Cennetin Gözyaşları – 3.Bölüm – Derin Boyut
13 Kişi önlerinde uzanan karanlığa baktı. Tuhaf bir şekilde hiç kimse o
karanlıktan bir adım ötesini bile göremiyordu. Sanki bir tür zaman kapısı gibi
bir şeydi bu. Tam kapının önüne geldiklerinde hepsini heyecan sardı. Kapı’nın
gerisinde duran cesetlere bakmamaya çalışıyorlardı. Melekler arabanın içindeki
yerlerini alırken Ana Melek onların yanına geldi :
“Burası ‘Derin Boyut’ adı verilen bir yer.Tamamen ayrı bir dünya sayılır.
İçeride kötülük olduğu kadar iyilik de var. Sizin amacınız içeride saklı olan üç
taşı bulup buraya.. yani Dünyaya dönmek. Eğer kötülerden biri bu üç taşı sizden
önce ele geçirirse Bu kapıyı açmayı başarır ve oradaki tüm kötülükler buraya
akar. Şayet böyle olursa o zaman Nephilim’ler gelmeden dünyanın sonu gelir.”
Sonra Murat’a bakıp gülümsedi.Aniden Murat içinde Meleğin fısıltısı duyuldu
“Soqued Hozi’ye soru sormayı ihmal etme. O soruları çok sever.” dedi ve o da
Diğer meleklerin yanındaki yerini aldı.
Murat önden diğer On iki kişide arkadan olmak üzere herkes önlerinde uzanan
derin karanlığın içinde girdiler. Murat’ın ilk fark ettiği şey inanılmaz hızlı
gelişen bir mide bulantısı ve ona eşlik eden düşme hissi oldu. Gözlerinin
etrafında bin bir renk uçuşuyordu. Çoğu renk’ d daha önce hiç görmediği tuhaf
renklerdi. Ve sonunda toprağa düştüğünde başı dönüyordu. Gözlerini açtı ama
bulanık görüyordu. Silkelenip yavaşça ayağa kalktı. Ve etrafı incelemeye
başladı. Her taraf sisliydi ve ormandaydılar. Ağaçlar gereğinden fazla uzun ve
sivriydi. Onlar ise sönmüş bir kamp ateşinin etrafında uyuyorlardı. Murat hariç
uyanan yoktu. Murat boynundaki Mavi madalyonu eline aldı ve gözlerini kapatarak.
“Soqued Hozi” dedi.
“Bende ne zaman benimle konuşacağını merak ediyordum.” Dedi o ses tekrar.
“Sana tekrar soru sormak için geldim.”
“Ben bunun için varım.”
“Biz şu an tam olarak neredeyiz?”
“Derin Boyut’ta dünya gibidir Murat. Aynı dünyadaki gibi buranın da kendine has
şehirleri ve burada yaşayan insanları vardır. Dünyadaki gibi gelenekleri ve
Dünyadaki gibi hayvanları var.Ve sende Orada bulunan şehirlerden Pyrzas’tasın.”
“Yani Burası da dünyanın bilinmeyen bir parçası.”
“Öyle de diyebiliriz.Ama buraya ayrı bir Dünya demek çok yanlış olur. Burasını
Kayıp Kıta Atlantis gibi düşünebilirsin. Dünyadakiler bunları biliyor ama
görebilmiş değil.”
“İnsanlar buranın var olduğunu biliyor mu?”
“Tabii ki… Ama bildiklerinin farkında değiller. Öğrenmeden senin işinin bitmiş
olması lazım”
“Peki biz neden Bir kamp ateşinin etrafındayız.”
“Bu durumu senin anlaman oldukça zor ama madem sordun…” Biran duraksadıktan
sonra “Siz aslında burada daha önce yaşıyordunuz.Yani sizin ikizleriniz. Her
biriniz burada doğdu ve burada büyüdü. Tanrı Onu öyle bir ayarladı ki bunu
anlamak kimseye nasip olmaz. Doğal olarak Tanrı bunun olacağını daha önce de
biliyordu.Şimdi ise görevinize rahatça devam edebilmeniz için onların vücuduna
girdiniz”
“Yani burada tanınıyoruz. Peki biz burada neyiz?”
“Siz Burada çok eskiden beri var olan köklü bir Hırsız Çetesinin Loncalarından
birisiniz.Oranın Patronu size bir görev verdi ve sizde bu görevde döndünüz.
Dikkat edersen Ateş’in yanında büyük bir çanta olacak. Bu sizin göreviniz.”
“Ama burası bir Orman. Yani şehir tam olarak nerde?”
“Şu an beklediğiniz yer diğer Loncalar ile buluşacağınız yer. Onlar sizi alacak
ve Pyrzaz’da bulunan Merkez’e götürecek.”“Yardımın için teşekkür ederim..”
“Bu benim görevim” dedi.
Ve aniden o Mavi Işık söndü ve tekrar arkadaşlarının yanına döndü. Neredeyse
herkes uyanmış ve şaşırmış bir şekilde etrafa bakıyordu. Derviş ayağa kalkarak
Murat’ın bulunduğu ağaca doğru yürümeye başladı. Onun yanına ulaştığında :
“Murat Neler olduğu hakkında bir fikrin var mı?
“Soqued Hozi bana neler olduğunu açıkladı.Senin de madalyonun var sende konuş.”
Derviş bir şey demeden Madalyonunu tuttu ve onun ismini fısıldadı. Bundan
sonrasını Murat duyamazdı. Onu kendi haline bırakıp diğer yol arkadaşlarının
yanına yürüdü. Ve onlara Soqued Hozi’nin ona söylediği her şeyi dikkatli bir
şekilde aktardı. Hikayesi bitince Diğer yol arkadaşlarının yüz ifadesi inanmış
gibi gösteriyordu. Eray bir şekilde:
“Artık her şeye inanacak bir konumdayız. Bu neden olmasın ki..”
“Peki bir şey sormam gerek.” Diye araya girdi Dilek. “Bu bulmamız gereken taş
ile Hırsız Lonca’nın ne gibi bir alakası var.”
“Onu ben de bilmiyorum ama yakında bunu öğreneceğiz.”
Derviş işini bitirmiş bir şekilde elinde topladığı odunlarla onun yanına geldi.
Murat’a bakarak Odunları büyük bir gürültüyle yere bıraktı.
“Onlar gelene kadar donmak istemeyiz.” Dedi.
Birde bütün kafalar Oğuz’a döndü. Her şey konusunda aralarında tek fikir sahibi
olan oydu. Aynı zamanda Grubun Lideri konumundaydı.
“Murat,Eray ve Derviş burada durup ateşi yakmaya çalışsın.Diğerleri de benim
peşimde gelsin.” Dedi sonunda Lider.
Herkes onun dediğini yaptı. Murat,Eray ve Derviş ise ateşi yakma girişiminde
bulundular. Kısa süre içerisinde ufak da olsa bir ateş yakılmış ama diğerleri
hala gelmemişti. Eray :
“Sence onları aramaya gidelim mi? Onların bu kadar geç kalması doğal değil çünkü
burası Orman. Burada odun’dan bol şey yok.”
“Biraz bekleyelim” dedi Murat. “Eğer uzun süre gelmezlerse aramaya başlarız.”
“Bence şimdi aramalıyız.” Diye önerdi Eray huzursuzca.
“Peki bu Orman’da onları nasıl bulmayı düşünüyorsun?” Konuşan Derviş’ti.
“Birimiz burada bekler.Diğer ikisi de farklı yollarda onu bulmaya çalışır. O
kadar da zor olmamalı.”
“O kadar zor olmamalıymış” diye mırıldandı Derviş. “Kocaman bir yalan.. En
azından binlerce gidebileceğimiz yol var. Hangisini tercih edeceğimize kim karar
verecek.Şans mı?”
“Kendin karar ver…”
“Susun” dedi Murat elini kaldırarak.Sesi boğuk çıkmaya başlamıştı. “Sanırım
geliyorlar..”
Ama çok kısa süre sonra yanıldıklarını anladılar çünkü duydukları ayak sesleri
bir insan’ın atamayacağı kadar serttiler. Uzun olmayan bir aradan sonra
duydukları ayak seslerinin sahiplerini anladılar. Bunlar At’ların ayak
sesleriydi. At’ın sürdüğü at arabalarının içinde en azından yirmi kişi vardı.
Ama ondan sonra iki At arabası daha geldi. İki tane kırmızı At arabası geride
kalırken Mavi olanı Üçlünün yaktıkları ateşin yanında durdu. İçinden çıkan
adamın Hafif kızıl saçları ve şahin gagası gibi burnu vardı. Murat’ın
tahminlerine göre en az 1,86 boyunda olmalıydı.
“Hoş geldiniz dostlarım..” dedi nazik bir sesle. “Beni hatırlamıyorsunuz değil
mi? Bunu tahmin edebiliyorum.” Tebessümü hafif ama ölçülüydü “ Merak
ediyorum..nasıl olurda Onüç kişi aynı anda hafızasını yitirebilir?Kişilikleriniz gibi hastalıklarınız da garip” dedi Gülümseyerek.
“Evet hatırlamıyoruz.. Adınızı…” Adam Murat’ın sözünü nazikçe kesti.
“Adım Xamaz.. Kırmızı Zehir Loncasının Başıyım.” Diyerek onlara doğru saygıyla
eğildi.
“Acaba bizim Lonca’nın adı nedir?” dedi Derviş.
“Bunu unutabildiğinize şaşırdım doğrusu…”
“Her şeyi unuttuk sanırım..” Derviş onun sözünü kesmekle kabalık ettiğini
sonradan fark etti.
“Sizin Lonca’nın adı Sessiz Çığlık.. ah bu adı çok seviyorum. Neden ben
seçmedim? Hala aklımdan şüphe duyuyorum.. Bu arada diğer dostlarınız nerde?”
Birden yüzü yumuşadı. “Yoksa öldüler mi?”
“Hayır ölmediler.” Dedi Eray biraz sesini yükselterek.
“Sakin ol genç adam” dedi Xamaz buna cevaben. “Şimdi arkadaşlarını bulacağız.”
Arkasını dönerek içerideki birkaç kişiye eliyle işaret etti. Ardından da Mavi
arabanın içinden sekiz kişi çıkarak ormana daldı.
“Bu ormanda gezmek oldukça tehlikelidir. Yanınızda arkadaşlarınız varken bile.”
“Neden?” dedi Eray.. Biraz daha sakindi.
“Gözyaşı Gölü’nden çıkan yaratıklar yüzünden. Aslında bu konuda fazla bilgim yok
ama bildiğim kadarıyla Oraya yaklaşmak tamamen imkansızmış. En son oraya Veoler
adında bir çiftçi karısını ve çocuklarını kurtarmak için gitti ama hepimizin
bildiği gibi o da artık delirmiş durumda… Yeni yaratıkların çıkmasından kimse
hoşnut değil ama aynı zamanda da yapacağımız bir şeyde yok. Tek yapabileceğimiz
şey bu Orman’a olabildiğince az uğramak ve olası bir tehlikeye karşı şehrimizi
savunmak.”
“Ama görevimiz buraya gelmemizi gerektiriyor.” Dedi Murat.
“Biz kendimizi buna karşı savunabiliriz. Bizler bunun için eğitildik. Tehlikede
olan insanlar bizler değiliz. Bunu başkaları düşünsün.”
Tam bu sırada Xamaz’ın göndermiş olduğu adamlardan biri onların yanına geldi.
“Efendim.. Onları bulduk.. Gizli Koru’nun orada saldırıya uğramışlar.. Bir çok
kişi yaralı ve bildiğimiz kadarıyla bir de ölü var”
Üç kişi bunu duyunca kendinden geçti. Özellikler Eray’ın kanı beynine
sıçramıştı.
“Gitme vakti geldi!”
Xamaz at arabasına binince üç kişide onun arkasında bindi. Harekete geçtikleri
sırada Üçünün kalpleri Göğüs kafesini delecek gibiydi.Araba inanılmaz hızlı bir
şekilde hareket ediyordu ama buna rağmen inanılmaz çok korkuyorlardı. Murat
diğer iki at arabasının da hızla onları takip ettiklerini fark etti ama bunun
üstüne düşünmek istemiyordu. Şimdi tek yaptığı şey Arkadaşlarının ölmemesi için
dua etmekti.
Ve sonunda arkadaşlarının yanına ulaştılar. Burası Onca ağaç arasında
küçük,açıklık bir alandı. Üç kişi yerde yatıyor diğerleri de Xamaz’ın göndermiş
olduğu adamlar tarafında iyileştirmeye çalışılıyordu. Onları etrafında ise
domuza benzeyen ama insan gibi yürüyen birkaç kişi tarafında kuşatılmıştı.Araba
durunca bu ve diğer iki arabadan tüm herkes inmeye başladı.Diğerleri savaşırken
üç arkadaş ta yerde hareketsiz yatan bedenlere doğru koştular.Biri Merve diğeri
de Dilek’ti.
Hemen 10 Kişi at arabalarına taşındılar ve ardından savaş konusunda yeteneksiz
olan üç sağ arkadaş savaşı seyretmeye başladılar. Bir silah olsaydı hepsi de
savaşacak gibiydi. Eray :
“Bunlar o dedikleri Chabucabra denen yaratık mı?”“Hayır.. Onlar daha ufak ve daha seri..” dedi Oğuz buna cevaben. Murat’ın ise
korkudan dili tutulmuştu.
“Derviş bunun ne olduğunu öğrenebilir misin?” dedi Murat sonunda.
“Maalesef” diyerek üzüntüsünü dile getirdi. “Ama buradaki Kütüphane arşivlerine
girebilirsem sana bu diyar hakkında bildiğin her şeyi söylerim.”
Murat bir şey demeden boynunda asılı duran Mavi madalyonu eline aldı ve alçak
bir sesle “Soqued Hozi” dedi.
“Murat”
“Bana bunların ne olduğunu söyleyebilir misin?”
“Adı Nisroc.. Xamaz’ın bahsettiğin o yeni çıkan yaratıklardan biri. İnanılmaz
güçlü ve saldırgan.. Genellikle insan’larla beslenir ama insan bulamazsa
etraftaki hayvanları da yiyebilir. Genellikle…”
“Nasıl öldürülebilir?”
“Sadece Ateş’le.. Ateş onların direk kalplerine nüfus ederek kalplerinin
durmasına neden olur.”
Murat elini Madalyon’dan çekti ve daha arkadaşlarının bir şey demesine fırsat
kalmadan arabadan inerek savaşmakta olan Xamaz’ın yanına geldi. Xamaz :
“Murat arabanın içine gir.. Bunlar ölmüyor.. Şehirden yardım isteyeceğiz.”
“Onlar sadece Ateş’le ölür.. Aksi halde sonsuza kadar savaşabilirsin.”
“Bunu nereden biliyorsun?” dedi kaşlarını çatarak.
“Sadece dediğimi yap.”
Xamaz diğer adamlarına emir verirken o da arkadaşlarının yanına dönerek arabadan
savaşı seyretmeye başladı. Xamaz Murat’ın dediğini yapmaya hazırlanıyordu. On
kişi Ateşi yakıyordu onların hemen önünde duran On kişide onların yaktıkları
okları atıyordu. Ateş Nisroc’un tenine deyince yaratıklar büyük bir çığlıkla
yere düşüyor ve kısa sürede binlerce parçaya ayrılıyordu.. Kısa süre sonra tüm
hepsi ölmüştü.Savaş bittikten sonra Xamaz’ın adamları yine indikleri at
arabalarına tekrar binmeye başladılar.Xamaz onların bulunduğu arabaya bindikten
sonra :
“Bize bunların nasıl öldürüleceği hakkında bir fikir verdiğin için sağ ol.. Ama
merakımı cezbetti.. Nasıl?.. Nasıl oluyor da tüm bunları bilebiliyorsun.”
Murat aslında Xamaz’da böyle bir soru bekliyor olmalıydı ki cevabı hazırdı.
“Çok sağlam kaynaklara sahibim.” Dedi ve Derviş’e bakıp gülümsediğinde bu
Xamaz’ın gözünden kaçmadı.Oda güldü..
“Ama ben yaratıkların daha yeni çıktığını sanıyordum.” Dedi Xamaz kaşlarını
çatarak. Xamaz ne zaman kaşlarını çatsa yüzü on sene yaşlanıyordu.
Murat bu sözün karşısında afalladı ama onu bu durumdan yine araştırmacı arkadaşı
Derviş kurtardı.
