Rehber

Doom 3 (Zoom)

İçerik
No:
İçerik
1.1  Doom’un
Kısaca Tarihi
1.1.2 Doom3’ün
Konusu

2 DOOM3
ANSİKLOPEDİSİ

2.1 Oynanış

2.2 Bölüm
Tasarımları

2.3 Küçük
Ayrıntılar


2.4 Silahlar

2.5 Düşmanlar

2.6 NPC’ler

2.7 Genel
Fikir

2.8 Sistem
Gereksinimleri

3 İd
Software’in İMZASI!!!


Hayatınızda yapabileceğiniz en güzel şey; yapmak istediğiniz her şeyi yapmış olarak hayata gözlerinizi yummaktır. İnsanoğlu doymak bilmez derler ya, bence kesinlikle doğru. Biz ve siz belki hayatlarımızı şu dört köşeli ekrandan yansıyan “sadece” 32 bitlik evrene hapsetmiş olabiliriz; ama, emin olun az önceki cümlenin bize söylediği bu kural hiçbir zaman değişmeyecek, insan denen varlık bu alemde var oldukça. Ve emin olun gün gelecek ki istediğimiz her şeyi yapmış olmanın huzurunu hissettiğimiz anda bile “biraz daha, biraz daha” diyerek fazlasını arzulayacağız. Çok küçük; ama, çok büyük! Sınır tanımayan teknoloji bunun en büyük örneği, güç gösterisi oyunlar da kuvvetli bir silahı.

Zamanında 286 işlemcili bilgisayarım vardı. Daha sonra 486 ve peşinden de ilk MMX! Şimdiki sistemime de güvenirim; ama, hiç kuşkum da yok ki en fazla 10 sene sonra 128 bitlik bir Athlon’um olacağına bahse girerim. Ki 10 sene önceki durumla şimdiyi kıyaslayacak olursam yanılacağımı sanmıyorum. Büyük ihtimalle de biraz sonra göklere çıkaracağım Doom3 adlı yıllar sonrasının “zerzevatına” zamanı gelecek göz ucuyla bile bakmayacağım. Evet, bundan eminim. Ama şu anda aylardan Ağustos ve takvim 2004 yılını gösteriyor. Zaman; 3 farklı harften oluşan ve toplamda da 4 karakterli bir kelimenin yarattığı “Dünya Molozu’nun” altında ezilme zamanıdır.

1-Doom’un Türkçe Kelime Karşılıkları
1.1 Kısaca(?) Tarihi:
1.1.1.1-Kötü Kader

“Ne kötü kaderi!?” diyebilirsiniz. Bence kötü kader. 1993 yılında yazılmış, oyunculuk tarihinin en kötü kaderidir Doom; id Software baş mimarıdır. O günler, hiç unutmam, oyunların sırf zevk için oynandıkları dönemlerdi. Ellerde Tetris, sistemlerde de PacMan vardı. O zamana göre dünyanın merkezindeki belki iki oyun buydu. Çok fazla konsol olmasa da olan oyunların çoğu aynı amaca hizmet ediyordu; salt eğlence. Derken John Carmack adındaki zeki çocuktan “Eureka!!!” diye bir çığlık yükseldi. Akla hayale gelmeyecek yaratıklarla dolu bir dünyada, elinizde teknolojinin son ürünü silahlarla, ve en önemlisi karakterinizin “gözünden” oynadığınız bir aksiyon fikri üreyiverdi John Carmack’ın beyin kıvrımlarında. Bu ne büyük bir zekadır ki şu anda binlerce insan FPS denen bu oyun devriminde kendini kaybetmiştir? Adına da şekilli bir isim, Doom deyiverdi. Sonuçta benim şahsi fikrim şudur ki; hangi açıdan bakarsanız bakın John Carmack, adını tarihe yazdırmış dünya devleri arasında en öndedir.

Gel gelelim ilk Doom bir harikaydı. İsmi para ediyor, kendisi milyonlar kazandırıyordu. Id tam anlamıyla turnayı gözünden vurmuştu. Ekrandan yansıyanlar oyunun adını kusursuzca karşılıyordu. Hatta görünenler korkunçtu. Karakterleri dört taraftan ve çaprazdan görebiliyorduk; ama, bu o ana kadar alışılmışın dışında inanılmazı gözler önüne seriyordu. İlki mükemmeldi, ikincisi geldi; o da mükemmel oldu. Oyunun fanları ise çıldırıyordu. En ufak ayrıntısına kadar incik cincik ediliyor, yaşananlara senaryolar uyduruluyor; kısacası insanlar Doom’u bir oyunun dışında bir hayat olarak görüyorlardı. İkincisi birincisinden daha çok ses getirdi; çünkü artık yaratılan kitle ilkinin kat kat üzeriydi. Ve tam o sırada yapımcı firma Id’den beklenmeyen, daha doğrusu üzen bir duyuru gerçekleşti: Doom serisi, ikinci oyun ile nihayete ermişti…

1.1.1.2-Yazgı

Oyuncular şok olmuştu; ama, “başlangıcı olan her şeyin bir sonu da mutlaka yok muydu??”. Taraftarlar açısından bakılacak olursa bu oyun asla bitmemeliydi. Gerçekten de keşke sürekli yenilenseydi; ama, bu kadar geniş bir topluluğu da yapımcıların akıllarındaki “ya olmazsa?” gibi sorular ile memnun etmenin hiçbir olur yolu olması mümkün değil, teknolojinin şu halini de hesaba katınca rahatlıkla anlaşılabiliyor. Id tarafına bakılacak olursa altın yumurtlayan tavuğun bir bakıma kesilmesinden farksızdı gerçekleşenler. Neticede oyun orada bitirildi. Daha sonraları Id Software, içlerinde klasikleşmiş yapımların da bulunduğu onlarca oyunun yapımcılığını ve yayımcılığını üstlendi. Onların kasaları doldu, belki de Doom dahil baştan beri sadece bu amaçlanmıştı; ama, olaya duygusal yaklaşan oyun fanatikleri yıllarca üçüncü oyunun müjdelenmesini beklediler.

Ve bir gün onların duaları kabul oldu. 2000 yılında, ilk oyunun piyasaya sürülmesinden tam 7 yıl sonra, serinin üçüncü oyunu, yani Doom, yani efsane, yani felaket, yani inanılmaz, yani Doom3 Id tarafından duyuruldu. Hem de hali hazırda birkaç tane ekran görüntüsü ile birlikte. Doom2’den bu yana gerçekleşen kırgın bekleyiş, yerini bir anda umuda çevirdi. Ondan sonrasını zaten az çok biliyorsunuz. Ha çıktı, ha çıkacak; 2004 geldi, 2005’e sarkacak… Ne dayanılmaz bir bekleyişti! Tam 4 yıl! Büyük bir merakla ve beklentiyle dolu tam DÖRT YIL!! O oyun şimdi piyasada ve Id HQ’da yeni kasalara yer açma vakti geldi!!!

1.1.1.3-Akıbet

Serinin üçüncüsü öncekilerin devamı olarak düşünülmedi, zaten öyle de olamazdı. Her birine özel tek konular ile beraber kalıplaşmıştı Doom, üçüncüsünde de farklı yapılamazdı. Ama içeriğindeki konuları ve sunduğu farklı tatlarla özünde aynı şey amaçlandı: aksiyonun dibine vurmak!.. Tabi ki gerçekleşti, Doom’dan bahsediyoruz. Her adımınızda nereden karşınıza fırlayacağı belli olmayan kendini şaşmış onlarca hilkatin arasında onların kökünü kazımak. Aslında Doom da konuya o kadar derinlik sağlayamayan, çoğunlukla sadece aksiyon yaratmayı amaçlayan oyunlar arasında yer almalı. Hem bu tür yapımlara konu sağlamak çok da zor olmasa gerek. “Dünyayı uzaylılar istila etti, gebert onları!”. Bu fikir güzel makyajlanınca ortaya Doom “gibi” bir şey çıkabilir. Ama Doom’u yapmak istiyorsanız oyunun isim haklarını da satın almalısınız. Biraz da hazırda cesaret olmalı. Zira üçüncü oyunda da sırf aksiyon amaçlanarak konuya fazla derinlik verilmiyor. Bir bakalım gerçekten de öyle mi?

1.1.2-Son (Doom3’ün Konusu!!!!)

