Oyun İncelemeleri

Dungeon Siege III

İlk olarak 2002’de karşılaştığımız Dungeon Siege (DS) zamanı için başarılı bir yapımdı. Total Annihilation’dan tanıdığımız Chris Taylor’ın stüdyosu Gas Powered Games tarafından geliştirilen yapım, oyunculara ilginç ve bir o kadar güzel macera yaşatıyordu. Arkasından da ek paketi Dungeon Siege: Legends of Arana gelmişti. Legends of Arana, Mad Doc Software tarafından geliştirilmişti, içinde DS’in tam sürümü de yer alıyordu. Başarılı olan serinin devamı ikinci oyunla birlikte daha da perçinlendi. Geliştirilen grafikler ve dinamikler DS’ye yeni bir soluk getirmişti, ancak bazı fanlar ikinci oyunla birlikte serinin bozulduğunu söyledi. Bunlara rağmen DS2’ye bir yıl sonra ek paket Broken World çıkartıldı.

PC’de başlayan macera daha sonrasında konsollara kaymaya başladı ve ilk olarak Sony’nin taşınabilir platformu PSP’de, Dungeon Siege: Throne of Agony’i gördük. Throne of Agony aslında ilk olarak Dungeon Siege X adıyla Gas Powered Games tarafından Xbox platformu için geliştirilmesi planlanmıştı, ancak proje sonradan iptal edilmişti. 2K Games tarafından tekrar hayata döndürülen Throne of Agony, SuperVillain Studios tarafından geliştirilip 2006’da PSP için piyasaya sürülmüştü. Buradan yoluna devam eden DS serisi üçüncü ve son oyunuyla iddialı bir şekilde karşımıza geldi. Hem de PSP’deki konsol macerasına X360 ve PS3 üstünden devam ederek.

Bakalım işin arkasında kimler var?

Dungeon Siege III, Obsidian Entertainment tarafından bir süredir geliştiriliyordu. Obsidian’ı aslında çok yakından tanıyoruz. BioWare, Bethesda gibi başka firmaların oyunlarının genelde devam yapımlarını geliştiriyorlar. Bunlara kısaca göz atacak olursak, Fallout: New Vegas, KOTOR II: The Sith Lords, Neverwinter Nights 2 ve iki ek paketi söylenebilir. Şimdi de bu zincire DS3 katıldı.

Kendi başlarına yaptıkları projeleri de var. Alpha Protocol piyasaya çıktı, şu anda yapım aşamasında olan ünlü kitap serisi Wheel of Time var. Daha önce ise Alien filmlerini temel alan RPG oyunları ve Seven Dwarves adlı yapımları da iptal edilenler kervanına katılmıştı. Firma içinde daha önce Planescape: Torment, Baldur’s Gate serisi, Fallout 1-2, Icewind Dale serisi gibi efsane oyunlarının yapımcı kadrosunda yer alan; Feargus Urquhart, Chris Parker, Darren Monahan, Chris Avellone, Chris Jones ve Josh Sawyer gibi duayenler yer alıyor.

Bazı kullanıcılar ve eleştirmenler tarafından oyunları eleştirilen Obisidian aslında temelinde oldukça sağlam. Böylesi bir firmadan güzel projelerin çıkması bekleniyor ki, şu zamana kadar genel olarak başarılı oldular diyebiliriz. Konuyu çok saptırmadan biz asıl noktaya yani DS3’e doğru geri dönelim.

Heyecan dorukta!

Maceraya başladığımız zaman bizleri Artwork tasarılarla olayların gidişatını anlatan bir sinematik karşılıyor. Hikayede ise DS3, Kingdom of Ehb’e dönüyor ve 10. lejyon odaklı bir senaryoyu bizlere sunuyor. En başta klasik olarak tabii ki karakterimizi seçmemiz gerekiyor. Toplamda dört adet karakter var. Bunlar: Lucas Montbarron, Anjali, Reinhart Manx ve Katarina.

Lucas elinde kılıcı ve kalkanıyla dövüşebilen güçlü bir savaşçı, Anjali alevli bir forma dönüşebilen farklı bir karakter, Reinhart büyücü ve son olarak da Katarina ise silahlarını konuşturabilen afeti devran.

Karakter seçimini yaptıktan sonra kendimizi ilk olarak lejyonun yıkılmış yakılmış binasında buluyoruz. Burada kısaca genel olarak kontroller anlatılıyor ve kolay birkaç düşmanla kapışıyoruz.

Yapımın ise dinamiklerine buradan itibaren değinelim. Her karakterin iki farklı saldırı imkanı var (Combat Stance). Güçlü veya savunması yüksek güçsüz vuruş, uzaktan veya yakından vuruş diye bunu adlandırabiliriz. Eğer güçsüz vuruş olarak adlandıracak olursak misal Lucas bir elinle kılıç ve kalkan ile rakiplere karşı daha az hasar veriyor, buna rağmen savunması daha yüksek kalıyor. Ancak ikincil moda geçtiğimiz zaman sırtından büyük kılıcını çıkartıp, düşmanlarını daha fazla yardırabiliyor. Buna karşı da savunmasında kalkan olmadığından rakiplerinden daha çok hasar yiyebiliyor.

Diğer yönden ise Katarina’da durum daha farklı. Eğer tüfekle rakibe ateş edecek olursanız kritik vuruşlar yapıp uzaktan çalışabilirsiniz, ancak tüfeğin eksisi çift tabancaya göre atışlarda daha ağır olması. Diğer yönden elinizde çift tabanca ile daha hızlı ama hasar oranı daha az atışlar gerçekleştirebiliyorsunuz ve atış mesafesi de daha yakından oluyor. Kısaca her karakterin kendine göre dengeli ayarlanmış bir saldırı metodu var. İçlerinde ise hoşuma giden Anjali oldu. Yakından mızrakla etrafta yardırırken, ateş biçimine dönüşüp uzaktan çok güzel saldırılar yapabiliyor.

Bir zamanlar farklıydı

Ara birim kullanışlı sayılır. Menüler arasındaki geçişlerde ufaktan efektler ve görsellik yerine daha sade ve hızlı olsaymış daha iyi olabilirmiş, ama olsun. Yetenekler kendi arasında üç ayrı ana bölümde toplanıyor. Bunlar Recruit, Legionnaire ve Master. Genel olarak saldırı tabanlı olurken, sağlık ve savunma açıdan destekleyici yeteneklerimiz de var. Ama işin güzel tarafı ise bu yetenekleri kendi içinde daha da geliştirebilmeniz. Bunun için devreye “Proficiencies” giriyor.

Her yeteneğin kendi içinde iki noktaya doğru geliştirebilme imkanınız var. Misal kullandığımız bir Aura var. Bu Aura sayesinde etrafımızdaki düşmanlara daha çok hasar verebiliriz. Bu noktada “Proficiencies” bize iki seçenek sunuyor; isterseniz Aura’nın hasar etkisi daha çok artar veya ikincil olarak bize koruma sağlarken diğer yönden hasar oranı ilk seviyedeki gibi kalabilir. Burada karar tamamen oyuncuya bırakılmış. İsterseniz her iki Proficiencies özelliğini belirli olarak iki noktada geliştirebilir, isterseniz sadece tek bir noktaya abanabilirsiniz.

Bunlara ek olarak karakterimizi daha da geliştiren Talent opsiyonu var. Talent’ler karakterimizi oldukça etkiliyor. Hasar oranından, kritik hitlere kadar. Yapımda özel bir iki hünerimiz daha var, ancak bunlar enerji puanı ile kullanılabiliyor. Düşmanlara vurdukça, saldırılara blok yaptıkça, rakipleri öldürdükçe belli bir enerji puanı doluyor. Bunu ekranın sol alt köşesinde mana ve sağlık barının hemen altında, pembe ufak bir yuvarlak olarak görebilirsiniz. Enerji puanı doldukça bu yetenekleri kullanabiliyorsunuz. Dolması da uzun sürebiliyor ve tek kullanımlıklar. Bunun dışında diğer yeteneklerimiz manadan yiyor.

Asıl güzel yanı

İşin en güzel kısmına geliyoruz. İlk iki oyundaki gibi yine bir partimiz var, tek başımıza değiliz. İşte bu noktada yanımızdaki karakterin yeteneklerini de kendinizinkine ekleyin. Onda da yine aynı işlemler geçerli. Farklı yeteneklerin farklı sonuçlarıyla ortaya gerçekten ilginç kombinasyonlar çıkıyor. Yanımızdaki diğer karakterler PC tarafından yönetiliyor ve yapay zekaları da fena değil. Verdiğiniz yeteneklere göre hünerlerini güzelce kullanıyorlar. Yanımızdakiler de aslında DS3’ün başında seçebileceğimiz karakterlerden oluşuyor. Bunlar senaryoya dahil. Mesela Katarina’yı seçtiğinizde, Anjali’yi görev gereği gidip kurtarıyoruz ve bize katılıyor.

Tam tersi olarak Anjali’yle oynadığımızda, köye geldiğimiz zaman bir bakmışız Katarina karşımıza çıkmış, tehlikedesin daha yardım edeyim gibilerinde bizle muhabbete başlayabiliyor. Karakterimize ekstradan özellik sağlayan diğer bir kısım ise Deed’ler. Yaptığınız eylemler size fazladan Agility, Will vs… puanı olarak geri dönebiliyor. Oyun içinden örnek verebilirsek, görev gereği büyülü ve sadece doğru söylenen bir parola ile açılabilen kapı var. Parolayı yanlış söylerseniz, olmuyor hatta kapıdan saldırı büyüsü bile yiyorsunuz. Ancak parolayı öğrenip doğruyu söylediğiniz zaman bu size artı Agility olarak geri yansıyor. Oyun içinde daha böylesi birçok olay var.

Ayrıca Lore üstünden de neyin ne olduğunu, tarihçeyi vs… gibi bilgileri öğrenebiliyorsunuz. Seviye atladıkça yeteneklerinize puan yatırıyorsunuz. Geri kalan statlarınız ise otomatik olarak her seviyede artıyor.

Zindanlardan güneşli çayırlara

Görev bakımından yine klasik ana görevler ve yan görevler var. Lejyonla ilgili olarak ana senaryo görevlerini yapabiliyor veya bulunduğunuz mekanda NPC’lerden alabileceğiniz yan görevler var. Bunlar sizlere belirli tecrübe puanı olarak ve bazı ödüller olarak geri dönüyor. Yan görevler genel olarak basit sayılır ve bu görevlerde bazı özel (Boss diye tabir ettiğimiz) rakiplerle karşılaşıyorsunuz. Bunlar daha çok tecrübe puanı ve öldüklerinde özel eşyalar bırakabiliyor.

Bu yüzden tavsiyem yan görevleri de kaçırmayın yapın. DS3’te karşınıza bolca eşyalar çıkıyor. Bunlar satıcılardan, düşmanların üstünden veya sandıklardan şundan bundan fırlayabiliyor. Etraftan genelde kendi karakter sınıfına uygun eşyalar düşüyor, ancak satıcılardaki çeşit az tutulmuş. Bu arada artık sağlık ve mana iksirlerini unutun, bunların yerini ise yuvarlak ışık küreleri almış durumda. Yeşiller sağlık verirken, maviler ise manayı arttırıyor. Düşmanları öldürdükçe, yeşil renkte, iyileştirici küreler ortaya çıkıyor.

Küre haricinde sağlığınızı iki şekilde arttırma imkanınız var, birincisi ya yetenek ağacınızdaki sağlık yeteneğini devreye sokacaksınız ya da save noktalarında oyunu kaydettiğiniz anda sağlığınız dolacak (Tabii ki yanınızdaki karakterinde). Save noktası demişken, yapımda belirli yerlerde mini haritada da belli olduğu gibi belli başlı save noktaları var. Sarı bir ışık süzmesi olarak belli oluyor. Buralardan yapımı kaydedebilirsiniz. DS3’te görev yerini bulamama gibi bir probleminizde yok, genel olarak gidebileceğiniz yol güzergah kendini belli ederken, mini harita üstünde gene eşek gözü gibi görev noktası belli oluyor. Girdiğimiz diyaloglarda farklı cevaplar verip, gidişatı da etkileyebiliyoruz. Yakaladığımız bir tutsağı istersek öldürebiliyor veya serbest bırakabiliyoruz.

Alev alev yandığım doğru

Dungeon Siege III’ün teknik yönlerine doğru eğilecek olursak, karşımızdaki yapımın görselliği üst düzeylerde değil. Hatta daha da iyi olmasını beklerken grafikler bizlere karşı pek dürüst olamıyor. Oyunun başındaki evin yanması, alev efektleri göze batıyordu ve yapay duruyordu. Karakterlerimizin modellemeleri fena değil ve saldırılardaki bazı artistik animasyonlar da hoş yapılmış. Ancak animasyonlar sürekli tekrar ediyor. Ara sinematikler oyun içi grafik motoru ile tamamlanıyor. Ara sinematiklerde konuştuğumuz bazı karakterlerin tipleri ve detayları yapay dururken, bazı karakterler ise güzel yansıtılmış.

Sesler konusunda özellikle efektler açısından DS3 başarılı, hatta müzikleri atmosferi tamamlıyor. Seslendirmeler iyi hoş güzel de, bir iki karakterle konuşurken Rus aksanlı bir İngilizce duyduğum zamanlar da olmadı değil, ama takılmaya gerek yok. Oynanış ve kontroller bakımından kamera bazı sorunlar yaratabiliyor. Özellikle kalabalık düşman gruplarıyla kapışırken, oraya buraya kaçayım derken kamera bazı açılarda bir takılma yapıyor, sonrasında düşmanlarla cümbür cemaat olabiliyorsunuz. Bazı zamanlarda oradan buraya giderken gene kameranın takılma çekimine denk düşebilirsiniz.

Tek kişilik oyun modunun dışında çoklu oyuncu olarak da oynama imkanınız var. Co-op olarak arkadaşlarınızla görevleri bitirmek daha eğlenceli gelecektir. Yapımı toplamda 12 saat içinde bitirme imkanınız var. Sonuç mu? Ben şahsen bazı hatalara karşın genel olarak memnun kaldım. Tamam, belki DS3 daha çok aksiyona kaymış olabilir, ama kendini oynattırmasını biliyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu