Hikaye

Cennetin Gözyaşları – 1.Bölüm – Buluşma

Oldukça kötü bir Çarşamba sabahıydı. Yağmur Murat, Eray ve Naz’ın olduğu
arabayı acımasızca kamçılıyor, onların kötü duygularına eşlik ediyordu. Üçü de
burada durmaktan memnun değillerdi ve fazla bir şey bilmiyorlardı. Tek
bildikleri şey çok yakında eski arkadaşlarıyla buluşmak için ücra bir dağ
köşesine gidecekleriydi. Arabayı süren Murat’tı. Ona önemli bir sorumluluk
yükleniyordu çünkü bu kadar yağmur varken, araba sürmek kesinlikle dehşet
vericiydi. Hepsinden önemlisi imkansız gibi bir şeydi. Çünkü araba kaymak için
can atar gibiydi. Uzun bir zamanın sonunda dağ yoluna girdiklerinde Naz
sessizliğe dayanamadı. İçini çekerek :
“Bu iğrenç yere neden gidiyoruz?”
Naz’ın sorusunu Eray cevapladı “Çünkü bu gerekli! Arkadaşlarını tekrar görmek
seni pek heyecanlandırmıyor olabilir ama ben durumumdan gayet memnunum.”
“Memnun mu? Bundan daha kötü durumda olamazdım”
“Kendi adına konuş… Tüm hayatı lüks içinde yaşamak, sana diğer insanların
sorunlarını unutturmuş.”
“Benim hayatım seni hiç ilgilendirmez!…” Ellerini havaya kaldırarak yalvaran
bakışlarla “Ben bunları hak edecek ne yaptım?” dedi.
Eray yeşil gözlerini Naz’a dikti.. Karşısında duran bu varlık acaba insan mıydı?
Nasıl bu kadar umursamaz olabilirdi?
“Dua et bir arabanın içerisindesin. Yoksa…”
“Yoksa ne?”
Sonunda Murat araya girmek zorunda kaldı. Naz ve Eray’ın kavgalarından sıkılmaya
başlamıştı.
“İkinizde tartışmayı kesin! Yağmur sesi yerine sizi dinlemek hiç eğlenceli
değil. Oraya vardığımızda tartışacağınız yaklaşık onbir kişi olacak.”
Sonunda uzun bir sessizlik oldu; ama Eray’ın aklı karışıktı.. Murat’a eğilerek:
“Sence herkes gelir mi?”
“Öyle umuyorum.Tüm takımı bir arada görmek gerçekten muhteşem olacak.. En son
bir araya geldiğimizde hiçbirimiz on beş yaşını geçmiyorduk. Şimdi ise
aramızdaki en ufağı on dokuz yaşında” gülümsedi “Eski günleri çok özlüyorum”
“Ben hiçbirini hatırlamıyorum”
“Hatırlamanı beklemiyorum. Ama onları görünce eminim hatıraların canlanacaktır.”
“Bana hepimizin bir arada olduğu bir anı anlatsana.”
Naz “bize” diye araya girdi. Murat derin bir nefes aldı.
“Evet… Kulübü ilk kurduğumuz yıllardı.. O zamanlar hepimiz acemiydik ama bir o
kadar da cesaretliydik. Ömer, Çiğdem’e kulübe girmesi için ikna etmişti. Tam on
altı kişiydik. Ali, Ben, Sen, Derviş, Oğuz, Semih, Burak ve Ömer kulübeyi
kuracaktık. Kızlarda bittikten sonra evi düzenleyeceklerdi. Her şey kusursuz
başladı. Bütün gün çalıştık.. Günün sonunda Merve’nin bacağı incindi. Ona yardım
etmek için ona aşık olan Burak ve Semih onun yardımına gittiler. Bizde devam
etmeye hazırlanmışken ikisi arasında kavga çıktı. Doğal olarak ikisi de
birbirini çekemiyordu. Kavgaları ormana kadar sürdü. Onları bulup geri
getirdiğimizde ikisi de berbat durumdaydı. Giysileri tamamen mahvolmuştu. O gece
kendi ellerimizle yaptığımız devasa evimizde kaldık. Erkekler uyurken kızlar
bütün gece çalıştı ve evi yaşanılır bir hale getirdiler.. Burak ve Semih sabah
kalktıklarında onları büyük bir sorun bekliyordu. Merve… Onun için kavga
ettikleri için hiç hoşnut değildi. İkisine de baştan aşağı boya döktü.. O günden
sonra Burak ve Semih hiç kavga etmedi ama birbirine uyku hapı içirip, Merve’yi
uyurken seyretmeye giderlerdi.”