“Hiçbir canlı yaratık sizin sandığınız gibi çabuk yaratılmaz. Her canlının bu
hale gelebilmesi için gerekli olan evrim süreci vardır.”dedi Derviş büyük bir
gururla. “Bu yüzden de muhtemelen evrim süreci o sizin orada yaratıldığını
düşündüğünüz O gölün etrafında gerçekleşmiştir.”
“Sözlerini çok dikkatli seçiyorsun genç dostum. Mirza sizi nerden buldu
bilmiyorum ama o her zamanki gibi iyileri bulmuş. Eğer istersen bir süreliğine
benim yanımda araştırmacı olarak çalışabilirsin. Zaten benim de senin gibi
birine ihtiyacım vardı.”
“Çok teşekkür ederim ama ben halimden çok memnunum. Üstelik ben arkadaşlarımın
yanında olmak istiyorum ama burada bildiğiniz bir kütüphane varsa işimi görür.”
“Çok şanslısın çünkü Derin Boyut’un en büyük kütüphanesi Pyrzaz’ta. Orada
istediğin gibi zaman geçirebilirsin.”Murat, Derviş’in ani bir şekilde sevinmeye başladığını fark edebiliyordu. Bu
arada Üç kişi hariç tüm yol arkadaşları derin bir uykudaydılar. Doğrusu Murat
onları çok merak etmeye başlamıştı.
“Peki ya diğer dostlarım?” dedi Murat.
“Onları bir şifacıya vereceğim. Çok şanslısınız çünkü o iki Bayan arkadaşınız
henüz ölmüş değil ve o kadar da kritik durumda değiller. Sadece zehirlendiler ve
hareket edemiyorlar. Benim şifacım bunu kolayca halledebilir. Bu konuda herhangi
bir kaygınız olmasın.”
“Size olan borcumuzu nasıl ödeyeceğiz?” dedi Eray. O da diğer iki kişi gibi
inanılmaz bir şekilde sevinçliydi.
“Bana olan borcunuzu zaten ödediniz.” Dedi onların getirdiği çantayı işaret
ederek. “Bu getirdiğiniz hançer bildiğim kadarıyla Kutsal Taş’a giden kapının
anahtarı.”
Kutsal Taş… Bu bizim aradığımız taş olmalı Diye aklından geçirdi Murat.. Bunun
hakkında bildiği her şeyi öğrenmeliyim. Muhtemelen diğer dostları da aynı şeyi
düşünüyordu çünkü ikisi de bu lafı duyduktan sonra şaşırmıştı.
“Kutsal taş mı?” dedi Şaşırmış numarası yaparak.
“Aslında bunlar kimseye anlatmamam gerekiyor ama hem size güvenim tam hem de
Pyrzas’a daha uzun bir yol var.”
“Hikayesini duymak için sabırsızlanıyorum.”
“Ben ve Mirza’nın özel olarak ilgilendiği çok özel bir taş. Bu taş sayesinde
yaratıklar bize saldıramayacak çünkü o taş elimize geçtiğinde tek bir sözle
canlı birini öldürebileceğiz..Tabii bunu kötü amaç için kullanma niyetimiz yok.”
Bu siyah taş olmalı. Diye düşündü Murat.
“Ama işin kötü tarafı Bu hançerin açtığı muazzam kapı bir çok göl canavarı
tarafından korunuyor. Bu görevi tek bir lonca başaramaz. Mirza muhtemelen bu
görev için birkaç tane Lonca görevlendirecek. Onları ele geçirdiğimizde her şey
daha da güzel olacak. Belki bu taş’la Bagored’e girer tüm kötü yaratıkları yok
ederim kim bilir.” Dedi kahkahalar atarak. “Ama daha önemli olan bir şey var ki
o da Slabdon’dan önce ele geçirmek zorunda olduğumuz.Çünkü onu alırsa Taş’ı
Derin Boyut’tan kaçıracak. Çünkü bir tek o taş’lar Karanlık Yol kapısı’nı
açabilir.”
“Bence bunlar Masal.”
“Hayır… Bu işi bu kadar hafife alma bence.. O Taş’ın yapabileceği şeyleri tahmin
bile edemezsin.”
“Bunları düşünmek bile tüylerimi diken diken ediyor” dedi Murat. “Bence bu
taşlar yok edilmeli. Ya sizden önce Derin Boyut sakinlerini yok etmek isteyen
biri ele geçirirse? O zaman ne olacak?”
“İşte tamda bu yüzden bir an önce harekete geçmeliyiz.”
“Bence yanılıyorsun.. İnsanlar Dünya’da Büyü olmadan da barış sağlayabildi.”
“Ama eminim ki barış sağladığında birbirinden güçlü yaratıklar yer yüzünde
dolaşmıyordu. Artık Devir değişti evlat. Her şey eskisi gibi değil.”
Uzun ve Derin bir sessizlik oldu ama Xamaz bu durumdan hiç hoşnut
değildi.Sonunda…
“Cesarete inanır mısın?” diye sordu yavaşça.
“Artık neye inanabileceğimi bilmiyorum” dedi Murat. Burukluk,sesini
sertleştirmişti. “Her şey siyah beyazdı benim için,her şeyin kesin hatları
vardı;kesin tanımları.Evet Cesarete inanıyorum. Annem bana onu gerçek gibi
öğretmişti. Sonra Doğduğum yerden taşındım.” Sanki devam etmeye gönlü yokmuş
gibi duraksadı.Sonunda,Xamaz’ın ilgi ve şefkatle dolu yüzünü görerek yutkundu ve
devam etti. “Yurduma geri döndüğümde,Cesaretin annemin bana anlatmış olduğu gibi
şerefli,özveri isteyen bir yol olmadığını gördüm.Kısacası her şey düşünüldüğü
gibi değil.”“Cesaret hakkında sana tek bir şey söyleyebilirim evlat.” Dedi Xamaz “O da
cesaretin bir sözden başka bir şey olmadığıdır. Cesaret denen şeyi sonradan
öğrenemezsin. O senin içinde vardır.”
Xamaz dışarıya baktığında gülümsedi “Sonunda Şehrimiz olan Pyrzas’a geldik.”
Murat hemen arabanın penceresinden şehrin muazzam görüntüsüne sahipti.
Bulundukları tepeden neredeyse tüm şehir görülebiliyordu. Şehrin etrafı kalın
duvarlar tarafından çevriliydi. Xamaz ve onun yandaşları büyük kapının önüne
gelerek beklemeye başladılar.Bir muhafız Xamaz’ın bulunduğu arabaları kontrol
ederek :
“Kimsiniz?” diye sordu Kim olduğunu bilmemesine rağmen yine de sesinde saygı
vardı.
“Ben Kont Xamaz.. Lord Mirza’ya geldiğimiz bildirilsin.”
“Elbette efendim.” Muhafız hafifçe başını sallayarak gittiğinde onlar beklemeye
başladılar. Murat şaşırmıştı :
“Mirza bir hırsız loncasının başı değil mi? Nasıl oluyor da Lord olabiliyor?”
“Mirza hırsızlıkta neredeyse ustadır. Hayatı boyunca sürekli çaldı ve şu anda
onun tadını çıkarıyor.. Onun sahip olduğu şeyler onu lord yapmaya yeter de artar
bile.”
Bu arada Muhafız geri gelmişti. İmzalı bir kağıdı Xamaz’a uzatarak :
“Artık içeri girebilirsiniz efendim.” Deyip kenara çekildi
“Teşekkür ederim.”
Kapı gıcırdayarak açıldı ve üç Araba ağır bir şekilde Pyrzas’ın kalabalık
sokaklarında ilerlemeye başladılar. Dışarısı kesinlikle buz gibiydi. Pyrzas
insanları sürekli bağırıp çağırıyor birbirleri ile bağırarak sohbet ediyorlardı
çünkü bu ortamda başka yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Bir yandan yüksek sesle
müşteri arayan satıcılar,diğer yandan arabaların çıkardığı gürültü kirliliği.
İkisine bir de sıcak hava eklenince bu dayanılmaz oluyordu. Şu anda geçtikleri
yer fakirlerin yaşadıkları bölgeydi. Sonunda biraz daha üst düzeyde insanların
yaşadığı yerlere girince derin bir sessizlik çöktü. Buraya neden fakir
insanlardan kimse gelmiyor? Diye düşündü Murat. Ve biraz düşündükten sonra bu
düşüncesini soruya çevirdi.
“Bu iki mahalle arasında gizli olarak bekleyen Muhafızlar vardır. Onlar gizli
bekledikleri halde tüm Pyrzas onların burada olduğunu bilir” diye cevapladı onu
Xamaz.
“Peki geçmeye kalkarlarsa ne olur?”
“İki yıl hapis cezası ki bu burası için çok büyük bir cezadır çünkü buranın
hapishanesi beklenildiğinden çok daha iğrençtir. Mahkumlara hafta da bir yemek
verilir. İki yıl dayanan yoktur ama dayanan çıkmaya hak kazanır.”
Murat söylemek istediğini söylemeyerek tekrar dışarıyı seyre koyuldu. Hemen
hemen her evin önünde kendisine özel bahçe ve her bahçede de havuz vardı. Burası
adeta cennetti.
Ama onlar bu güzel cenneti de geçerek büyük bir binan önünde durdular.
Xamaz elini Murat’ın omzuna koyarak :
“İstersen arkadaşların iyileşirken bizimle gelip Mirza ile tanışabilirsin..
Muhtemelen seninle özel olarak görüşmek isteyecektir.”
“Ben burada arkadaşlarımın yanında durmayı tercih ederim.”
“Israr ediyorum.”
“Bende öyle..” diyerek araya girdi Eray. “Bizim birbirimizle konuşacaklarımız
şeyler,yapacak planlarımız var. Onun burada bizimle beraber olmasını çok
istiyorum ” dedi Eray resmi dilde konuşarak.“Madem öyle..” Xamaz’ın adamları sedye ile yaralı yol arkadaşlarını taşırken üç
arkadaş da arabadan indi. “O zaman ben sizleri yalnız bırakayım. Yarın yeni bir
gün olacak. Adamlarım size yatacak bir yer ayarladılar. Geceyi orada geçirin.Ben
yarın sizi almaya geleceğim.”
Murat Xamaz’ın yüzüne dikkatle bakarak :
“Yardımlarınız için teşekkür ederim.”
Xamaz gülümsedi ve herhangi bir şey demeden adamına gitmesi için emir verdi.
Sonunda üç arkadaş yalnız kaldılar. Bir an önce Xamaz’ın gidip onları yalnız
bırakmasını bekliyorlardı. Derviş :
“Sence Bu Xamaz’a güvenebilir miyiz?”
“Bence başka şansımız yok” diye fikrini söyledi Eray.
“Bir Hırsız başına güvenebileceğimizi hiç sanmıyorum. Bunlar çıkarları uğruna
annesini bile satar. Bu konuda dikkatli olmamız lazım ama Eray’ın dediği gibi
başka da şansımız yok..”
Biraz bekledikten sonra “Hadi içeri girelim” dedi.
Üç yol arkadaşı Xamaz’ın adamlarının arkadaşlarını götürdükleri büyük binaya
girdiler ve koridor boyunca da yürümeye devam ettiler. Üçü de birinin
arkadaşları için onları durdurmasını umuyordu. Burası gereğinden fazla sessizdi.
Herhangi bir karmaşa yoktu.. Sanki hastane boş ve terkedilmiş gibiydi. Orada
bulunan koltuklara oturarak herhangi bir haberi beklemeye başladılar. Umut
ettikleri gibi yanlarına sarışın bir bayan geldi. Uzun boylu ve zayıftı.
“Merhaba… Siz yeni gelenler olmalısınız.. Beni takip edin.”
Üç kişi kızı uzun süre boyunca takip ettiler. Zaman durmuş gibiydi. Sanki
sonsuza kadar yürüyecek gibiydiler. Üstelik kızın yavaş yürümesi onların
sinirlerini bozuyordu. Kız sonunda koridorda bulunan odalardan birine girdi.
Diğer yol arkadaşları orada yatıyorlardı ve kimse onlarla ilgilenmiyor gibiydi.
Arkadaşları derin bir uykudayken Murat :
“Neden kimse onlara bakmıyor? Burası bir hastane değil mi? Birinin onlarla
ilgilenmesi lazım!”
Kız gülümsedi “Burası resmi bir yer değildir.. Onlarla ilgilenecek sadece bir
Şifacı var ki o benim. Size kalacağınız yer için anahtar verdikten sonra onlarla
ilgileneceğim.”
“Peki ne zaman iyileşirler?”
“İki bayan dışında diğerleri kısa zamanda iyileşir. Diğer iki kızın iyileşmesi
de biraz uzun sürebilir.”
“Diğerlerinin iyileşmesi ne kadar sürer?” Murat lafları kızın ağzından resmen
cımbızla alıyordu.
“Yaklaşık bir saat kadar. Biriniz burada bekleyecek diğerlerine de gideceğiniz
yere kadar ben eşlik edeceğim. Şimdi, hanginiz burada kalacak?”
“Ben kalırım” dedi Derviş. Aslında Murat ve Eray da kalmak istiyordu ama önce o
davranmıştı.
“Tamam o zaman.. Sen arkadaşlarının yanında kalırken ben de kalacağınız yerleri
göstereyim. İkiniz beni takip edin” dedi ve Yürümeye başladı. Murat ve Eray kızı
takip ederek dışarı çıktılar. Onları bekleyen bir At arabası vardı. Üç kişi
arabaya binince Güzel kadın Seyise emir verdi.
“Hadi gidelim.”
Seyis nereye gideceğini biliyor olmalı ki direk cennet gibi olan mahalleye
girerek bahçeli ve mükemmel döşenmiş bir evin önüne geldiler. İkisi arabadan
inerken kadın:“Yarın öğleye doğru Xamaz sizleri almaya gelir. Eğer herhangi bir işi çıkmazsa
asla geç kalmaz. Bu anahtarınız..” Anahtarı Murat’a fırlattı. “İçerisi artık
sizin sayılır. Burada kaldığınız süre boyunca bu evde kalacaksınız. Benim işim
şimdilik bu kadar.”
“Yardımlarınız için teşekkür ederim.” Dedi Murat.
“Bu benim görevim.” Dedi kız ve at arabası giderek onları yeni evleriyle yalnız
bıraktılar.
“Burası güzel bir eve benziyor.” Dedi Derviş. “Acaba içeride kütüphane var
mıdır?”
“Bundan hiç kuşkum yok.. Hadi girelim.”
Murat anahtarıyla kapıyı açarak içeri girdi. İlk fark ettikleri şey evin çok
sıcak olmasıydı ki bu çok iyi bir haberdi çünkü dışarısı buz gibiydi.
Evin içinde hemen hemen her şey vardı. Fark ettikleri ve üzüldükleri tek şey iki
yatak odasının olmasıydı. Ama her odada da altı yatak vardı. Muhtemelen kızlar
bir odada erkekler bir odada yatacaktı.
“Ben biraz evi gezeyim” dedi Derviş. Murat bir şey demeden Salondaki kocaman
koltuğa kendini bıraktı. Uzun zamandır rahat bir şekilde oturmayı bekliyordu.
Oturduğu yerden etrafı incelemeye başladı. Salon oldukça büyüktü. Yine
Kulübedeki gibi kocaman bir şömine vardı. Burada arkadaşlarına korku hikayesi
anlatacağı günü sabırsızlıkla bekliyordu. Yaklaşık dokuz kadar koltuk vardı.
Dört tane Kanepe ve iki sandalye ile de oldukça güzel bir uyum oluşturuyordu.
İncelediği sırada Derviş kocaman bir kitapla odaya girdi.
“Burada kocaman bir Kütüphane var.. İstersen bir göz at.. Sen bile
çıkamayacaksın.”
Hemen yanına geldi ve elindeki Kitapla Murat’ın oturduğu koltuğun hemen yanına
geldi.Derviş Murat’a kitabı göstererek:
“Şunu bir oku.. Sanırım Buradakiler Dünya’yı iyi biliyor ve onu araştırıyor..
Oradaki olayları inceliyor.”
Murat kitabın sararmış sayfasına baktı : “1752 yılında Fransız Thomas Francois
D’Alibard, yıldırımı yakalayıp bir şişeye koymak üzere bir deney yaptı.
Yardımcısı Coiffier’i fırtınalı bir günde üç boş şarap şişesiyle desteklenmiş
bir tahtadan oluşan bir sandalyenin üzerine oturttu. Coiffier elinde 15 metrelik
bir demir çubuk tutuyordu ve çubuğun alt ucu, alüminyum folyoyla sarılmış bir
şişeye bağlıydı. Bu çılgın fikir işe yaradı, Coiffier hayatta kaldı ve Benjamin
Franklin’in yıldırımın elektriğin bir formu olduğuna dair görüşü ilk kez
kanıtlandı.”
“İlginç” dedi Murat. “Muhtemelen Dünyayı ve Oradaki insanlar araştırmakla bir
amaçları vardır.” Murat okumaya devam etti. “Filozoflar uzun yıllarca eğer ruh
varsa madde mi yoksa başka bir formda mı olacağını tartıştı. 1900’lerin başında
Amerikalı bir doktor olan Duncan MacDougall tüberkülozlu hastalarını incelemeye
alarak, onlar ölür ölmez ağırlıklarında bir değişme meydana gelip gelmediğini
ölçtü. Sonuçta ölüm anında altı hastadan dördünün ağırlığının 21 gram azaldığı
görüldü.
Bu buluşun zekice mi yoksa sadece tuhaf mı olduğu netlik kazanmadı ancak
olağandışı önermelerin olağandışı kanıtları olması gerektiği mantığıyla ortada
kaldı. Henüz deneyi modern imkânlarla tekrarlayan çıkmadı.”
Murat Derviş’e dönerek. “Bunları ben bile bilmiyordum” dedi.
“Buradaki insanlar bir garip. Acaba düşünceleri nedir?”
“Bilmiyorum ama hayırlı olmadığı kesin.”Derviş büyük ve ağır kitabı Murat’ın elinden alarak Masa’da araştırmasına devam
etti. Buradaki insanlar hakkında bir şey öğrenemeyeceği belliydi ama yine de bu
bilgileri neden topladıklarını anlama niyetindeydi.
“Sence yarın Mirza ile neler konuşacağız?”
“Hiçbir fikrim yok” diye cevapladı Derviş onu. “Belki de Mirza bize bir görev
vermez.”
“Şimdi bir görevden döndüğümüzü varsayarsak vermez herhalde.. Çünkü her insanın
dinlenmeye ihtiyacı vardır.”
“Belki de dinlenmeye gerek duymayan bir görev vermişti bize.”
“Sanmıyorum çünkü Xamaz bize bu bulduğumuz eşyayı uzun zamandır aradığını
söylemişti. Onun uzun zaman aradığını biz bulduysak bu kolay olmamalı.”
“Murat… İstediğini düşünebilirsin.. Mirza bize ister görev versin isterse
vermesin.Şu an için tek istediğim arkadaşlarımı sağlıklı görmek ve onlarla az da
olsa vakit geçirmek. Tek umudum ve yaşama bağlı kalma sebebim desek”
Murat Derviş’in oturduğu sandalyenin tam karşısına geçti. Koca masanın bir
tarafında Murat diğer tarafında da Derviş vardı şu anda. “Küçük maceramızdan
çabuk sıkılmışsın bakıyorum” dedi gülümseyerek.
“Murat bu kadar iyimser olma! İki arkadaşımızı neredeyse kaybediyorduk. Diğer
dostlarımızı kimliği belirsiz bir kadının ellerine teslim ediyoruz. Nasıl bu
kadar sakin olabiliyorsun”
“Daha kimse ölmedi!” diye hatırlattı ona Murat sertçe.
“Bizim dikkatli davranmamız için birinin ölmesi mi gerek?”
Murat cevap vermek üzereydi ki biri sert bir şekilde kapıyı vurmaya başladı.
Murat ve Derviş ani bir şekilde kapının yanına yani aşağıya indiler. Kapıyı
açtıklarında Arkadaşlarının sevinçli yüzleri ile karşılaştılar. Murat :
“Yeni evimize hoşgeldiniz” dedi kahkahalarla gülerek. Diğer arkadaşları da ona
eşlik ederek büyük eve adım attılar. Yeni evde,Onlardan 1 saat daha fazla evde
bulunan Derviş ve Murat sanki muazzam ve bir o kadarda muhteşem evi
biliyormuşçasına yol arkadaşlarına evi gezdirdiler. Hem onları gezdiriyormuş
gibi yapıyor hem de aynı anda kendileri gezme fırsatı yakalıyordu. Gerçekten de
ev diğer evlerin arasında Okyanus’taki inci gibi anında belli oluyor ve onlardan
farkını açıkça gösteriyordu. Tüm yol arkadaşları burada bulunmaktan gurur
duyuyordu. Her biri sessizce evi gözlüyor,burada yaşamadıkları için kaderi
suçluyorlardı. Hepsinin aklından acaba Dünya’yı boşverip burada yaşamak gibi
çılgınca fikirler geliyordu. Burası adeta huzur yumağı gibiydi. Tüm insanlar
birbirleri ile dürüstlük çerçevesinde konuşuyor birbirlerinden fazla şey
gizlemiyorlardı.Tabii ki herkesin kendisine özel bir hayatı ve sırları vardı ama
sakladıkları sırlar bazı insanlara zarar vermek inancı taşımıyordu. Kötü olanlar
ise zaten burada fazla bulunamıyordu çünkü disiplin çok sıkıydı. Yol
arkadaşlarına göre bu Şehrin en kötü özelliği Fakir ve Zengin gibi büyük bir
ayırımı yapmalarıydı. Ama Murat’ın inancına göre bu yakında değişecekti!
