Doom the Movie
Karanlık koridorların karanlık oluşları elinizdeki fenerin yetersizliği ile size daha da mı karanlık geliyor? Yoksa adımlarınızı kurtuluşunuza attığınızı sandığınız her hareketinizle birlikte ölümün kollarına bir sevgiliye kavuşma edasıyla yüreğiniz çırpına çırpına mı gidiyorsunuz, iki metre çapındaki cehennem küresinin tam merkezinde? Yoksa “OYUN(!)” oynarken mi hissettiniz siz bütün bunları? Siz değil miydiniz saklambaca da, körebeye de oyun diyen? Nasıl oyun bu madem öyle?!
Doom şöyle güzel bir oyun, Doom böyle aşmış bir oyun diye defalarca aynı şeyleri yazıp durmaya lüzum yok. Herkes en azından Doom’un ne kadar iyi bir oyun olmasından ziyade ne kadar önemli bir oyun olduğunu biliyor. Bu önem elbette ki yıllar yıllar öncesinin ilk Doom’undan kaynaklanıyor ve piyasaya ilk sürüldüğü zamanlar için görülmemiş bir şey olması özelliğinin etkisiyle birlikte yapılmış en dikkat çeken oyunlar listesinde üst sıralarda yer almasını biliyor. Hatırlayın Doom 3’ün çıkışını nasıl da büyük bir heyecanla bekleyip çıkar çıkmaz bilgisayarlarımıza kurup sömürmeye koyulduğumuzu. Filminin çıkması tüm bu keyfimizin üstüne bir de kaymaklı ekmek kadayıfı ziyafeti çekmekten farksız olacaktı ki 21 Ekim sabahı sinemaların birinci salonlarının ilk seanslarında gösterime giren film Doom the Movie idi. Şimdi tatlısına fıstık da isteyen var mı?
Say my name, say my name…
Filmde kullanılan mekânlar ve altyapı geçen sene piyasaya çıkan Doom 3 oyununun temasını taşıyorsa da konunun onunla bir ilgisi bulunmuyor(“Doom 3’ün konusu neydi ki?” diye soranlarınız olabilir). Filmimiz neredeyse tamamında olduğu gibi büyük bir heyecanla başlıyor ve daha ilk karede kendimizi Mars’ta buluyoruz. Mars’taki arkeolojik araştırma üssü, UAC ve ortamdaki kalabalık normal yaşam görüntüsü korunuyor. Bilim adamımız Dr. Carmack (evet “Carmack!!”, John Carmack) ve beraberindeki beş bilim adamı beşinci bölmedeki araştırmaları sırasında oyunda da bolca karşımıza çıkan impler tarafından saldırıya uğruyorlar. Carmack bu saldırıdan kendini kurtarabiliyor ve en azından diğer bölümlerin buradaki yaratıklardan etkilenmesini önlemek amacıyla bölgenin karantinaya alınması talimatını verebiliyor. Bundan sonra da destek birliklerin gelip bilim adamlarının mahsur kaldıkları bölüme giderek orada sıkışıp kalanları kurtarması için UAC, dünya ile temasa geçiyor. Peşinden de kahramanımız Sarge, emrindeki askerlerle birlikte Mars’a yollanıyor. Film boyunca bilim adamlarının arkeolojik kazı sırasında karşılaştığı şaşırtıcı gelişmeleri, 24. kromozom çifti ve etkilerini, Sarge’ın liderliğindeki grupta meydana gelen iç karışıklıkları ve çok daha fazlasını görebiliyoruz. Konunun tamamını filmi izleyip de kafanızda kendiniz ayrıntılıca kurgularsanız daha iyi olur, zira oyundaki konu derinliğinin defakez gelişmişini filmi izlerken ortaya çıkan yeni detaylarla bulabilirsiniz ve bunlarla birlikte son günlerde ayyuka çıkan devam filmi söylentilerine kendinizce bir senaryo türetebilirsiniz.Film içerisinde gerçekten de harika bir atmosfer oluşturulmuş ve bu atmosferin oyunun havasını tam anlamıyla yansıttığını söylemek mümkün. Tıpkı oyun gibi Doom filmi de karanlık koridorlarda başlayıp karanlık koridorlarda son buluyor. Mars’taki arkeolojik araştırma üssüne adım atmamızla oyunun ilk bölümündeki ortama benzer görüntülerle karşılaşmamız bir oluyor. Etraftaki bilim adamları ve çeşitli işlerde görevli insanlar oradan oraya koşuşturuyor. Güya Mars’taki arkeolojik araştırma yapan bir bilim merkezinde olmamıza rağmen film içerisinde görüyoruz ki canlı bilimlerine dair insanlar da yok değil. Burası küçük bir detay olsa da Mars üssünün yaşanan bir yer olduğunu bellettirmesi bakımından dikkatimi çektiğini belirtmem lazım. Ayrıca filmin ilk yarısının bu en baş kısmına da ekranda görebileceğimiz en kalabalık kareleri içerdiği belirtilebilir. Daha sonrasında ve yüzdeye vurduğumuzda tamamına yakınında silahlı adamları implerle ve yürüyen ölülerle çarpışırken göreceğiz.
D.O.O.M. (Deadliest Omen Of Mankind)
Doom the Movie sayesinde oyunda da gördüğümüz zombilere neden öyle olduklarına dair anlamlar yükleme şansına sahip oluyoruz. Fakat imp ve Hellknight’lar bu anlamlandırmanın dışında tutulmalı, çünkü film sırasında onların neden ortaya çıktıklarını belirten bir şeyle karşılaşmıyoruz; onlar sadece “öldürüyor” ve “öldürülüyorlar”. Oyundan hatırlıyorum da, zombiler 24. kromozom çifti ile alakalı meydana gelmiyorlardı; Sergeant Kelly diye bir kahraman kalmış benim aklımda? Hmm??? Bu kısımda oyunla pek bir örtüşme görülmese de film içerisinde bunun kotarılışı gerçekten de hoşuma gitti. Ayrıca alternatif olaylar da gerçekleşmesi bunu derinleştirmiş, ama meydana gelen olayların kaynağı Doom’a has ekstrem bir olayla sonuca bağlanmalıydı; bu hali kendisini alelade bir bilim kurgu filmi sınıfına sürüklemiş.
Filmdeki oyuncu kadrosu ise üst düzey bir oyunculuk göstermese de en azından filmin hakkını vermeye yetiyor. Özellikle Sarge rolündeki WCW ve WWE şampiyonlukları bulunan Amerikan güreşçisi The Rock’ın oldukça iyi bir seçim olduğunu belirtmek isterim. Tip olarak oyunda kullandığımız karaktere tam olarak kendisini benzetemesek de ruh yapısı bakımından filmdeki ağırlığı hissediliyor. Hem isim olarak, hem de film içerisinde seyir zevki vermesi bakımından diğer oyuncularla karşılaştırıldığında perde üzerinde duruşu da her halinden belli. Onun yanı sıra Yüzüklerin Efendisi serisinde Eomer rolüyle izlediğimiz Karl Urban’ı görüyor olmak da hayli iyi. Bir süreden sonra filmin ana kahramanının bu ikisinden hangisi olduğunu bile anlayamaz oluyorsunuz. Hatta filmin ilk %60’lık kısmında Karl Urban’ı The Rock’a kıyasla ön planda o kadar sık da görmüyoruz. Ama daha sonrasında kontrol onun eline geçiyor. Özellikle filmin sürpriz sonu ile “vay canına” deyip kendinizi bir kez daha kaptırıyorsunuz. Yine “ama” ki bu sonun da filme yakışmadığını kendimce düşünüyorum. Biz “Sarge” olarak o cehennemden oradaki her şeytani şeyi yok ederek kurtulmalıydık; farklı bir son olmamalıydı.Tüm oyunculara genel olarak baktığımızdaysa ucuz aksiyon filmlerindeki karakter dağılımının Doom’da da bulunduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Her şeyle dalga geçen abidik bir tip, kaslı ve sert bir zenci, çömez bir beyaz ve az sonra öleceği bariz olan iki yan karakter daha var Doom’da; ki filmde bundan fazlası yer almalıydı.
Bunların dışındaysa film içerisinde Doom oyununun yaratıcısı John Carmack ve id Software’den tanıdığımız Tim Willits karakterlerini görüyor olmak Doom hayranlarına ayrıca gaz verecektir. Film içerisinde ikisi de bilim adamı rolleriyle ekranlara gelirken özellikle Dr. Carmack karakteri film içerisinde önemli bir paya sahip, ki bunun oyundan filme direk yansıtılmış olması insanın yüreğini biraz daha kıpraştırıyor.
2000’lerin grafik teknolojisi
Doom’un pek tabii ki en önemli özelliği olan görsel efektlerine en son değinmek istedim. Çoğunlukla makyaj tekniklerinin kullanıldığı sahneler yaratıkların detaylarını ön plana çıkarmak üzerine yoğunlaşmış. 24. çift kromozomun meydana çıkardığı görsel etkiler üstün efektlerle pek desteklenmemiş olsa da ortam atmosferi ile örtüştürülerek izleyiciye dehşetle birlikte keyif verilmeye çalışılmış. Tamamı karanlık olan filmde Hellknight’lar ve imp’ler güzel modellenerek beğenimize sunulmuş. Plazma silahının duruşu, vuruşu ve etkisi oldukça güzel; genel olarak tüm görsel detaylar ortamla bir bütün oluşturuyor ve sırıtmıyor. Ekranlardaki görsel şöleni beğenen de olabilir, beğenmeyen de. Fakat sanmıyorum ki hiçbiriniz filmin sonlarına doğru 5 dakikalığına bile olsa FPS ekranıyla atmosferi tattığımız o progress’e laf edemezsiniz. Filmin fragmanında da mutlaka izlemişsinizdir; burası akıllarımızdan uzun süre çıkmayacak. Meğer beyaz perdenin tamamı çok iyi bir FPS ekranı olabiliyormuş; bu şekilde filmde ilerlemek oldukça güzel olmuş, filme apayrı bir tat gelmiş. Bu ekran boyunca defalarca düşüp kalkıyor, Hellknight ve imp öldürüyor, korkuyor, korkuyor ve korkuyoruz. Doom’u tıpkı oyundaymış gibi izlemek güzeldi; gerçekten de güzeldi.
Korku atmosferi üzerine yaratılan ambiyans ise tam kıvamında. Tıpkı oyundaki gibi aniden ve beklenmedik zamanlarda bir yerlerden fırlayıp size saldıran zombiler, impler ve Hellknight’lar yüreğinizi ağzınıza getirmekte oldukça işe yarar. Üstelik bunun yanı sıra çatışma sırasında oluşması sağlanan insanın canını sıkan sessizliğin dozu çok iyi ayarlanmış. Her an tetikte adım atan kahramanların yalnız olduklarını görebiliyorsunuz ve oturduğunuz koltukta siz bile rahatsız oluyorsunuz.
Doom’un filmini epey beklemiştik ve işte şimdi salonlarda seyredilmeyi bekliyor. Oyunuyla ilgiliyseniz mutlaka izlemeniz gerektiğini zaten biliyorsunuzdur; o yüzden kaçırmayın demeyeceğim, izleyeceğinizden eminim. Senaryodaki ufak tefek boşluklara ve herhangi bir aksiyon filmiyle neredeyse eşdeğer özelliklere sahip olması bakımından eğer çok farklı şeyler arıyorsanız avucunuzu yalamanız gerekebileceğini de belirtmek isterim. Zira oyun dünyası ile hiç alakası olmayan birisi için atmosferi “sadece” güzel bir filmden ötede değil Doom. Fakat bir oyuncu sıfatıyla ne pahasına olursa olsun bu heyecanı bir an önce tatmalısınız. Benim gibi bir Doom fanatiğiyseniz tekrar izleyeceğinizi garanti ederim; ama objektif bakarsanız ikinci kez seyredilmeyi pek de hak etmeyen bir film olduğunu göreceksiniz. Şahsi puanım 10 üzerinden 7.