Kitap

Batının Muhafızları – Malloryon 1.Kitap

Yayım Evi : Metis Edebiyat
Yazar : David Eddings
Çeviri : İpek Erkal
Sayfa Adedi : 396

David Eddings’i Frp okuyan herkes tanır herhalde.Türkçeye çevirilen 3 serisi(Ellenium
3lemesi, Tamuli 3lemesi, Belgariad 5lemesi) de kendi çapında belirli bir hayran
kitlesi oluşturmuş gördüğüm kadarıyla (“gördüğüm kadarıyla” diyorum, çünkü
sitede Belgariad’ a yazılmış yorumları okuyarak vardım bu kanıya…). Tabii ki
kötü bulanlar da var bu kitapları. Sonuçta bu tartışma oldukça derin, zira
Eddings’ in övgüye değer yönü fazlasıyla olduğu gibi , -az da olsa- eleştiriye
açık yönleri de var. Yazının ilerleyen yerlerinde bu konuya da kısa kısa
deyineceğim.

David Eddings’ in Belgariad serisinin devamı olan Malloryon 5lemesinin ilk
kitabının adı “Batının Muhafızları” .Malloryon 5lemesi Metis Edebiyattan çıkıyor
ve ilk iki kitabın da çevirisini Çiğdem İpek Erkal (ya da Çiğdem Erkal İpek)
yapmış. ( Her cilde farklı bişey yazmışlar acil düzeltilmeli bence, o kadar emek
çek kitabı çevir sonra da adını yanlış yazsınlar… cık cık cık… Yoksa bu
ikisi başka başka insanlar olabilir mi?? Hiç bu açıdan düşünmemiştim aslında.
Hımmm…). Hepimiz bu kitapların çevirisinin ne kadar zor olduğunu biliyoruz.
Hele ki çeviriden sonra gerek ırklara ait terimlerin (dwarf=cüce ya da halfling=buçukluk
gibi), gerekse mekan adlarının çevirilip çevirilmemesi direk tartışma konusu
olduğu için çevirmenlere eleştirilerin ardı arkası kesilmiyor. Ama Malloryon
serisi için bu olay çok da geçerli değil, zira bu 5lemede cüceler, elfler falan
yok. Mekan ve kişi adlarının( İpek ve Cirit gibi çok basit çeviriler hariç )
İngilizce’de bir anlamı olmadığı için olduğu gibi geçiyorlar. Ancak bu kitapta
çevirmenimiz ” Olduğu gibi geçirme” olayını biraz abartmış- hatta aşmış. Şöyle
ki;

” Nehir kıyısının üst kısmında durarak görmeyen gözlerle Yılan Nehri’ nin
alçalan vadisini ve ötesinde yılan insanların CANGILLARININ sık yeşil örtüsüne
bakmaya başladı…” ( 2.cilt sayfa 160 )—- }Umarım bu tür çeviriler
yaygınlaşmaz zira yaygınlaşırsa çevirilerin orijinallerinden bir farkı(!)
kalmayacak. Bu hata sadece bir kez yapılmış ama başlangıç olması açısından
çevirmen tarihindeki yerini almıştır herhalde. Bu ölümcül hatayı atlarsak
çevirmenin diyaloglardaki performansı gerçketen iyi. Zaten bir Eddings kitabını
çevirirken en zor iş ona has olan akıcı diyalogları bozmadan yansıtabilmek olsa
gerek. Bunu da gerçekten iyi başarmış. Umut vaadediyor yani. Sonuç olarak
çeviriler kötü değil, hatta iyi bile sayılırlar.

E bu kadar gevezelik yeter, artık kitaba geçelim di mi??

Belgariad serisini okuyanlar bilirler, kitapta “ırk” kavramı tam olarak bir
tür farklılığını karşılamıyor. İnsan ırkı dışında çok az ırk var- periler
falan… Büyücüler de çok yaygın değil. Büyü yapabilmek az rastlanan ve doğuştan
gelen bir yetenek. Büyücülüğün yanı sıra cadılık (“summon” hesabı) ve
efsunculuk( tanrı büyüsü de diyebiliriz) gibi doğa üstü meslekler de mevcut.
Yetenekle bitmiyor tabi bu işler- çok sıkı çalışma da istiyor-bi kaç bin yıl
gibi-. Kitaptaki hoşuma giden olaylardan biri de şu; Belgariath , Beldin ve
Polgara- bizim büyücüler- Tanrı Aldur’un müridleri ve direk ondan almışlar
eğitimlerini ( kahramanların tanrıları tarafından yetiştirilmiş olmaları sizce
de hoş değil mi??) . Bi de yeri gelmişken söyleyeyim, büyüler bu kitapta tamamen
iradeyle yapılıyor. Büyü sözü yok, yarasa b.ku gül kurusu yok… Belgariad’ a
yazılan yorumlarda bu konuda fazlasıyla eleştiri gördüm. Bu eleştiriler tamamen
yersiz bence. Sonuç olarak kitap adamın- istediği gibi yaptırır büyüsünü, adı
üstünde fantezi bu. “Büyü bu dünyada amuda kalkarak yapılır” deseydi bile bize
laf düşmezdi. İşaretlerin, sözlerin ve malzemenin anlatımdaki pozitif etkisini
tabi ki inkar etmiyorum ancak bir büyücünün yarasa b.ku kullanmadan da ateş
yağdırması çok saçma gelmedi bana ( tamam tezek yanıcıdır ama o kadar da değil
be abi..)

Yani diyeceğim asıl ağırlık insanlar üzerine. Kısaca söyle anlatayım; 7 tanrı
var ve bunlar dünyayı yarattıktan sonra 7 insan ırkı yaratıyorlar ve her tanrı
kendine kılavuzluk edeceği bir ırk seçiyor. Ancak tanrı Aldur kulesinde ayrı
yaşamayı ve meydana getirdikleri yaradılışı incelemeyi seçiyor ve ırklardan biri
tanrısız kalıyor. Her ne kadar kulağa kötü gelse de aslında Aldur kitaptaki iyi
tanrı. Günün birinde Aldur bir taşı alıyor ve ona güç vererek yaşayan bir nesne
haline getiriyor. Belgariad 5lemseinde kötü tanrı Torak bu taşı çalıyordu ve
ekibimiz onu geri getirmeye çalışıyordu. Bu kitapta ise herkes “Torak ölünce
hepimiz kurtulacaz olum- Torak öldü, heyyooo…” derken başka bir kötülük baş
gösteriyor ve yine macera işte.

Ekibimiz ilk 5lemedekiyle benzer; Aldur’ un kendi yetiştirdiği müridleri
Belgarath ve kızı Polgara, Batının Hükümdarı ve ilk kitabın baş kahramanı
Belgarion ( yalnız iş arkadaşları ona Garion der…), Demirci Durnik, Casus
İpek, Casus Kadife ( size de ilk seferinde Şabanın eşeğini anımsatmıyor mu??),
ilk kitapta taşı çalmak için Torakın kullandığı masum çocuk Emanet – ki bu
kitapta bu karakter bayaa önem kazanıyor- , ve yolda katılan niceleri… Kitap
hakkında size doya doya bilgi veremiyorum, çünkü okursanız heyecanı kaybolsun
istemiyorum. Onun yerine biraz Eddings’ den bahsedelim.
İşte Eddings 30larda doğdu , 3 çocuğu var falan gibi bilgiler her kitapta olduğu
gibi bu kitabın da ilk sayfasında var. O yüzden merak eden oradan okuyabilir-
ben direk adamın üslubundan ve niteliklerinden bahsetmeyi daha uygun görüyorum.

Eddings’in en başarılı olduğu konular diyaloglarının akıcılığı ile
karakterlerin zekalarını ve kişiliklerini ciddi biçimde iyi yansıtması herhalde.
Kitabı elinize alıp başladığınızda bile hiç sıkılmadığınız gibi bir çırpıda
okuyasınız geliyor , sular seller gibi akıcı yani. Diyalogları mümkünse umuma
kapalı yerlerde okuyun, zira sürekli sırıtmanızdan dolayı ” deli”, “manyak”, ”
ne sırıtıyon lan pişmiş kelle gibi??”, ya da ” bana mı sırıtıyon birader??”
cinsinden sataşmalara maruz kalabilirsiniz. Valla hepsi iyi güzel hoş da işte
dünya olarak biraz sığ bu kitap. Hani böyle dolu dolu bir evren değil adamın
yarattığı, işte bi kıta var bir de ada, insan ırkları dağılmış biz de arasında
geziyoruz. Bir de çoğu zaman Frp kısmı sığ kalıyor kitabın, karakterler doğal
yetenekleriyle çözüyor olayları ( kimine göre büyük bir meziyet, kimine göre ise
– zeka dolu ama- hayal gücünden yoksun gelebilir sanırım ). Doğaüstü çözümlere
mecbur kalmadıkça başvurmuyorlar kısacası.
Okuyorum okuyorum,zevk alıyorum ama geriye bakıp da ” ne olmuş?? ” dediğim vakit
çok da bir şey göremiyorum açıkçası. Bu da bir eksiklik sayılır sanırım. Ama
dediğim gibi- o diyaloglar DL ( Dragon Lance = Ejderha Mızrağı) serisinden bile
daha iyi bence.

Peki tavsiye ediyor muyuz kitabı?? Tabi ki şiddetle tavsiye ediyoruz. Frp’ de
iyi kötü çizgisi yok denecek kadar belirsizdir zaten- zira hayal gücüne hitap
eder ve insanların hayal güçleri değişiklik gösterir. Senin için inanılmaz
derecede olağan dışı bir şey , benim için çok sıradan olabilir. Benim için
olağandışı bir şey ise senin için saçma olabilir. Bu yüzden iyi- kötü her
kitabın bir okur kitlesi vardır. Bu seri bence ortanın gayet üstünde. Her ne
kadar aklımın bir kısmını aç bıraktıysa da bir kısmını da tıka basa doyurdu.
Okuyun, kendiniz görün derim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu