Makale

BAKIŞ AŞISI #18 PRINCE OF PERSIA ÖZEL

“Bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama bence en uygun kelime; oyunun ‘ruhu’ kesinlikle insanı içine çekiyordu.” – Eren Hazar

Geçen hafta haberini vermiştim, özel konuğu Prince of Persia olacaktı. Fikrimi değiştirmedim elbet, buradayız, yine hafta sonu öncesinde, bize unutulmaz anlar yaşatan bir efsaneyi anıyoruz.

1989… Ben daha bir yaşıma yeni girmişim ve dünya yepyeni bir oyun ile çalkalanıyor. O zamanlar hayattan beklentilerim mama, çocuk bezi ve uyku arasında gelip gittiği için ne Pers Prensi’nden haberim olabilirdi, ne de beraberinde getirdiği büyük devrimden.

Oyun dünyası her zaman yeni şeyler deneyen ve büyük riskler alan adamlar sayesinde gelişti. Düşünsenize Gaben’in Half Life’ı hiç yapmadığını… Oyun dünyasının en büyük kırılma noktalarından birisi hiç yaşanmamış olacaktı. Sinematik anlatım denilen kavramın farkında bile olmayacaktık. Başka biri akıl edip bu süper olayı getirirdi ama kim bilir ne zaman olurdu, ne kadar başarılı olurdu?

Myst’in hiç çıkmamış olduğunu, Planescape’in kaybolup gittiğini düşününce insanın içini tarif edilemez bir korku kaplıyor. Hikaye anlatımının eşsiz, tarifsiz örnekleri olan bu iki eser ya hiç piyasaya çıkmasaydı?

Ya The Elder Scrolls II: Daggerfall’un bugün bile yanına yaklaşamadığımız devasa içeriği hiç yapılmasaydı?

Jordan Mechner, kardeşinin hareketlerini bilgisayara aktarıp hareket yakalama teknolojisinin öncülüğünü yapmasaydı, bugün Nathan Drake o kadar gerçekçi ve doğal hareket edebilir miydi? Ezio delicesine çatılarda koşturabilir miydi?

Bağımsız bir yapımın yakaladığı 2 milyonluk büyük başarı o dönem için bile oldukça devasa bir işti. İnsanlar ilk kez doğala yakın hareket eden bir oyun karakteriyle tanışmışlardı. Apple ile başlayan PoP serüveni Ubisoft’un 2003 yılında yaptığı büyük atılıma kadar, ya zirve de ya da dipte oldu.

Birçok PoP hayranının zaten izlediğini düşünüyorum ama aranızda bugünün teknolojisi nasıl oluşmuş diye merak eden varsa, aşağıdaki videoya bir göz atsın derim. Mechner’in kardeşini kaydettiği bu video, efsanenin doğuşu ve oyun sektörünün kırılma noktası olarak kabul edilir.

Aslında… O gerçek bir prens… Hem ağabeyi için, hem bizim için…

“Benim için Prince of Persia dendiğinde akan sular durur. İlk kez oynadığım Warrior Within, halen oynadığım en iyi oyunlardan biri. Oynanış açısından daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamıştım. Çeşitli tuzakların arasından kıvrak hareketlerle sıyrılmak, yine düşmanları akrobatik kombolarla ortadan kaldırmak benim için muazzam eğlenceliydi. Müzikleri ise beni bu dünyadan alır götürürdü. Metal ağırlıklı müziklerle iyice gaza gelirdim. Grafikleri o dönem için nasıldı kestiremem şu an için ama sinematikleri görünce ağzımın açık kaldığını hatırlıyorum.” – Muammer Yılmaz

Prens’in büyük serüveninde hepimizin için en büyük olay Sands of Time üçlemesi olmuştu. 89’da çıkan oyun gümüzün dinozorlarını büyülemişken, biz de Ubisoft’un ellerinde, Ubisoft’un adam akıllı işler yaptığı dönemde ikinci kırılma noktasını yaşadık.

Sands of Times’ı bilgisayarımda oynarken önce grafiklere ölüp bitmiştim. Sonra oyun bir açıldı, oynanışın kulu, kölesi oluverdim. Prens, tırmanıyordu, duvarlarda koşuyordu ve birbirinden enfes hareketlerle düşmanlarıyla savaşıyordu.

Üçlemenin hikayesini çok sevdik ama o oynanışın bugün bile eşi benzeri gelmedi arkadaşlar. Mekanikler öylesine stabil ve kolaydı ki, ister bilgisayarda ister konsolda oynayın, alışmanız toplamda beş dakika filan sürüyordu.

“Duvarda yanlamasına yürümek der susarım.”  – Umut Söyler

Aha işte o kadar! Şimdi geriye dönüp baktığımızda bizi en çok etkileyen PoP oyunu “The Warrior Within” diyebilirim. O açılış sinematiğini ağzımız açık, kalbimiz gümbürdeyerek izlemiştik. Bizi kovalayanın kim olduğunu bile bilmiyorduk ama ondan etkilenmiştik.

Kim ya da ne, gözü pek prensimizi bu kadar korkutmuş olabilirdi?

Cevabı layıkıyla aldık, çok güzel aldık, iyi verdiler cevabı, öyle böyle değil. Dahaka hepimizin saygı duyduğu bir karakter oldu, üstelik kötü bile değildi. O, zamanın bekçisiydi.

İkinci oyunun kurgusunun tadı hala damağımdadır. İlk oyunda deyus veziri hallettikten sonra Dahaka, Prens’in zamanla oynamasından rahatsızdır ve zamanın işleyişine denge getirmek için prensi öldürmeye çalışır.

İşte birbirinin içine geçmiş, bütün olarak bakıldığında muhteşemliğini hiçbir zaman yitirmeyecek kurgu bu noktada devreye girer. Dahaka’yı öldüremeyeceğini bilen Prens, Zaman’ın İmparatoriçesi’ni bulmak için Zaman Adası’na yelken açar.

Prens’in zamanın kumlarının hiç oluşmaması için geldiği adada, tahmin bile etmeyeceği olaylar yaşar.

“Warrior Within serisini 15 kere oynadım. Hayatımda oynadığım en güzel oyun. Hikayesi ters köşe yapan, oynanış süresi uzun olan bir eser. Tam imparatoriçeyi öldürüp, oyunun başlangıcına gelmişken, her şey bitti derken, Dahaka’nın tekrar saldırması… Maskeli kişinin aslında biz olduğumuz… O zamanki karmaşaları harika idi.” – Ahmet Ural

O zamanları hatırlayınca, oyunun ikinci sonunu görmenin ne kadar zor olduğunu hatırlıyorum. Üniversite’ye gidene kadar internet yasağım (evet, gençken giremedik internet ortamlarına) olduğu için açıp okuyamadım, izleyemedim. Kulaktan dolma, yerden bitme bilgilerle oyunun sonunu getirmiştim.

Dahaka geldiğinde hepimiz kaçacak delik aradık, Prens akrobasinin sınırlarını zorlarken keyiften dört köşe olduk, sağlam mekan bulmacalarıyla kendimizden geçtik ve yansımamızla yüzleştik…

Warrior Within’in belki de tek üzücü yanı Jordan Mechner’in tepkisi olmuştu. İlk oyunun hem senaryosunda hem de dizaynında söz sahibi olan yapımcı, ikinci oyunla birlikte projeden ayrılma kararı almıştı.


“Oyundaki sanatsal yönelimi veya oyuna “Yetişkinler içindir.” ibaresinin eklenmesine yol açan yoğun şiddeti çok da tasvip etmiyorum. Oyunun hikâyesi, karakterleri, diyalogları, seslendirmesi ve görünüş stili bana uygun değildi.”
– Jordan Mechner

Ona haksız dememiz mümkün değil, belki de en sevilen Prens oyunuydu ama bu onun Prens’i değildi. Sonrasında çıkanlarsa bizim Prens’imiz değildi.

Ve yıl 2014. İki hafta sonra Assassin’s Creed: Unity bizlerle olacak. Prens? Sanırsak Dahaka onu yakaladı ve bırakmaya niyeti yok.

“Prince of Persia, Ubisoft’un amiral gemisi sayılırdı. Bir gün Assassin’s Creed ve Far Cry çıktı, ondan beri işler baya karıştı. Böyle bir serinin bitmesi beni ve diğer severlerini derinden etkiledi. Zaman kumları üçlemesinden sonra umut içinde yeni bir oyunu beklerken, şu an bir oyuna bile razıyız…” – Cengizhan Patan

Arkadaş bence gayet iyi özetlemiş. Bu arada 18 Kasım’da da Far Cry 4 çıkıyor. Teşekkürler Ubi!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu