Dragon Age III’ü beklerken

Aşağıda yer alan “Dragon Age III’ü beklerken” adlı güzel makale, nikneym nick’li okurumuz Çağrı Çetin tarafından hazırlanmıştır. Kendisine katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz. Sizler de her türlü yazınızı mektup2@merlininkazani.com adresine gönderebilirsiniz. Yazı gönderme koşulları için tıklayın

Yazıyı okumadan önce küçük bir uyarı: Dragon Age ve Mass Effect oyunları hakkında irili ufaklı SPOILER’lar mevcuttur.

Çıkış tarihi ne kadar uzak da olsa, şu anda bir RPG hayranı olan şahsımı en çok heyecanlandıran oyunlardan biri Dragon Age III.

Gençliğinden itibaren fantastik kitaplara sarmış, tamamen tesadüf eseri ele geçirdiğim “Tempel Of The Elemental Evil” sayesinde “vay be fantastik kitap gibi oyun mu oluyor muş?” şaşkınlığı ile RPG aşığı haline gelen biri olarak BioWare’den beklentilerim büyük elbette. Bu türe benden daha bilgili olarak başlamış daha eski arkadaşların ise çok daha fazla beklentileri vardır eminim.
Her şeyden önce konuyu hiç açmadan Lary Elmore ustaya ait şu çizim ile baş başa bırakmak istiyorum sizleri.

İşte şunu bir yaşayamadık bir göremedik be arkadaş! Ejderha Mızrağı serisi için çizilmiş olan bu resim benim için işin özünü anlatıyor aslında. Kamp ateşleri, yenilen yemekler, bir araya gelen her grup içinde yaşanacak dostluk ve düşmanlıklar… En az bir fantastik kitap okumuş olan arkadaşlar demek istediğimi anlayacaklardır.

Dragon Age Orgins, “Party Camp” ile bunu biraz yakalamaya çalıştıysa da birbirinden fersah fersah uzaklarda dağınık duran robotik figürler yaratmaktan pek de ileri gidilemedi. Leliana’nın şarkıları, Alistair’in şakaları o ortamı canlı kılmaya yetmedi tam olarak. Şöyle bir iki toplu sohbetin olduğu kısa “cutsene”lerin yapılması bile işin rengini fazlası ile değiştirebilirdi.
Dragon Age II’de ise NPC’lerimiz ailelerine ve arkadaşlarına atar yapıp ayrı eve çıktılar. Arada sırada birbirlerini ziyaret ettiler elbet ama yine o sahnelerin ne kadar duygusallıktan ve gerçeklikten uzak olduğu da aşikârdı. The Hanged Man’de full kadro bir içki tokuşturamadık mesela Deep Roads’a atılmadan önce.

İyi grafikler, iyi yazarlar ve son derece başarılı seslendirme kadrosu varken ne duruyorsun omlet yapsana!

Elbette kimi arkadaşlar oyun içi diyalogları hatırlatacaklardır. Biz oradan oraya koşuştururken ikili diyaloglara girer NPC dostlarımız. Bunlar son derece yerinde ve mantıklı dokunuşlar olsa da yine de o “bir grup maceracı” havasını yaşatmaktan uzak oldular.

Mass Effect serisi ise bu konuda çok daha başarılı. ME2’de Jack ve Miranda’nın tartışması bu noktada çok iyi bir örnektir mesela. İki insanın arasında tıpkı gerçek hayatta olabileceği gibi arada kalmış halde buluyorduk kendimizi. Nedense DA serisi bir türlü ME’nin gerçekçiliğini ve duygusallığını yakalayamadı. BioWare’nin acilen DA3’ü hazırlarken ME serisini bir gözden geçirmesi lazım! DA3’ten ilk ve en büyük beklentim ME’nin ruhunu yakalayabilmesi.

(Daha “Badass” omak mümkün mü?)

Değinmek istediğim bir diğer nokta ise “old school RPG” lerden alışık olduğumuz bir takım dokunuşları artık göremiyor oluşumuz. Baldur’s Gate oynayanlar kahramanlarımızın “Yoruldum dinlenmemiz lazım!” yakarışlarını hatırlayacaklardır. Tamam, her şey artık full aksiyon. Kesilecek bir sürü yaratık toplanacak bir sürü loot var, ama yine de bedenen bu derece güç harcayıp oradan oraya koşan kahramanlarımızı nefes nefese görebilsek? ME3 oynayanlar Shepard’ın “Öldüğümde uyurum!” çıkışını hatırlayacaklardır. Örneklemeler elbette ki daha da çoğaltılabilir, ama DA3’te az da olsa old school öğeler görebilmek güzel olurdu.

ORIGINS

Serinin daha ciddi duruşu, hikâyesi ve taktiksel savaşa verdiği ağırlık ile (DA2’ye göre) en başarılı oyunu şüphesiz pek çoğumuz için Origins’dir.
 

DA3’ün Origins’ten öğreneceği çok şey var. Ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer düşüncesi ile BioWare yazarlarının bu noktada daha dikkatli olacaklarını ümit ediyorum. Beklediğimiz elbette ki ikinci bir Warden hikayesi değil. Zaten özüne bakıldığında Warden hikayesini bu kadar iyi kılan tek şey, yaratılan “Lore”daki detaylar. Yoksa “haydi dünya’yı öcülerden kurtaralım” temasının kitaptaki en eski numara olduğunu hepimiz biliyoruz. Chantry-Mage çatışmaları, Seeker ve Templar’lar, Maker dini ve Andastre…

Origin’in grafikleri ve savaş sistemi ile de bir yenilik olduğu aşikar. Elbette ki bu sistemi ilkel bir hali ile Baldur’s Gate’den itibaren pek çok oyunda gördük. Ama BioWare kombolar ve muhteşem görselleştirmeleri ile bu noktada bir farklılık yaratmayı başardı. Zorluk derecesi yükseldiği zaman oyunu durdurup ciddi ciddi stratejiler kurmak zorunda kaldık.

Origins’in eksiler yok mu? Var  elbette. 

Bu görseli tam da bu noktaya yerleştirdiğim için beni taşa tutacak birçok MK oyuncusu olacaktır.
Şahsi fikrim şu; sen aksiyon ve taktiğin ön planda olduğu bir oyun yapıyorsun. Hikayenin su gibi akmasını bekliyoruz senden, tıpkı heyecanlı bir romanı okur gibi. Sonra Urn of The Sacred Ashes diye bir level tasarlıyorsun. Üstüne üstük angaryadan başka bir şey olmayan bu puzzle’ın yanında bana ilkokul seviyesinde bilmeceler falan soruyorsun. Hadi ama BioWare!

Bir de bitmek tükenmek bilmeyen Fade var tabii. Oynama süresini uzatmak için mi yapıldı bilmiyorum ama Fade’de tıkanıp kaldığımda içimin kıyım kıyım kıyıldığını itiraf etmeliyim. DA3’te istenmeyen hareketler bunlar bana göre.

Daha fazla uzatmadan asıl noktaya gelmek lazım artık:

DRAGON AGE II

 
(Tactical view nerelerdesin?)

DA2 ne amaçla DA2 olarak yapıldı gerçekten bilemiyorum. Origins’in karanlık havasından çıkıp bize güya acımasız görünmesi gereken Kirkwall’a sıkışıp kalıyoruz tüm oyun boyunca. Tüy Yumağı Hawke’mızın (erkek Hawke seçtiysek tabii) artık bir sesi var. Bu çok büyük bir artı elbette, ama insan seçmek sorunda bırakılmak bile (ki her ne kadar hep insan ırkıyla oynamayı tercih etmiş olsam da) olayın tadını kaçırıyor. BioWare belli ki fazladan ikişer tane daha seslendirme sanatçısı tutmak istememiş. Dragon Age Origins’in Human Noble-Fighter için yazılmış olduğu aşikardı, ama diğer seçeneklerde de oyun makine gibi tıkır tıkır işlemekteydi.

Taht Oyunları’nın hayatımıza girmesiyle beraber “Dark Fantasy RPG” olayının dibine vurmuşken DA2’yi tekrar oynamaya kalkışmak iyice can sıkıcı olabiliyor. Siz ciddi bir Hawke olarak yolunuza devam etseniz de DA2’nin kaderi önceden çizilmiş; karşımızda bir sit-com RPG duruyor! Atmosferden diyaloglara savaş sistemine kadar her şey kullanıcı kitlesini genişletmek için ticari bir hamle ile aşağı çekilmiş. Harita bile minnacık! Tactical view’e çıkamıyoruz. Çıkmamıza da gerek yok zaten. Kirkwall sokaklarında her yerden “spawn” olan düşmanlarımız var mesela. Daha sinir bozucu bir durum olabilir mi? Zorluk seviyesi arttığında kestikçe oradan buradan hiç yoktan yeni düşmanlar beliriyor ve resmen bir ordu ile savaşırken buluyoruz kendimizi ve daha da vahimi bu ordular altı üstü “Bandit”lerden oluşmakta! Aksiyon tavan, hikaye ve RPG öğeleri basitleştirilmiş. Her şey daha küçük yaştaki oyuncuyu çekmeye hazır. Fakat o da ne? Kan gövdeyi götürüyor!

(Asmak, kesmek, kelle uçurmak!)

DA2’de hakkının yenmemesi gereken bir konu varsa o da vahşetin grafik sunumu konusunda çok başarılı olduğudur. Oyunun yarısını savaş esnasında pause yaparak hayran hayran oluşan sahneleri izlemekle geçirdiğimi itiraf etmeliyim. Bu bir eksi değil büyük bir artı. Fakat DA2’nin kendi içinde çelişmesi durumu söz konusu. Gerçi başka bir bakış açısından ise bu durumun daha fazla oyuncuyu kendine çekeceği kesin. BioWare kendisi ile çelişerek daha çok oyun satmayı beceriyor gibi görünüyor. Yine de bu grafiksel sunumun daha iyileştirilmesi DA3 için olmazsa olmaz bir husus artık.

DA2’deki en büyük eksik ise “Zindanlar”. Oyunu oynayanlar canını iyice sıkmamak için buraya görsel koymaktan özellikle kaçınıyorum. Eminim oyunu en az iki kez oynayanlar kendini tekrar eden 2-3 adet sıkıcı haritaları ezbere çizeceklerdir. Bu tembelliğin DA3’te yapılmayacağını ümit ediyorum.

DA2’nin güçlü olduğu yönler yok değil.

Sit-Com tadındaki hikayemiz, biz “Champion of Kirkwall” olduktan sonra, bir anda dönüş yapıyor. (Kardeşimizle yaşadığımız gerilimler gibi arada hikayeyi derinleştiren öğeler var ama çok az.) Anders’ın radikal kararı bir anda şehri yokuşa sürüklüyor ve ilk defa kendimizi gerçek kararlar vermek zorunda iken buluyoruz.  ME3’teyken çok beğendiğim siyasi gerilimin burada ilk örneğinin denendiğini görüyoruz. Oyunu ikiye ayırırsak bu noktadan sonrası hikaye açısında başarılı hale gelmeye başlıyor denebilir, ama saatlerdir yaptığımız onca işi niye yaptığımız ise kocaman bir soru işareti.

DA2’de bir başka başarılı nokta daha var hikaye açısından. Ortaya çıkan sonuca bakmazsak, “Dünyayı Kurtaran Adam” yerine sadece ailesi için daha iyi bir yaşam kurmak isteyen Hawke’ın hikayesinin RPG olarak işlenmesi bilgisayar oyunları için son derece yenilikçi bir tutum. Böyle bir girişimin ne kadar başarılı olabileceğinin kanıtını gözümüze gözümüze (her ne kadar bir roman da olsa) George R.R. Martin usta yıllar önce sokmuş olsa da, BioWare yüzeysel bir hikaye çıkarmakla yetiniyor ne yazık ki!

DA2’den kesinlikle DA3 aktarılması gereken şeyler ise kolaj halinde işlenen “cutsene” sahneleri.

(Kirkwall Anadolu Lisesi 10-Fen-A sınıfı)

Burada artık oyunlarda sanat yönetimin ne derece ilerleyebilineceğini gösteriyor adeta BioWare. O dönemde çizildiğine kesinlikle inanıyoruz bu görsellerin. Hikayeyi derinleştirmek için çok iyi bir araç ve görsel açıdan son derece doyurucu. Bazılarına çizgi film gibi görünse de aslında o döneme ait ilkel çizimler gibi ele alırsak etkileyici olduğunu görebiliriz. BioWare sanat yönetimi açısından kesinlikle doğru yolda!

DA2’nin aksiyon alanında son derece başarılı olduğunu da söylemek lazım. Çatışmalar son derece heyecanlı. Ama Origins’in taktikselliğinden uzak. Bence BioWare’deki çocuklar ikisini birleştirebilirler.

Ve son olarak;

DRAGON AGE III: INQUISITION

Serinin artık köklerine dönmesi gereken oyunu bu. DA2’de çok eğlendik evet, ama artık puslu havaların, savaş çanlarının ve derin hikayelerin zamanı geldi. Artık Dragon Age “Lore”’unun hak ettiği gerçekçi RPG’yi oynama zamanı geldi.

BioWare’in ME serisinde ustalaştığı gerçekçi ve duygusal RPG anlayışını bir ortaçağ RPG’sinde de başarı ile uygulayıp tür için yeni bir sayfa açmasının ve yerini sağlamlaştırmasının zamanı geldi artık.

Şu ana kadar çeşitli kaynaklardan duyduğumuz kadarıyla Chantry’nin Seeker’larına bağlı bir INQUISITOR yani engisizyoncu olacağız. Bir mage’in böyle göreve nasıl nail olacağı ise şahsım için ayrı bir merak konusu. Belki Circle saflarından gönderilmiş bir “Senior Enchanter” olabiliriz. Yine de Chantry ve özellikle Seeker’ların büyücülere kesinlikle güvenmemesinin üzerine bir de Kirkwall olayları eklenirse bu durum biraz saçma geliyor bana. Yine de bekleyip göreceğiz.
Dragon Age wiki’deki bilgilere göre, ne kadar doğru bilinmez ama, ırk seçemeyeceğiz. Karakterimiz için bir geçmiş seçeceğiz ama bunu oynayamayacağız. Fakat bu geçmiş oyunu etkileyecek. (Geçmişin oynanamaması çok büyük bir eksi!) Takım arkadaşlarımızın zırhlarını istediğimiz gibi giydirip çıkartabileceğiz, ki bu gereksiz bir geri dönüş olmuş. Şahsen ben takım arkadaşlarımızın bu konuda DA2’de bağımsız olmalarını daha mantıklı bulmuştum. Ayrıca harita devasa olacak.

Tabii ki yeni güncellemeler ile bu bilgiler değişebilir.

Şu ana kadar yazdıklarıma katılmayan pek çok okuyucu olacaktır. Hatta bazı isteklerim kimilerimize çok naif gelebilir. Hikayeye çok eğilmiş olduğum da bir gerçek,  ama ben ve benim gibi birçok oyuncu için bu çok önemli bir başlık. Birçok konu son derece ayrıntı gelebilir, doğrudur, ama bence iyi RPG ayrıntılarda gizlidir!

Son söz: Bir Morrigan vardı ne oldu ona?

Exit mobile version