Üç arkadaş buna kahkahalarla güldüler. Bu berbat günde gülecek bir şey
bulmuşlardı.Naz, elini Murat’ı omzuna koyarak.
“Acaba hepsi iyi midir?”
“Bunu gelince göreceğiz.. Umarım iyidirler.”
Karanlığın çökmesine yaklaşık bir saat vardı. Karanlıkta yolculuk etmek Murat’ın
tarzı değildi ve muhtemelen o zaman kadar arkadaşlarının yanına ulaşmazlarsa
konaklayacaklardı. Gerçi bu bilinmeyen ormanda konaklamak pek iyi bir fikir
sayılmazdı ama başka çareleri yoktu. Keskin bir virajı döndüklerinde yağmur daha
da hızlandı.
“Yanımızda yiyecek olarak ne var?” Sabahtan beridir açtı. Aslında Murat yemek
yemeği pek sevmezdi ama yorgun olunca sürekli acıkırdı.
Naz çantayı kontrol etti. Kaşlarını çatarak:
“Dört tane ekmek, yulaf, fıstık ezmesi ve sosis.” Bunları derken yüzü
buruşmuştu.
“Sanırım bunlar gelene kadar işimizi görebilir.” Diyen Eray, gülümseyerek camdan
bakmaya başladı.
“Sen neler getirdin Naz?”
“Sanırım yemek dışında her şey” diye sorusunu cevapladı genç bayan. “Canımın
sıkılacağını biliyordum.”
“Senin canın her zaman sıkılır zaten” Naz tam ağzını açacaktı ki Murat :
“Ya sen Eray?”
“Sadece gitarım.. İşimizi görebilir sanırım.”
“Evet sen çalınca bizim midemiz doyacak.” Dedi Naz.
“Ruhunun midesi doyacak en azından. Tabii eğer varsa…”
“Biliyor musun?” İçini çekti. “Seninle buraya gelmek, vermiş olduğum en kötü
fikirdi. Bir dost olmayı bile beceremiyorsun! Oraya ulaştığımızda benden
olabildiğince uzak dur”
Murat birden arabayı ani bir şekilde durdurunca iki kafa Murat’a döndü. Murat :
“Eğer en kısa zamanda susmazsanız ikinizi de dışarı atacağım. Kulübeye çok fazla
mesafe yok. Yürüyebilirsiniz ama bunu isteyeceğinizi hiç sanmıyorum. Şimdi…
oturun ve yol boyunca mümkünse susun!”

İkisinde de tek bir ses çıkmayınca, Murat arabayı tekrar çalıştırıp yola devam
etti. Uzun süre yol aldılar ve sonunda durmak zorunda kaldılar.. Durmalarının
nedeni yolun tam ortasında ki ayı cesediydi. Murat arabadan inince Eray da inmek
zorunda kaldı.
Eray Murat’ın yanına gelerek:
“Kendimi kötü hissediyorum. İçimde çok kötü bir his var”
“Bir şey olmayacak. Güven bana! Şimdi şunu kaldırmama yardım et!”
İkisi birlikte leşi kaldırmaya çalıştılar ama nafile.. Ceset çok ağırdı. Ayrıca
sıcaktı da. Bu da daha yeni ölmüş olduğunun açık bir deliliydi.
“Ne yapacağız?” derken yüzünü buruşturmuştu Eray.
Murat bir şey demeden cesedin diğer tarafına geçti ve biraz sonra karanlığa
karıştı. Murat’ın gittiğini gören Naz, arabadan çıkıp Eray’ın yanına geldi.
“Murat nereye gitti?”
“Bilmiyorum.. Birden gitti..Sorma fırsatı bulamadım” Başını salladı..
Naz, Eray’a kötü bir bakış attıktan sonra oda Murat’ın gittiği yere doğru
yürümeye başladı. Buna rağmen Eray karanlığa gitmedi çünkü ona karşı büyük bir
korkusu vardı. Küçükken babası onun bodruma gitmesini engellemek için karanlıkta
böcekler (ki onlardan da nefret ederdi) olduğunu söylerdi. O günden sonra
Eray’da karanlık korkusu başlamıştı. Ancak o bunun için babasını suçlamıyordu
çünkü gerçekten de abartılı bir şekilde sürekli bodrumdaydı. Oraya neden gittiği
hakkında en ufak bir fikri yoktu ama onun hakkında hatırladığı tek şey eğlenceli
olduğuydu.Eray cesedin yanında durmak yerine BMW marka arabaya binip onu çalıştırdı. Acaba
ezse miydi? İlerlemenin tek yolu buydu ama bu da “Doğa”yı kızdırabilirdi. Belki
de hayvanlara saygısızlık olup başına bir bela açabilirdi. Eray bunu düşünürken
Murat karanlıktan çıkıverdi. Elinde kalınca bir ip vardı. Onu büyükçe bir taşa
bağladıktan sonra taşı aşağıya itti. Taşın ağırlığı cesedi kaldırmaya yetti ve
taş cesetle birlikte karanlığa karıştı. Eray arabadan inerken Murat ona doğru
geliyordu.
“Naz nerde?”
“Seni aramaya gitti sanırım.. Birazdan gelir merak etme..”
“Sen onu benden daha iyi tanıyorsun.” Esnedi. “Bir an önce oraya ulaşsak iyi
olur.. Uykum gelmeye başladı.”
İkisi beraber beklemeye başladı. Uzunca bir süre sonra Naz kolu yaralı bir
şekilde koşarak onlara doğru gelirken.
“Murat arabayı çalıştır ve acele et!”
Murat arabayı çalıştırdığında oldukça şaşırmıştı çünkü Naz’ın arkasından en az
altı tane kurt geliyordu. Naz acele ile arabaya bindi ve Murat arabayı hızlıca
sürmeye başladı. Kurtlar hala arkalarından geliyordu.
Eray kızmıştı.
“Sen yine nasıl bir belaya bulaştın?” dedi.
“Karanlıkta yürüyemiyordum. Sonra yumuşak bir şeye bastım. Kurtlar kızıp beni
kovalamaya başladı.”
Kimse konuşmadı.. Bir süre sonra kurtlar peşlerinden gelmeyi kesti ama Murat
buna rağmen arabayı durdurmadı. Kısa süre sonra istediği yere ulaşmışlardı.
Kulübe oldukça büyümüştü. On dört tane karşılıklı oda vardı. Genellikle bir
tarafta kızlar diğer tarafta erkekler olurdu. İki tane tuvalet ve bir tane de
banyo vardı. Tüm odalar kulübenin tam ortasında bulunan devasa salona çıkıyordu.
Salonda bir tane büyük şömine vardı. Eskiden yol arkadaşları, şömine’nin önünde
korku hikâyeleri anlatıp birbirlerin korkutmaya çalışırlardı. Bu yüzden
şömine’yi gören kişinin aklına, anlattıkları korku hikâyeleri gelirdi. O günden
bu yana şömine’nin adı ‘Korku Şöminesi’ olarak kalmıştı.

Kulübe’de iki odanın ve salonun ışığı yanıyordu. Arabayı kulübe’nin yakınlarında
bulunan dört arabanın yanına park etti. Arabadan çıktıklarında Naz:
“Çok heyecanlıyım” dedi.
