacak diyenimiz bile var. Bakın adamlar ne güzel her sene süper senaryolu, bol patlamalı, ölümüne aksiyonlu oyunlar yapıyorlar. Valve yatıyor, hiç çalışmıyor.

Şöyle bir cevap vereyim; ilk Half-Life çıkığında (sene daha M.S. 1998) FPS oyunlar genel olarak karşımızdaki düşmanları temizlemek, fareye delicesine tıklamaktan ibaretti. Half-Life öyle bir atmosfer getirdi ki FPS oyunlarını sonsuza kadar değiştirdi. Birinci bakış açısı benim kişisel görüşüme göre oyun karakteri ile empati kurmanın en iyi yollarından biri (bakınız TES serisi). Yaşanan olayları tamamen kendi gözümüzle görmek ve buna göre yorumlama şansımız doğar.

Half-Life ilk defa bunu hikaye anlatmak için kullanınca FPS’lerin potansiyeli gerçek anlamda kavranmış oldu. Half-Life bugün bile hikaye, oynanış ve atmosfer bakımından bir çok FPS’den fersah fersah önde gidiyor. Düşünün adamlar bu şaheseri 1998 yılında yapmış.

Half-Life 2 çıktığı yıl (sene daha M.S. 2004) ilk defa oyun karakterlerine duygu yükleyen oyun oldu. Elbette daha önce deneyenler oldu ama serinin iki numaralı oyunu bir başkaydı. İnsanlar canlıydı yahu! O gözlerin parıltısı, mimikler, hareketler… Normal akış içinde diyalog görmek inanılmazdı. Alyx’in oyun devam ederken konuşması, bazen arkasına dönüp mimik yapması filan acayip yeni şeylerdi. Grafik motorundan, fizik motoruna kadar dört dörtlük bir oyun yapılmıştı.

Bugün açın Half-Life 2’yi oynayın, grafiklerin hala iyi göründüğünü görüp bir güzel şaşırın. (Ben her sene yaz aylarında seriyi yeniden bitiririm, benim yıllık rutinimdir.)

Şimdi neden 3 numaralı oyunumuzun bu kadar geciktiğini anlamışsınızdır. Half-Life alelade bir oyun olamaz, olmamalı. Geldiği gün FPS dünyasında herşeyi değiştirmek zorunda. Çıtayı yükseltmek zorunda. Evet, sırtında çok fazla yük olan başka oyunlarda gördük. Kimi bu yükü taşımayı başardı, kimi ise altında ezildi. Lakin Half-Life’ın ezilme lüksü yok!

Half-Life’ın Çıkmama İhtimali?

Madalyonun diğer yüzünde hiç hoş şeyler yok sevgili okur. Episode 2’nin üzerinden tam altı yıl geçti ve oyun dünyası hayli değişti. Konsol nesliyle büyüyen bir nesil var artık. FPS’yi fareyle değil analog sticklerle oynayan bir nesil.

Yeni nesil öyle boğucu atmosferlere pek dayanamıyor. Hikayede takılmayı sevmiyor. Bulmacalarla, keşiflerle uğraşmak istemiyor. Patlama ve karizmatik askerler görmekten yana. Sanırım gözlüklü bir fizikçi bu yüzden pek ilgilerini çekemiyor.

Half-Life’ın ilk oyundan beri bazı oyun mekaniklerini hiç değiştirmediğini hepiniz biliyorsunuzdur. Oyun ilerleyişinden tutun silah kullanımına kadar kendi has bazı özellikleri var. Sorun ise artık bu mekaniklerin hiçbiri FPS oyunlarında kullanılmıyor.

Artık FPS kahramanlarımız güneş piliyle çalıştıklarından gün ışığında beş saniye, kapalı ortamlarda yedi saniye içinde sağlıklarını doldurabiliyorlar. Ravenholm’de beş canla zombilerden kaçan, birde üstüne yanlışlıkla F5 yapan bizler, elbette bu oyunları bir türlü benimseyemiyoruz.
Bizi FPS’lerde öyle bir yönlendiriyorlar ki tek başımıza kaldığımızda ne yapacağımızı unutur olduk. Her zaman yanımızda duran, takip etmemiz gereken, emirlerini uygulamak zorunda olduğumuz bir FPS dünyasındayız.

Bahsettiklerimden şimdiki oyunlar kötü gibi bir anlam çıkıyor. Aslında öyle değil. Günümüz FPS’leri tamamen multiplayer odaklı olarak bize sunuluyorlar. Kısa aralıklarla piyasaya sürüldükleri için yapımcılar sadece belli yönlere odaklanıyorlar. Güdük bir senaryo modu belkide bu yüzden bizi çok fazla rahatsız etmiyor. Oyunların ömrünü belirleyen şey, çoklu oyuncu modları olduğundan firmalar senaryo politikalarını aynı şekilde tutmaya devam ediyorlar. DLC satabilmek, oyunu en azından beş ay gibi bir süre oynatabilmek için bunu yapmak zorundalar.

Half-Life tüm bunların çok ama çok dışında bir oyun. Günümüzün FPS kuralları oyunun kendi doğasına tam anlamıyla aykırı. Valve Half-Life’ı hazırlarken günümüz kurallarınıda göz önüne almak zorunda. Belki uygulama zorunluluğu yok ama yine de yeni nesile rest çekmek gibi bir şansı yok. Ne olursa olsun sonuçta oyunun ticari başarıya ulaşması şart.

Ne zaman gelirsin yada hiç mi gelmezsin bilmiyorum sevgili Half-Life. Ama sen yokken bayağı değişti buralar. FPS mekanikleri, FPS kahramanları, FPS senaryoları… herşey farklı artık. Gelmeyebilirsin, böyle can sıkıcı bir ihtimal de var. Yine de deli gibi bekliyoruz seni!  

Gün gelecek, Valve beklenen açıklamayı yapacak. İşte o gün levyemizi elimize alıp gerçek bekleyişe başlayacağız. Benden bu haftalık bu kadar sevgili okur. Yeniden görüşmek üzere…

“Keep calm and say LEVYE!”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu