Driv3r
Bulutların arasından kendini göstermeye çalışan güneş ışıkları, denizin üzerindeki ilk parıltılarını oluşturmaya başladı bile. Kıyıdaki irili ufaklı sandallar, tekneler, üstlerinde uçuşan martılarla bir bütün olmuş, aynı ahenkle dalgaların ritmine ayak uydurmuşlar, sallanıp duruyorlar. Ortalık sessiz. Galata Köprüsü, hiç olmadığı kadar sakin. Huzur dolu sessizliği ilk bozan, köprünün Karaköy tarafından gelen, acı fren sesi oluyor. Aniden çıkagelen kırmızı renkli araba, büyük bir heybetle ve son süratle geçiyor köprüyü. Ön kaportası yok, arka sağ kapısıda. Sol taraftan ise bir parçası yere sürünüyor, her vites değiştirişinde yerden kıvılcımlar çıkartarak ilerliyor. Ardı ardına gelen siren sesleri takip ediyor kırmızı arabayı. Son sürat devam eden kovalamaca, Süleymaniye Camii’nin arka sokaklarına kadar sürüyor. Sokağa ulaşan polis arabaları, kırmızı spor otomobili, duvara toslamış halde buluyorlar. İçinde hiç kimse yok. Arabadan dumanlar çıkıyor, “Benzin kaçağı olabilir. Her an patlayabilir” endişesi ile yaklaşmıyorlar otomobile. Yine sessizlik kaplıyor sokakları. “Çok uzağa gitmiş olamaz” diyor, iri yarı olan polis. Sessizliğin bozulması uzun sürmüyor. Büyük bir gümbürtü ile patlayan silah sesinden sonra, yere yığılıyor iri olan polis. Bir gümbürtü daha kopuyor, bu sefer çok daha büyük. Kırmızı arabanın parçaları dört bir yana savruluyor. Her yer yanan araç parçaları ile doluyor. Sokağın diğer ucuna ulaşmak ise imkansız. “Çoktan Unkapanı’na varmıştır bile.” diyor polisin biri. Polisler, şaşkın yüzlerle birbirlerine bakıyorlar. Anlıyorlar ki: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…
Be good, be bad, be Tanner…
Driver 3… Demolarını görüp hayran kaldığımız, “Vay be, olamaz !” dediğimiz, bir bölümü İstanbul’da geçeceği için deli gibi beklediğimiz oyun… Sonunda konsollarda boy gösterdi. Uzun süren yapım çalışmalarının ardından, en sıkı rakibi Grand Theft Auto (GTA)‘ya fazlasıyla benzeyeceği kaygısı ile beklediğimiz oyun, tüm kaygılarımızın yersiz olduğunu, Driver’ın kendine has oyun yapısının ne kadar başarılı olacağını bir kez daha kanıtlıyor. Tamamıyla kendi çizgisinde devam etmeyi tercih eden oyun, bu son versiyonu ile Driver sevenleri mest edecek kadar özelliğe, yeniliğe ve görselliğe sahip.
Büyük bir heyecanla başlattığımız oyunun ilk videosunu izlerken, “mest olmak” kelimesinin anlamını daha iyi idrak eder hale geliyoruz. İlk videoda gördüğümüz tüm olaylar İstanbul’da geçiyor. Büyük bir çatışma izliyoruz. Türk Polisleri olaya müdahale ediyor ve bu kanlı çatışma hastanede sona eriyor. Hastaneye geldiğimizde ise, doktorların Türkçe konuşmasına şahit olunca, yüzümüzdeki tebessüm daha da derinleşiyor. “Nabız alamıyorum!”, “Elektro şok verin !” sözleri ile sona eren video, oyunda bir kez daha İstanbul’u görmek için büyük çaba sarf ettiğimiz, görevleri ardı ardına geçmek istediğimiz, son derece kaliteli bir oyuna dönüşüyor.
Bol videolarla süslenmiş oyunun hikayesi kısaca şöyle; karakterimiz Tanner, dünya çapındaki bir çeteyi çökertmek üzere aralarına sızmaya çalışan yaman bir polis. “Yaman” kelimesini özellikle kullandım çünkü oyun boyunca öyle görevler ve öyle işler yapıyoruz ki, belli bir yerden sonra kanun adına çalışmıyormuşuz hissine kapılıyoruz. Tabi kanun adına çalışıp çalışmadığımız ancak oyunun sonunda anlıyoruz ama oyunu oynamayanlar için sürpriz. Birbiri ardına gelen entrikalar ve hesaplaşmalar üzerinde dönen hikaye, sinemalarda izlemeye alıştığımız kaliteli aksiyon filmlerini aratmayacak yapıda.
“If I came here to kill you, you’d be dead” Tanner.
Driver’ın kendine has bir yapısı vardır. Ne GTA’ya ne de Mafia oyununa benzer. Driver 3’te de bu özellik kendinden hiçbir şey kaybetmiyor. Peki nedir Driver’ı Driver yapan ? Oyunun çok büyük bir bölümü araç içinde, takip, kovalamaca yada dublörvari hareketlerle rampalardan uçmaya, polislerden kaçmaya dayanır. Oyun size GTA’daki özgürlüğü sunmaz. Yani bir taksiyi kapıp yada ambulansı ele geçirip, kamu yararına işler yapmanıza izin vermez. Oyunun eksikliği olarak görmeyin çünkü Driver’ın tarzı, bir aksiyon filminin baş kahramanı olmanızı istemesidir. Oyunun temposu hiçbir zaman düşmez. Sürekli bir şeyleri kovalar veya birileri tarafından takip edilir haldesinizdir. Kısacası oyun, belli bir senaryoyu uygulamanızı ister. Beceremediğinizde başa döner ve aynı görevi bir kez daha oynamanızı ister. Bu sistemin oyunu fazlasıyla çizgisel yaptığını düşünebilirsiniz ama “Aynı filmi ikinci defa izlediğinizde, karakterlerin farklı bir şey yaptığına hiç şahit oldunuz mu?” sorarım size.
Driv3r DVD’sini konsoluna takıp oynamaya başlayan şanslı oyuncular arasına katıldığınız anda ilk dikkatinizi çekecek olan, son derece kaliteli grafikler olacaktır. Aracınıza binip ilerlemeye başladığınızda, asıl dikkatinizi çeken ise, aracın yola ve direksiyon hareketlerine verdiği oldukça gerçekçi fiziksel tepkilere olacaktır. Olası bir kaza halinde ise asıl şoku yaşayacaksınız. Yaptığınız kazanın şiddetine göre aracınız, Burnout 2 (PlayStation2’de gerçekçi kazaları ile ün yapmış yarış oyunu) oyunundan bu yana görebileceğimiz en gerçekçi hasar modellemesine maruz kalıyor. Araç üzende çeşitli parçalar kopup, dökülebildiği gibi bazıları yamulup yere sürtüyorlar. Kapıların açılıp sallanmasına alışık olabiliriz ama Driver 3’te göreceğiniz hasarlar ancak filmlerde göreceğimiz kadar kaliteli. Üstelik hasar modellemesi oyundaki diğer tüm araçlara da son derece başarılı uygulanmış. Kullandığınız otomobilin yada çarpmış olduğunuz aracın çeşidine göre hasarların dağılımı da değişiyor. Yani spor arabanızla son sürat giderken bir kamyona yada ufak bir arabaya çarpmanız halinde farklı ölçüde hasar alıyorsunuz. En çok dikkatinizi çekecek unsur ise; araçların üzerinde kurşun deliklerinin açılması ve lastiklerin patlayarak, aracın patlayan lastiğin tarafına doğru yaslanması. Bunlar o kadar gerçekçi duruyor ki, bakmaya doyamıyorsunuz. Şurası kesin ki Driver 3’ün gerçekçi hasar modellemesi anlatmakla bitecek gibi değil, ancak oynayıp yaşamanız gerekli.
Usta şoförler, amansız takipler…
Görsel zenginliğin büyüsünden kurtulup oyunun içeriğine girdiğimizde, yine kalitesinden hiçbir şey kaybetmeyen bir oyunla karşı karşıya kalıyoruz. Bir kere, oyun boyunca yapmamız geren görevlerin hiç biri diğerine benzemiyor. Üstelik hepsi gerçek hayatta olamayacak kadar zorlayıcı ve estetik hareketlerden, kovalamacalardan geçiyor. Yeri geliyor, peşimizdeki tonla polisten kurtulmaya çalışıyoruz, yeri geliyor, bizden kaçan bir çete üyesini kuyruk gibi takip ediyoruz. Kimi zaman ise rampalardan uçup sürüş kabiliyetimizi sergiliyor, üzerimize şarjörleri boşaltan gangsterlerden en az hasarla kurtulmaya çalışıyoruz. Favori görevlerimden biri olan, şehrin çeşitli yerlerinden spor araçları çalıp, hareket halindeki bir TIR’a doldurma görevi de son derece zevkli. Oyunun bir başka güzel yanı ise görevlerin tamamını araç içinden yapmamamız. Bazen bir mekana girip onlarca insanı öldürmemiz gerekebiliyor ve oyun tam bir aksiyon oyununa dönüşüyor. Oyunun araçsız bölümleri, kovalamacalar kadar kaliteli olmasa da yine gayet güzel geçiyor. Tabancadan, makineli, hatta ağır makineli tüfeğe kadar pek çok silah kullanabildiğimiz oyunun, araçsız bölümleri Max Payne tadında gelişiyor.
Araç ve harita çeşitliliği konusunda Driver 3, kendisiyle çok fazla kıyaslanan GTA (yada GTA Vice City) ‘dan bir adım öne geçiyor. Temelde, otomobil, motosiklet ve tekne olmak üzere üç ana gruba ayrılan araçlar, hem gerçekleri ile birebir yapıda hem de bol çeşit sunuyor. Haritalar ise oyunun üç ana bölümü olan; Miami, Nice ve İstanbul’dan oluşuyor. Her bir haritanın yapımında özel bir çalışma grubu hazırlanmış ve adı geçen şehirlere gidilerek, şehirlerin gerçekçi olması için toplamda tam, 185 bin fotoğraf çekilmiş. Sonuç ise inanılmaz. Miami ve Nice’ı filmlerden bildiğim için pek fazla yorum yapamayacağım ama İstanbul haritası için olağanüstü desem yeridir. Tamam şehir bire bir yansıtılamamış ama yine de bir oyunda İstanbul’u dolaşmak ve dükkânların tabelalarını görmek çok büyük bir keyif. Tabi herhangi bir telif hakkı doğmaması için dükkan tabelaları üzerinde harf değişiklikler yapılmış. (Mesela, “Desoto” olan kamyon markası “Sesoto” olarak değiştirilmiş) Tek kötü yan ise İstanbul’daki araçların çok eski model olması. Yani hâlâ kendimizi modern bir ülke olarak tanıtamamışız hissine kapılıyoruz ama işin doğrusu yapımcılar İstanbul’un o eski havasını yansıtmak istemişler.
Driver 3’ün, araç üzerinde geçen kısmına çok daha büyük özen gösterildiği bir gerçek. Araçların gerçekçi hareket etmesinden tutun, pek çok ayrıntıyı da içinde barındırması göze çarpıyor. Yol üzerinde gördüğünüz her aracı istediğiniz zaman ele geçirip kullanabiliyorsunuz. Aracın karşına dikilip durmasını bekledikten sonra, silahımızı çıkarmamız bile içerdeki şoförün korkup kaçmasına yetiyor. Ancak şoför korkup kaçmıyorsa, “Bu işte bir iş var !” demeniz mümkün. Çünkü bazı şoförleri araçtan atar atmaz kendi silahlarını çıkartıp araçlarını geri alabiliyorlar ve bu durumu ilk yaşadığımda çok şaşırdığımı söyleyebilirim. Bir diğer ayrıntı ise araç içindeki her şoför yaptığı kazalar neticesinde yaralanabiliyor. Yani çok fazla kaza yapmamız halinde arabamız sapa sağlam olsa bile hayat puanımız bitip, oyuna veda edebiliriz. Aracın içindeki şoförü öldürmek istediğimizde ise, kafasına yapacağımız başarılı bir atışla tek kurşunda öldürebiliyoruz. Ölen şoförün kafasının direksiyona yığılması da çok güzel bir ayrıntı.
Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni…
Gelelim bekleye bekleye derviş olduğumuz, öve öve ilah yaptığımız oyunun hatalarına. Üzülerek söylüyorum ki, bu kadar kaliteli bir oyundan hiç beklemediğim ölçüde hatalarla karşılaştım. Bazıları “Neyse canım, olur o kadar.” dedirtirken, bazıları ise kabul edilemez tarzda oluyor ve ancak game pad’i duvara attığınızda kendinize gelmiş oluyorsunuz. Mesela, en çok sinir olduğum konulardan biri; hemen her objeyi kırıp döktüğümüz oyunda hiçbir ağacın yada trafik ışığının yıkılmaması. Tamam, ağaçların yıkılmasını pek önemsemiyorum, zaten çok fazla çıkmıyorlar ama trafik ışıklarının yıkılmaması ve çarpmanız halinde “zank” diye durmanıza sebep olmaları çok feci. Şimdi bir beyin jimnastiği yapalım; motosikletle yada ufak bir arabayla çarpmamızın trafik ışığını devirmemesi normal karşılanabilir ancak, arkası yükle dolu yüz tonluk bir TIR’la son sürat giderken bir trafik lambasına çarpıp anında duruvermemiz hiçte gerçekçi değil. Bir diğer ve en kabullenilmez hata ise, oyunun araçsız kısımlarının maalesef baştan savma yapılması. Yukarıda oyunun, elimizde silah, mekan dağıtmaya gittiğimiz bölümlerinin Max Payne’e benzediğini söylemiştim. İşte aynen oradaki gibi silahlı çatışmaya gittiğimiz bölümlerde düşmanlarımızın hepsi sabit bir noktada durup bizi bekliyorlar. Mekâna girdiğimiz de ise, her biri bir noktaya koşup, o sabit noktada durarak ateş ediyorlar ve bir daha asla yer değiştirmiyorlar. Böylece yerlerini almış olan düşmanları, bir duvarın arkasında saklanmak sureti ile teker teker öldürmek çok basit oluyor. Büyük alanlardaki çatışmalar ise daha da beter. Düşmanlar belli bir görüş mesafesi olduklarından ve daha uzağı göremediklerinden, tahmini elli metre uzaktan istediğiniz düşmanı rahatça öldürebiliyorsunuz. Hiçbiri, ne kıpırdıyor ne de tepki gösteriyor. Kuzu kuzu ölüyorlar.
Hatalara bakıp aldanmak, Driver 3’e burun kıvırmak, çok büyük bir hata olacaktır. Çünkü oyunun hatalarından belki on kat daha fazla güzellik var. Bir kere kovalamacılık oynadığımız her bölüm oldukça keyifli. Hem de gerçekçi. Her bölümün başında ve sonunda çıkan videolar, uzun süredir oyunlarda görmek istediğimiz kalitede. Üstelik hikayenin işlenişi ve ilerleyişi de bir o kadar kaliteli. Temelde oyunu, araçlı ve araçsız diye iki kısma ayırmak mümkün. Şahsen her ikisine de puan vermem gerekse, araçlı bölümlere 95, araçsız bölümlere 60 veririm. Umarım daha açıklayıcı olmuşumdur.
… and tecnical points.
Teknik detaylara indiğimizde, öyle güzelliklerle karşılaşıyoruz ki, hatalara göz yumabilecek kadar etkilenebiliyoruz. En başta da söylediğim gibi grafikler bir harika. Araç kaportalarının yansıması, şehrin dizaynı her şeyiyle mükemmel. Araçların fiziksel gerçekçiliğinden bir kez daha bahsetmeme gerek yok. Grafiksel açıdan her şeyin dört dörtlük olduğunu söylemek yanlış olmaz. Motion Capture tekniği ile yapılmış videolar ise tekrar tekrar izlenecek kadar kaliteli. Fazla aracın olduğu mekanlarda düşen framerate, konsol oyunlarında olmaması gereken bir hata ancak bu kadar üst düzey grafiklere sahip oyunda affedilebilir bir durum olsa gerek. Ses ve müzikler ise bir başka güzellik unsuru. Tüm müzikler, aksiyon sahnelerini tamamlayacak tarzda. Çeşitli müzik grupları tarafından kaydedilmiş müziklerin haricinde, seslendirmelerde gerçek aktörler tarafından yapılmış. Baş karakterimiz Tanner, “Rezervuar Köpekleri” ve “Kill Bill” filminden anımsayacağımız Michael Madsen tarafından seslendirilmiş. Kontrolleri son derece basit olan oyunun belki de tek eksiği araçsız bölümlerde nişan almanın epey zor olması. Gerçi ayarlar bölümünde otomatik nişan alma moduna geçebiliyoruz ama yine de kontroller çok kolaylaşmıyor.
Sonuç olarak Driv3r, çok kaliteli bir aksiyon oyunu yaşatıyor bizlere. Önemli hataları olmasına rağmen, görsel yönden en üst düzeyde olan oyun hiçbir oyunda yaşamadığımız kadar yüksek adrenalinli kovalamaca sahneleriyle ve aksiyon filmlerini aratmayacak senaryosu ile oynanmayı sonuna kadar hak ediyor. Sadece İstanbul’da geçiyor olması bile oyunu almanız için yeterli bir sebep aslında. Driv3r, Xbox oyun koleksiyonunuzun en önemli
parçalarından biri olacak.