Makale

Bir Tutkudur Oyun Oynamak

Video oyunları ile ilk tanıştığınızda kaç yaşındaydınız? Yirmi? Otuz Beş? Belki de On iki? Cevabı elbette bilemiyorum ancak kaç yaşınızda olursanız olun ya da kaç yaşında hissederseniz hissedin video oyunlarını benimseyen herkes yıllar boyunca ortak bir payda da buluşmuştur; tutku.  Öyle bir tutkuydu ki bu on yıllar boyu sürecek ve peşinden milyonlarcasını sürükleyecekti.

Çocukken yaşadığı en önemli olayları dahi unutabilen insanlar, en eğlendiği anlar olan video oyun saatlerini asla unutamayacaktı. Belki bir kardeşle ya da en samimi arkadaşla paylaşılan mutluluklar, zaman hızla geçip giderken, yerini kökleşmiş anılara bırakacaktı. Kimileri için şişmiş fatura borçlarını unutturan yegane araç, kimileri içinse çelik çomağı tarihe gömecek inanılmaz bir buluştu video oyunları. Annelerin vanilyalı keklerine değişilmezdi elbette ama o keklerin yanında süt yerine ışıl ışıl parıldayan televizyon ekranları tercih edilecekti.

Oyunlara sempati duyan, onlara gerçek bir tutkuyla bağlanan yeni neslin gittikçe büyümesinden midir bilinmez, televizyon ekranlarından sızan masum oyunlar, değeri milyar dolarlar eden bir sektör haline geldi. ‘Tüketim toplumu’ anlayışının tüm dünyaya hızla egemen olmasıyla birlikte artan rekabet ortamından pay kapmaya çalışan ‘piyasa kurtları’ artık oyun camiası içinde söz konusuydu. Amatör ruhun ya da diğer bir değişle, eskilerin masum oyun anlayışının yerini ticari kaygılar alırken, daha çok para kazanma hırsı maalesef ki oyun piyasasını da derinden etkiledi.

Üretilen oyun adeti hızla artarken kalite de aynı oranda düştü. İlk zamanlar sayıları oldukça kısıtlı olan oyunlardan alınan fayda ya da belki de mutluluk tavan yapıyorken, şimdilerde yüzlerce oyunun içinde bizi en çok mutlu edeni bulmak için dakikalarca oyun içi tanıtım yapan videolar seyretmek zorunda kalıyoruz. En sevdiğimiz bir iki tanesi bizi aylarca, hatta yıllarca mutlu etmeye yetecekken sürekli yenisini istiyor, geri kalmamak adına bulduğumuz her fırsatta başka oyunların atmosferine sokmaya çalışıyoruz kendimizi. Önceleri imkan yoktu galiba, bir tek Super Mario’ya tutulmakta mecburduk. Demek ki o zamanlar Mario’nun yüzlerce rakibi olsaydı, Prenses de defalarca kurtarılamayacaktı. 

‘Bütün oyunları bitirmeliyim’

Hızla gelişen teknoloji, hemen her sektörde olduğu gibi oyun sektöründe de söz sahibi. Depara kalkan işlemciler, her geçen gün gerçekçiliğe bir adım daha yaklaşan oyun motorları, tüm zincirleri sıkı tutan en önemli etmenlerden sadece bir kaçı. Piksel kafalı kahramanlardan, duyguları anlık yansıtabilen mimik teknolojilerine; Atari’ye yaklaştıkça kalbi küt küt atmaya başlayan çocuklardan,  ateş ederken iki FPS’lik performans kaybına canı sıkılan nesillere doğru kaydık gittik. Bu süreçte gelişen teknolojiyle beraber elbette beklentiler de farklılaştı. Oyun severler artık, daha gerçekçi, daha farklı, daha orjinal konseptlere sahip oyunlar oynamak istiyorlar.

Günümüzde video oyunlarını sevip de bundan farklı düşünmek de pek olası değil. Kaldı ki imkanları zorlayarak bir şeyler ortaya koymamanın , geliştirilen oyunlardan son teknoloji kullanmamakta ısrar etmenin yegane sonucu da gelişememektir. Gelişemeyen sektör yerinde sayar ve bir süre sonra her şey sıradanlaşarak değerini kaybeder. Bu tarz olumsuz gelişmelerin yaşanmasını da kimse istemez. Ancak şöyle bir şey de var, daha iyisini yapma arzusuna sahip olmak ve onu kontrol etmek yerine, diğerinden daha çok para kazanma isteğini zihinlere kazımak ve bu şekilde yapılan işlerin ardından ciddi anlamda kalite beklemek de boşa zaman kaybı demek oluyor.

Oyun fabrikası haline gelen bazı şirketlerin karşılıklı atışmaları sonucunda piyasaya çıkan onlarca çöp oyunda bunun en canlı örneklerinden. Düzenin kurbanı olan, elinde parasıyla sevdiği oyunu satın almak için bekleyen ‘tüketiciler’i de hesaba katmak gerekir. Uzmanlık anlayışının minimuma indiği günümüz koşullarında ‘oyun tüketicileri’, bir oyundan diğerine geçerken , diğer taraftan eksik kaldığı ve bitiremediği oyunları da takip ediyor. Hatta öyle oyuncular var ki, daha birisinin tadını çıkartmadan yarım bırakıp, çiçeği burnunda bir başka oyuna anında dönüş yapıyor.(Amaç tabii ki eğlenmek ve herkes istediği şekilde eğlenmekte özgür. O bambaşka bir konu.)

Kaç kişi son oynadığı oyunun tüm zorluk seviyelerini tek tek bitirmeye çalıştı ? Günümüzde kaç oyuncu bir oyunu – futbol vs hariç – aylarca hiç sıkılmadan oynayabiliyor, en beğendiği oyunun tüm modlarını zorlayarak kendi rekorlarını geçmeye çalışıyor ? Artık, kuş tüylerini tamamlamaya çalışanlar, senaryoyu beğenip oyunu tekrar tekrar oynayanlar, müziklerine tutulup sırf o müzikleri için saatlerce ekranın başından kalkamayan oyuncular oldukça az sayıda. Kimse oyunları bu şekilde de oynamak zorunda da değil elbette. Yukarıda da belirttiğim gibi, o bambaşka bir konu.

Anlatmaya çalıştığım şey,  video oyunlarına duyulan gerçek tutkunun yerini hızla ‘tüketim çılgınlığı’nın aldığıdır. Artık çoğu oyun sever bir oyunu gerçekten beğendiği için değil, piyasadan geri kalmamak, kendini eksik hissetmemek için oynayıp anında bitiriyor, tüketip bir daha karşılaşmamak üzere silip atıyor. Seriye bağlanan oyunlar, daha birisi sindirilmeden ikinci oyun için kolları sıvayan kaliteden yoksun yayıncı firmalar, çabucak tüketip mideye gönderilen oyunların ardından tatlı niyetine harcanan DLC furyaları…

Aslına bakarsanız hepsi çoktan oturmuş bir sistemin düzgün çalışması için gereken bazı araçlar. Bundan fazlası değil. Firmalar nasıl daha çok satarım diye düşünürken, oyuncular da –belki de haklı olarak- çok istedikleri silaha en erken şekilde sahip olabilmek için aylar öncesinden ön sipariş verip oyunları satın alabiliyorlar. Satın almayarak beş kuruş para harcamayan, her gün bir başka oyun indirip saatlerce başından kalkmadan onlarca oyunu bitirip bitirip silen oyuncular da var ki bence onlar daha fena. (Lütfen kimse üzerine alınmasın, durum sadece ülkemizde değil tüm dünyada bu şekilde.)

Check it out now, the funk soul brother

Video oyunlarına Fifa 99’un zenci Hasan Şaş’ı ile alışanlar ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklardır. Ondan öncesinde bu camiaya mensup olanlarda vardır ki onlar zaten durumun çoktan farkındadırlar. Eğlenmek herkesin hakkı. Video oyunları da eğlence sektörünün en önemli parçalarından birisi artık. Bu sektör içersinde milyar dolarlar dönüyor. Çok büyük yatırımlar söz konusu. Haliyle yatırımcılar umut bağladıkları paralarının kat kat geri dönmesini arzuluyorlar. Bunun için de bol bol satış yapmak şart. Satış rekorları kıran oyunlar dahi akılarda birkaç aydan fazla kalamıyor. Çünkü buna ne fırsat tanınıyor ne de zaman veriliyor. Yeni nesilde öyle güzel oyunlar yapılıyor ki adını kısa zamanda efsanelerin yanına yazdırıyor. Ancak maalesef o oyunların tadının çıkartılmasına imkan verilmiyor. Çünkü en fazla 12 ay sonra makyajlanmış versiyonları tekrar satışa sunuluyor ve her süreç yeniden başlıyor.

İnanılmaz tanıtım reklamları, aylar öncesinden başlayan haber trafiği, yapımcıların ortalığı kızıştıran açıklamaları oyuncuların merak duygusunu kabartarak süreci çok iyi perçinliyor. Bu politikaya aldırmayan firmalar ya da yapımcılar da var tabii ama azınlıktalar. Aslında bakarsanız bağımsız yapımlarda bu azınlıktan sayılır. Bağımsız yapımların büyük bir kısmında yapımcıların size ne yansıtmak istediğini anlamaya çalışırsınız. Hayallerindeki dünyayı keşfe çıkarken kaptırırsınız kendinizi oyuna. Bastion, Limbo vb oyunlar bunun en canlı örneğidirler. Belki de yüzlerce kat daha fazla para harcanan oyunlara kıyasla daha eğlenceli, daha orjinaldirler. Çünkü özlenen oyun kalitesini iddiasız yollarla sizin önünüze kadar getirirler.

Yüzlerce oyun bitirebiliriz. Kimisini beğenip, kimisini hiç sevmeyebiliriz. Ancak ne yaparsak yapalım, içimizdeki oyun sevgisini hiçbir zaman tüketim çılgınlığına kurban etmemeliyiz. Çünkü bazıları için boş uğraşken, bizler için bir tutkudur oyun oynamak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu