Makale

Ejderdoğan – Bölüm 17

Yine, yeniden buradaydı.

Tanıdık ejder dili çiçeğinin kokusunu genzine çekti. Bu kesinlikle rahatlatıcıydı. İçinde ejderha kelimesi geçen bir şeyin bu kadar rahatlatıcı olması ne kadar da garipti. Daha önce hiç bu açıdan düşünmemişti. Birilerinin onu fark etmesini umarak avlunun orta yerine kadar yürüdü.

“Demek geri geldin Ejderdoğan.” dedi Arngeir sol taraftaki koridordan. Yaşlı adamın gözlerinin içi gülüyordu. Sonra meraklanmış gibi görünerek, “Fakat geciktin, seni günler öncesinde bekliyorduk.”
“Üzgünüm.” dedi Aodray boynuzu uzatarak. “İşte istediğiniz şey.”
“Sesin ilgisiz Ejderdoğan.” dedi Arngeir. Bir şeylerden şüphelendiği belliydi. “Ne oldu?”
“Ne yani?” dedi Aodray bir anda sinirlenerek. “Aşağıda olup bitenlerden haberiniz yok mu?”

Arngeir kaşlarını çattı. Aodray’ın ne demek istediğini anlamamış gibiydi.

“Ivarstead saldırıya uğradı, köydeki herkesi öldürdüler.” diye konuştu Aodray. “Olanları anlatmak için Windhelm’e gittim.”
“Sakin ol Ejderdoğan.” dedi Arngeir. Aodray’ın sesini yükseltmesi sonucunda diğer Gri Sakallar da avluya gelmişlerdi. Sessizce tartışmayı dinliyorlardı. “Yaşanan acı olayı biliyoruz. Seninle aynı duyguları paylaştığımıza emin olabilirsin.”
“Eğer aynı duyguları paylaşsaydınız bir şeyler yapardınız.” dedi Aodray. Alnındaki damarın atışını hissedebiliyordu. “Bütün gün meditasyon yapmak dışında bir şeyler!”
“Bizler keşişiz Ejderdoğan, savaşçı değil.” diye karşılık verdi Arngeir. Aodray’ın tüm çıkışına rağmen sesi sakin çıkıyordu. “Yapabileceğimiz tek şey onların Sovengard’da mutlu olmalarını dilemek.”
“Kısaca hiç bir şey yapmamak.”

Arngeir, “Ejderdoğan.” diyerek Aodray’a yaklaştı. “Mutsuzluğunun kaynağı nedir?”
“Ejderdoğan olarak çağırılıyorum, insanlar bana kahraman muamelesi yapıyor ama kimseyi kurtardığım filan yok. Hep ölüleri izlemek zorunda kalıyorum.” dedi Aodray üzüntüyle.

Arngeir şefkatli bir biçimde gülümsedi.

“Bazen olaylar hiç istemediğimiz şekillerde gelişir. Bazen geç kalırız. Elimizden hiç bir şey gelmez. Fakat yinede ileriye bakmalıyız. Önemli olan neyi yanlış yaptığımız değildir, önemli olan bir sonraki hamlemizin ne olacağıdır. Ivarstead’e olanları değiştiremezsin, kimse değiştiremez.”
“Eğer buraya gelirken dikkatli olabilseydim Lydia yaralanmazdı.” dedi Aodray zorlukla konuşarak. “Ben de buradan daha erken çıkabilirdim.”

Çiçeklerin kokusu çoktan kaybolmuştu. Aodray Hrothgar ‘a geldiğinde kendini biraz iyi hissetmişti ama görünen o ki bu sadece bir yanılsamadan ibaretti. Bir kez daha köyü görmek zorunda kalmıştı. Bir kez daha kül olmuş kulübelerin yanından geçmek zorunda kalmıştı. Ve köyün görüntüsü yedi bin basamağın her birinde gözlerinin önüne gelmişti.

Arngeir, “Gel Ejderdoğan.” diyerek Aodray’ı avlunun orta yerine sürükledi. Ardından Gri Sakallar, Aodray’ın dört bir yanına konuşlandılar.
“Ne oldu?” diye sordu Aodray çevresine bakınarak.
“Kim olduğunu unuttuysan, bizim görevimiz onu sana geri hatırlatmaktır.” diye açıkladı Arngeir. “Boynuzu getirerek rüştünü ispat ettin. Şimdi kim olduğunu, içinde yanıp tutuşan gücü anlamanın, tanımanın vakti.”

Aodray bir süre gözlerini kapattı ve yaşadıklarından uzaklaşmaya çalıştı. Gri Sakallar belki de haklıydılar. Bazı şeyleri arkada bırakması gerekiyordu.

“Tamam hazırım.” dedi gözlerini açarak.
“Son bir şey daha.” dedi Arngeir. “Bize söylemek, paylaşmak istediğin bir şey var mı?”

Aodray, karşısında duran yaşlı adama baktı ve “Hayır, usta Arngeir” diye yalan söyledi.

                                                                          ***

Bir kaç gün önce, Kynesgrove

Anafor bu sefer gökyüzüne yükselmedi. Sahlokniir ‘in iskeletini kaplayan ruh parçaları anaforla beraber dağıldı ve alevler içinde kayboldu. Kadim ejderhalardan biri daha ruhunu kaybetmişti.

“Bu, çok güzel bir kılıç.” dedi Aodray, katanayı sahibine geri uzatırken. İçine dolan yeni güç sayesinde yorgunluğu gitmişti. Son derece zinde hissediyordu.
“Sen gerçekten de Ejderdoğan’sın!” diye karşılık verdi Delphine kılıcını geri alırken.
“Bu konuyu açıklığa kavuşturduğumuza sevindim.” dedi Aodray. “Ya sen? Sen kimsin? Yere yığılmadan önce Blade dediğini hatırlar gibiyim.”
“Ben Blade’lerin son kalan üyesiyim.” diye cevapladı Delphine. Aodray’ın aksine son derece bitkin görünüyordu.

“Bundan uzun zaman önce Blade’ler ejderha avcılarıydı, ve bizler Ejderdoğan’a hizmet ediyorduk, yani büyük ejder avcısına.”
“Ediyorduk dedin.” diye araya girdi Aodray. Delphine’nin anlattığı şey fazlasıyla ilgisini çekmişti.
“İki yüz yıldır – son Ejderdoğan imparatorun ölümünden beri- Blade’ler bir amaç, bir gaye için arayıştaydılar.” Delphine biraz durakladı ve umutla Aodray’a baktı. “Şimdi ejderhalar geri döndüğüne göre yeniden bir gayemiz var. Onları durdurmalıyız!”
“Eh bir tanesini öldürmeyi başardık.” diye acı bir şekilde güldü Aodray.
“Fakat onlardan yüzlerce var.” dedi Delphine, Aodray’ın söylemek istediği şeyi anlamıştı. “Şu siyah ejderha, onun Helgen’i basan ejderha olduğuna eminsin değil mi?”

“Kesinlikle!” diye cevapladı Aodray. Boynu taş bloğun üzerindeyken gördüğü o koca kırmızı gözleri başka bir şeyle karıştırmasına imkan yoktu. Oydu!
“İşler iyice karışıyor. Bunun arkasında kimlerin olduğunu bir an önce bulmalıyız.”
“Haklısın Delphine.” diye onayladı Aodray. “Sıradaki hamlemiz ne?”
“Thalmor çok iyi bir başlangıç olur.” dedi Delphine düşünceli bir şekilde.
Aodray, “Ejderhaların dönüşünün Thalmor ile ne gibi bir ilgisi olabilir ki? Bu sonuca nasıl vardın?” diye sordu.
“Sadece bir teori. Şimdilik.”
“Kynesgrove da teoriden ibaretti. Dinliyorum.” diye güldü Aodray.
“İçgüdülerim her şeyin ardında Thalmor’un olduğunu söylüyor. Düşünsene, İmparatorluk Ulfrick’i yakaladı. Savaş, en basit anlamda tamamen bitti. Sonra bir ejderha Helgen’e saldırdı ve Ulfrick kaçtı. Savaş yeniden başladı. Ve şimdi ejderhalar Skyrim’in her bir köşesine saldırıyorlar. Skyrim zayıf, İmparatorluk zayıf. Kim ne kazandı? Ya Thalmor?”
“Yani Thalmor’un ejderhalar hakkında ne bildiğini bulmalıyız.” dedi Aodray. “Fikrin var mı?”
“Eğer Thalmor Elçiliği’ne girebilirsek…” diye kendi kendine söylendi Delphine. “Orası Thalmor’un faaliyet merkezidir. Lakin, problem şu, orası bir cimrinin para çantası gibi sımsıkı kilitlidir.”
“Paranoyakça gibi duruyor,  kesin bir şeyler gizliyorlar.” diye atıldı Aodray.
“Evet öyle.” diye onayladı Delphine. “İçeri girmeliyiz. Aklımda bir kaç plan var ama onları toparlamak için biraz vakte ihtiyacım var.”

                                                                        ***

“Merhametsiz Güç’ün son kelimesini öğrenmeye hazırsın Ejderdoğan.” dedi Arngeir açılarak. “Son kelime ‘Dah’ ve anlamı ‘İtmek’.”

Aodray tam ortada duruyordu. Kafasında bin bir türlü düşünce vardı. Blade’ler ile tanıştığını Gri Sakallar’a anlatması gerekir miydi? İçinden bir ses nedense Kynesgrove’da olanları şimdilik kendine saklamasını söylüyordu. Bilmelerine gerek yoktu.

“Usta Wulfgar sana kelimeyi öğretecek Ejderdoğan.” dedi Arngeir karşısında duran keşişi göstererek.

Usta Wulfgar fısıldarmış gibi, “DAH” kelimesini söyledi ve yerde ejderha diline ait semboller belirdi. Aodray bunu daha önce yaşadığından hazırdı ve ilk anaforun ona çarpmasını bekledi.
Eskisi gibi kendini kaybetmemesi iyiye işaret olmalıydı. İkinci anafor Wulfgar’ın bedeninden süzülerek Aodray’ın içine aktığında da işlem tamamlanmış oldu.

Aodray artık Merhametsiz Güç’ün tüm kelimelerini biliyordu.

“Eğitimini tamamdın Ejderdoğan.” dedi Arngeir mutlu bir şekilde. “Artık seninle konuşabiliriz.”

Aodray anlamamış gibi Arngeir’e bakıyordu. Konuşmadan kastettiği ejderha diliyse, buna hazır olduğunu hiç sanmıyordu. Gri Sakallar’ın konuşmasının insanı öldürebileceğini Arngeir’in kendisi söylememiş miydi zaten?

“Kendini hazırla Ejderdoğan. Pek azı, Gri Sakallar’ın sesine karşı durabilir. Fakat, sen hazırsın ve bunu bize kanıtla.”

Ne kadar kötü olabilirdi ki?

Bunu hatırlıyordu. Whiterun’da duyduğu sesti. Bir çok ağızdan çıkan tek ses. Tüm Whiterun duymuştu Gri Sakallar’ın çağrısını, belki de Skyrim’in yarısı. Şimdi aynı sesi tam yanı başında duymak ve şiddetine karşı koymak zorundaydı. Sendeledi ve hemen ardından yere kapaklandı.
 

Kulakları hissizleşmişti.

“Lingrah krosis saraan Strundu’ul, voth nid balaan klov praan nau!”

Dişlerini sıkıyordu, dayanmaya çalışıyordu. Sanki Salokhniir ile yeniden karşılaşmış gibiydi. Gri Sakallar’ın sesi Hrothgar’ın taş davarlarını titretiyordu.

“Naal Thu’umu, mu ofan nii nu, Dovahkiin, naad suleyk do Shor, ahrk naal suleyk do Atmorasewuth!”
“Meyz nu Ysmir, Dovahsebrom. Dahmaan daar rok!”

Sessizlik. Saf, temiz. Aodray zorlukla yeniden ayağa kalktı. Hayatının belli bir kısmı muallakta olsa da o hatırlayamadığı anıların içinde böyle bir deneyimin olduğunu hiç sanmıyordu. Kulakları, gözleri, bedeni harap olmuştu. Gri Sakallar’ın sesi vücudunun her bir noktasını zapt etmişti. Şiddetle öğürdü ve kendine gelmeye çalıştı.

“Dovahkiin.” diye seslendi Arngeir. Yüzü ışıl ışıldı. “Gri Sakallar’ın sesi tattın ve tamamen hasarsız bir şekilde atlatmayı başardın. Büyük Hrothgar’ın kapıları senin için sonuna kadar açık.
“Şey, teşekkür ederim.” dedi Aodray Arngeir’e bakarak. “Ama tüm bu seremoni ne içindi, ne diye çığırışlarınızı üzerimde kullandınız ki?”
“Zorlu geçmesi gayet anlaşılabilir. Çığırışımız normal bir insanı öldürebilirdi.” dedi Arngeir.
“Ejderhalarla yüzleşmeyi yeğlerim, korkunç bir deneyim oldu.”
“Korkunç ama gerekli Ejderdoğan.” diye açıkladı Arngeir. “Aynı kelimeler genç Talos’a da sarf edildi. Bu olay Büyük İmparator Tiber Septim ismini almadan önce yaşandı.”
“Tam olarak ne dediniz?” diye merakla sordu Aodray.
“Ah, bazen senin ejderha lisanını bilmediğini unutuyorum. Söylediklerimizin manası şu:

“Bizim nefeslerimiz şimdi sana Kyne’nin ismini bağışlıyor, Shor’un ismini bağışlıyor ve Atmora’nın ismini bağışlıyor. Artık sen Ysmir’sin, Kuzeyin Ejderhası, ona kulak ver!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu