Ejderdoğan – Bölüm 15
“Yukarıda neler oluyor öyle?” diye sordu Delphine.Sesi ve bedeni korkudan titriyordu.
Tepeden yukarıya, bulutlara giden bir anafor dalgası vardı. Farklı renklerin birbirleriyle dans ettiği etkileyici bir manzara. Hayli tanıdık bir manzara. Bu anafor Aodray’a hiçte yabancı bir şey değildi. Bu enerjiye son birkaç haftada birden fazla kere mahruz kalmıştı.
Anafor ejderha ruhunu barındırırdı. Tepede hiçte hoş olmayan şeyler oluyordu. Geç kalmışlardı.
“Oraya gitmek konusunda düşüncelerin hala aynı mı Delphine?
“Buna mecburuz.” dedi Delphine ilerlemeye başlayarak.
Aodray kılıcını çekti ve korkusunu gizlemeye çalışan Delpine’i patikada izledi. Anafor, belli aralıklarla rahatsız edici bir ses yayıyordu. Bazen yükselen, bazen de alçalan, kulak tırmalayan bir hışırtı. Yamaçlar kar ile örtülüydü fakat tırmandıkça bitkilerin üzerinde erimeye başlayan kar kütleleri vardı. Sıcaklık attıkları her adımda biraz daha artıyordu.
Ağaçlar seyreldikçe tepeye, yolun sonuna biraz daha yaklaşıyorlardı. Aodray dizlerinin titrediğini hissediyordu. Orada her ne varsa, hayatlarında görecekleri son şey olabilirdi. Sonunda ağaçları aştıklarında ikisi de hayretle, korkuyla karşılarındaki dev kratere bakıyordu. Kraterin etrafında dönen anafor artık daha gürültülüydü. Kulakları şiddetle uğulduyordu.
Sonra tüm sesler aniden kesildi. Ardından duydukları ses Skyrim’in kaderini elinde tutan yaratığa aitti. Onlar henüz bunun farkında değildi o kadar.
“Sahloknir! Zill grodovah ulse!”
Aodray ve Delphine çaresizce birbirlerine baktılar. Bu şey fazla büyüktü, haddinden fazla hem de. Koca ağzını açıyor ve anafora doğru ardı ardına büyüler yolluyordu. İkisinin farkında bile değildi, yani en azından şimdilik.
“Delphine.” dedi Aodray, kadına dönerek. “Bu o!”
Delphine anlamamış gibi bakıyordu. Bunun üzerine Aodray,
“Helgen’e saldıran ejderha. Bu o!” dedi.
***
Lydia hızlıca hücrelerin arasından geçti. Bu işi olabildiğince kısa sürede bitirmeliydi. Tanınmamalıydı. Eğer birisi bile onu tanıyacak olursa her şey mahvolurdu. Buraya Kardeşlik için gelmiş olabildi ama planlar suya düşerse Whiterun’ı bile tehlikeye atardı. Seri kanlı olmalıydı.
General Tullius’un son zamanlarda iyice paranoyaklaştığı bilgisini edinmişti. Ivarstead’e yapılan saldırı onu korkutmuştu. Stormcloak’un bu işin peşini bırakmayacağından adı gibi emindi. Eğer orada İmparatorluk saldırısına dair tek bir kanıt bile bulunursa, İmparatorluk tüm Skyrim’i karşısına alırdı.
Lydia tüm bu olanların sorumlusunun Greenale denen Elf olduğu tahmin etmişti. Yoksa neden durduk yere göz hapsine alınmış olsun ki? Köye saldıran oydu ve İmparatorluk’un olayları hasır altı etmekten başka bir çaresi yoktu.
Greenale’nin hücresinin önünde iki muhafız vardı. Hücre kapısının iki tarafında ayakta dikiliyorlardı. Onları etkisiz hale getirmek biraz zorlayıcı olacaktı. Bıçağını kılıfından çıkarttı ve küçük adımlarla muhafızlara yaklaştı.
“Hoş geldin Lydia, bende seni bekliyordum.” dedi buz gibi bir ses.
Muhafızlar Lydia’yı fark etmemişlerdi. Aslında herhangi bir şeyi fark etmeleri de pek mümkün görünmüyordu. Felç edilmişlerdi. Büyünün sorumlusu olan Elf ise hücresinde duvara yaslanmış ona bakıyordu.
Lydia konuşamamıştı bile. Tek yapabildiği kötücül bir şekilde parlayan açık yeşil gözlere bakmak olmuştu. Kadın ona büyü falanda yapmamıştı üstelik. Ama nutku tutulmuştu. Büyücü fazlasıyla tehlikeliydi.
“Susup beni izlemek için mi Whiterun’ı tehlikeye attın Lydia?” diye sordu Greenale.
“Tullius seni gözetmeleri için iki aptal muhafızı mı uygun gördü?” diye soruya karşılık verdi Lydia.”
“Buradan çıkmayacağımı biliyor olsa gerek değil mi?” dedi elf gülerek. “Neden buraya geldin? Ödülünü mü istiyorsun? Fakat, şu anda sana ödeme…”
“Ödeme yok Greenale!” diye cevabı yapıştırdı Lydia. “Kontrat iptal edildi!”
Alaycı surat bir anda evrim geçirmiş gibiydi.
“Bu olanaksız!” diye hırladı Greenale. “Karanlık ayin yaptım. Gecenin Annesi’ne sizin hizmetiniz için yalvardım. Bunu yapamazsınız!”
“Ejderdoğan’ı neden öldürmek istiyorsun Elf?” diye sordu Lydia ona kulak asmadan.
“Herkesin birilerini öldürmek için kendince sebepleri vardır.” diye cevapladı Greenale öne doğru yürüyerek.
“Eğer ölmesini istiyorsan bu işi tek başına yapmak zorundasın. Sana hizmet etmiyoruz.”
“Buna mecbursunuz!” diye haykırdı Greenale parmaklıklara iyice yaklaşarak. “Gecenin Annesi’nin gazabını üstünüzde hissetmek istemiyorsanız, o herifi öldürmek zorundasınız!”
“Gecenin Annesi’ne hiçbir şey ödemek zorunda değiliz s*rtük!”
Güçlü bir kol aniden Greenale’nin boynuna yapışmıştı. Kadının nefesi kesilmişti. Kolun sahibiyse Astrid’den başka biri değildi. Nefretle büyücünün boğazını sıkıyordu.
“Ona hiçbir bağlılık borcumuz yok! Anladın mı?”
Grenaale ölmek üzereydi. Ya da onlar bir anlığına böyle düşünmüşlerdi. Büyücü kendi ellerini Astrid’in koluna yapıştırdı ve gözleri kıstı. Birkaç saniye sonra Astrid ellerini çekmek zorunda kalmıştı çünkü deri zırhı alev almıştı. O bırakır bırakmazda sönmüşlerdi.
“Senin de buraya geleceğini tahmin etmiştim Astrid.” diye güldü Greenale.
“Adımı nereden biliyorsun?” diye sordu Astrid kaşlarını çatarak. “Lydia?”
“O söylemedi merak etme. Benimde kendime göre kaynaklarım var Astrid.”
“Kaynaklarının canı cehenneme! Ejderdoğan’a dokunmuyoruz.”
“Bu ilkelerinize aykırı değil mi?”
“Sen..” diye parmağını büyücüye doğrulttu Astrid. “Nasıl olurda işleyişimize burnunu sokarsın?”
“Aodray’ı neden öldürmek istiyorsun?”
“O teker teker sorun.” diye yeniden güldü Greenale. “Aynı anda ikinize birden cevap veremem ki.”
Ortalık artık önlenemez bir şekilde gerilmişti. Lydia, hem sinirli hem de şaşkındı. Greenale’nin bu kadar bilgiyi nasıl edindiği hakkında en ufak bir fikri bile yoktu.
“Aodray denen Nord bozuntusu ölmeli çünkü kendisi Stormcloak. İşte bu kadar basit.”
“Hayır değil. Bir şeyler saklıyorsun büyücü! Eğer derdin Stormcloak olsaydı, bizden Ulfrick’in başını isterdin. Yalan söylüyorsun!” diye haykırdı Astrid.
“Katiller tarafından sorgulanıyorum, işe bak.” dedi Greenale sıkkınlıkla. “Artık oyun oynamayı bırakalım kızlar.”
“Oyun oynamak derken?” diye çıkıştı Astrid.
Greenale garip bir şekilde mutluydu. Kötücül bir mutluluk. Lydia, kadınla yüzleşmelerinin bu şekilde olacağını hiç tahmin etmemişti. Bir terslik vardı. Hem de çok büyük bir terslik.
Demir botların zeminde çıkarttıkları metalik sesi duyduğunda artık her şey için çok geç olduğunu biliyordu. Muhafız bölüğü koridorun çıkışını kapatmış onlara doğru geliyordu. Yapabilecekleri en ufak bir şey bile yoktu.
“Ben daha zeki olmanı beklerdim Astrid.” diye fısıldadı Greenale. Sonra bölüğün arkasında beliren adama, “Efendim söz verdiğim gibi, işte size koz.” diye seslendi.
Generak Tullius öne kadar gelmişti. Gözlerine inanamıyormuş gibi bir hali vardı. Bir Lydia’ya bir Astrid’e bakıyordu. En sonunda bakışları hücre tarafına kaydı.
“Greenale.” dedi ağır ağır konuşarak. “Sen pisliğin tekisin. Ve yaptığın hiçbir hareketi onaylamıyorum. Aksine tiksiniyorum. Fakat, (gözleri yeniden Lydia’ya çevrilmişti) başarılı olduğun açık. Sen kazandın Elf.”
***
“Slen tiid vo!”
“O ne yapıyor?” diye sordu Aodray.
Delphine anafora kilitlenmişti. “Tahmin ettiğimiz şeyi Aodray, bak.”
Dev ejderha kanatlarını şiddetle çırptı ve yeni bir büyüyü anaforun içine yolladı. Anafor yeniden kulağı rahatsız eden uğultuyu çıkartmaya başladı. Git gide kontrolden çıkıyordu. Enerjisi en yüksek noktaya geldiği zaman bir anda durdu. Kimse hareket etmiyordu. Kar bile durmuştu. Anafor genişledi ve olağan üstü bir hızla kraterin içine girdi.
“Neler oluyor?” diye fısıldadı Aodray.
“Bilmiyorum ama durum düşündüğümüzden daha ciddi.” diye karşılık verdi Delphine.
Krater yarılmıştı. Toz tabakası çevreyi kaplarken Aodray ve Delphine gözlerini siper etmek zorunda kalmışlardı. Toprağın içinden bir şey yukarı çıkıyordu. Sonunda toz tabakası kalktığında kraterin içinden çıkan şeyi görebildiler. Hoş, görmemeyi tercih ederlerdi.
Bir iskelet. Üstelik sıradan bir iskelet değildi. Ejderha iskeleti! Boyu neredeyse on metreydi. İşin kötüsü bu şey canlıydı. Kafatasını gökyüzüne kaldırdı ve efendisine seslendi.
“Alduin, thuri! Boaan tiid vokriiha suleyksejun kruziik?”
“Ne dedi?” diye sordu Delphine.
“Bilmiyorum.”
“Sen ejderdoğansın diye biliyordum.” dedi Delphine. Hayal kırıklığına uğradığı belliydi.
“Evet öyleyim.” diye karşılık verdi Aodray. “Ama ejderha değilim.”
“Kusura bakma.”
“Buradan canlı çıkarsak bakmam.” diye güldü Aodray. Sonra dikkatini iskelet ejderhanın olduğu yere verdi. “Neler oluyo-”
Helgen’i yıkan devin son büyüsüyle beraber ejderha dirilişinin son aşamasına geçmişti. İnanılmaz bir biçimde kemiklerin üstü sert pullarla örtülüyordu. Sonunda bu aşama da bittiğinde önlerinde yeni bir kanatlı dev duruyordu. En az yukarıdaki kadar büyük ve ölümcül!
“Ful, losei Dovahkiin? Zu’u koraav nid nol dov do hi.”
Aodray yıldırım çarpışa dönmüştü. Dirilme ayinini tamamlayan ejderha, şimdi dikkatini kayanın arkasında saklanan iki insana vermişti. En başından beri orada olduklarını biliyordu sanki. Aodray korkuyla gökyüzüne baktı.
“Bizim dilimizi bilmiyorsun, değil mi?” diye konuştu ejderha. “Bilmiyorsun ama kendine Dovah diyorsun! Bu ne kibir!”
Aodray korktuğunu belli etmemeye çalışıyordu. Bir ejderha bile yeterince ölümcülken, şimdi karşısında iki ejderha vardı. Cevap vermeden, cesur görünmeye çalışarak gökyüzüne bakıyordu.
Kara dev, dirilttiği ejderhaya dönerek, “Sahloknir, krii daar joorre.” dedi ve kanatlarını hızla çırparak uzaklaşmaya başladı. Aodray’ın onun ne dediğini anlaması için ejderha lisanını bilmesine gerek yoktu.
Sahlokniir öfkeyle kükredi.
***
“Lydia beni hayal kırıklığına uğrattın.” dedi Tullius gözlerini indirerek. “Karanlık Kardeşlik ile bağının olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi.”
“Benim de İmparatorluk’un insanları kılıçtan geçireceği aklıma gelmezdi.” diye konuştu Lydia.
“Haddini bil, ben kimseyi kılıçtan geçirmedim! Ivarstead Köyü’nde olanların hepsi Greenale’nin suçu.” diye bağırdı Tullius.
“Suçunun cezasını çekmediğine göre bu sizin de suçunuz general!”
“Hayır Lydia, düşündüğün gibi değil. Biz… bir anlaşma yaptık.” diye lafı geveledi Tullius.
“İstediğiniz kadar kendinizi açıklayın general.” dedi Lydia tiksindi dolu bir yüzle. “Bu kadınla anlaşmış olmanız bile sizi suçlu yapar.”
“Bak sen.” diye araya girdi Greenale. Tek kaşını kaldırmıştı. “Katilden insanlık dersleri. Tuzağıma düştünüz işte, kabullenmek bu kadar zor mu?”
“Beni bilerek tuttun.” diye konuştu Lydia. Sonunda bulmaca çözülmeye başlamıştı.
“Elbette, Karanlık Kardeşlik’in bu işi yapmayacağı bilmiyorum mu sanıyorsun? Hayır, biliyordum. Aodray’ı öldürmenizi söyledim, sonra da ikinizi Ivarstead’e kadar izledim.”
“O sendin!” diye haykır Lydia. “Tahmin etmeliydim.”
“Siz dağı tırmanırken, ben ve bölüğüm de köyü hallettik.” diye açıkladı Greenale. Köydeki kıyımdan bu kadar ruhsuzca bahsetmesi Lydia’yı feci rahatsız etmişti. “Bana geri geleceğini çok iyi biliyordum.”
“Ama neden?”
“Köyü hallettim, çünkü Ulfrick asla bu bizim yaptığımı kanıtlayamaz.” diye cevapladı Greenale. “Bizi diğer Jarl’lara karşı kışkırtmaya çalışacak. Ne var ki herkes bu asılsız suçlamalarından dolayı ona sırt çevirecek.”
“Bana neden ihtiyacın var ki?”
“Şöyle diyelim. Eğer Whiterun Jarl’ı Balgruuf bizim tarafımızı seçmezse senin Kardeşlik’te olduğunu tüm Skyrim’e yayarız. Bizimle savaşamazsın Lydia.”
Lydia çaresizlik içinde olduğunu hissediyordu. Yapabileceği hiçbir şey yoktu. Greenale onları yenmişti. Son çare olarak General Tullius’a döndü.
“Efendim bunu yapamazsınız, bu İmparatorluk’un yolu olmamalı.”
General Tullius, “Üzgünüm Lydia, Ejderdoğan Stormcloak olmasaydı dediğin gibi olurdu. Ve ben de şu Elf’in kellesini uçururdum.”
“Efendim lütfen!” diye haykırdı Lyida.
General Tullius arkasını döndü koridorda yürümeye başladı.
“İkisini de hücreye atın.”