BAKIŞ AŞISI #17
Cuma günlerinin en güzel yanı sanırsam bir gün sonrasının tatil olmasıdır. Gerçi tatil günü çalışmak zorunda olanları düşününce işin biraz tadı kaçıyor ama o yorgunluğun dışa vurumu hiçbir bünyede değişmiyor.
Bakış Aşısı, Cuma günü yazılması gereken bir yazı. Koca haftayı bilmem kaç haber, inceleme, koşturma, korku dolu anlarla –gerçi siz onlara gülüyorsunuz ama- geçirdikten sonra kafam tahmin edemeyeceğiniz kadar dolu oluyor. Her insanın dışa vurumu farklıdır. Kimi benim gibi kalemine/klavyesine sarılır, kimi arkadaşlarıyla dışarı çıkar, kimi gider kitap sayfalarında huzur bulur, kimi de gider eşsiz bir filmin eşliğinde yorgunluğun acısını çıkarır.
He bir de oyun oynayanlar var, onu saymıyorum. Şurada makaleyi okuyan herkesin gönülden bağlı olduğu şey video oyunları değil mi zaten? Bakkalı veya Mençıstıra atılan golü ararken buraya gelme ihmaliniz yoktur, sanırım?
O kadar çok şeyden bahsettik ki… Korsan oyunlar, efsanevi Playstation 2 dönemi, en iyi hikayeler, Half-Life 3, bolca Skyrim, Dark Souls, benim korkak bir oyuncu olmam… Oyun dünyası oldukça değişken bir yapıya sahip olduğu için konu bulamama gibi bir şansımız da yok zaten. Siz okumaya devam ettiğiniz sürece gider bu yazılar, ben söyleyeyim.
Bu hafta uzunca bir süredir konusu açmak istediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım beş oyundan bahsetmek istiyorum. Listede göreceğiz oyunlar tamamen benim seçimlerime dayalı. Tek bir doğru yoktur mantığından yola çıkarsak: Benim 5’lim.
Çok eskiye gitmeden, son yıllarda hakkı yenmiş beş yapımı işleyelim dedim. İyi mi ettim, kötü mü ettim yorumlarda anlaşılır. Siz de kendinize göre, hakkı yenen oyunlardan bahsederseniz buralar feci şenlenir. Bakarsınız, yazdığınız oyunları bilmeyen insanlar yorumunuzu okuyup, oyunu oynamaya karar verirler.
Ama önce… (Maske aklıma geldi bak, Olmadı bu!)
Birkaç hafta önce en iyi oyun hikayesini anlatırken ilk kez direkt olarak fikirlerinize başvurmuştum. Sizden fikirlerinizi isterken, bunun ilk olmayacağını da belirtmiştim. Önümüzdeki hafta bomba bir konuğumuz var. Oyunları seven, hayatının büyük bir bölümünü oyunlarla geçiren herkesin hakkında iki kelam etmek isteyebileceği bir konuk: Prince of Persia!
Prens’i anlatan bir yazı yazmamı o kadar çok istediniz ki artık kaçacak yerim kalmadı. Aslında bu hafta yazardım ama diyorum ya böyle bir konuk olunca herkes bir şeyler söylemek ister.
Yapmanızı istediğim şey çok basit:
Prince of Persia ile ilgili bahsetmek istediklerinizi yazıp mektup2@merlininkazani.com’a yollayın, ben de onları makale içinde değerlendireyim. “Nasıl olacak bu iş?” diye sorarsanız sizi iki hafta önce hep beraber yazdığımız BAKIŞ AŞISI #14’e alalım.
5. Kingdoms of Amalur: Reckoning
En başta MMO olarak tasarlanması bir yana, bünyesinde barındırdığı inanılmaz yapımcılarla herkesin dikkatini çekmeyi başarmıştı. 38 Studios’u bir araya getiren isimler arasında ünlü yazar R.A. Salvatore, yıllarca The Elder Scrolls serisinde çalışan ve Oblivion’ın taş tasarımcı olan Ken Rolston gibi dev isimler bulunuyordu.
Ortaya çıkan oyun gerçekten çok kaliteliydi. Salvatore’un hayal gücüyle yepyeni bir fantastik dünyanın kapılarını açarken, Fae gibi yepyeni ırklar ve aksiyon dolu mekaniklerle tanışıyorduk. Elbette atmosferinde büyük problemler vardı ama o oynanış mekanikleri insanı alıp götürüyordu. God of War oynamak gibiydi KoA.
EA sağ olsun hem daha bitmeden hem de çok aptalca bir zamanda piyasaya sürüldü. Güçlü olmasına rağmen, yeni ekibin piyasa rakibi TES V: Skyrim olmuştu. Yine de kıymetini bilin bu oyunun arkadaşlar, stüdyosu kapanmış olsa da bize gerçekten sağlam bir Action/RPG oyunu bırakmayı başarmıştı.
4. Wildstar
Merlin bünyesinde bizzat incelemesini yaptığım oyundur. Carbine Studios, Wildstar’ı yapmak için tam altı yılını harcadı. Fantezi/Bilim-kurgu türünde olan MMO gayet yüksek bir puan ortalaması almış olsa da şu an gerçekten can çekişiyor.
Sebep: Oyuncuları dinlemek.
Wildstar, oynanışı açık dünyası, muhteşem atmosferi ve Hardcore oyunculara hitap eden zorluğuyla benim gönlümü fethetmiş bir yapım. Hele müzikleri… Exile Theme, Justice Doesn’t Always Wear a Badge, Enemy Territory, Defend The Gates gibi muhteşem parçaları barındıran Soundtrack’leri bile yıllarca dinlenebilir.
Fakat birkaç aydır oyuncular akınlar halinde oyunu bırakıyorlar. Zor yapısı sebebiyle End-Game’i neredeyse imkansız hale gelen Wildstar’ı bırakma sebebiyse: Bu kadar zaman harcamak istenmemesi. Ne diyeyim, kolay olur “Niye kolay?” deriz, zor olur “Niye zor?” deriz.
3. Dust
Dust: An Elysian Tail’i Geçenlerde PS Plus’a bedava geldiğinde PS4’e indirdim. Ofis arkadaşlarımın bazıları oyunu bilmiyordu. Onlara ilk söylediğim, Dust’ı sadece bir kişinin geliştirdiğiydi.
Muhteşem görsel anlatımı, eşsiz hikayesi ve inanılmaz akıcı olan oynanışı gördüklerinde tepkileri şöyle oldu:
“Hade len!”
Seslendirmeyi ve oyun müziklerini bir kenara alırsak oyunun tamamı Dean Dodrill tarafından geliştirilmiş, Xbox Live Arcade sayesinde de Microsoft tarafından piyasaya sunulmuştu. Çok başarılı bir oyun olmasına rağmen hep arka plana itilmiş bir eserdi Dust. Xbox 360, PS4 veya PC’den herhangi birine sahipseniz bu oyunun hakkını yemeyin, lütfen bir deneyin. Pişman olmayacağınızı garanti edebilirim.
2. Frozen Synapse
Ben bu oyunu şöyle tanımlarım: “Satrançtan bir adım sonrası.”
Herhangi bir grafik ve seslendirme olmadan, doğru dürüst bir hikayeye bile sahip olmadan nasıl olur da bir oyun bu sıralamaya girer?
Frozen Synapse bugüne kadar yapılmış en iyi sıra tabanlı strateji oyunlarından birisi. Elindeki sınırlı gücü en iyi şekilde kullanmayı amaç edinen yapım, hamle üstünlüğü, bir adım sonrasını görebilmek yönüyle gerçekten de çok özeldi.
Işıltıdan ibaret birimlerin, her bir hareketini ayrı ayrı planlamak, onları test etmek ve sonunda işlediği görebilmek inanılmaz bir deneyimdi. Tarihin en zor oyunlarından biri olmasından mı bilmiyorum, şu sıralar çevrimiçi oyuncu sayısı 40 kişiye kadar düşmüş durumda. Arada artıyor gerçi.
1. Indigo Prophecy – Fahrenheit
Quantic Dream denildiğinde aklınıza Beyold: Two Souls veya Heavy Rain geliyorsa, evet bu oyunu kesinlikle oynamaya ihtiyacınız var. Omikron’dan sonra, David Cage’in neler yapabileceğinin en büyük kanıtı olmuştu Lucas Kane’nin hikayesi.
Bir restoran tuvaletinde cinayet (kontrol altına alınıyor) işleyen Lucas’ın interaktif hikayesi daha önceden de bahsettiğim gibi başına oturup bir solukta bitirdiğim ilk oyun olmuştu. Derinlemesine işlenen karakterleri, muhteşem ve mitlerle dolu hikayesi ve insanı geren diyaloglarıyla
Indigo Prophecy kesinlikle Quantic’in zirve oyunudur.
Polis kapımıza dayandığında yaşadığımız gerilimi hala unutamıyorum. Restoranı terk ederken garsonun “Ama parayı ödemediniz?” demesiyle kaçmak ya da riske girmek arasında kalmak muhteşem bir deneyimdi. Farklı hayatlarda yaşanan büyük olayların tamamen ayrı bir yorumu olması halen kolaylıkla yakalanan bir başarı değil.
Indigo Prophecy, kendimle bütünleştirdiğim, her anından keyif aldığım nadir oyunlardandı. Half-Life’den sonra sinematik anlatıma ikinci çağı yaşatan bu oyunun neredeyse unutulmuş olmasına katlanamıyorum.
Belki listedeki diğer isimler kadar yeni değil ama yapacak bir şey yok, giriverdi listeme.
Ya sizin oyununuz hangisi? Hakkının yenen, daha fazla ilgi görmesi gerekirken, bir kenara itilmiş oyunlarınız hangileri?
Bu arada, bu hafta burnumu çekmem vesilesiyle 1 Dakikada’yı seslendiremedim. Hastalığım bir geçsin, orada da görüşürüz. İlk sayfada bahsettiğim konuda e-posta atmayı unutmayın, Prince of Persia haftaya onur konuğumuz olacak.