Ejderdoğan – Bölüm 12
“Adi Güneyliler. Korkak herifler! Kalleşler!”
Sarayda bulunan kimse Jarl Ulfrick’e yaklaşamazdı. Şu anda değil. Aodray’ın verdiği haberle birlikte tahtından hışımla kalkan direniş lideri uzunca bir süredir İmparatorluk’a lanet okumakla meşguldü. O kadar sinirliydi ki alnındaki damarlar uzaktan bile belli oluyordu.
Galmar da aynı öfkeyi sessiz bir biçimde yaşamakla meşguldü. Yumruklarını sıkmıştı. Gözleri ise boş bir biçimde ileriye bakıyordu. Hüzün ve öfke Kralların Sarayı’nı çepeçevre sarmalamıştı.
İmparatorluk’un bu kadar ileriye gidebileceğini hiç kimse tahmin edemezdi. Her şeyi yapabilirlerdi, fakat sınır köylerinden birini kılıçtan geçirmek onlara göre bile değildi. Bu insanlık dışıydı.
Ulfrick bir süre daha tahtın etrafında dolandıktan sonra, halsiz düşmüş olacak ki yeniden tahta çöktü. Geniş ağzının ardındaki dişler sımsıkı kapalıydı. Galmar, Jarl’a destek olmak için yanına kadar geldi ve Ulfrick’in kulağına bir şey fısıldadı. Sarayın içi sessiz olsa da yinede Galmar’ın ne dediğini kimse duyamamıştı.
“Adın nedir Nord?” dedi Aodray’a dönerek. “Verdiğin acı haberlere karşılık olarak ismini söyle bizlere.”
Aodray birazdan neler olacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden ismini söylemekten çekiniyordu. Whiterun buraya çok uzak bir şehir değildi. Ejderdoğan’ın dedikoduları buraya kadar ulaşmamışsa gerçekten çok şaşırırdı.
“İsmim Aodray.”
Tam da tahmin ettiği şey oldu. Saray halkı anında aralarında fısıldamaya başlamıştı. Kimi parmağıyla Aodray’ı gösteriyor kimi de ağzı bir karış açık şekilde Nord’a bakıyordu. Aodray bunların olmasını bekliyordu. Beklemediği Jarl Ulfrick Stormcloak’un tepkisi olmuştu.
“Sonunda gelebildin Ejderdoğan.” dedi Jarl Ulfrick ilk defa gülümseyerek. Gerçi bu, gülümsemeden çok alt dudağın hafifçe bükülmesinden ibaretti.
“Beni tanıyor musunuz?” dedi Aodray şaşkınlıkla. “Yani kim olduğumdan fazlasıyla emin gibi duruyorsunuz.”
“Aodray, ben aptal bir adam değilim.” dedi Ulfrick elini sallayarak. “Ralof buraya geldiğinde senden ve isminden bahsetmişti. Whiterun’a ejderha saldırısını haber etmeye gittiğini söylemişti. Eh, orada yaşadıklarının dedikoduları buraya kadar geldi.”
“Ralof iyi mi?” diye sordu Aodray. Sesindeki heyecanı bastırmaya çalışmıştı. Fakat bu çaba Ulfrick’in gözünden kaçmamıştı.
“Kötü şeyler yaşansa da, insanlar ölse de, bazen bir dostun olduğunu bilmek kendini iyi hissetmeni sağlar. Evet, o burada Ejderdoğan.”
“Bunu duyduğuma sevindim.”
“Konuşmamız bitince onu görebilirsin.” dedi Ulfrick konuyu değiştirmek için. “Şimdi eski dostundan daha önemli problemler var.”
“Anlıyorum Jarl’ım. Sorularınızı elimden geldiğince cevaplamaya çalışacağım.”
“İlk olarak; Bu saldırıyı İmparatorluk güçlerinin yaptığından emin olmalıyız.” dedi Jarl Ulfrick. “Senin sözüne elbette inanıyorum, ama ikinizin tanık olduğunu şeyleri kanıtlayamazsak İmparatorluk’a karşı hiçbir ithamda bulunamayız.”
Aodray ilgiyle Jarl Ulfrick’e baktı. Haberi ilk aldığında neredeyse delirecek olan direniş lideri, bir anda tutum değiştirmişti. Aodray, adamın duygularını bastırıp işi politikaya dökmesine çok şaşırmıştı. Sarayda buna şaşıranın sadece kendisi olmadığını birazdan anlayacaktı.
“Jarl’ım kanıt aramanın sırası değil!”diye homurdandı Ulfrick’in yanında duran adam. “Düşen kardeşlerimizin katillerinin kimler olduğu çok açık.”
Jarl, “Seni anlıyorum Galmar.” diye onu sakinleştirmeye çalıştı. “Ivarstead’de yaşananların intikamını alacağımızdan emin olabilirsin. Fakat beni anlamaya çalış. Eğer Ivarstead saldırıyla ilgili gerçek bir kanıt bulabilirsek haklılığımıza diğer Jarl’larda inanmaya başlar.”
“Evet ama…”
“Galmar!” diye sesini yükseltti Jarl Ulfrick. “Orada ölenleri düşünmediğimi mi sanıyorsun?”
“Elbette düşünüyorsunuzdur Jarl’ım.”
“Bunun İmparatorluk tarafından hazırlanmış mükemmel bir tuzak olduğunu fark edemiyor musun?”
“Tuzak?”
Bu sefer soruyu soran Aodray olmuştu. Jarl Ulfrick elinden geldiğince açıklamaya çalışarak,
“Evet. Bir tuzak.” dedi. “Bizim onları körü körüne suçlamamızı istiyorlar. Özgürlük için değil sadece intikam için saldırmamızı istiyorlar. Eğer kanıtımız olursa, bu davadaki haklılığımızı diğer Jarl’lar da tanıyacaktır. Ama diğer türlü sadece gözü dönmüş isyancılar olarak nam salarız.”
“Üzgünüm Jarl’ım, bunu tahmin edememiştim.”
“Galmar aynı hisleri paylaşıyoruz.” diye onu teselli etti Jarl Ulfrick. “Ama az önce yaşadığımız öfkeyi savaşa taşıyamayız. İnsanları haklı olduğumuza inandırmak zorundayız. Senden bir birlik oluşturmanı ve Ivarstead’e kontrole gitmeni istiyorum. Bulacağın herhangi bir kanıt bizi İmparatorluğa karşı güçlü kılacaktır.”
“Emredersiniz Jarl’ım.” diye saygıyla karşılık verdi Galmar. “Askerleri toplayıp hemen yola çıkıyorum.”
Jarl Ulfrick bir süre Galmar’ın gidişini izledi. Adam köşeyi dönüp askerlerin kaldığı bölümün kapısını açıp gözden kaybolunca yeniden Aodray’a döndü.
“Skyrim’de hiç iyi şeyler olmuyor Ejderdoğan.” dedi karamsar bir şekilde. “İnsanlar beni ya hain ya da kahraman olarak çağırıyorlar. Halbuki ben ikisi de değilim. Ben, ben sadece özgür olmak isteyen bir Nord’um. Ben sadece kendi topraklarımın hürriyetini isteyen bir Jarl’ım.”
“Olanların sorumlusu siz değilsiniz efendim.” diye araya girdi Aodray.
“Ne düşünüyorum biliyor musun Ejderdoğan?” dedi Jarl Ulfrick. “Eğer o lanetli günde öldürülmüş olsaydım, bu gün o köy haklı yaşıyor olabilirdi.”
“Ya da köle olabilirdi.” diye yeniden araya girdi Aodray. “Siz özgürlükten bahsediyorsunuz. O insanlar en azından özgür bir şekilde öldüler. Kimsenin esareti altına girmeden öldüler. Kendinize haksızlık etmeyin.”
“Tam bir Stormcloak gibi konuştun Ejderdoğan.” dedi Ulfrick, bu sefer içten gülümseyerek. “Ralof senin, bize katılmak istediğinden bahsetmişti.”
“Evet hatırlıyorum.” dedi Aodray hafızasını zorlayarak. “Fakat işler biraz değişti.”
“Ejderhalar, değil mi?” diye sordu Jarl Ulfrick.
“Geri döndüler.” dedi Aodray. “Şu an İmparatorluk’dan daha büyük bir tehdit ne diye sorarsanız, size rahatlıkla bu kanatlı devleri söyleyebilirim.”
“Farkındayım.”
“Jarl’ım fikrimi soracak olursanız,” dedi Aodray, Jarl’a karamsar bir bakış atarak. “Skyrim şu an kıyametin eşiğinde. Helgen’den beridir yolunda giden hiçbir şeye rastlamadım. Umarım bazı şeyler değişmeye başlar.”
“Umarım Nord dostum.”
***
“Ne yapmış?”
“Efendim, söylediğim gibi.”
“Aptal Elf!” diye bağırdı General Tullius. “Böyle bir şey kabul edilemez!”
General Tullius biraz önce aldığı haberle küplere binmişti. Kendi emrindeki birliklerden biri –emir vermemiş olmasına rağmen- Windhelm sınır köyü Ivarstead’e saldırmıştı. Bu olay, İmparatorluk’un amaçlarına son derece ters, barbarca bir hamleydi.
“Birliğin tamamını gözaltına alın.” dedi Tullius kızgınlıkla. “Kimseyle konuşmalarına, iletişim kurmamalarına özen gösterin. Olanlar duyulmamalı!.”
“Emredersiniz efendim.” dedi asker saygıyla. “Başka bir emriniz var mı?”
“Elbette.” dedi Tullius gözlerini kısarak. “Greenale denen Elf bozuntusunu buraya yollayın.”
Asker selam verdi ve hızla odadan çıktı. Tullius boş gözlerle önüne serili Skyrim haritasına bakıyordu. Eğer Ivarstead olayı yayılırsa biterlerdi. Bir kere Jarl’lar desteklerini tamamen çekerlerdi. Sadece Solitude ile bu savaşı kazanamazlardı.
“Girin.”
Kapı açıldı ve içeriye uzun boylu, genç bir Yüksek Elf girdi. Soluk tenini daha da soluklaştıran parlak yeşil gözleri vardı. Yüz hatları sivri olsa da hiç kimse bu kadının çekici olmadığını söyleyemezdi. Son derece açık renkli sarı saçlarını rahat edebilmek için yer yer örmüştü. Üzerindeki cüppeyse İmparatorluğun kırmızı tonlarına boyanmıştı.
General Tullius, Greenale’yi orduya kabul ettiğine pişman olacağını biliyordu. Bu kadın daha aylar önce Winterhold Büyü Koleji’nden atılmıştı. Yaptığı bir deney sonucunda üç kişinin ölümüne sebep olmuştu. Aslında gitmesi gereken yer zindanlar olsa da Thalmor koruması sayesinde paçayı kurtarmıştı.
Eski bir dostu olan Ancano savaşta yararlanması için Greenale’yi, Tullius’a tavsiye etmişti. Tullius bu teklifi kabul ettiğine pişman olacağını da biliyordu. Bu kadın delinin önde gideniydi. Eğer bir itibarı olmasa, onu hemen şuracıkta çıplak elleriyle boğabilirdi.
“Asker! Ben seni gözcülük görevi için Windhelm sınırına gönderdim.” dedi sinirli bir şekilde. “Kıyım yapman için değil!”
“Farkındayım General, fakat bu fırsatı kaçırmamalıydık.” dedi Greenale kendini ifade etmeye çalışarak. Kadın pekte pişman olmuş görünmüyordu.
“Fırsat mı?” diye sordu Tullius zehir gibi bir sesle. “Bir köyü kılıçtan geçirmek ne zamandan beri fırsat oldu! İmparatorluk barışı sağlamak için var, hükmettiği halkları öldürmek için değil!”
“Ulfrick buna çok sinirlenecek.” dedi Greenale keyifle. “Çılgına dönecek.”
“Sen ne hakla…” dedi Tullius zorlukla. Artık o kadar sinirlenmişti ki kelimeler dilinin ucunda geldikleri yere geri gidiyordu. “Bizim hiçbir gayemiz kalmadı! İmparatorluk değil barbar topluluğuna dönüştü. Söyle bana salak Elf; Şimdi bizim Ulfrick’den ne farkımız kaldı? O kralımızı öldürdü, bizde onun haklını öldürdük!”
“Doğru ama bunu bizim yaptığımızı nereden biliyor?”
“Başka kim yapabilir ki?”
“Skyrim’de hakim olan tek güç İmparatorluk değil artık!” diye açıladı Greenale. “Bir çok şey yapmış olabilir. Kim bilebilir ki? Belki bir ejderha, yada başka bir mahlukat! Biz orada olduğumuza dair hiçbir iz bırakmadık General Tullius.”
“Ulfrick’in haksız duruma düşmesini kast ediyorsun değil mi?” diye sordu Tullius.
“Kesinlikle!” dedi Greenale gözleri parlayarak.
“Bizler İmparatorluk Ordusu’yuz, Kalleşler Ordusu değil Elf!” dedi Tullius kadına yaklaşarak. Kelimeleri adeta Elf’in yüzüne tükürüyordu. “Sanırım aramıza katıldığında bunu söylemeyi unutmuşum. Yaptığın şeyler bir amaca hizmet ediyor olabilir, fakat seçtiğin yol kabul edilemez! Umarım idamını beklerken söylediklerimi bol bol düşünürsün! Şimdi defol!”