Yaşananlar 2145 yılında gerçekleşiyor ve anlaşılan dünyada yaşama alanı kalmamış ki Mars’ı da yaşanabilecek bir alan haline getirmeye çalışan UAC isimli bilim grubunun çalışmalarını olası tehlikelerden korumak için görevlendirilen sıradan bir asker olarak oyuna başlıyoruz. Bizi taşıyan uzay aracı Mars’a iniyor ve yeni yaşama alanımızı tanımaya başlıyoruz. Bölümlerde ilerledikçe izlediğiniz videolar ve bilim adamlarının PDA’larından download ettiğiniz kimlik bilgilerinin yanındaki o kişiye ait email’ler ile beraber aslında yapılan araştırmaların çok farklı nedenlere dayandığını öğreniyoruz. Meğerse Mars’ta yapılan bu arkeolojik ve bilimsel çalışmaların temelindeki asıl sebep; kazı alanında milyonlarca yıl önce yaşamış olan bir uygarlığın sırlarını tekrar ortaya çıkarmak.

Arkeolojik çalışmaların yapıldığı bölgede biz Mars’a ayak basmadan evvel UAC tarafından 4 tane tablet çıkartılmış. Bununla beraber de “Soul Cube”(“Ruh Küpü” diyecez buna) adındaki ne işe yaradığı bilinmeyen bir cisim. Var olan 4 tabletin biri hariç olmak üzere diğerlerinin üzerinde neler yazılı olduğu çözülmüş; diğerinde de kırık parçalar olduğundan dolayı ne olduğu hakkında bir fikre sahip değiliz. Tabletlerin birisi “Ruh Küpü” hakkında bir yazıt ve üzerindeki hiyeroglifler de bütün ruhları emebildiğine dair çizimlerden oluşuyor. Bilim adamları diğer iki yazıttan öğrendikleri bilgiler ışığında da ışınlanma aletini icat etmişler. Sonuncusu hakkında da hiçbir bilgi edinilememiş; ama, tabletin alt kısmı görünebildiğinden dolayı görünen kısımda büyük bir canavara ait bacaklar seçilebiliyor(son bölümde kime ait olduğunu anlayacağız).

Dolayısıyla araştırmalar bu tarafa doğru kaydırılmış. Zamanla da Ruh Küpü’nün aslında bir silah olduğu anlaşılmış. Bu silah, ki Doom3 ansiklopedimizin “silahlar” bölümünde daha ayrıntılı anlatacağım, karşısında kullanılan canlıyı yok ederek silahın sahibine öldürdüğünün tüm enerjisini veren bir dizayna sahip. Ve bu silah oyunda kötü kalpli Çavuş Kelly’nin eline geçiyor, sonrasında da UAC karargahında yaşanan vahşeti dünyaya taşımak isteyen bu insan görünümlü canavarı bu amacından caydırmaya çalışıyoruz. 

2- Doom3 Ansiklopedisi

Doom3 gerçekten de her açıdan görülebilecek en iyi olanakları içerisinde barındıran bir şaheser. İlk günden beri akıllardaki “büyük beklentilerin sonundaki hayal kırıklıkları da büyük olur” kuralı burada asla geçerli değil. Aslında bu başlık altındaki her kriteri “Muhteşem” kelimesiyle kısaltabilirim; ama, tabi ki ballandırarak anlatmak istiyorum ki efsane her şeyiyle anlatılmış olsun.

2.1-Oynanış

Her şeyden önce oyun hakkında en çok merak edilen bazı özellikler üzerinde durmak istiyorum bu konu başlığı altında. Bence kafalarda en çok merak uyandıran sorulardan birisi oyunun oynanabilirliği, diğeri de süresi. Bu iki özellik yıllardır beklenen Doom3’ün en can alıcı noktaları. Oynanabilirliğe oyunun asıl inceleme yazısında değinildiğinden ötürü ben ondan çok oynanış süresine değinmek istiyorum. Oyun hayli uzun. Hatta sırf aksiyon içeren bir oyun için fazlasıyla tatmin edici uzunlukta. Ama tadından yenmediği için attığınız her adımdan sonra iki adım geriye gelmek istiyorsunuz. Dolu dolu tam 26 bölümden oluşuyor Doom3 ve kabaca bir hesap yapacak olursak 30-35 saatlik bir oynanış süresi ile karşılaşabilmekteyiz. Gayet yeterli görünmekle birlikte oyunun “credits” yazısı ekranlardan akmaya başladığında benim gibi “Doom3 de bitti ya!!” gibi bir sitemde de bulunabilmeniz hiç de anormal bir davranış olmayacaktır. Yazımın hemen her satırında da belirteceğim üzere; Tam anlamıyla “tam” bir oyun!!!

2.2-Bölüm Tasarımları

Adım attığınız her nokta, gerçekten de bir aksiyon oyununda olmasını istediğiniz her şeyi beğeninize sunar nitelikte. İlk bölümde Mars’a ayak bastığınızda her yer çok sakin ve insanlar günlük rutin işleri ile meşguller. Genel olarak kapalı mekanlarda hayat bulan oyunda mekanların doluluğu insanı hayrete düşürecek türden. Etraftaki bilim adamları masalarında sürekli çalışma halindeler ve masaların dizaynı da tam bir büro düzeninde. Genellikle karşılıklı masalar var ve bazı odalarda resepsiyon sıraları tam açılan kapıların karşısında. Umumiyetle masa sandalye takımları birbiriyle uyumlu ve bu uyum bölüm içeriğindeki duvarlara da yansımakta.

İçerisinde yaşayan insanlar sürekli bilim üretmek için bulundukları yerde olduklarından dolayı masa düzenlerinde çoğunlukla ihtiyaçları dahilindeki eşyalara sahipler(bilgisayarları, deney tüpleri, kağıtlar, …). İşlerini yaptıkları mekanlarında tertipli olması gerektiği için karargahın üst tarafı öyle; ama, yatakhane, yemekhane, denekkesimhane, tuvalet gibi mekanların bulunduğu “Mars City Underground” bölgesinde ortam orası kadar yerli yerinde değil. Açıkçası buranın bir kadın elinden geçmesi lazım. Duvarlardan kablolar fırlamış vaziyette ve kendinizi burada gerçekten de uzay çağında hissediyorsunuz.

Oyunun genellikle kapalı mekanlarda geçtiğini söylemiştim. Peki ya az miktarda da dışarı, yani kızıl gezegene ayak bastığımız zamanlarda ortam nasıl? Orası da gayet güzel. Pathfinder’in Mars’tan gönderdiği fotoğrafların yardımıyla edindiğimiz bilgilere göre gerçekten de tutarlılık sergiliyor. Sonsuz çöllerden oluştuğunu bildiğimiz Mars Gezegeni’nde de topraklar fotoğraflarda göründüğü gibi açık kahverengi tonlarda. Zaten genel olarak renk seçimleri çok başarılı. Mars atmosferindeki çeşitli gaz bulutları da hemen her fırsatta gökyüzünde olaşıyor. Gerçi Mars’ın atmosferi Dünya’nınkine oranla biraz daha az yoğun olduğu için etrafı çok daha aydınlık beklerdim; ama, buna da yeterli denenilir. Gerektiğinde karanlığın ve aydınlığın ayarlanması sizi bazı durumlarda ister istemez paniğe bile sokabiliyor.

Koridorların birbirine bağlanması ise kapılar sayesinde gerçekleştirilmiş. Zaten oyunun genel mantığı “anahtarı bul, kapıyı aç” şeklinde ilerlediğinden dolayı herhangi bir kapıdan geçemediğinizde araştırmaya devam ediyorsunuz. Eğer merkezi bir yerdeyseniz, tavandaki yönlendirme okları nereye gitmek istiyorsanız sizi oraya doğru rahatlıkla iletiyor. Ayrıca bölgenin merkezi olarak kabul gören mekanlarda asansör olması ve genellikle bölümler arasındaki bağlantının aynı yer ile sağlanıyor olması gerçekten de ulaşım açısından büyük bir avantaj. En azından katlar arasında gidip gelmeniz gerekiyorsa bunların yerleri bu şekilde belirlenmiş. Kapılardan geçerken de çoğunlukla parola istemesi, hatta bazı kapılardan sadece bazı görevlilerin geçebiliyor olması bu karargâhta güvenliğe ne kadar önem verildiğinin bir başka göstergesi.

Oyunun ilerleyen bölümlerinde “Cehennem’e” de gidebiliyoruz. Eminim ki cehennem buradan çok daha korkunçtur; ama, reel manada da gerçeğinden asla geri kalacağını sanmıyorum. Ölümün her adımınızda sizden bir ayak önde dolaştığı inanılmaz mekanlarda her taraftan ayrı bir çığlık yükselmekte, her tarafta dehşet dolu enstantaneler saklı. Gördüklerinize itimat edemiyor, biraz daha ayrıntılara girdiğinizde gördükleriniz karşınızda diliniz boğazınıza doğru harekete geçiyor. Yükselen tansiyon ve her yerden fırlayan canavarlarla beraber kendinizden şaşıyor olmanız imkan dahilinde. Karanlığın içinde saklı binbir yaratık, toprağın altında devam eden kızgın lavlar ortama umulmaz görüntüler saçıyor. Bu bölümün tadını çok kaçırmayım, zira Mars City Underground ile beraber bu bölüm; en çok beğendiğim ikiliyi oluşturdu. Zaten buraya başlarken de ara yükleme ekranındaki görüntü her şeyi açıklar nitelikte.

UAC tesislerinde deneyler ve araştırmalar sürekli devam ettiğinden dolayı her tarafta bilimsel bir ekipman ve prototip çeşitli işler ile meşgul. Yapılan işler ise merkezi kontrol sistemi ile yönetilmekte. Aksi durumlarda oluşabilecek düzensizlikleri önlemek için ayrıntılara inildiğinde deney ekipmanları bu sırada elde ettikleri verileri yedekleyerek sisteme kaydediyorlar. Ayrıca bu takım teçhizatın ne işle uğraştığını merak ediyorsanız, olduğu yerdeki koridorlarda bulunan monitörler yardımıyla sesli olarak neler yaptığına dair bilgiler öğrenebilirsiniz.

2.3-Küçük Ayrıntılar

İlerlerken karşınıza çıkabilecek milyonlarca küçük ayrıntı var. Hepsi de inanılmaz derecede akla hayale gelmeyecek yerlere konulmuşlar ki, sürekli farklı farklı görünümleri insanı hayrete düşürüyor. Mesela deney aletlerinin ne işe yaradığına dair PDA’nıza (kişisel cep bilgisayarınız, bunu az sonra detaylıca inceleyeceğiz) takıp da izleyebileceğiniz videoların hepsi, o departmanın sorumlu kişisinin masasında mevcut. Deney aletlerinin bulundukları yerlerdeki koridorlarda yer alan monitörler sayesinde bütün UAC personeli yapılanlardan bilgilendirilebiliyor. Bunlar da gerçekten de bilimsel dayanağı olan ayrıntılarla bezenmiş. Demir 2 Oksit’in parçalanmasıyla bir dizi operasyon neticesinde elde edilebilecek “su, gaz ve hava”’dan bahsedilmesi gerçekten de insanı dehşete düşürecek cinsten. İzlenebilecek videolarda bunun gibi onlarca detay var.

Oyunun ayrıntılardaki tadı diğerlerine oranla ilk bölümde biraz daha belirgin. Mars Üzerindeki bu yapılaşmanın içindeki insanlar genel olarak orada “yaşadıkları” için içerideki her şey onların ihtiyaçları dahilinde kurulmuş. Mesela dinlenme mekanında masalarda birbirleriyle oturup konuşuyorlar ve bu sırada normal bir insanmışçasına gülüşüyorlar. Bunlar oyunda inanılmaz biçimde görünüyor. Yine aynı yerde, eğer Doom3 oynamaktan sıkılırsanız(?), bir arcade oyunu olarak “tavuğa yumruk atma oyunu” oynayabilirsiniz. Ama maalesef bu oyunun multliplayer desteği yok(!!??). Puan hesabına dayanıyor ve ilerledikçe zorlaşıyor oluşu beni resmen şaşkına çevirdi. Yine burada pencereleri açıp kapatabiliyorsunuz ve içerideki ışık sensörleri içerideki aydınlık seviyesini fark ederek ortamı aydınlatıp karartabiliyorlar, böylece ortamdaki insanlar için ideal ışık seviyesi sağlanıyor. Ayrıca oturduğunuz yerde TV’de haberleri seyredebilirsiniz. Uzunca bir süre devam eden haberleri seyrederken genelde UAC’de yaşananlar hakkında güncel bilgiler öğrenebiliyorsunuz. Bunlar o kadar güzel ki insan hayranlığını gizleyemiyor. Etrafta sürekli devriye halindeki askerler de cabası.

Bölümlerde kullanabileceğiniz bilgisayarlar ise adeta bir fikir harikası. Sürekli yeni gelen bilgilerle kendilerini update ediyorlar ve önemli bilgileri sürekli yedekliyorlar. Bilimsel çalışmalar için ayrılmış olan laboratuarlarda(ki oyun genellikle buralarda kendini buluyor) bilgisayarlar bir diğeri ile etkileşim halindeler ve kart girişlerinde yada bazı hareketli sistemleri kontrol edeceğiniz zaman bilgisayarları siz kendiniz etkileşime sokuyorsunuz. Bu arada kullanacağınız bilgisayarın küçük de bir ekranı var. Ekrandaki yönergeleri izleyerek yapabileceklerinizi gerçekleştirebileceğinizden dolayı bilgisayar ekranına yaklaştığınızda kahramanımız elindeki silahı indiriyor ve monitöre yoğunlaşıyor. Ekranda bir fare işaretçisi çıkıyor ve butonlara tıklayarak bir çok aktiviteyi sağlıyorsunuz. En çok hoşuma giden şeylerden birisi de bu oldu. Elektronik düzeneklerin grafikleri de arada sırada karlanabiliyor ve gayet ilginç görüntüler ortaya koyuyor.

Bölümlerin bazılarında küçük bulmacalar da çözebiliyorsunuz. Bunlar çok zor olmayan, hatta oyuna inanılmaz zevk katan bulmacalar. Size sıkıcı gelebilir; ama, kendinize yol yaratmak veya düşmanlarınızı bir anda alaşağı etmek için bu küçük bulmacalar hayli eğlenceli.

Karakteriniz, yapacağı hareketi hep sizin gözleriniz önünde yapıyor ve bilhassa da kamera bunu gerçekleştirmede inanılmaz başarılı. Eğer kamera farklı açılardan olayları görüntülüyorsa FPS ekranına yerleşeceği zaman ensenizden başınıza yaklaşıyor ve bir anda gözlerinize kavuşuyorsunuz. Cep bilgisayarınızı çıkaracağınız zaman da kahramanımız elini cebine sokuyor ve PDA’yı çıkartarak kendine yaklaştırdığında bütün ekranı monitörlerimizde görebiliyoruz.

2.3.1-PDA (Kişisel Cep Bilgisayarınız)


Oyundaki en önemli parçanızı oluşturuyor. Normalde (tab) tuşuna basarak elinize alabileceğiniz bu bilgisayar size fazlasıyla yardımcı. Bölümlerde yapmanız gerekenler buraya not ediliyor, UAC’deki diğer insanların PDA’larını aldığınızda onların bilgileri buraya kopyalanıyor, e-maillerinizi okuyabiliyorsunuz ve videoları yine PDA’nız sayesinde izleyebiliyorsunuz. Kimlik taraması yaparak girebildiğiniz kapılardan bu alet sayesinde geçebileceğiniz gibi diğer insanların bilgisayarlarındaki bilgileri buraya kopyaladığınızda da sadece onların geçebileceği kapılardan girebiliyorsunuz. PDA’nıza kopyalanan bilgilerin arasında diğer kullanıcıların ses kayıtları ve kişisel bilgileri de bulunuyor. Oyun içerisinde karşılaştığınız bir çok zorlukta onlardan yardım alabilirsiniz. Bulunduğunuz yere ait birçok açıklama da içeren bu bilgileri aynı zamanda bilgisayarını aldığınız kullanıcının kilitli dolabını açmak için de kullanabilirsiniz. 

PDA’nın ekranında her şey mevcut. Sağ taraftaki mönüde kullanıcılar listesi var, ve buradaki kişileri seçerek onlar hakkında bilgiler edinebilirsiniz. Her farklı isme tıkladığınızda o kişiye ait bilgiler ekranda beliriyor. Parmak izinden tutun da UAC içerisindeki görevine ve rütbesine kadar her şey var. Bu küçük ekranın altında açılan ses dosyalarını çaldırarak da olup bitenler hakkında bilgi edinmeniz de isteğiniz dahilinde.

Kişiler listesinin üst tarafında da üç tane farklı seçenek var. En üstteki User Data kısmında siz ve diğer kullanıcılar hakkında bilgiler beliriyor. E-mail kısmında da o kişiye gelmiş elektronik postaları okuyabiliyorsunuz. Oyundan daha çok zevk almak isterseniz okumanızı şiddetle öneririm.

PDA’nın ilk açılış ekranında size ait bilgiler ve yapacağınız görevin görüntülendiği bir sistem var. Kişisel bilgilerinizin altındaki penceredeki açıklamalar size çok daha faydalı. Yan tarafında da gitmeniz gereken yere ait küçük de bir resim var. En alt kısımda da envanterinizdeki silahlara ait bir çubuk var. Her birine tıkladığınızda o silaha ait kısa bir bilgi ekranlarınıza geliyor. Gerçekten de her şey ince ayrıntısına kadar düşünülmüş ve muhteşem görünüyor.

2.4-Silahlar

Emrinize amade tam 11 tane silah oyunda mevcut. Hepsi de birbirinden kullanışlı ve en etkisizinden en çok hasar verenine kadar tamamını oyunun çeşitli bölümlerinde kullanıyorsunuz. Lafı fazla uzatmadan hepsine tekeeer teker bakalım. Bu arada her silaha göre 10 üzerinden bir puanlama sistemi geliştirdim, silahların isimleri yanında yazan sayı; o silaha benim verdiğim puan anlamına geliyor.

-Yumruk(2/10): Mermileriniz bittiğinde kaldığınız acınacak halde ellerinize güvenebilirsiniz. İşlevsiz gibi göründüğüne bakmayın siz, özellikle Walking Dead gibi yavaş düşmanlarınıza kullanabilirsiniz. Yumrukla “vur kaç” taktiğiyle bu yaratıkları kurşun harcamadan öldürmek, diğer silahlardan tasarruf etmeniz açısından çok yararlı. Ayrıca ilk bölümlerde etrafta fazla saçılı olmayan mermi paketleri nedeniyle sıklıkla ekran üzerinde ellerinizi görebiliyorsunuz.


-Pistol(3/10): Bildiğiniz tek atar tabanca. Oyuna hiçbir silah ile başlamıyorsunuz; ama, Mars City Underground bölümünde ilerlerken bu silahla tanışıyorsunuz. Etkisiz gibi görünebilir; ama, bilhassa örümceklere karşı kullanıldığında elinizde diğer silahlar varken hem mermi tasarrufu yapıyorsunuz, hem de patlayan varillere ateş edeceğiniz zaman diğer silahların mermilerini heba etmemiş oluyorsunuz. Oyunda göz ardı edilen; ama, aslında çok faydalı bir silah.


-Shotgun(10/10): Pompalı tüfek. Ayrıca da benim favorim. Bir kerede namlusunda 8 tane saçma mermisi paketi bulundurabiliyor ve reload ederken ikişer ikişer doldurulduğundan dolayı bu süre için fazla zaman harcamıyorsunuz. Ayrıca reload sırasında yüklediği kadarıyla da ateş edebiliyor olmanız hayli yararlı. Yakın çarpışmalar için birebir. Hellknight’dan Imp’e kadar bütün yaratıklara gözünüz kapalı kullanabilirsiniz.


-MG-88 Enforcer(6/10): Normal yaşamdaki karşılığı; makineli tüfek. Bu da sıkça kullanacağınız silahlardan. Çok kısa bir reload süresi var ve bir şarjörde 60 tane mermi bulundurabiliyor. Uzun mesafeli vuruşlarda hedefinizdeki yaratık son saniyelerini tüketmektedir. Yalnız bu silahın bir tek mermisi pistol kadar zarar vermiyor. Karşınızdaki yaratığı çok fazla etkileyemiyor oluşu benim pek hoşuma gitmedi. Ama sürekli olarak mermi attığı için hiç de göz ardı edilemez.


-Chain Gun(7/10): Oyunun en ağır silahı. Ama bu ağırlık sadece cüssesi yüzünden değil, mermileri göndermesi bakımından da geçerli. Önünde ateş ettiğiniz sürede dönmekte olan bir düzenek var ve bu düzenek ile mermileri göndermek için bir saniye kadar önce ateş etmeye başlamalısınız. Bu devasa aletten çıkan mermiler 30mm çapında ve karşısındakinin canını çok yakabiliyor; ama, dediğim gibi hem reload, hem de “piercing” düzeneği yüzünden eğer elinizde bu silah varsa, yakındaki düşmanlarınız için kolay bir yem olabilirsiniz. Uzaktaki düşmanlarınız için ise hiç düşünmeden kullanın.


-Grenade(6/10): El bombaları. Oyun sırasında çok fazla ihtiyacım olmamasına rağmen topluluk halindeki yaratıkların arasına attığınızda kurtuluşunuzu müjdeleyebilirsiniz. Fırlatıldıktan 3 saniye sonra patlayabilen bombalar, aynı zamanda herhangi bir yaratığa da çarptığı anda da patlayabiliyor. 30 metre çapında bir etki alanı oluşturabilen her bir bombayı fırlatırken dikkatli olmanızı öneririm, çünkü kahramanımız bombaları biraz yerden savuruyor ve yakınınıza düştüğünde yüksek miktarda sağlık götürebiliyor.

2.5-Düşmanlar

Birbirinden korkunç yaratıkların olduğu Doom3, gerçekten bu konuda inanılmazı başarıyor. Yaratıkların çıkış yerlerinde kısaca yaradılışlarına da şahitlik edebiliyoruz. Benim bu konuda en çok canımı sıkan nokta, bazı yaratıklara sadece o bölümde ağırlık verilmesi oldu. Gerçi nightmare zorluk seviyesini daha denemedim, denemem de; ama, bazı canavarlar sadece o yaratıkla ilk karşılaştığımız bölümde ağırlıklı olması çok hoşuma gitmiş değil. Neyse. Hepsinin ortak yönü ise inanılmaz detaylı çizilmiş olmaları ve birdenbire önünüze çıkarak sizi “BÖÖ!!” diye korkutması. Aşağıdakiler, oyunda en sık karşılaşacağınız yaratıklardır.

-Walking Dead: Oyunun en başından beri sürekli karşılaşabileceğiniz külliyen ezik yaratıklar. Mars City Underground’da ilk kez karşılaştığımız bu ağır adamların yaradılışları Çavuş Kelly’nin Cehennemi’nden port olarak gelen sarı alevler ile gerçekleşiyor. Normal insandan türeyen bu canavarları oyun içerisinde size yakın saldırılar yaparken karşılaşacaksınız. İlerleyen bölümlerde şişman, hatta erişkin olanları da bunların arasına katılacak ve özellikle sonlara doğru elinde Chain Gun taşıyanlara bile rastlamanız mümkün olacak. Çok zorlu savaşan bu yaratıkların hızlı olanları tam bir baş belası olabiliyor. Hepsinin geneline de Walking Dead deniyor. Yavaş olanlarına yumruk,; asker olanlarına da yakın mesafeden shotgun’u, uzaktan da chain gun’u öneririm.


-Trite: Karşılaşacağımız örümcek familyasından yaratıkları temsil edenlerin genel adı. Oyun sırasında üç farklı mutasyona uğramış haliyle karşılaşıyoruz. Beraber ve sık hareket ediyorlar. 20 tanesini bir arada görmeniz mümkün. Yakın saldırıda seri “ısırık” saldırısıyla çok fazla enerjinizi götürebilen bu hayvanlar, üzerinize sıçrayarak da saldırıya geçebiliyorlar. Kalabalık da olsalar aranızda bir miktar mesafe bırakarak pistol ile hepsinin hakkından rahatlıkla gelebilirsiniz.


-Imp: Her bölümde önünüze dikilebilecek, bence de oyundaki en karizmatik yaratık. İnsanlık dışı diğer yaratıklar gibi Impler de Kelly’nin Cehennemi’nden Mars’a geliyorlar. Çok farklı kombinasyonlarda saldırı tekniği ve oyunda iki farklı türü var. İki türünde de ortak olan özellikler, UAC’nin araştırmalarına göre kafa bölgesinde 10-15 civarında gözü bulunması ve çok hızlı hareket etmesi. Farkları ise birinin sürünüyor, diğerinin de ayakta savaşıyor olması. Ayakta duranı gerçekten de çok zorlu. Uzaktayken size alev topları fırlatıyor veya üzerinize bütün hışmıyla sıçrayabiliyor. Özellikle kapıları açarken karşınıza birdenbire çıkması ürkütücü olabilmekte. Yakından ise pençeleriyle sizi doğramakta hiç zorlanmıyor. Yerde sürüneni ise ayaktaki ile hemen hemen aynı özelliklere sahip, farkı olarak sadece pençeleriyle sizi haklayabiliyor, o da hayli süratli. İkisinin bir diğer ortak yanı ise fazla dayanıklı olmamaları. Yakın mesafeden isabetli bir shotgun mermisi ile başını döndürebilirsiniz.


-Revenant: Diğer yaratıklara kıyasla gerçek manada zorlanılabilecek bir diğer ucube ise Revenant. İskelet halinde olan ve iki omzunda da birer tane roket atar bulunduran bu yaratık gerçekten de beni en çok zorlayan yaratık oldu. İkisi veya üçü bir arada olduğu zaman adeta yenilmez olan bu topluluğa yakından veya uzaktan olmanız pek bir şey ifade etmeyecektir. Güdümlü füze atan bu yaratıklarla karşılaşmayı hiç istemeyeceksiniz. İmkanınız varsa kökten kurtuluş için “Ruh Küpü”nü hiç uğraşmadan kullanın; ama, böyle bir imkanınız o anda yoksa biraz yakında durup füzelerin her birinin yanından sıyrılarak sürekli Chain Gun ile devirebilirsiniz. Uzaktan da roketleriniz faydalı olacaktır.
-Hellknight: İşte aynı za

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu