Blog

Bir kıyamet hikayesi

Ailenizin sevgili editörü Furkan olarak ilk blog denemem ile karşınızdayım. Ne yazayım ne yazayım derken, son zamanlarda beni en çok etkileyen yapımlardan biri olan Fallout 4’ü, sanki kendi hikayemmiş gibi yazayım dedim. Tabii ki konu Fallout 4’ün hikayesi olduğu için yazı da ciddi manada spoiler içerecektir. Oyunu oynamadıysanız kesinlikle okumamamınızı öneririm. Eğer az da olsa istek olursa, bu kıyamet hikayesi bölümler halinde devam edecek, umarım beğenirsiniz.

Nasıl ve ne sebeple olduğunu hatırlamadığım bir günün öğle vaktiydi. Kendimi bir anda aynanın karşısında, hayal ettiğim ben ile karşı karşıya bulmuştum. Aramızda iki duvar bulunan salondaki televizyondan öğle saatlerinde başlayan haber bülteninin sesi geliyordu. Ben ise olacaklardan habersiz, duyduklarımı önemsemeyerek dişlerimi fırçalıyordum.

Kapıdan çıkıp sağa döndükten sonra karşımda teknoloji harikası diyebileceğimiz sadık yardımcımız Codsworth ile karşılaştım. Bana bir şeyler içmek ister misin diye sordu. Sanırım ağzımdaki diş macunu tadı gitsin diye evet dedim, ve salonun yolunu tuttum. Hayat arkadaşım karşımda oturmuş, televizyondaki haberleri izliyordu. Haberlerde ise teknolojimizin son durağı, atom enerjisinin yarattığı kriz ve muhtemel sonuçları hakkında bilgiler veriliyordu. Yine fazla önemsemedim ve kahvemi yudumlamaya devam ettim, ta ki kapının zili çalınana kadar.

Kapıda beni kahverengi paltolu ve fötr şapkalı nazik bir beyefendi bekliyordu. Kendisine neden burada olduğunu sorduğumda, ailemi korumak için her türlü felaket senaryosuna dayanıklı bir sığınağa kötü bir duruma karşı yerleşmeyi kabul edip etmeyeceğimi sordu. İçerde yatan bebeğim Shaun’u hatırlayıp, bunun mantıklı bir karar olacağını düşündüm, ve teklifi kabul ettim. Arkamı döndüğümde tatlı Shaun’un ağlama sesi ve Codsworth’un yardım çağrısı ile bebek odasına doğru ilerledim. Ve Shaun’u gördüğümde aslında imzaladığım sığınak anlaşması ile ne kadar doğru bir karar verdiğimin farkına varmıştım. Kim bilir belki de televizyondaki sesler bilinç altıma bir şekilde yerleşmişti.

Shaun kucağımda iken kulak yırtıcı siren seslerini işittik ailecek, olayın şoku ile ne olabileceği hakkında hiçbir fikrim yokken, bir anda kendimizi yolda, daha yarım saat önce imzaladığımız anlaşmada gözüken sığınağa doğru koşarken bulduk. İnsanların yüzündeki panik ve korku metrelerce öteden okunabiliyorken, aklımda olan tek şey ailemin mümkün olan en kısa süre içerisinde güvende olabileceğimiz sığınağa yetişebilmesiydi. Derken, tepenin ucunda bizleri bir asker ve hemen arkasında elindeki devasa silah ve daha sonra Power Armor olduğunu öğreneceğim zırh ile bekleyen bir başka asker bekliyordu. Sığınakta kaydımızın olduğunu teyit ettikten hemen sonra bizleri içeri aldı ve hızla girişe doğru koşmaya başladık. Yerdeki roket rampalarına benzer bir asansörün ortasında beklerken, karşımızda adeta bir ikinci güneş gördük, asansör bizi güvene doğru indirirken, başaramayacağımız korkusu yükselerek kalbime vuruyordu.

Gördüğümüz devasa patlama önüne gelen her şeyi, ayırt etmeksizin silip süpürürken, belki de saniyeler ile kurtulmayı başarmıştık. Yerin altına doğru, yani güvene doğru yaptığımız yolculuk, asansörün gürültülü bir şekilde durması ile sona erdi. Bizleri bilim kurgu filmlerine benzer bir ortam ve birçok bilim adamı karşıladı. Olayın şoku ile birlikte baktığım hiçbir şey bana yanlış gelmiyordu, ve kesinlikle yukarda kalmadığıma pişman değildim.

Sığınakta bulunan personelin yol göstermesi ile yavaş yavaş yeni yuvamıza doğru adımlar atmaya başladık. Yapılan kısa birkaç test sonrası, kendimizi yeni bir asansörün içerisinde bulduk. Her ne kadar bir asansör için garip bir görüntüsü olsa da, belki çaresizlikten, belki de personelin sıcak tavırlarından dolayı aklımda hiçbir şüphe oluşmamıştı. Beni ayrı, Shaun ve eşimi ayrı asansörlere aldıklarında karşı koyamadığım bir korku kapladı vücudumu, içimde bir şeylerin yanlış gittiğine dair büyüyen his, çaresizlik ve endişe ile birleşti. Neler olabileceğine dair kafamda birçok farklı kurgu dolaşırken, ortam bir anda soğumaya, vücudum titremeye ve kendimden geçmeye başladım. Ellerimi bile kaldıramıyor, buğulanan camdan dışarıyı göremiyor, kendimi adeta korkunun vahşi kollarına bırakıyordum. Vücudum bu koşullara daha fazla dayanamaz ve kendinden geçerken, ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ta ki gözlerim tekrar açılıncaya kadar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu