Makale

BAKIŞ AŞISI #9

“1 dakikada” konulu, oyunları kısa süre içerisinde size anlattığımız video serisinden haberdar değilseniz şimdi oldunuz. İlk bölümde sizlere oturdum Skyrim anlattım, anlatmaz olaydım. Murat abi gelip bana Skyrim’i yap dediğinde çok sevinmiştim, sevinmez olaydım.

Murat abi ne yaptığının farkında bile değildi… Oyunu anlatırken, metnini yazarken içimde bir yaratık uyandı. Zaten Bakış Aşısı’nın önceki bölümlerinde Skyrim’i ne kadar özlediğimi belirtmiştim. İşte bu olay tuzu biberi oldu ve Emin adlı şahıs geçtiğimiz hafta sonu kayıplara karıştı.

Kafama makarna süzgecini geçirdim, tencereden zırh yaptım ve oklavayla ejderha kovalamaya başladım. Son oyun zamanımın üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen her şey bıraktığım gibiydi. Bir kez daha kuzeyin soğuk rüzgârları beni kendi dünyasına hapsetmeyi başarmıştı.

İyi de ben bu oyundan neden sıkılmıyorum? Onca oyun oynanmayı beklerken neden soluğu yine Skyrim’de almıştım? İşte son birkaç gündür sadece bunun üzerine düşünüyorum. Oyun kaliteli orası bir gerçek, ama içinde benimle ilgili bazı kişisel parçaları da barındırmakta.

Belki de bu, Tamriel’de büyümenin, o dünyanın gerçek bir parçası gibi hissetmemle ilgili. Elder Scrolls serisinden daha iyi bir rol yapma oyunun hala olmamasıyla ilgili de olabilir. Şu bir gerçek: özgür olduğum nadir yerlerden biridir Tamriel toprakları. Bu durum Daggerfall’dan beri değişmedi.

O zamanlar yaşımın da küçük olmasının etkisiyle etrafımda dönüp bitenleri pek bilmiyordum. Gerçek dünyanın bundan farkı nedir sorarım size? Siz bilmeseniz bile bir şeyler sürekli değişiyor. Siz büyürken o da büyüyor, şekilleniyor.

Morrowind zamanı çevremde neler olup bittiği anlamaya, çözümlemeye başlamıştım. Daha önce fısıltılar halinde söylenenlerin, benden saklanılanların ne derece büyük ve korkutucu olduğuna tanık olmuştum. Kayıp tanrı Lorkhan’ın peşinde dünyanın en yüksek noktasına erişmiştim.

Burası Everest değildi, zaten Everest pek de umurumda değildi.

Sizin hayatınızdaki önemli günler ve gelişmeler farklı olabilir.  Benim içinse Kızıl Dağ’a tırmandığım, Morrowind’e hâkim olduğum o gün unutulmaz olarak kalacak.

İnsanlar Cyrodiil’de çok fazla şeyden şikâyet ediyorlardı. İnsanlar böyledir, sadece yakınırlar. Her zaman! İnsanlar (özellikle yetişkinler) hep kusur ararlar. Kendi doğruları dışına çıkıldığı zaman tahammülsüzdürler. Benim için Oblivion hayatımdaki dönüm noktalarından birisidir.

Mükemmeldir, eşsizdir.

Aslında dünyanın en kusurlu oyundur ama kurcalamayın orasını siz. Eğer orada yaşıyor olsaydınız göreceğiniz o kadar çok harika an vardı ki… Eğer Oblivion olmasaydı asla Skyrim var olmazdı. Morrowind olmasaydı, Oblivion da olmazdı.

TES serisi birbiri ardına çıkan oyunlardan oluşmaz. İlerleyen bir tarihtir. Her yeni olay çağı kapatır ve daha karanlık olan başka bir çağı açar. Eğer gerçekten orada yaşıyor olsaydınız ejderhaların tam gelmeleri gereken zamanda orada olduklarını görürdünüz.

Her zaman söylemişimdir, TES, oyun âleminin Yüzüklerin Efendisi’dir. Derinlemesine tarihi, birinci elden tanık olduğumuz büyük olaylar ve GERÇEKTEN yaşayan bir evren. 1 dakikada videomuzun altına bir okurumuz “Skyrim’i bir dakikada değil 1 yılda bile anlatamazsınız!” demiş.

Sen ne güzel bir insansın! Ağzına sağlık.

Yukarda bir yerlerde TES için oynadığım en iyi rol yapma oyunu demiştim. Kişisel bakış açısına göre kiminize göre son derece haklıyım, kiminize göre de tam dayaklığım. O zaman size neden bu şekilde düşündüğümü de açıklamam gerekiyor.

Skyrim oynarken bir süre (700. saatin sonunda) sonra normal ilerleyişten sıkılmıştım. Ben de gittim yeni bir karakter açtım. Kendisi bir Imperial’dı. Oyunun ana senaryosunda sadece Riverwood’a kadar ilerledim ve ondan sonra hiçbir görev ve hikâyeyi takip etmedim.

Avcı olup hayvan postlarını satarak geçimimi sağlayacaktım. Helgen faciası sırasında bulduğum bir yayım ve hayli sınırlı miktarda altınım vardı. Fakat inançlı ve kararlıydım. Riverwood’un kuzey bölgesinde geyik ve tavşan avlamaya başladım.

İşim zordu çünkü Skyrim yapısı gereği her an karşınıza yeni bir sürpriz çıkartıyordu. Kendime başarılı olmadığım sürece seviye atlamayı da yasaklamıştım. Yani, bir hedefime ulaşmadan asla yükselmeyecektim.

Gündüzleri avlanıyor, geceleri ise köyün dışındaki kamp yataklarında kalıyordum. Her akşam  avladığım hayvanlardan yemekler yapıyor, kendi kendime yetmeye çalışıyordum. Çünkü yemekler pahalıydı ve benim bin altın bulmam gerekiyordu.

At almadan asla Skyrim’in diğer bölgelerine gidemezdim. Avlanacak çok iyi yerler olmasına rağmen hepsi çok uzaktaydı. At şarttı.

Neyse, sonunda birikimim istediğim miktara ulaştı ve at almak için Whiterun’a doğru yola çıktım. Aradaki mesafe çok uzak sayılmazdı ama ne olur ne olmaz diye yanıma erzak almayı ihmal etmedim.

Şelalenin bulunduğu yolu geçerken olan oldu ve Khajiit’in teki beni yolda çevirdi. Kendisi sevimli mi sevimli bir hırsızdı ve beni soymayı kafasına takmıştı.

Savaşamazdım. Hem oyunu en zorda açmıştım hem de seviye atlamamıştım. Kaçamazdım, muhtemelen dayanıklılığım yeterince iyi durumda değildi. Ölürsem de oyun biterdi.

Şu an hatırlamıyorum ama hırsız arkadaş benden iyi miktarda para çarpıp kayıplara karıştı. O parayı toplamak için işlediğim hayvan derilerini satmış ve sokakta kalarak her gece soğuktan donmuştum. Artık at alamazdım, kış yaklaştığı için daha fazla avlanamazdım da. Güney’e gitmem gerekiyordu. Bir ata ihtiyacım vardı.

At çalabilirdim ama Skyrim’de atlara büyük önem verilirdi, cezası gerçekten ağırdı. Whiterun’da nasıl para kazanacağımı düşünmeye başladım. Eğer büyük bir savaşçı olsaydım, Jarl için haydut öldürüp, ödül kazanabilirdim. Eh, kıçı kırık bir hırsıza tüm altınlarımı kaptırıp haydut peşinde koşmam saçma olurdu. Ben de elime baltayı aldım ve deli gibi çalışmaya başladım.

Whiterun gibi koca bir şehirde hayatta kalmak hiçte kolay değildi. Sokakta yatmak diye bir durum söz konusu olamazdı. Kazandığımın büyük bir kısmı han ve yemek masraflarına gidiyordu. Riverwood’a geri dönmeye de korkuyordum.

AT şart!

Sonunda odun kesmekle bu işin olmayacağını anladım. Artık eksilere düşüyordum. Şehre geldiğimde sahip olduğumdan bile daha az altınım vardı ve her geçen gün azalıyordu.
Hırsızlık yapmak zorundaydım, eğer bir şekilde altın yürütebilirsem atımı alıp Üsküdar’a gidebilirdim.

Seviye 1, Imperial, Sneak ve Pickpocket yerlerde sürünüyor.

Demir parmaklıklar yüzüme kapandığında şaşırmış mıydım? Hiç şaşırmadım. Elimde kalan son maymuncukla kapıyı bir kez açmayı denesem de sonuç hüsran olmuştu.

Hapisten çıktığımda tövbe edeceğimi sandıysanız, yanılıyordunuz. Başarısız olmak beni daha da çok kamçılamıştı. Gözüm dönmüştü bir kere, o atı istiyordum. O zaman neden çalmıyordum?

Atı çaldım ve kısa süre içinde kayıplara karıştım. Whiterun ve bağlı olduğu eyaletlerden hızla uzaklaşmak zorundaydım. Windhelm’e doğru atımı sürdüm.

Bu sefer de karmanın azizliğine uğradım. Yolda avlanırken bana ve ata kurtlar saldırdı, ben de yanlışlıkla atıma vurdum.

Haydi bakalım…

Kaçma gibi bir ihtimalim yoktu, hayvan resmen bana tek attı. Böylece zengin olma hayallerim çaldığım atın tepikleri arasında sona erdi.

Çaldığı at tarafından öldürülen geri zekâlı bir at hırsızının hikâyesini dinlediniz. O değil de Skyrim’e yeniden başlamam gerekiyordu. Size bir sözüm vardı ve bu sözü tutabilmek için yeniden o dünyanın bir parçası haline gelmem gerekiyordu.

Yeni karakterim bir Wood Elf ve ismi Elrin. Bazılarınızın ne demek istediğimi anladığını düşünüyorum.

Şimdi dağlara gitmek istiyorum Alduin, dağlara. Sonra da kitabımı bitirebileceğim sakin bir yere…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu