Beyond: Two Souls
“Kendimi hızlı bir şekilde yağmurun altında çamurlu topraktan kaldırmaya çalıştım. Vücudum, dayanma sınırını geçeli bir hafta olmuştu. Üç gündür uyumuyordum, ne zaman gözlerimi kapatacak zaman bulsam, bir şekilde, ya korkunç kabuslarla ya da sanrılarla uyanıyordum. Topraktan kendimi kaldırmaya çalıştım, arkamda polis köpeklerinin ulumalarını duyuyordum. Bir şeyler yapmalıydım, bir çıkış yolu bulmalıydım. Böylece güç bela kendimi kaldırdım, vücudumun üzerinde olan yüzlerce kesik çamurlu su ile dolmuştu. Yağmur, kesiklerin içerisine doluyor, çamurun taşlarını derimin üzerinde gezdirerek canımı daha çok yakıyordu. Canım yanıyordu, her saniye, her dakika, her gün, acı çekiyordum. Tek dayanağım ise O’ydu. Başka kimsemiz kalmamıştı, tanıdığımız herkes bizi terk etmişti, geriye sadece kaçmak kalmıştı. Size ne anlatmamı istersiniz? Babam dediğim adamın bana ilk canavar dediği günü mü? Annem dediğim kadının göz göre göre benim geri verilmeme izin vermesini mi? Belki Aiden ile ilgili konuşmamı isterdiniz. Herkes Aiden ile ilgili konuşmamı istiyor. Onların gözünde Jodie Holmes, sadece çözülmeyi bekleyen bir vaka. Ben ise, uzun süredir kendimin bile ne olduğunu bilmiyorum…”
Beyond: Two Souls. Quantic Dream’in yeni baş yapıtı. Yıllardır hiçbir şeyi bu kadar büyük bir heyecanla beklediğimi hatırlamıyorum. Beyond, benim için beklentinin de ötesinde, hayatımın bazı anlarında yaşama sebebim oldu diyebilirim. Heavy Rain’de yaşadığım, Quantic Dream’in bana tecrübe ettirdiği ruhani ifşa anlarını tekrar Jodie Holmes’un hikayesinde bulmayı beklemek, benim için son dönemde çoğu şeyden önemliydi, bu sebeple oyunun ön inceleme diski elime geçtiğinde eve nasıl bir heyecanla gittiğimi hatırlamıyorum. Emin olun, hayat bazen böyle heyecanlar için bile yaşamaya değer.
Beyond üzerine iki adet ilk bakış yazdım, çok yazıp çizdim Merlin’de. Yeri geldi David Cage ile röportaj yaptık, yeri geldi Gamescom’dan gelen taze soru cevap seanslarını yayınladık, şimdi ise, yıllardır oluşan büyük bir heyecanın ürünü tecrübe etme şansı buldum fakat size yaşadıklarımı nasıl aktaracağım konusunda üç paragraftır bocalıyorum.
Quantic, Beyond’da, sadece Jodie’nin öyküsünü anlatmıyor bize. Jodie’nin
yaşamını bir parametre olarak alıp, hayatla ilgili çok daha fazla şey
anlatma derdinde, hatta bazı noktalarda, hayatın ötesiyle ilgili.
Sanırım baştan söylemem gereken şey, Beyond: Two Souls, tam olarak bir oyun değil. Quantic Dream, Heavy Rain ile başladığı sinema ve oyun dünyasını aynı potada eritme çalışmasını, Beyond ile tamamlamış. Bunun sonucu olarak elimizde iki dünyanın en güzel yanlarının birleşimi var. Quantic Dream, sinemanın o muhteşem açılarını, yoğun dramatizasyonunu, duygularını ve sahnelerin gücünü, oyunların interaktivitesi, seçim şansları ve muhteşem görselliği ile birleştirmeyi gerçekten başarmış.
“Seni cennette gördüm, kudretini duydum.”
Peki ama Beyond neyin hikayesi? Jodie Holmes kim? Hayatının evrelerinde neler yaşadı, neler yaşayacak? Quantic, Beyond’da, sadece Jodie’nin öyküsünü anlatmıyor bize. Jodie’nin yaşamını bir parametre olarak alıp, hayatla ilgili çok daha fazla şey anlatma derdinde, hatta bazı noktalarda, hayatın ötesiyle ilgili.
“Jodie gelmiş geçmiş en gerçek video oyunu karakteri olabilir.”
Yukarıda Beyond’un tam olarak bir oyun olmadığından bahsetmiştim, Quantic yaptığı işe interaktif sinema demeyi tercih ediyor. Hatta Ellen Page ve Willem Dafoe’nun direk karakterlerini canlandırıyor oluşu yapıtın sinematik anlatım gücünü oldukça kuvvetlendiriyor.
Bu sinematik anlatım gücü, PlayStation 3’ün doruklarında yakalanan görsel başarıya oldukça borçlu. Beyond gerçekten siyah kara kutunuzda şimdiye kadar görmediğiniz derecede güçlü grafiklerle geliyor. Animasyonların gerçekçiliği, surat ifadelerinin karakterlerin duygularını birebir verebilmesi, hareketlerin doğallığı, karakterlerin mekanlarla olan ilişkileri ve geri kalan her şeyi daha önce hiçbir oyunda olmadığı kadar yaşamın içinden. Menüde Jodie’nin gergin suratı bile yoğun bir şeyler yaşamak üzere olduğunuzun kanıtı.
“Sen dünyamızı düşmüş meleklerden kurtarandın.
“Beyond’un inanılmaz bir hikayesi var, ön inceleme diskinde oyunun tamamını göremiyorsunuz fakat bir fikir edinmeniz açısından pek çok bölümünü oynayabiliyorsunuz. First Interview, An Imaginary Friend, The Experiment, The Condenser, The Embassy, The Party, Hunted, Broken, Welcome to The CIA ve Prologue olarak isimlendirilmiş bölümleri oyunun bana verdiği sırayla oynadım. Bu ürünün son aşamasında böyle mi olacak, kronolojik bir şekilde mi gidecek onu bilmiyorum fakat oynadığım kadarıyla kafamda farklı sahnelerden oluşan bir hikaye örgüsü yarattım ve buna göre neyin ne zaman geçtiğini tahmin etmeye çalıştım.
“Jodie’nin evreleri gerçekten çok şaşırtıcı.”
Yukarıda saydığım bölümlerin hepsi, Jodie’nin oldukça zorlu ve sıradışı hayatından kesitler aslında; mesela An Imaginary Friend’de Jodie’nin çocukken yaşadığı bir Yılbaşı akşamını oynarken The Embassy bölümünde CIA için yaptığı görevlerden birisine şahit oluyoruz, hop buradan The Party’e geçip ergenliğe yeni girmiş bir Jodie’nin anısına dönüyoruz, bütün bu sıçramalar kesinlikle dramatik etkiyi arttırıyor fakat sanırım sadece ön inceleme kopyasına özel bir durum bu, büyük ihtimalle oyunun son versiyonunda bütün aralıklar dolacak, zira fragmanlardan anladığımız kadarıyla Beyond’un çok ama çok uzun ve geniş bir hikayesi var.
“Mesihi karşımda gördüm, konuşmadı.”
Jodie, oyunda kontrol ettiğimiz ana karakterimiz dersem, yanlış bir şey söylemiş olurum. Jodie hikayesinin başından itibaren yalnız değil çünkü. Jodie Holmes’un travmalarının ve sıradışı yaşamının en büyük sebebi doğumundan itibaren ona bağlı bir şekilde yaşayan, ne olduğunu bilmediğimiz “Aiden” isimli bir varlık. Aiden, Jodie’nin tabiriyle “Kafeste bir aslan” gibi. Jodie’nin bazı söylediklerini yaparken bazen kafasına göre takılabiliyor. Burada, bir oyun mekaniğini sıradışı bir şekilde interaktiviteyi deliler gibi arttırmak adına oyuna dahil eden mevzu var; Aiden’i kontrol edebiliyoruz. Kısacası Aiden’in çığrından çıkan davranışlarının sorumlusu da biziz, Jodie’nin pişmanlıklarınında.
“Jodie sıradışı yaşamında pek çok dönemden geçiyor.”
Oyun boyunca bu ikilinin arasında adı konulmayan bir dinamik ve sinerji var. Aiden zaman zaman oldukça rahatsız edici hatta sinir bozucu olabilirken, Jodie’nin en zor anlarında güvendiği tek varlık. Kendisi Jodie’yi korumak istese bile, bunu kendi yöntemleriyle yapıyor (yani sizin yöntemlerinizle) ve yaptıklarının sonuçlarına Jodie’nin maruz kalmasına izin veriyor, bu sebeple oyun boyunca Aiden’in niyetinin iyi mi kötü mü olduğunu ben anlamakta oldukça zorlandım, bu durum beni hep tetikte tuttu, aynı zamanda Aiden’la empati yapabilmemi sağladı.
“Korkumu yitrdiğimde bir iblis gülüyordu.”
Quantic, Beyond’u tecrübe ederken onunla Heavy Rain’de kurduğunuzdan daha samimi bir ilişki kurmanızı istiyor. Jodie’nin hayatının her alanında elinden tutuyorsunuz çünkü. İlk öpücüğünü, ilk cinsel deneyimini, ilk korkularını ve geri kalan her ilki oyuncu Jodie ile bütünleşip beraber yaşıyor, bu bir yerden sonra Jodie ve oyuncu arasında çok büyük bir empatik bağ kurulmasını sağlıyor. Ona zarar gelsin istemiyorsunuz, onu korumak, gözetmek ve mutlu etmeye çalışıyorsunuz. Bu bağlamda onun hayatına müdahale edebileceğiniz tek yol ise Aiden.
Yukarıda bahsettiğim öyle ince bir nokta ki, hikaye anlatımında bir devrim niteliğinde. Jodie ve Aiden’ın dinamiğinden faydalanarak öyle bir öykü kuruluyor ki her sahnede, yeri geliyor Aiden oluyorsunuz, yeri geliyor Jodie. Hak verdiğiniz taraflar bile sürekli olarak değişirken, hikayenin amorf yapısıyla birlikte bu mekanik gerçekten korkutucu derecede uyumlu işliyor.
Heavy Rain ve Fahrenheit’ta hikayenin değiştiğini bilirsiniz, Quantic Dream’in yapmayı en çok sevdiği şeylerden biri bu. Beyond’da ise Heavy Rain’in değişen hikaye mekaniği fersah fersah ileride. Jodie ile yaptığınız, yapamadığınız her hareket, senaryoyu öyle şekillerde etkiliyor ki, bazen varyasyonları düşünürken siniriniz bozuluyor.
Bu dinamizm, aynı zamanda hikayenin konseptlerinde de mevcut. Bir anda dramayken bir noktada ajan hikayesine dönüşen oyun, iki saatte Almadovar filmine benzerken, üçüncü saatinde birden bire paranormal bir kabusa batıyor. Bütün bunları size o kadar uygun geçişlerle veriyor ki Beyond, şikayet etmiyorsunuz, aksine merakınız, hiç olmadığı kadar perçinleniyor.
Beyond, oyun endüstrisinin çizdiği çizgilerin ötesinde, tamamen Quantic
Dream’in kendi çizdiği pusulasında doğru bir yöne devam eden, takdir
edilmesi gereken, video oyunları tarihinin en önemli “eseri” olmak üzere
geliyor.
Jodie ve Aiden arasında yaptığınız geçişler ise, kesinlikle bu tempoyu bozmuyor. Aiden’ın Jodie’ye yardım etmek için kullanabileceği pek çok farklı gücü var. İlk etapta bunlar sadece eşyaları fırlatmaktan bariz gibi görünürken, daha sonra çok daha farklı şeyler yapabileceğinizi göreceksiniz, tabii bunları söyleyip oyunun tadını kaçırmak istemem, tek bir şeyi bilin, hiçbir şey göründüğü kadar değil.
“Fakat artık bize mucizeler gösteriyorsun.”
Beyond, oyun endüstrisinin çizdiği çizgilerin ötesinde, tamamen Quantic Dream’in kendi çizdiği pusulasında doğru bir yöne devam eden, takdir edilmesi gereken, video oyunları tarihinin en önemli “eseri” olmak üzere geliyor. 11 Ekim’de piyasaya çıkacak oyun, benim kanımca, çıkar çıkmaz, en büyük kırılma noktalarından birisini başlatarak, bir şeyleri değiştiren yegane yapım olacak.