Dead Island
Daikatana’yı hatırlayanlar bilir; bir oyun yapımcısı için en büyük hata, oyunculara imkansızı vadedip beklentiyi gereksiz yere artırmaktır. Dead Island da aylar önce yayınlanan ultra dramatik teaser videosuyla tam olarak bunu yaptı. Hemen söyleyelim, Dead Island kesinlikle kötü bir oyun değil; ancak aynı şekilde aylardır merakla beklenen oyun da olamıyor ne yazık ki. Şaşırtıcı gelebilir ama Techland bize bir aksiyon veya survival FPS değil, Borderlands ile ciddi paralellikler gösterir nitelikte bir RPG sunuyor.
Her şey o video ile başladı
Dead Island aslında uzun yıllardan beri üzerinde çalışılan bir oyun. İlk başladığından bu yana pek çok videosu ortaya çıktı ancak oyun dünyasına damgasını birkaç ay önce yayımlanan o video ile vurdu.
Bir aile dramının anlatıldığı video ciddi anlamda beni derinden etkilemişti. Sadece ben değil videoyu izleyen herkes bir an için yeni zombi oyununun klasik vur kır parçala türünden değil de daha çok dramanın hakim olduğu bir oyun olduğunu düşünmeye başlamıştı. Nitekim oyunun yapımcısı Techland kısa zaman sonra yaptıkları bu videonun beklenmedik etkisinden endişe ederek olayı açıklığa kavuşturdu ve videonun oyunun yapısı veya oynanışı ile bir ilgisi olmadığını belirtti. Bu da doğal olarak oyunu bekleyenlerin bir nebze olsun heveslerini kırdı ancak yine de bir ümit beklemeye devam ettiler.
Peki, bu bekleyiş değdi mi? Yazının hemen başında da belirttiğimiz gibi maalesef tam olarak değmedi. Oyunu kısaca değerlendirmek gerekirse Dead Island kendisine has farklılıkları ile ciddi anlamda değişik bir noktaya koyulabilecek bir RPG-FPS. Türe belki yeni bir soluk getirmeyecek ancak bazı şeylerin kavranmasını sağlayabilecek bir türde. Ah bir de şu aceleye getirilmiş olmasaydı…
Invaders must die!
Oyunun açılış demosu ve başlangıcı bizlere Prodigy’nin “Smack my Bitch Up” adlı şarkısına çektiği klip ile kısmi olarak Bioshock’u hatırlatıyor: birinci kişi gözünden ara sahneler, terkedilmişlik hissi ve sonrasında radyodan bize ulaşan gizemli bir “yol gösterici” mevcut.
Açılış demosunda ortalıkta sarhoş şekilde dolaşan bir adamın gözünden izlediğimiz birkaç dakikalık olaylarda oyunda oynayabileceğimiz dört ana karakterimizi de farklı durumlar içinde görüyoruz. Palm Resort adlı bir otelin gerek çalışanı gerek sakini olan bu dört kişiden seçtiğimiz karakterimiz odasında uyanıyor ve kendisini bir cehennemin ortasında buluyor. Bundan sonrası klasik zombi hikayesi.
Ana tema elbette hayatının baharında zombi hastalığına yakalanmış(!) zavallı tatilcilerle dolu bu adadan kurtulmak; ancak oyunun aktarılışı “şuraya git, anahtarı bul, etraftaki zombileri temizle” yüzeyselliğinde gerçekleşiyor. Şahsen daha farklı olmasını istediğim noktalardan biri de; yönettiğimiz karakterin “virüse dirençli” özel bir metabolizmasının bulunması. Zaten uzun bir süre zayıf kalan zombilere, bir de olması gerektiğinden güçlü bir ana karakter eklenince, o meşhur videoda izlediğimiz çaresizlik hissi yerini ilk Far Cry’daki rahatlığa bırakıyor.
Karakterler demişken oyunda dört farklı karakter mevcut; Xian Mei, Sam B, Logan ve Purna. Her birisi farklı silahlarda ustalaşmış kişiler. Bir tanesi ateşli silahlarda iyiyken diğeri kesici silahları daha rahat kullanıyor. Ancak hepsi bu kadar değil elbette. Yazının ilerleyen bölümlerinde karakterlere detaylı olarak değineceğiz zaten.
Şeytan detayda gizlidir
Oyununun kahramanının kim olduğunu seçtikten sonra ise bizi bekleyen uzun bir serüvene ilk adımımızı izleyerek başlıyoruz. Evet, deminden beri bahsettiğim ufak detaylardan bir tanesi de bu. Dead Island’da çok az FPS’de denk geldiğimiz karakterin ayaklarını görebilme özelliği mevcut. Bu çok önemli bir özellik değil hatta belki özellik bile sayılmaz ancak oyuna adapte olabilmemiz için oldukça güzel düşünülmüş bir fikir.
Bunun yanında oyunda düşünülmüş daha başka ufak detaylar veya özellikler de var. Örneğin oyunun sosyal yönü oldukça fazla, Facebook entegrasyonu mevcut. Bu şekilde oyun içinden aldığınız görüntüleri kendi sayfanızda rahatça paylaşabiliyorsunuz.
Silahlarımız özellikle oyunu başlarında etraftan bulduğumuz nesneler oluyor. Bunlar; levye, demir boru, kano küreği veya bir tahta parçası olabiliyor dolayısı ile kullandığımız silahların birinci önceliği “silah” olmadığı için hepsinin bir ömrünün olması. Her silah enerji barını farklı oranda tüketiyor, levyeyi savurmakla bir tırnak çakısını savurmak ayni değil elbette.
Fakat zamanla bu olayın da üstesinde geliyoruz ve gerek ateşli silahlar bularak gerek kendi çabamızla dezavantajı lehimize çevirebiliyoruz. Mevcut silahları çer çöp ile birleştirip güçlendirme yapabiliyoruz, ancak bunun için silah şemalarına ihtiyacımız var. Öte yandan silah olarak kullandığımız eşyaları fırlatmak ve hatta sonra saplandığı zombiden geri almak da mümkün. Silahları yükseltmek için gerekli olan eşyaları da talihsiz tatilcilerin çantalarından buluyoruz.
Savaş kısmında olayın en zorlayıcı noktası yakın dövüş sistemi. Her ne kadar etrafınızda ateşli silahlar da bulunsa da genellikle yakın dövüş için kullanabilecek eşyaları buluyor ve bunları da yakın dövüşte kullanıyorsunuz. Yakın dövüş ön planda olunca ortaya bir kısıtlama sorunu çıkıyor, zira kesici delici aletler için genelde şarjör aramanın gerekmemesi rahatlığı doğuyor. Bu da stamina ile çözülüyor. Elinizde bir bıçak tuttuğunuzda da onu enerji barınız boşalana kadar, yani yorulana kadar savurabiliyoruz. Hatta koşma, zıplama da aynı bara bağlı olduğundan, zombilere karşı ne yapacağınıza dikkat etmenizde fayda var.
İşte bu tarz ufak detaylardan dolayı oyun zorlaşıyor ve bir anlamda daha da zevkli bir hale geliyor. Her ne kadar silah bulma konusunda başlarda sıkıntı çekseniz de düşmanlarınız olan zombiler ya da oyundaki adlarıyla “Hastalık bulaşmış olanlar” sizleri çok sık boğaz etmiyor açıkçası. Özellikle oyunun başlarında bir zombi grubu ile karşılaştığınızda belli bir mesafeye kadar yaklaşmadıkça yaratıklar sizlere saldırmıyor. Üstelik bunlara saldırıp belli bir alana kadar geri çekilirseniz sizi takip etmeyi bırakıyorlar.
Bir ada sevdim elleri kanlı
Başta da söylediğimiz gibi Dead Island klasik zombi survival oyunundan çok Borderlands özelliğine sahip bir oyun. Oyun bir aksiyon FPS gibi görünse de aslında son yılların trendi haline gelen RPG harmanını yoğun olarak kullanıyor. Diğer bir deyişle, Borderlands ne kadar RPG ise bu oyun da o kadar RPG. Ancak sürekli başvurmanız gereken yakın dövüş, Dead Island’ın aksiyon tarafının biraz daha farklı işlemesine neden oluyor.
Öte yandan Darksiders’ı oynadığınızda ne hissettiyseniz Dead Island’ı oynarkende aynı duygulara kapılabilirsiniz. Her iki oyunda birkaç oyundan esinlenerek hazırlanmış, yapımcıların içine biraz kendilerinden kattığı bir oyun. Tek farkları Darksiders’ın hikayesinin biraz daha özgün olması. Zaten oyunda pek çok gönderme bulunuyor, bunların kimi diğer oyunlara, kimiyse “zombi” temasına. Örneğin girişte çalan şarkıda “üzerimde bir zombi var” seklinde sözler bulunuyor
Oyunun çizgisel olmaması onun en büyük artılarından bir tanesi. Açık dünya bir oyun ve adada istediğiniz gibi dolaşabiliyorsunuz. Elbette gücünüzün yettiği kadar. Oyun içinde sağlam kalmayı başarmış birkaç araç da kullanabiliyorsunuz ki bu da adada dolaşmanızı oldukça kolaylaştırıyor. Fakat araç kullanımı hakkında söylenmesi gereken bir nokta var. Araçlar kullanış açısından oldukça rahat tasarlanmış. Son sürat viraja girseniz dahi araba fazla savrulmuyor. Techland büyük olasılıkla “Sonuçta bu zombi oyunu yarış oyunu değil, milleti bir de araç sürümünde kasmayalım” diye düşünmüşler ve iyi de etmişler.
Açık dünya olunca görevleri yapıp yapmamak sizlere kalmış, elbette görev yapmamanız halinde tek iş etraftaki zombileri öldürüp seviye atlamak ve eşya toplayıp yeni silahlar yapmak olacak ya da en fazla aracınızla dolaşabilirsiniz ancak dikkat edin araçla zombilere çarptıkça hasar görmeye başlıyor ve bir süre sonra kullanılmaz oluyor.
Eğer ada gezintisine çıktıysanız o zaman size tavsiyem sesleri biraz çalıp dikkat kesilmeniz çünkü oyundaki görevleri sadece belli kişilerden almıyorsunuz . Gezinirken etrafta bazı insanlar sizlerden yardım istiyorlar. Örneğin ben ilk defa aracımı bulup gezintiye çıktığımda tam tünele girecekken “Heyy! Help me!” diye bağıran bir ses duyduğumu sandım. Biraz daha dinleyince meğersem yanında hızla geçip gittiğim bir yerde bir kadının bana bağırdığını fark ettim. Yanına gittiğimde kocasının kaza yaptığını ve arabada sıkıştığını söyledi. Ona gidip yardım ettim elbette bu sırada birkaç da zombi ile uğraştım hatta baya hırpalandım.
İşte bu tarz yan görevler oyunu daha da oynanabilir kılıyor. Üstelik etrafta karşılacağınız kişiler sadece yan görev verenler de değil. Başka bir yerde zombiye dönüşen ailesini öldürmek zorunda kalan adamın acı haykırışlarını da dinleyebiliyorsunuz. Veya sizi fark etmeden zavallı bir kadını hapur hupur yiyen zombileri de izleyebiliyorsunuz. Adanın atmosferi, size verdiği yalnızlık hissi, bölüm tasarımları ciddi anlamda güzel hazırlanmış. Atmosfer açısından Dead Island’ın oldukça başarılı olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Kendinizi gerçek anlamda ıssız ve tehlikeli bir yerdeymiş gibi hissediyorsunuz.
Bu adanın tek kahramanı ben miyim yahu?
Oyundaki karakterler konusuna geldiğimizde yukarıda da söylediğimiz gibi her karakterin kendine has bir silah ustalığı mevcut. Zombileri öldürüp veya görevleri tamamladıkça aldığınız tecrübe puanları ile yeteneklerinizi geliştiriyorsunuz.
Yetenek ağacı da Borderlands oynayanlara tanıdık gelecektir, her karakterin kendine has bir yetenek ağacı bulunuyor ve bu ağaçta üç ana başlık altında çeşitli yetenekler bulunuyor. Oyunun en tanıdık siması, derin yırtmaçlı kırmızı etekli Çinli hatun, Xian, kullandığı kesici silahlarda uzmanlığını arttıran, dayanıklılığını arttıran ve “psikopata bağlamasını” sağlayan olmak üzere üç ayrı yetenek dalına sahip; Fury, Combat ve Survial. Fury bir anlamda sizin zorda kaldığınızda kullandığınız bir nevi özel vuruş tarzı. Combat’da karakterinizin kullandığı silah türüne bonuslar ekleyebiliyorsunuz. Survival ise oyundaki geri kalan kilit açma, daha çabuk iyileşme, eşya satışından daha iyi para kazanma gibi özellikler için kullanılıyor.
Çoğu benzer oyunun aksine, zombiler Dead Island’da üstünüze çullandığında bu her şeyin sonu demek değil, aksine, bu durumla sıkça karşılaşacaksınız. Zombiler yakanıza yapıştığında, doğru tuş kombinasyonunu yapmanız yeterli. Yapmadığınızda sadece sağlığınızın belirli bir kısmını kaybediyorsunuz.
Yönettiğimiz karakter, görevleri üstüne kan sıçramış bir kâğıda not alıyor, verilen görevlerin ana metni, zorluk seviyesi ve ödülü burada yazıyor. Elbette konu zombiler olunca, herhangi bir görevin yanında “kolay” ibaresini görmek biraz abes kaçıyor.
Ölüm bile Dead Island’da parayla halledilemeyecek bir sorun değil. Üstelik ana karakter, adada yayılan salgına karşı bir direnç gösteriyor, her zamanki gibi özel bir karakteriz yani.
Gözümüz gönlümüz
Oyunun biraz da teknik özelliklerine değinmek gerekirse Dead Island, Chrome Engine 5 ile hazırlanmış bir oyun. Techland’in kendi üretimi olan bu oyun motoru özellikle gölgelendirme ve ışıklandırma konusunda Unreal Tournament’a oldukça benziyor. Geçtiğimiz günlerde yaptığımız Hard Reset oyununun yeni motorunun da benzer bir yapıda olduğunu düşünürseniz Unreal’ın oyun motorları üzerindeki etkisini açıkça fark edebiliyorsunuz.
Oyuna geri dönecek olursak karakterlerin modellemeleri ortalama sayılabilir, ancak yüz ifadeleri yetersiz, içinde bulundukları dehşetli durumu anlatmaya yetmiyor. Öte yandan oyunun belli yerlerinde verilmek istenen görsel etkiler tam olarak hissiyatı yaratmayı başaramıyor. Misal giriş bölümünden sonra kulübedeki ışığın yanıp sönme efekti ilk başta ekran kartınızda uyumsuzluk varmış hissi yaratıyor. İlk başta “Ne oluyor ya!” diyeceksiniz. Dolayısı ile o ekranda böyle bir şeye denk gelirseniz ekran kartınızın ayarlarıyla oynamayın lütfen.
Diğer taraftan çevre modellemeleri, mekan tasarımları biraz daha başarılı. Su efekti uzaktan oldukça güzel gözükse de yaklaştığınızda sanki gif dosyası gibi sürekli olarak aynı hareketleri yaptığını fark ediyorsunuz.
Fakat neyse ki sesler oyunun grafiklerinden daha iyi durumda. Atmosfer sesleri, vuruş hissi, zombilerin hırıltıları genele anlamda oldukça iyi hazırlanmış. Bazı noktalarda sesler üst üste binebiliyor veya araç sesi insan sesinden az çıkabiliyor ancak bunlar o kadar kafaya takılacak şeyler değil.
Nitekim her şeyin bir sonu var
Dead Island belki o ilk “lanetli” videoda seyirciye sunduğunu oyunda veremedi. Herkes kalıpların dışında bir zombi oyunu olmasını bekliyordu ancak bir RPG aksiyon da kimsenin aklına gelmemiştir muhtemelen.
Grafiksel anlamda hatalı veya aceleye getirmişliğin oluşturduğu bazı kusur ve eksiklerin olmasının yanında kesinlikle kötü lafını hak edecek bir oyun değil. Özellikle açık dünyanın getirdiği özgürlük hissi, atmosferde verdiği yalnızlık ve gündüz korkusu, oyuncunun lehine yapılmış olan ufak iyilikler, vs. oyunu ciddi anlamda zevkli kılmış.
Kısacası Dead Island’ı alıp oynamak size kesinlikle bir şey kaybettirmeyecektir. Techland’in Call of Juarez’deki başarısızlığını kapatmak gibi bir görev üstelenen Dead Island bunu bir nebze olsun başarmış. Bizim tavsiyemiz ona bir şans vermeniz yönünde.