Tüm yol arkadaşları gayet yorgun bir şekilde hemen Salona’a yöneldiler. Herkes
farklı yerlere oturduktan sonra uzun ve büyük bir sessizlik oldu. Hiçbiri ağzını
açmak istemiyordu. Sanki ağızlarını açsalar kötü bir söz söylemek zorunda
kalacaklarını hissediyor gibiydiler. Ama çok uzun süre sessizlik de hayra alamet
değildi.“Yarın.. Bildiğim kadarıyla Mirza bizi yemeğe davet edecek.. Sanırım Mirza’nın
kim olduğunu Eray size anlatmıştır.” Murat bir cevap için Yol arkadaşlarının
yüzüne baktı. Gözlerinde ‘Evet’ i okuyabildi. “Ben ve Derviş bize yeni bir görev
vermemesini umuyoruz ama kimliğimizin ortaya çıkmaması içinde onun dediğini
yapmamız gerek.Yoksa burada daha fazla geçinebileceğimizi sanmıyorum. Mirza ve
Loncaları burada adeta kök salmış durumda. Nereye kaçarsak kaçalım bizi
bulurlar” diye sözlerini sürdürdü.
“Eray bizlere anlattı ama sanırım iki ağızdan duymak çok daha anlaşılır
olabilir.” Dedi Çiğdem.
“Bence.. Sizin soru sormanız daha iyi” dedi Murat. Tebessümü kimsenin gözünden
kaçmamıştı.
“Bizim ilk görevimiz tam olarak neydi?” dedi Çiğdem bunun üzerine.
“Görevimiz..” Murat bir süre düşündü. Sözcüklerini toparlamak zorundaydı. “Bize
gereken bir şey.. Taş hakkında.. Sanırım Taş’ı koruyan kapının anahtarı
olabilir.”
“Bu durumda bizim Mirza ve Xamaz ile oldukça fazla işimiz var. Ve anladığım
kadarıyla da onunla Düşman olacağız.”
“Kesinlikle! Ama…”
Oğuz kaba bir şekilde Murat’ın sözünü kesti. “Ama onunla Düşman olacağımız
zamanı iyi seçmemiz lazım. Yoksa başımız ciddi bir şekilde belaya girebilir.”
Murat Masa’nın üstüne yanlamasına oturmuştu. Oğuz’a bakıp gülümsedi. “Evet..”
“Mirza’ya ne zaman gitmek zorundayız?” dedi Dilek sakin bir şekilde.
“Aslında Yarın öğleden sonra geleceklerini söylediler. Ama geç kalabilirlermiş.
Bilirsin.” Gülümsedi. “Geç kalabilirim dendiğinde kesin geç kalınır.”
Dilek Murat’a dikkatlice baktı. Bugün değişik. Bir Bukalemun gibi.. Her Diyar’a
uyum sağlıyor Diye düşündü..
“Yeter artık!” Konuşan Burak’tı. “Nedir bu karamsar hava.. Muhteşem bir güneş ve
ona eşlik eden kuru bir hava var.. Bu durumda Havuz işimizi görebilir..”
“Buraya geleli daha 1 saat bile olmadı.. Bu saygısızlık olur.”
“Kime?” dedi Ömer.O da Burak gibi ayağa kalktı.. “Bence mükemmel bir fikir..
Bize katılmak isteyenler peşimizden gelir zaten.” Dedikten sonra Burak’la
birlikte kocaman kapıya doğru yürüdüler. Dilek ve Çiğdem hariç tüm herkes
onların peşinde Havuz’a gitti. Onlar gittikten sonra Çiğdem odaları görmeye
gittiğinde Dilek’te kanepeye uzandı. “Gerçekten de Göründüğü gibi Nephilim’lerin
Dünyaya dönmek istediklerine inanıyor musun?” dedi.
Murat ona koyu yeşil gözlerle bakan Dileğe baktı. “Artık neye inanabileceğimi
bilmiyorum.”
“Evet.” Tatlı bir şekilde güldü. “Bunca yaşadıklarımızdan sonra insan neye
inanabileceğine şaşırıyor… Önümüzde uzun ve yorucu bir yol var. Herşeye rağmen
yaptıklarımızdan pişmanlık duymuyorum. Hayatımız eskisine göre daha az eziyet
edici..”
“Beni suçlamadığınıza sevindim” dedi Murat düşünceli bir şekilde.
“Seni Suçlamak mı? Şaka mı bu? Biz arkadaşız Murat bunu unuttun mu? Seni bunu
isteyerek yapmayacağını bilecek kadar iyi tanıyoruz. Ama her şey bir yana
hayatımızı güzelleştirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.”
“Siz ölseydiniz kendimi suçlayacaktım.”
“Neden?”
“Çünkü sizi bu işe ben sürükledim.”“Hayır Murat..” Ayağa kalkarak O da Murat’ın oturduğu Masa’ya oturup gözlerini
ona dikti. “Yanılıyorsun.. Sen önerini sundun biz de kabul ettik. Sen bizi
zorlamadın. Gelmeyi biz kabul ettik.Kendi irademizle.”
“Ama…”
“Aması maması yok!” dedi Dilek sözünü keserek. “Kendini suçlayıp bizi üzme..”
Murat gülümsedi.. Gerçekten de doğru arkadaşları seçtiğini şimdi daha iyi
biliyordu. Bu zamanda gerçek arkadaş bulmak o kadar zordu ki! Zaman ilerledikçe
insanlar kötüye doğru değişiyordu. Murat ve Arkadaşları burada Dünyayı
kurtarabilirlerdi ama asla insanların değişimini engellemeye