Hikaye

Dört Yolcu: Kuzeyden Gelen – Bölüm 1: Kızıl İnek Hanı

Yazarın Notu: Hikayemi bir süre önce Whatpadd üzerinden yayınlamaya başlamış, ancak bitirememiştim. Oradaki bazı mantık ve yazım hatalarının düzenleyerek sonlandırdım. Bölümler halinde yayınlayacağım. Fantastik dünya hikayeleri ile benzerlik gösterdiği noktalar olabilir. Açık söylemek gerekirse bu hikayenin önemli bir kısmını rüyalarımdan derleyerek oluşturdum. Haftalık olarak yayınlanacaktır. Fikir ve önerileriniz olursa, lütfen yazının altında bulunan mesaj bölümünde benimle paylaşın. Keyifli okumalar.

Dünya kurulduğunda tek hücreliden sürüngenlere geçebilmek, milyonlarca yıl almıştı. Dinozorların hakimiyeti de bir o kadar sürdü. Şimdi ise onların da nesilleri tükenmek üzereydi. Dünyaya çarpan korkunç ateş topları, yeryüzünde nerede ise hiçbir yaşam formu bırakmamıştı.

Ancak hayatta kalan hiçbir canlının fark etmediği bir şey vardı; Uçan sürüngenlerin maruz kaldığı radyasyon sonucu uğradıkları mutasyon. Birçoğu bunun sonucunda ölmüştü. Hayatta kalabilenler ise bugün adını Ejderha olarak bildiğimiz yaratıklara dönüştüler. Binlerce yıl dünyaya hükmetmiş, her istediklerini almışlardı. Sahip oldukları bu kibirli güç, zamanla kendi içlerinde çekişmelere dönüşerek, birbirlerine karşı savaşır hale geldiler. Soyları kırılmış, dünya üzerindeki sayıları onlar ile ifade edilmeye başlamıştı artık. Onların güçsüzleşmesi yeni bir ırkı dünyanın hakimi yapmıştı. İnsanlar… Lakin ejderhalar insanların yükselişinden o kadar rahatsız olmuşlardı ki dünya üzerindeki tüm yerleşim yerlerini yakıp, yok etmeye başlamışlardı. Hüküm sürdükleri, şaşalı günleri geri getirmek tek amaçlarıydı. Bizim hikayemiz de burada başlıyor…

Bölüm 1: Kızıl İnek Hanı

Kızıl İnek Hanı, Kuru Kök Kasabası‘nın tek dinlence mekanıydı. Kasaba sakinlerinden ziyade, yolculuk yapanları ağırlayan hanın çok fazla müdavimi bulunmuyordu. Misafirleri genelde bir defa geldikleri için çok bakımlı olması da gerekmiyor diye düşünüyordu, sahibi Ortanyus. Çevrede başka bir mekan olmadığı için biraz da mecburiyetten kullanılıyordu. Ziyaretçileri de genelde ortalardan kaybolmak isteyen suçlu ya da kaçaklar olunca bunu pek dert etmiyorlardı. Kralın askerleri mecbur olmadıkları sürece buraya pek uğramazdı. Keskin alkol kokusu içeri girenlere selam veriyordu. Koku, loş ortamı görmeyi çok kolaylaştırmasa da, insanlara dayanabilir kıldığı bir gerçekti. Eski ve kırık masalarda her daim yirmiye yakın insan vardı. Bunlardan biri de on metrelik uzun barın yanında oturan yaşlı adamdı. Elini barmene doğru işaret edip bir bira daha istedi. Muhtemelen 70’li yaşlarında idi. Ya da öyle gösteriyordu. Görüntüsü ortama son derece uygundu. Beyaz saçları, sakalına karışmış, elleri, yüzü yaşından dolayı kırış kırış olmuştu. Üzerindeki uzun cüppesi yere kadardı. Masanın hemen kenarında duran asası da gözden kaçacak gibi değildi. Ucundaki, süs olmadığı belli olan mücevher de arada belli belirsiz parlıyordu. Etrafındaki masalar bomboştu. İnsanlar ondan korkmuş, daha uzak masalara oturmayı tercih etmişti.

Gürültü ile açılan kapıdan giren parlak sarı zırhlı, devasa şövalye, handaki misafirlerin huzurunu oldukça kaçırmıştı. Ogreye benzeyen görüntüsü, herhangi bir sorun çıkarmasa bile insanları korkutuyordu. Ancak şu anki kaçan huzurun sebebi görüntüsü, onun bir asker ve soylu olmasından kaynaklı değildi. Ne yazık ki Kızıl İnek Hanı’nın müdavimlerindendi. Adı Bartale olsa da buradakiler onu Kısa Kuyruk olarak adlandırmıştı. Bu daha çok işe yaramayan, uyumsuz insanlara verilen bir lakaptı. Bu şekilde bir başka şövalye davransa, anında ünvanı elinden alınır, hatta başkentten sürülürdü. Ancak kraliçe ile olan akrabalığı, bunun önünde büyük bir engeldi. Kral bir açığını bulduğu anda bunu mutlaka yapacaktı. Bara her gelişinde mutlaka olay çıkartır, büyük hasar verirdi. Ünvanından ötürü de dışarı atılması ya da alınmaması mümkün değildi. Şövalyeyi gören Ortanyus, onu en az sorun çıkartabileceği masaya doğru yönlendirmişti. Yaşlı adamın masasının hemen yanında idi. Eliyle içecek istediğini belirten bir hareket yaptı Kısa Kuyruk. Barmen hızlıca bira, yanında biraz ekmek ve kurutulmuş et getirdi. Sessiz bir şekilde masadakilere odaklanan Bartale, olabilecek en pis şekilde yemeğine odaklanmıştı. Ağzını şapırdatıyor, döküyor, saçıyor, geğiriyordu. İçerdeki insanların durumu göz önüne alındığında pek de onları rahatsız etmemesi gerekiyordu. Buna rağmen hepsi tiksinir bir şekilde gözlerini ondan alamıyordu. Bir ara başını kaldırıp çevresine baktı. Gözleri fark edince, yüksek ses ile ‘İsteyen varsa gidebilir’ dedi. Gözler bir anda aşağı doğru eğildi. Sadece kalabalığın içinde duran ve buraya hiç yakışmayan zarif bir kadın hala ona bakmaya devam ediyordu. Ortanyus olabilecekleri tahmin ederek barın arkasında çökmüştü. Olabildiğince sessiz bir şekilde küfürler ediyor, yine barının dağılabileceği endişesi ile kendini gizliyordu.

Giselle, henüz otuzlu yaşlarının başında olduğu için oldukça diri idi. Handaki herkes gibi onun da bir hikayesi vardı. Ancak gereğinden fazla karanlık kişiliğinden ötürü, kimse onun hakkında bilgi sahibi olmak istemiyorlardı. Zaten fazla bilgi yaşamı daha zorlaştırıyor, hatta çok zaman sonu ölümle sonuçlanan sorgulamalara sebep oluyordu. Üzerindeki kıyafetinden onun bir avcı olduğu belliydi. Ama öyle hayvan avlayan türden değil. Kafa avcısıydı. İnce kılıcını rakibinin kalbine saplamak için çok uğraşması gerekmezdi. Daha çok denizlerdeki korsanlar ile ilgileniyordu. Bu sayede hem onlara konulan ödülü alıyor, hem de korsanların ünlü hazinelerine konuyordu. Birçok korsanı denizlerden temizlediği için de hazinelerine el koymasına kimse ses çıkarmıyordu.

Giselle, gözlerini ayırmadan şövalyeye bakmaya devam ediyordu. Kısa Kuyruk buna iyice sinirlenerek ayağa kalktı. Genelde gözüne kestirdiği kişiyle dövüşeceği zaman pek konuşmaz, hızlı bir şekilde gider gırtlağını keserdi. Sayısız leşi vardı. Bu onun iyi bir kılıç ustası olduğundan değil, bulunduğu ortamlardaki insanların dövüş bilmemesinden kaynaklıydı. Geçmişinde çok iyi bir savaşçı olarak anılsa da, son gerçek karşılaşmasından sonra tüm hayatı alt üst olmuştu. Onda da kendinden iyi bir silahşor ile karşılaşmış, birkaç dakika içinde rakibi tarafından alaşağı etmişti. Unutmaması için de bir kulağını kesmişti. Bartale, tüm saygınlığını alan bu adamla tekrar karşılaşabileceği günü bekliyordu. Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen, izine dahi rastlamamıştı. Halbuki son derece belirgin özellikleri olan bir adamdı. Gözleri sadece beyazdı. Ne göz bebeği vardı ne de ifadesi. Kavgadan sonra sanki yer yarılmış ve içine girmişti. Bu, onun tüm kişiliği değiştirmiş, pis bir adam olup çıkıvermişti. 

Giselle’in yanına doğru giderken eli kılıcına doğru gitti. Çok büyük olduğu için, normal bir insanın iki elle tutabileceği kılıcı tek elle taşıyabiliyordu. Hiç zorlanmadan onu kınından çekti ve aldı. Havada yay çizen kılıç Giselle’e doğru ilerliyordu. O ise hiçbir hareket yapmadan olduğu yerdeydi. Kılıç Giselle’in boynuna dokunduğu anda paramparça oldu. Bardaki herkes şaşkınlık ile ona bakıyordu. Bunun nasıl olduğunu kimse bilemiyordu ancak herşey ortadaydı. Kılıç, hedefini bulmuş ve Giselle’e dokunduğu anda paramparça olmuştu. Hamle sırası şimdi Giselle’deydi. Yere doğru eğildi ve kırık metal parçalarından birini aldı. Sivri ucu ile şövalyenin yüzüne ince bir çizik attı. Kısa Kuyruk ne yapacağını bilmez bir şekilde ayakta dikilmişti. İçindeki öfkesinin gitgide kabardığı belli oluyordu. Yadigar kılıcı un ufaktı. Babası, ölüm döşeğinde tek sahip olduğu eşyasını verirken ‘bunu ne pahasına olursa olsun korumalısın’ demişti. O zaman bunun sebebini anlamamıştı ama krallığın demircisi gördüğü gibi anlamıştı nedenini. Bu ‘Ejder Kesen’ idi. Ejderhaların sert derilerini kesebilecek bir büyü ile yapılmıştı. Yapımında dünyada sadece iki tane bulunan ilk ejderhanın yumurtalarından biri kullanılmıştı. Eşi benzeri yoktu. Ancak şimdi parçaları yere savrulmuş, cam parçaları gibi dağılmıştı. Kısa Kuyruk dizlerinin üstüne çöktü, nerede ise tüm şehirden duyulabilecek kadar güçlü bir çığlık attı. Artık kendine hakim olamıyordu. Ani bir hareketle kalkıp kadının üstüne doğru atıldı. O ise kıvrak bir hareketle kenara doğru savuşup şövalyeyi savuşturdu. Dengesini yitiren adam yandaki masanın üzerine yuvarlandı. Masa ağırlığını kaldıramayıp kırıldı. Tabi üzerindeki şövalye de bir anda kendini yeniden yerde buldu. Giselle ‘Ne o? Kimse sana her kuşun etinin yenmeyeceğini öğretmedi mi?’ diye alaycı şekilde sordu. İyice sinirlenmişti. Vazgeçmeye hiç niyeti yoktu. Tekrar ayağa kalkarak kadına doğru atağa geçti. İşte tam o sırada hanın ortasında bulunan şömineden alevler fışkırdı. Bir ses ‘Kesin şunu’ diye bağırmıştı. Sanki beyinlerinin içinde yankılanıyordu. Sesin kaynağını anlamak zor olmamıştı. Cüppeli adam ayağa kalkmış, elindeki asası parlıyordu. Demek büyücü idi. Buralarda ne işi olabilirdi acaba? Zira tüm krallıkta büyücüler ve büyü ile uğraşanlar yakalanıp öldürülmüştü. Yakalanamayanlar ise çok uzaklara kaçmıştı.

Bartale, ne olduğunu çok net kavrayamıyordu. Yine de hanın şu an büyük tehlike ile dolu olduğunu anlayıp, çıkabilmek için hızlıca kapıya yönelmişti. Seri adımlar ile dışarı çıktı. Giselle ise hesabını ödeyip, üst katta bulunan odasına doğru yöneldi.

Genç kadın odasına girdiğinde üzerindekleri çıkarmadan samandan yapılma yatağına attı kendini. Avcı güdüleri tetikte olmasını söylüyordu. Odada tanımadığı bir koku vardı. O sırada camın kenarında duran koltuktan bir çıtırtı geldi. Elini kılıcına doğru attığında koltukta bir ışık belirdi. Büyücü oturduğu yerden konuştu:

– Tüm taş bedenlerin yok olduğunu sanıyordum. Kendini böyle afişe ederek büyük bir tehlikeye girdin.

– Senin durumunun da çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Büyü yapmanın yasak olduğu bir ülkede bulunduğunu biliyor olmalısın.

– Tüm bu sebeplerden dolayı burada daha fazla kalamayız. Hızlıca burayı terk etmek zorundayız.

– Biz mi? Kendi adına konuş. Uyumadan tek bir adım atmam.

– Aptallık etme. Sabaha kadar çoktan yakalanmış olursun.

– Beni ne şekilde öldürmelerini bekliyorsun. Kılıçları işlemez bana.

– Bilmiyorsun değil mi? Bu vakte kadar yaşamış olman bile mucize.

– Neyi bilmiyorum?

O sırada dışarıdan gelen sesler, sokaktaki hareketlenmeleri gösteriyordu. ‘Hızlıca buradan çıkmalıyız. Muhtemelen ön kapıya da pusu kurmuşlardır. Arka çıkışı kullanalım’ dediği gibi, kızın elinden tutup yataktan çekip çıkardı onu. Direnmenin gereksiz olduğunu anlayan Giselle, onu takip etti. Birlikte hızlıca merdivenlere doğru yöneldiler. Alt kattan gelen sesler hanın sahibi Ortanyus’a aitti. İkisinin de odalarını tarif ediyordu. ‘Alçak herif, bizi sattı’ diye içinden geçirdi Giselle. Görünmeden, hızlı bir şekilde barın yanındaki arka kapıya ulaşmaları mümkün değildi. Bu sebepten dolayı aşağıdaki askerleri geçmeli ve bu sırada da dışarıda bekleyenlere kendilerini fark ettirmemeleri lazımdı. Büyücü birkaç kelime etti ve içerdeki adamlar bir anda yere düştü. Onları uyutmuştu. Bu oldukça efor gerektiren bir büyü olduğu için sürekli kullanması mümkün değildi. Oldukça yorgun gözüküyordu şimdi. Giselle onun koluna girerek alt katta bulunan kapıya doğru yönlendi. Kapının önüne geldiklerinde hemen açmayıp önce dinledi. Hiç ses gelmiyordu. Yavaşça ittirdi. Dışarıda gözüken kimse yoktu. Kapıyı iyice açıp adımını dışarı attığı anda, tepelerinden atılan ağ ile kapana kısıldılar. Büyücü eli ile bir hareketler yapmaya başladığı anda yanlarına ufak bir şişe düşüp kırıldı. Şişeden yayınlan güçlü dumanı içlerine çektikleri anda ikisinin de gözleri taş kadar ağırlaşıp uykuya dalmışlardı. Giselle’in en son hatırladığı bir çift parlak renkli altın renkli bot idi.

İLK BÖLÜMÜN SONU…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu