Hikaye

Dört Yolcu: Kuzeyden Gelen – Bölüm 2: Tanışma

Yerde yatan genç kadın gözlerini yavaş yavaş açtı. Etraf oldukça karanlık olduğu için görmekte zorlanıyordu. Biraz zorladığında demir parmaklıkları gördü. Hapishanedeydi. Yerde, soğuk taş üzerinde yattığı için üşümüş olduğunu fark edip kollarını kavuşturdu. Hemen kendini kontrol etme ihtiyacı duydu. Kılıcını ve üzerinde saklı olan bıçakları almışlardı. Peki ya boynundaki tılsımı? Hiçbir işe yaramasa da onun için değeri büyüktü. Elini boynuna götürdü. Yerinde yoktu. Bir anda gözleri yaş doldu. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Arkasından yaklaşan bir el omzuna dokundu. Kim olduğunu tahmin etmek çok zor değildi. Yaşlı büyücünün parmakları olabilecek kadar kırışıktı. Kendini tutamıyor, sinirden titriyordu. Büyücü şefkatle yüzündeki yaşları sildi. ‘Bizi buradan çıkartacak bir yöntem bulmalısın’ dedi büyücüye.

–       Ne yazık ki bu pek mümkün değil. Duvarlardaki işaretleri görüyor musun? İşte onlar tüm gücümü emiyor. Burada büyü yapmam mümkün değil küçüğüm.

–       Nasıl çıkacağız peki buradan? Hem tılsımımı almak zorundayım. Kardeşimden kalan tek hatıra o.

–       İçinde bulunduğumuz koşulları değerlendirirsek, kaçabilmemizin şu aşamada pek mümkün olacağını düşünmüyorum. Muhtemelen onun için de önlem alacaklardır, ancak yargılanmak için buradan çıkartıldığımızda bir çözüm bulabiliriz.

O vakte kadar hiç fark etmediği bir çıtırtı duydu Giselle. Hücrenin karanlık olan kısmında biri daha vardı. Kadın, büyücü ile konuşmaya devam edip, yavaş yavaş oraya doğru yaklaşıyordu. Sonra bir anda gölgeye doğru atılıp, sesin kaynağını dışarı çekip, taş zemine doğru fırlattı. Bu bir cüce idi. Üstü başı yırtık içindeydi ve leş gibi de kokuyordu. Giselle, daha önce bu kokunun, hücrenin kendi kokusu olduğunu düşünmüştü. Böyle bir hatayı nasıl yaptığından emin değildi. Cüce yerde ‘Lütfen, yüce efendi. Bana zarar vermeyin. Ben size zarar vermedim.’ diye yalvarıyordu. Üzerinden şaşkınlığını atan büyücü sordu: ‘Nasıl oldu da seni hiç fark edemedim? Neden orada gizleniyordun?’ dedi. Aslında cevap, sorunun içinde gizli idi. Cüce cevap vermek için ağzını açtığında, eli ile susturdu onu ve konuşmaya başladı.

–       Tabi ya, sen bir hırsızsın. Ancak onlar bu kadar rahat saklanabilir. Elbette bir ucube olman da bunun için mükemmel bir şans.

–       Evet yüce efendi. Benim adım Zenti. Aslında ben birşey çalmamıştım. Sadece sarayın bahçesine düşen altın musluğumu alıyordum.

Giselle ‘Her şey belli oldu.’ derken, sesindeki alaycılığı saklamaya çalışmıyordu. O sırada parmaklıkların arkasında zırhlı bir şövalye belirdi. Kısa Kuyruk’tu bu. ‘Demek sevimli hırsızımız ile tanıştınız. Beni aşağılamış olabilirsiniz, ancak bunun sizin için son gün olduğunun garantisini verebilirim’ derken, gözlerindeki gurur belli oluyordu. Giselle, alaycı bir ifade ile ‘Beni nasıl öldüreceksiniz? Hiçbir kılıç ile bana zarar veremezsiniz’ dedi. ‘Hiç merak etme. Seni yakacağız. Taş bedenleri nasıl yok edeceğimi biliyorum’ dedi şövalye.

Bir anda şok olan Giselle düşüncelere dalmıştı. Gerçek olabilir miydi bu? Çeliğin kesemediği vücudu, ateşle yok olabilir miydi? Hemen gözleri büyücüye döndü. O da gözlerini aşağı doğru düşürmüş ‘Şimdi öğrendin işte’ demişti zorla. 

Onlar bu düşünceler içinde iken dış kapı büyük bir gürültü ile açılmış, hücrelerin olduğu bölüme önce iki asker, ardından da kral girmişti. Ortama sessizlik hakimdi. Kral, onlara doğru keskin bir bakış attı. ‘Yargılanmaya bile gerek kalmadan idam edileceğinizi biliyorsunuz, değil mi?’ diye sorduğunda, sesindeki otorite, hepsinin işlerin ne kadar ciddi olduğunu anlamasını sağlamıştı. Kral, hücreye biraz daha yaklaşıp, nerede ise parmaklıkların dibine girmişti. Her birini tek tek inceledi. Sonra yine geriye doğru adım atarken sırtını onlara doğru döndü. ‘Sizlere kurtulmanız ve yeniden toplumun içine dönmeniz için bir iş teklif edebilirim’ derken sesindeki heyecanı gizlemeye çalışmadı. Bir anda gözler pür dikkat krala dönmüştü, aynı zamanda meraklanmışlardı. Bu umudun ışığıydı. Gelecek teklif ne olursa olsun, kabul etmelerinin şart olduğunu biliyorlardı. Kral büyücüye dönerek ‘Bu günün geleceğini görmüştün, değil mi Dainter?’ diye sordu. Ortamda ölüm sessizliği vardı şimdi. İlk söze giren Bartale oldu. Zorla yutkunarak ‘Dainter mi?’ diyebildi sadece. Kral ‘Evet. Ne sanmıştın?’ dedi küçümseyerek baktı Kısa Kuyruğa ve devam etti ‘Buraya kadar gelebilecek cesarete sahip olabilecek başka bir büyücü biliyor musun? Yüce rahip Dainter… Kuzeyin koruyucusu, zamanın yüce efendisi Dainter. Kaderin sonunda seni karşıma çıkaracağını biliyordum. Bunu, daha ben beş yaşındayken kahinler görmüştü.’ Sıra Dainter’e gelmişti: 

–       Peki sonuçlarını da söylemişler miydi?

–       Elbette. Hepsini biliyorum ve ölümle yüzleşmekten korkmuyorum. Halkımın güvenliği için ödenmesi gereken bir bedelse başka bir düşüncemin olması mümkün olamaz.

–       Asil konuşuyorsun. Ancak dilinin çatallı olduğunu görmemek mümkün değil. Aklı selim kimse senin tek düşüncenin bize vereceğin görevle kalmayacağını bilir.

–       Elbette. Görevi de biliyor olman ayrı bir keyif benim için. Dostlarına açıklamak da ister misin?

Yaşlı büyücünün yüzünü bir hüzün kaplamıştı. Diğerlerine anlatmadan önce duvara yaslı olan tahta oturağa doğru ilerleyip, yerleşti. Konuşmaya nereden başlaması gerektiğini bilemiyordu. Zira o kadar zor bir işti ki bu, başarısız olursa korumak zorunda olduğu tüm kuzeyi ateş kaplayacaktı. Tüm dostları, tüm ağaçlar, tüm hayvanlar yok olana kadar da dinmeyecekti. Derin bir nefes çekti. Yüzüne merakla bakan diğerlerine bir açıklama yapması gerekiyordu.

–       Buna bulaştığınız için çok üzgünüm. Ancak Kral Tunçbilek’in bize vereceği işi, çok uzun yıllar önce karşılaştığım bir düşmanım söylemişti. Beni nerede ise öldürmek üzereydi. Son anda, sadece bir defa kullanabileceğim tılsımım beni ondan çok uzaklara götürdüğü için kurtulabilmiştim. Ve şimdi onu öldürmemiz gerekiyor. 

Giselle rahatlamış görünüyordu. Öne atılarak ‘O zaman hemen yola çıkıp, gebertelim şu adamı’ diye bağırdı. Dainter ona üzüntü ile bakarak:

–       Ne yazık ki öldüreceğimiz yaratık bir insan değil. O bir ejderha. Ancak bildiklerinizden değil. O Stratun yani sizin bildiğiniz adı ile Son Ejderha. Diğer tüm ejderhaların gücünü içinde barındırıyor. Ateşe hükmedebildiği gibi, zehir de saçabiliyor ve diğer bildiğiniz tüm büyüler. Bilmediklerimiz de… Tabi onu öldürmek ikinci düşünmemiz gereken konu. Onu bulabilmek için Talanya Dağına çıkmamız ve orada Göklerin Efendisi Tarumin’e bir kurban vermemiz gerekiyor ki bu da içimizden biri olmalı. Sonrasında Stratun’a açılan kapıyı gösterecek.

Kimse ses çıkartmadan hatta nefes almadan büyücüyü dinliyordu. Giselle araya girerek ‘Ama Talanya Dağı bir efsane. Bugüne kadar kimse oraya gidemedi. Sadece bir söylentiden ibaret’ dedi. Kral, Dainter’e bakarak ‘Bir kişi hariç. Stratun ile orada savaşmıştın Kuzeyin Efendisi’ dedi. Büyücünün ağzından ‘Evet’ kelimesi, nerede ise duyulmayacak kadar az bir ses ile çıkmıştı. Gruptan çıt çıkmıyordu. Dainter yeniden konuşmaya başlamıştı:

–       Tunçbilek! Kehanete göre yola çıkan dört kişi olması gerekiyor. Şu an sadece üçümüz varız.

–       Sen onu düşünme. Sonuncu kişi de burada.

Bunu söyledikten sonra cebinden dört adet mavi-yeşil ışıklar ile parıldayan iksir çıkarttı. Üçünü hapistekilere verdi ve açıkladı: ‘Bunu içtikten sonra sadece otuz gün batımı görebilirsiniz. Ardından Stratun hala hayatta ise Tanrı günahlarınızı affetsin. Bu iksirler her birinize farklı bir güç verecek. Ne olduğunu bilmek mümkün değil. Ama iksirin etkisi devam ettiği sürece ki bu da en fazla otuz gün batımı demek, kullanabileceksiniz. Kurtulabilmenizin tek yolu, ejderhayı öldürdükten sonra koruduğu yaşam pınarından içmek. İşte sizden istediğim de bu. Bana o pınardan bir şişe dolusu su getireceksiniz. Kraliçeye verin. O ne yapacağını biliyor olacak’. Üç tutuklu ellerindeki şişelere bakıyor ve düştükleri bu durum için kendilerine lanet ediyorlardı. Önlerinde iki seçenek vardı. Ya içmeyi reddedip hemen orada idam edilirlerdi ya da kabul edip en azından yaşamak için nerede ise imkansız olan bu maceraya atılırlardı. Dainter başka bir seçeneği olmadığını bildiği için bunu yapmak zorunda idi. Şişeyi bekletmeden ağzına götürdü. Tek lokmada bitirdi. Tabi diğerleri de ufak da olsa bir şansları varsa değerlendirmek için onu takip ettiler. İksirin tadı göründüğü kadar iyi değildi. Hatta berbattı. İçtikten sonra kusacak gibi oldular ama bunu yapmaları mümkün değildi. Yoksa anlaşma daha başlamadan bozulmuş olurdu. İlk konuşan Zenti oldu: ‘Dördüncü kişi kim olacak peki?’. Kral elinde kalan son şişeyi Kısa Kuyruk’a uzattı. Eline ondan kurtulmak için harika bir fırsat geçmişti ve bunu değerlendirmek için can atıyordu. Şaşkınlık içindeki Bartale şişeyi almak istememişti. Tunçbilek şişeyi onun ağzına götürerek içmesi için zorladı. Kralına ‘hayır’ deme gibi bir şansı yoktu. Yoksa itaatsizlikten onun da kellesi hemen uçurulurdu. Şişeden bir lokma aldı. Tadı gerçekten berbat idi. Kral zorladı ve kalanını sonuna kadar içti. Şimdi dört kişi olmuşlardı.

Muhafızlardan biri hücrenin kapısını açtı. Diğer muhafız ise ilerdeki dolabın içinden duran eşyalarını alıp onlara getirmişti bile. Giselle, kılıcını gördüğüne hiç bu kadar sevinmemişti. Hemen krala doğru bir hamle yaptı ve kılıcını kalbine doğru yasladı. ‘Seni şuracıkta öldürmemem için bana tek bir sebep ver’ dedi. Tunçbilek ‘Bunu istesen de yapamazsın. Az önce içtiğin iksir, beni öldürmenizi de tamamen imkansız kıldı’ derken yüzünde iğrenç bir gülüş belirmişti. Genç kadın bir küfür savurarak tüm eşyalarını aldı ve üzerine yerleştirdi. Ancak tılsımı yoktu. Krala dönerek ‘Tılsımımı almadan, şuradan tek adım bile atmıyorum’ diye bağırdı. Tunçbilek ‘Tüm eşyaların bunlardı. Başka bir şeyin varsa düşürmüş olmalısın’ dedi. Giselle boynunu bükerek, yaşların gözlerinde süzülmesine izin verdi. Kral arkasını dönüp ayrılmak için hamle yapmıştı bile. Kapıya geldiğinde arkasına dönerek ‘Erzağınız ve gerekebilecek herşey atlarınızın yanında sizi bekliyor. Yola bu gece çıkacağınızdan eminim. Sayılı zaman çabuk geçer.’ demiş ve oradan ayrılmıştı. Tüm bunlar olurken Zenti, elinde altın bir musluk ile oynuyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu