BAKIŞ AŞISI #11
Bilmiyorum, bugün çok güzel bir haberle uyandım. Benim çocukluğuma, gençliğime ve bugünüme uzanmış, eksi ama bir o kadar da yeni bir dostun doğum günü olduğunu öğrendim. Oyunculuk geçmişimde büyük izler bırakan ve yıllar geçse de o çocuksu ruhundan bir şeyler kaybetmeyen bir dost.
Naughty Dog ismi benim için çok fazla şey ifade ediyor. PS1 döneminde arkadaşımın yanına geri dönüyor ve bir kez daha o büyülü dünyaya adım atıyorum. Turuncu garip bir tip var ekranda. Ekran dediğim tüplü minik bir şey ama o kadar büyülü ki anlatamam. Platform oyunlarına hastayım zaten, fakat ilk defa böyle inanılmaz bir iş görüyorum.
Her şey üçüncü boyutta ve ben karakterimi 3. Şahıs açısından görüyorum. Zıplıyorum, dönüyorum, ölünce sinirlenip elimdeki oyun koluna kızıyorum. Ne yani? Kol işte, kol bozuk!
Kolun bozuk olması gibi bir durum söz konusu değil, ben yeteneksizim. Eh, Crash Bandicoot hiçbir zaman öyle basit bir oyun olmadı. Gittikçe zorlaşan, hatta saç baş yoldurtan bir oyundu. İlk beyaz saç tellerimi daha çocukken, Crash oynarken çıkarttım. Tabi canım benim kafa bembeyaz, boyatıyorum.
Ne kadar gıcık olursa olsun bağrıma basmıştım Crash’i. PS1 almamın nedeni ve hayatımın anlamıydı. O zamanlar hayatın anlamı benim için pamuk şeker olduğundan, benim için büyük bir sıçramaydı.
Crash 2 çıktı, Crash 3 çıktı… Hepsini oynadım, oynamakla da kalmadım, %100 bitirdim. Farklıdır benim için bu şirin Bandicoot -ki hepimiz bir dönem onu tilki sandık ve ona göre muamele ettik- ayrı bir noktadadır. Firmanın tüm oyunlarını bayılarak oynadım ama o ilk an benim için özeldi işte.
Bu söylediğimden şu anlam çıkmasın: Emin sadece Crash’i beğeniyor, hayır hepsine eşit ölçülüyüm, hepsini seviyorum ama Crash ilk yahu! O elma bazukasının eğlencesini sizinle tartışmak bile istemiyorum. İkiye bölündükten sonra bağımsız giden ayaklara az gülmedim. Dr. Neo Cortex’i boşuna idolüm yapmadım.
Büyük ihtimalle bu yazıdan sonra gidip tüm Crash serisini yeniden elden geçireceğim. Zaten ne zaman oynasam hep aynı şeyleri hissediyorum. O çocuksu ruhunu oyunun çıkışından yıllar sonra bile hissedebiliyorum. Harika bir oyundu, PS1’in beni şahsi fikrime göre en ama en iyisiydi. O kaçış sahneleri, muhteşem boss dövüşleri ve Crash’in sınırsız mizahı…
Aslında çok eski bir oyun değil ve bu yüzden benim gibi birçok okurun da anılarının canlandığını görebiliyorum. Dünya uyuzu platformlar, zamana karşı yarışlar nasıl unutulur? Hele bir de yarış oyunu çıkmıştı, iyice delirmiştik. Yanımızda arkadaşımızla, oraya burada TNT tuzakları kurar hale gelmiştik.
Ardından haklarını Activision aldı ve PS2’ye Crash yapacaklarını duyurdular. Eh benim için güzel haberdi ama Naughty Dog yapmadıktan sonra ne önemi vardı ki? Zaten tutmadılar ve seriye hiçbir yenilik getiremeyen oyunlar olarak sadece IP’nin devamını sağladılar.
Siz sevdiniz mi sevmediniz mi hiç bilmiyorum ama o dönem başka bir Naughty Dog oyunu gelmiş ve beni bir kez daha havalara uçurmuştu.
Playstation 2 ve dönemin oyun yapısıyla beraber, oyuncular da değişmişti. Uzun yıllar zirvede kalan platform oyunları yerlerini diğerlerine bırakıyordu. Crash fikrinin Activision tarafında tutmamasının en önemli nedenlerinden birisi buydu.
Değişim gerekiyordu, oyunculara daha fazlasını sunmak gerekiyordu. İşte o daha fazlasının ismi Jak & Dexter oluyordu.
Platform ve aksiyonu böylesine harmanlayan, araya birde sağlam karakter gelişimi ekleyen güzide firmamız yeni nesilde de bizi kendine hayran bırakmayı başarıyordu. Jak 3 diye bir oyunları var, bir şekilde mutlaka oynayın. Böylesine muazzam bir iş, takdiri sonuna kadar hak ediyor. Görev sisteminden, canlı doğası, oyun dünyasına kadar her bir parçası incelikle işlenmiş bir eserdi Jak 3.
Saatler günleri, günler haftaları, haftalar ayları kovalıyordu ama insan o büyülü evrenden kendini geriye atamıyordu. Daha iyi bir araç ve silah için olan arayışımız asla bitmiyordu.
Jak ve sinir bozucu dostu Dexter ile olan maceramız bir sonraki nesil olan PS3 ile sona ermişti. Hepimiz bekledik, acaba sırada ne vardı? Naughty Dog bize hangi klasik oyunu sunacaktı.
Tahminlerin ötesine geçecekler miydi? En önemlisi zamanı yakalayabilecekler miydi?
Platform türü AAA alanından kaybolurken bu türü zorlamayacaklardı anlaşılan. Uncharted ile bambaşka bir anlatıma ve oyun türüne merhaba demişlerdi. Klasik oyunları Crash ve Jak’ın ardından bende dahil birçok oyuncu tek kaşı kaldırdı ama ortaya çıkan üç yapım öylesine iyi, öylesine doluydu ki kaşımızı geri indirip, paşa paşa oyunumuzu oynadık.
Nathan Drake ve arkadaşlarının maceralarını yaşarken en büyük yardımcıları bizdik. Elimizde kablosuz gamepad ile nice olaylar atlattık. Kah güldük, kah ağladık…
Şu üstteki paragraf var ya, unutun onu. Ben yazmadım, bildiğin belgesel şeysi gibi, o ne öyle? Kendimden nefret ettim, yemin ederim.
Şaka bir yana yeni şeyleri deneyen oyunları her zaman sevdim. Uncharted’ın en büyük özelliği neydi diye sorarsanız, size hikaye anlatımı derim arkadaşlar. Ara sinematiklere bağımlı anlatımı bir kenara atıp oyunun içindeki her anı doldurmayı başarmışlardı. Elbette ara sahneler vardı ve hepsi kaliteliydi ama daha önce denenmeyen bir şeyi harika bir şekilde başardılar. Normal ilerleyiş sırasında yapaylıktan uzak, tamamen doğal bir diyalog ortamı kurabildiler. Bu kalitenin yanına geçebilen başka bir oyun bulunmamakta. Bu konuda gayet netim arkadaşlar.
Sistemi benimseyen 1000’e yakın oyun var farkındayım, hatta olayı düzgünce kotaranların sayısı da fazla ama Uncharted –özellikle üçüncü oyun- bir başkaydı. Çok ama çok doğaldı. Bu sebeple oynadığım en iyi Türkçe Dublajlı oyun Uncharted 3 olmuştu. Yapısı o kadar iyiydi ki oyuncuların performansı tam manasıyla oyuna etki etmeyi başarabilmişti.
Tüm bu harika özelliklerin üzerine son derece akıcı ve eğlenceli oynanışı da koyunca Uncharted ismi bir anda efsaneleşmişti. Yaptığı her şeyi doğru yapan oyunu bulmanın inanılmaz zorlaştığı günümüzde Uncharted gibi yapımlara gerçekten ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Sıranın hangi oyuna geldiğini biliyorsunuz. Yazının başından beri ne zaman bahseder diye beklediniz. Hem benim gibi PS1döneminden beri Naughty Dog’u takip edenleri hem de oyunlarla yeni yeni tanışan PS3 neslini birleştiren bir oyun var.
Ondan önce bahsetmek istediğim başka bir konu var. Son dönemde hepimizi çepeçevre saran bir dalga. Özellikle PS3 vs. Xbox 360 döneminde oyuncular birbirlerine saldırmaktan hiç geri durmadı. Bu saldırılardan nasibini alan firmalardan birisi de Naughty Dog’un kendisi oldu.
Bilmiyorum, Uncharted oynadığım en iyi oyun serilerinden birisiydi. Muhtemelen aksiyon oyunu olarak oynadığım en iyi ikinci oyundu. Birinci sırada her zaman Pop: Warior Within oturacak.
Kızdığım, üzüldüğüm şeyi anlamış olmanız gerekiyor. Şu an Warrior Within’den daha iyi tonla aksiyon oyunu sayabilirsiniz. Büyük ihtimalle saydıklarınızın önemli bir kısmı bu oyundan çok daha üstündür. Peki, benim fikrim ve oyunu oynarken yaşadıklarım değişebilir mi?
Hiç sanmıyorum.
The Last of Us bu yüzden büyük bir oyun işte. Oyuncuların uzun süreden sonra duygularını kattığı, bağ kurduğu ve hikaye örgüsü ince bir şekilde örülmüş gerçek bir başyapıt. Daha önceki bölümlerde en çok kızdığım oyunlardan birisi olduğunu söylemiştim, PS4 versiyonuna verdiğim yüksek puana ve tüm hayranlığıma rağmen hala öfkeden köpürüyorum.
Tekrarlıyorum… The Last of Us tüm zamanların en iyi oyunu olma şansına sahipti. Ah o sorunlu yapay zeka… Ah ediyorum, kendimi yiyorum.
Benim oyun dünyamda bu kadar özel, böylesine güzel bir eserin en iyi olmaya hakkı vardı. Tek bir sorun -yapay zeka- her şeyi berbat etti. Geçtiğimiz haftalarda aynı sözleri sarf ettiğimde bana kızmıştınız, bugün anlamaya çalışın.
Last of Us’ın bize hissettirdikleri ayrı bir konudur. Sayfalar, kitaplar dolusu şey yazılabilir. Bir oyunun sanat olmaya en çok yaklaştığı anı temsil eder. Hala sanatın yakınından geçemeyen AAA piyasasının parlayan ışığıdır.
Ona hak ettiği değeri vermeniz dileğiyle…
Nice 30 yıllara Naughty Dog!