“Evet ben de.. Bir an önce onları görmek istiyorum” derken Murat’ın yüzündeki
heyecan okunabiliyordu.
Üç arkadaş içeriye girdiler ve doğruca salona ulaştılar. Salon oldukça
neşeliydi. Oğuz, Burak, Semih ve Ömer masada kart oynuyordu. Ali ve Derviş
şömine’nin karşısına geçmiş eski günlerden söz ediyorlardı. Kızlardan ise Melis,
Dilek ve Merve resim çizmekteydiler. Çiğdem ve Nesrin ise odalarına gitmek üzere
çantalarını hazırlıyordu. Onları gören herkes ayağa kalktı ve onlara doğru
yürümeye başladı. Atmosfer mükemmeldi.
Burak her zaman ki neşesiyle :
“ Bende tam sizi merak etmiştim.. Bizim dağ kurtları yine harekete geçti diye
duydum.”
“ Bundan nasibimizi aldık” Gülümsedi.. Tüm yol arkadaşları selamlaştı ve korku
şöminesinin karşısına oturdular..
Melis,Dilek, Merve, Çiğdem, Naz ve Nesrin her zamanki gibi yine çabuk
kaynaşmışlardı. Hep birlikte oturup sessizce sohbete giriştiler.Oğuz :
“Ee.. Yıllar nasıl geçti?”
“Oldukça sıkıcı” diye sorusunu cevapladı Murat. “Hayat oldukça monoton… Evden
işe, işten eve.”
“Sanırım bu konuda hepimiz aynıyız. Buluşmak bizim için oldukça iyi bir macera
oldu. En azından eski arkadaşları unutmadığımızı birbirimize kanıtladık.”
Hepsi güldü. Derviş:
“Ne yapmayı planlıyoruz?”
“ Bir şey planladığımız yok. Ben burada bir ay kalacağımızı umuyorum.”
Siyah kısa saçlı ve yeşil gözlüydü. Normal boylu ve oldukça akıllıydı. En
sevdiği şeyler ortam neşesiz olduğu zaman arkadaşlarıyla dalga geçmekti.
Derviş’in sorusunu Burak cevapladı.
“ Bir ay mı? Sence de biraz abartılı değil mi? Bir ay boyunca bu dağ evinde mi
kalacağız?”
Siyah saçlı ve yeşil gözlüydü. O da silahların koleksiyonunu yapardı. Hemen
hemen her silah konusunda bilgi sahibiydi. Bu Oğuz’du.
“Neden olmasın? Biz buraya hayattan kurtulmaya gelmedik mi?”
Kısa boylu siyah saçlı ve ela gözlüydü. Hayvanları inceler ve Dağ yürüyüşlerini
çok severdi. Bu delikanlı da Derviş’ti.
“Evet ama bir ay durmak bence çok saçma. Ne yapmayı düşünüyorsun? Sinek mi
avlayacaksın?”
“ Yapacak çok şey var.”
“O zaman sen tek başına yaparsın”
“ Diğer kulübeyi ziyaret ederiz o zaman”
Siyah tenli, kahverengi saçlı ve siyah gözlüydü. Top oynamak onun adeta
tutkusuydu ve bu konuda da başarılı biriydi Semih.
“Bak bu iyi fikir.. Neden yarın gitmiyoruz?” Kısa sarı saçlı ve mavi gözlü olan
Ömer Sürekli müzik dinlemeyi severdi.
“Sen önden git biz seni takip ederiz.” Güldü.
Bunu diyen Ali, siyah saçlı ve siyah gözlüydü. Her konuda dalga geçmeyi kendine
adet edinmişti.

“Ali her zaman ki Ali… Hiçbirimiz değişmemişiz”
Diyen Eray sarı saçlı ve yeşil gözlüydü. Gitar çalmayı sever ve bilgisayarla
uğraşırdı.
“ Benim fikrim yarın ava çıkma yolunda. Kızlarda yemeği pişirir güzel bir
başlangıç yapmış oluruz.”
Kahverengi saçlı ve yeşil gözlüydü. Murat’ta Eray gibi bilgisayarla uğraşırdı.
Ömer şömine’ye bir odun atarak:
“Ama bunun için onların onayını almamız gerek. Daha hemen çalışmak hoşlarına
gitmeyebilir.”
“Tamam, o zaman ben onları çağırayım” dedi Oğuz.
Kısa süre sonra kızlar da konuşmaya katılmıştı. Dost canlısı olan kızlar her
zamanki gibi neşeliydi.
Oğuz ayağa kalkarak Çiğdem’e döndü “Sanırım olabilir.. Zaten evde çok az yemek
var.”
Çiğdem kısa siyah saçlı, ela gözlü ve kısa boyluydu. Resim çizmeyi çok sever ve
oldukça da güzel çizerdi.
Oğuz, Melis’e döndü. “Evde yeterince yiyecek var. Bir hafta sonra gitmeniz daha
mantıklı”Melis sarı saçlı ve mavi gözlüydü. O da yüzmeyi çok severdi.
Oğuz Nesrine döndü “Benim için sorun yok.. Şehirde yeterince yemek pişirdik.
Burada pişirmemiz bir şey değiştirmez”.
Nesrin sarı saçlı ve ela gözlüydü. Hayvanları çok sever ve onları kollardı.
Oğuz Merveye döndü. “Benim için fark etmez. Olabilir”
Merve sarı saçlı ve yeşil gözlüydü. Çiçeklere aşırı bağlıydı ve her konuda her
şeyi yapacak kadar deliydi.
Oğuz, Naz’a döndü. “Ben Melis’e katılıyorum. Ama.. Sanırım yemeği pişireceğiz”
Naz siyah saçlı ve mavi gözlüydü. O da doğaüstü olaylarla ilgilenir onları
araştırırdı.
Oğuz, Dilek’e döndü. “Olabilir.”
Dilek siyah saçlı ve yeşil gözlüydü. O da Naz gibi doğa üstü olaylarla ilgilenir
onları araştırdı.
Herkes ‘Tamam’ demek zorunda kaldı. Çünkü oy birliğince yemek pişirmek zorunda
kalacaklardı. Aslında bu durumdan kimse şikayetçi değildi.

O gece Murat hariç herkes kendi odasına çekildi.. O da kulübenin yakınlarında
bulunan İnci gölüne doğru yürüyüşe çıktı. İnci gölü uzun zaman önce, onların
kulübeyi yapmaya başladıkları güne kadar ki buluşma noktalarıydı. Etrafı
muhteşem ağaçlarla çevrili bu puslu gölün ne zaman oluştuğunu kimse bilmiyordu.
Söylenenlere göre burada çok eskiden yaşayan bir adam vardı. Bu adam asla gölün
kıyısından ayrılmaz kimseyi de buraya yaklaştırmazdı. Yaşlı adamın bu tutumu,
gölü yabancıların gözünde daha da önemli kılıyordu.
Murat, İnci gölüne ulaştığı sırada gölde gezmekte olan birkaç kuş havalandı. O
da düşünmek için daha rahat oldu.
Ama daha düşünmesine fırsat kalmadan Murat’ın dikkatli gözü ona doğru gelmekte
olan bir siluet fark etti. Karaltı yaklaştıkça Murat onun Merve olduğunu anladı.
Merve gerçekten her zaman ki gibi büyüleyiciydi. Sarı saçları ve yeşil
gözleriyle öylesine güzel bir uyum oluşturmuştu ki ona bakan insan gözlerini
ondan alamıyordu. Merve her zaman son derece çılgın bir kızdı. Aklına bir şey
koyduğu zaman onu mutlaka yapardı. O da Murat’ın yanına oturdu.
“Hala eski alışkanlığından vazgeçmemişsin Murat” diye mırıldandı güzel kız.
“Alışkanlıklar insanın peşini bırakmamakta kararlı” dedi Murat derin ve hüzünlü
sesiyle. “Doğrusu bende bu alışkanlıktan vazgeçme niyetinde değilim.”
“Vazgeçme.. Güzel bir alışkanlık. Benimde edinmem gerek.” Tebessüm edince Murat
neredeyse kendinden geçiyordu. Sonra birden “Sence biz buraya neden geldik?
Gerçekten birbirimizi özlediğimiz için mi? Yoksa bizim birbirimize karşı
sakladığımız önemli bilgiler mi var?”
“Benim yok.. Bilirsin insanlardan bir şey saklamak hoşuma gitmez.”
“Evet biliyorum…” Gülümsedi “Uzun zamandır önemli eski bir dostla konuşma
fırsatı bulamamıştım. Eskisi gibi bir macera yaşar mıyız dersin?”
“Eskiden maceraları kendimiz oluştururduk. Şimdi bunun olacağını sanmam.”
“Maceralar her zaman kendi oluşur.. Biz istesek te istemesek te. Bu arada bana
bu gölün gerçek hikayesini anlatsana..Gerçeğini bildiğini biliyorum” Sonra
aceleyle ekledi “Yani öyle umuyorum.”
Murat kaşlarını çattı “Bunu dinlemek istediğine emin misin?”
“Tabii ki eminim..”“Buradaki adam bir zamanlar çok ünlü ve acımasız bir seri katildi. Hikayesi
kısaca şöyle.. Katil, Denizli Türkiye Elektrik Kurumu Müessese Müdürlüğünde hat
işçiliği yaparken 31.500 volt elektrik akımına kapılıp ağır yaralanır, bu
olaydan sonra 1986 yılında Antalya’da Nuri Keskin adındaki başkomseri öldürüyor
çünkü artık deli sayılır. Mahkeme de bunu anlamış olacak ki akli dengesinin
yerinde olmadığına karar verir ve onu, Manisa ruh ve sinir hastalıkları
hastanesine gönderir. Burada 4,5 sene tedavi gören katil, taburcu olduktan sonra
Denizli’nin Bozkurt ilçesindeki Çambaşı köyüne döner. Fakat o döndüğünde Çambaşı
köyünü hiç unutamayacakları bir felaket bekliyordu. Köye döndükten 3 yıl sonra
yani 1994’te 4 komşusunu boğarak öldürmüştü. Ona Çivici katil denmesinin nedeni
ise öldürdüğü kurbanlarının kafalarının çeşitli yerlerine ve gözlerine çiviler
çakmasıydı. Polisler onu sorguya çektiklerinde neden çivi çaktığını sormuşlar ve
“çivi görünce dayanamıyordum, insanların kafalarına çakmak istiyordum hep”
cevabını aldılar. Hatta bir keresinde “bana cinayetleri işlemem için Turgut Özal
emir verdi” demiştir. Yakalandıktan sonra evinin alt katında yapılan aramalarda
uçları özenle sivriltilmiş çiviler ve “kısa zamanda öldürülecekler” in yazıldığı
bir liste bulurlar. Neden kimseyi yaklaştırmıyor sorusuna gelince… Katil buraya
öldürdüğü kurbanları saklardı.”
“Böyle birini beklemiyordum açıkçası”
Merve titredi. Ellerini ağrıyan başına koydu, bu kasvetli öykünün geceler boyu
onu rahatsız edeceğini biliyordu; hiç duymamış olmayı diledi. Kaderiyle
bağlanmış! Hiddetlenerek düşünceyi aklından uzaklaştırdı. Bunun önemi yoktu.
Buna zamanı da yoktu. Kaderi, bu kabusumsu masalları eklemeden de yeterince
kasvetli görünüyordu.
Murat sanki onun düşüncelerin okur gibi gülümsedi.
“Seni uyarmıştım..”
“Hayır hayır önemi yok. Dayanabilirim.. Umarım anlattığın şeyler gerçeğe yakın
bile değildir.”
“ Sanmıyorum..”
“Beni rahatlatmaya çalışma.” dedi Merve biraz kızarak. “Bana sadece doğruyu
söyle..”
“Burada bir zamanlar bir seri katilin yaşadığını ve bu güzel gölü cesetlerle
süslediğine inanmıyorum.”
“Güzel… Zaten ben sana güveniyordum.”
“Ama…”
Merve, Murat’ın kibarca sözünü kesti. “Her neyse.. Benim gitmem gerek.. Yarın
önemli bir gün.. Bu güzel günü yorgun geçirmek istemem..Çünkü bildiğin gibi
çalışmamız gerek.. Sizin gibi”
“Bizim mi? Biz ne yapacağız ki?”
“Biz yemeği pişireceğiz de sence yemekleri kim bulacak”
“Doğru.. Tamam sen git.. Ben biraz daha burada kalacağım.. Bu arada yoldan geri
dönerken ağacın arkasında saklanıp, bizi gözetleyen Eray’a da buraya gelmesini
söyle..”
“İyi bir gözlemcisin” dedi kahkahalarla gülerek..
“Öyle olmaya çalışıyorum sadece..” dedi hafif bir tebessümle.
“Tamam” dedi yürümeye başlayarak. Ormanın tekrar başladığı yere gelince Merve
arkasını dönüp gülümsedi ve karanlığa fısıldanarak yoluna devam etti. Kısa bir
süre sonra Eray, hantal hantal ona doğru yürüyordu. Eray, Murat’ın yanına
gelince..
”Gerçekten özür dilerim. Ben…”
“Ne kadar güzel bir kız değil mi?” dedi Murat sözlerini dinlemeden..
“Evet öyle…” dedi kızararak..
“Ama sana göre biraz fazla büyük.. Neden kendine yaşıt insanları seçmiyorsun.
Biliyorsun seni seven bir kız var hala.”
“Bende onu sevseydim işler daha da güzel olurdu. Ama sevmiyorum…”
“Oysa ki çok akıllı ve iyi bir kız.”
“Ben akıllı ve iyi birini istemiyorum… Güzel birini istiyorum..” dedi Eray
hiddetle…
“Ayrıca güzel de..Eray..” Murat çaresizlik içinde onun donmuş maskesini delmenin
bir yolunu arıyordu. “İyi ve akıllı, bir kız güzel bir kızdan daha önemlidir.”
“İyi ve akıllı kızların canı cehenneme!” Ayağa kalkarak soğuk bir edayla
Murat’a, sanki ilk defa gördüğü birisiymiş gibi baktı. Aslında Murat’ın aklına
onun çocuksu bir sevdayla Naz’ın peşinden gitmek için evi terk ettiği akşamki,
Bursa’daki hali gelmişti.
“Haydi kulübeye geri dönelim.” Dedi Murat. “Bu akşam için yeterince
sinirlendik.. Merve’nin de dediği gibi yarın önemli bir gün.. Yorgun
geçirmeyelim.”
Beraberce kulübeye kadar yürüdüler. Gece yarısı ormanda yürümek onları ne kadar
korkutsa da bu korku onlarda tatlı bir tat bırakmıştı. Kulübeye ulaştıklarında
Murat, Merve’nin ışığının kapalı olduğunu fark etti. Nasıl bu kadar çabuk
toparlanabildi? Diye düşündü Murat.. Ancak önemli değildi artık. Eray’ı odasına
uğurladıktan sonra oda kendi güvenli ve güzel odasına çekildi. Odada bir yatak,
lamba ve dolaptan başka önemli bir şey yoktu ama buna rağmen kendisini evindeki
odasından daha huzurlu hissetti. Bir kez daha hayatına geri dönecekti ve Murat
bunları düşünerek uykuya daldı…

1.Bölümün Sonu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu