Makale

Ejderdoğan – Bölüm 27

“Başardın! Kel- Kadim Parşömen. Tiid kreh… qalos. Dokunuşun zamanı kıracaktır.”

Paarthurnax tünediği kayalıktan etkilenmiş gözlerle Aodray’a bakıyordu. Varoluşun en büyük sırlarından biri şu anda ellerinin arasındaydı. Fakat, yine de kararsızdı. Tanrıların istediği bedel, öğreneceği bilgiye değer miydi? Görmeyen gözlerin veya kaybolmuş bir aklın, Alduin karşısında ne yararı olurdu?

“Tereddüt etme, artık soru yok!” diye konuştu Paarthurnax. Aodray’ın zihnini okuyor gibiydi. “Bu senin kaderin! Ve kaderini kabullenmek zorundasın! Yeryüzü senin ve elindeki nesnenin emrinde artık! Oku onu Dovahkiin!

Aodray parşömeni iki ucundan tuttu ve açılan yüzü ona bakacak biçimde tuttu. Birazdan her şey nihayete erecekti.

“Artık bu işi erteleme Dovahkiin! Alduin buraya geliyor. İşaretleri asla kaçırmaz.”

Nefesini tuttu ve parşömeni açtı. Önce hiçbir şey olmadı. Sonra yıldızlar kadar parlak semboller teker teker ortaya çıkmaya başladı. Gözleri daha şimdiden sulanmaya başlamıştı. Harfler iyice belirginleştiğinde bir an tüm ışıklar söndü.

Her yer karanlıktı.

Aodray kısa bir süreliğine kör olduğunu sanmıştı. Fakat etrafını saran tuhaf ışığı görebildiğine göre durumu iyi olmalıydı. Işık çemberler çiziyordu. Bir yere gidiyordu, baka bir zamana.

Aylardır Skyrim’in uçtan uca geziyordu. Amacı, onu öldürmek isteyen bir ülkeyi kurtarmaktı. Üstelik tüm bunları onu Helgen’de bloklardan kurtaran canavarı durdurmak için yapıyordu. Kör olmayı bile göze almıştı. Işıklar yeniden kaybolmadan önce Skyrim’in tüm bunlara değip değmeyeceğini düşündü.

                                                                                    ***

13 saat önce… Blackreach

Evet, bu seferki farklıydı. Bir hayaletle dövüşüyordu. Kaderin en acımasız kısımlarından pay alan talihsiz bir Bosmer. Yine de tehlikeliydi, acısı tarif edilemez bir öfkeye ve yıkıma dönüşmüştü.
Rakibi ortaya çıkmıyordu. Sebebi belliydi, görünmezliğini kaybetmeden önce sadece tek bir vuruş şansı vardı. Onu da heba etmek istemeyecekti. Aodray ensesindeki tüylerin kalktığını hissetti. Bu adam iki yüz yıl önce korkunç cinayetler işlemişti. Kitabı okumuştu, bazıları imkansız işlerdi. Şu anda dikkatsiz bir nefes alışında bile hançeri yiyebilirdi.

Tüm mekanizmalar durmuştu. Çıt çıkmıyordu. Aodray nereden geleceği belirsiz darbeyi engelleyebilmek için kulak kesilmişti. Arkasından yaklaşan adımların sesini duymayı bekledi.
Hançer tam göğsüne doğru gelmişti. Kalkanını hızla savurdu ve darbeyi engelledi. Vampir yeniden ortaya çıkmıştı. Elinde başka bir hançer vardı. Silahına ulaşamadığından büyüyle yaratmıştı.
Aodray vakit kaybetmeden kılıcını indirdi. İkinci Iska… Bu iş iyice sinir bozucu bir hale gelmişti.

“Ortaya çık Yaşayan Ölü ve benimle dövüş!” diye bağırdı Aodray.

Ses yoktu.

Aodray’ın görünmezlik büyüsünü engellemesi gerekiyordu. Eğer böyle sürerse eninde sonunda açık verecekti. Ve karşısındaki, açıkları boş geçen biri değildi. Zaten bunu bekliyordu. Tek bir zayıf an, tek bir dikkatsiz hareket. Sonra… Hızlı bir ölüm.

İkinci hamle bacağına gelmişti, sağ bacağının baldır kısmına. Aodray böyle bir şeyi beklemediğinden, bu sefer hazırlıksız yakalanmıştı. Zamanında davranamamıştı. Acı bir ses taş duvarlarda yankılandı. Kesik pek derin olmasa da onu yavaşlatmaya yeterdi. Bacağındaki acıyı hissetmemek için nefesini tutmuştu.

Burada kaybedemezdi, bu kadar erken olmazdı.

“Bunu neden yapıyorsun?” diye seslendi. “Parşömeni neden istediğimi biliyorsun! Seninle dövüşmek istemiyorum.”
“Yo, hayır Ejderdoğan parşömene benim de ihtiyacım var.” dedi Yaşayan Ölü bir anda ortaya çıkarak. “Sebepleri bana kalmış, tek diyeceğim şu, o da parşömeni alıp, buradan çıkamayacağın.”

Üçüncü hamle tam bir meydan okumaydı. Görünmezlik ve saklanmaca yoktu. Vampir son sürat Aodray’a doğru koşuyordu. Aodray önce üzerine uçacağı düşünmüştü. Kalkanını hazırladı.
Aynı hatayı yapmıştı. Yaşayan Ölü-Vampir-Elrin ya da her neyse tam ona ulaşmadan kendini yere atmış ve kaymaya başlamıştı.  İkinci kesiğini sol bacağından almıştı. Acıyla dizlerinin üzerine çöktü. İstediğinden değil, boyun eğdiğinden de değil, p*ç herif buna mecbur bırakmıştı.

“Bunu yapma!”
“Yapmak zorundayım Ejderdoğan.” dedi Yaşayan Ölü yerden kalkarken. “Eğer beni durdurmaya çalışmaktan vazgeçersen canını bağışlarım. Seçim senin!”
“ASLA!” diye haykırdı Aodray. Kılıcını yere sapladı ve doğrulmaya çalıştı.
“Bana başka bir seçenek bırakmadın kuzeyli.”

Vampir ellerini açtı ve tam Aodray’ın göğüs hizasına tuttu. Yaptığı büyünün ne olduğu bilmiyordu ama yaşadığı acı tarif edilemezdi. Sanki… Sanki hayat enerjisi ondan çekilip alınıyor gibiydi…

Kırmızı büyü akımı Aodray’ın bedeninden çıkıp dosdoğru vampire gidiyordu. Beyni patlayacak gibiydi. Tarifsiz, karşı konulamaz, büyük bir ıstırap çekiyordu. Bitmesini istedi, bir an önce ölmeyi istedi.

Zayıf olan rolünü oynamaktan sıkılmaya başlamıştı. Onu bekleyen bir ejderha vardı. Cücelerin mezarlarında bu kadar oyalanmaca yeterdi. Kalan son güç kırıntılarını topladı ve:
“Hiçbir şeyi değiştiremezsin, Elrin.” dedi.
“Adımı..”
“FUS-RO-DAH!”

Aodray ismi söylediğinde, vampir saniyelik bir duraksama yaşamıştı. Tüm gücüyle Aodray’a yönlendirdiği büyüsü aksamıştı. Şimdi hedefinden metrelerce uzakta, yerde yatıyordu. Ejderdoğan’ın çığırışı tam üstüne gelmişti.

Yerden kalktı ve kılıcını alarak hasmının üzerine gitti. Vampir, nefret dolu göz bebeklerini ona dikmişti. Yine de saldırması imkansızdı, çünkü Aodray kılıcını boğazına dayamıştı.

“Adımı…” dedi yeniden. “Nereden biliyorsun?”
“Adını, kim olduğunu, neler yaptığını ve parşömeni neden istediğini biliyorum.” dedi Aodray. Konuşurken kılıcını biraz daha bastırmıştı.
“Öyleyse yapacağın şeyi biliyorsun Ejderdoğan.” dedi vampir. Gözlerini kapamıştı, sanki ölümü bekliyordu.
“Geriye dönmek onları kurtarmaz Elrin. O şekilde işlemiyor.” diye karşılık verdi Aodray. Kılıcını adamın boğazından çekmişti. “Nasıl bildiğimin bir önemi yok, fakat geçmiş yaşandı, her şey bitti. Kimseyi kurtaramazsın. Parşömen bunu sağlayamaz.”
“O zaman sen neden istiyorsun?”
“Bilgi için, öğrenmek için!” dedi Aodray. “Geçmişi değiştirmek parşömenlerin sunduğu bir hizmet değil. Senin daha iyi bilmen gerekir.”

Yaşayan Ölü yerden kalkmış ve Aodray’ın yanına gelmişti. İkisi de birbirlerinin yüzüne bakmadan konuşuyordu. İkisi de parşömene kilitlenmişti.

“Biliyorum Ejderdoğan, biliyorum.” dedi Yaşayan Ölü. “Yine de insan şansı olduğunu düşününce sevdiği şeyleri kurtarmak için her şeyi göze alır. Körlük, aklını kaybetme ya da ölüm. Hepsi değersizdir.”

Kukuletasını çıkarttı ve Aodray’a baktı. Yeşil, parlak gözleri vardı. Altın rengi saçları omuzlarına kadar uzanıyordu. Sivri yüz hatları, kurnazlığının ve zekasının kanıtıydı. Genç bir adamdı, henüz yirmili yaşlarının başındaydı. Vampirlik iki yüz yıldan uzun bir süre boyunca onun görünüşünü genç tutmuştu.

“Sen, Ejderdoğan…” dedi sakin bir şekilde. “Sevdiklerini kurtarmak için yapabileceğin her şeyi yapmaz mıydın?”
“Yapardım, Elrin.” diye cevapladı Aodray. “Ki yapıyorum. Ama ölümü engellemenin bir yolu yok.”
“Ben de ölmüş olmayı dilerdim.” dedi Elrin kısa bir sessizliğin ardından. “Ki ölmüştüm de. Ya da öyle sanmıştım.”
“Nasıl hayata döndün?”
“Beni öldüren vampir zaten yaralıydı. Bıçağı sapladığı sırada ikimizin kanları karışmış olmalı. Lanetli bir hayat, lanetli bir ölüm.”

Yaşayan Ölü arkasını döndü ve çıkışa doğru yürümeye başladı. Kukuletasını çekmişti. Bir yerde durdu ve hançerini yerden aldı. Güzel bir bıçaktı.

“Sen iyi bir savaşçısın Elrin.”
“Sen de büyük bir savaşçısın Aodray, ve hayatımda gördüğüm en sinir bozucu ikinci kuzeylisin.”
“İlki kimdi?” diye sordu Aodray gülümseyerek.
“Bir Blade.”
Aodray bir anda dikkat kesilmişti. Demek bir Blade. Delphine ve Esbern’in parçası olduğu efsanevi topluluk.
“Tanıdığım bir kaç Blade var.” dedi Aodray. “Aslında sadece iki tane.”
“Onlara sonuna kadar güven Aodray. Benim aksime onur ve şerefin anlamını bilen kişilerdir.”

Elrin bir görünmezlik büyüsü yaptı ve son kez ortadan kayboldu.

                                                                                   ***

Tam olarak geçmişe gitmiş sayılmazdı. Daha çok bir pencereden bakıyor gibiydi. Görüntü net değildi. Parşömenin yaldızlı sembolleri görüşünün etrafında dans ediyordu. Gökyüzü kıpkırmızıydı. Dağın üzerindeki kardan yansıyan bu kızıllık her bir santimi boğuyordu.
Bir ejderha olağanca görkemiyle dağa indi ve tozu dumana kattı. Büyük Savaş zamanındaydı. Sonra bir adamın haykırışını duydu.

“Gormlaith! Zamanımız tükeniyor! Savaş…”

Ejderhanın çok yakınındaydı. Elindeki savaş baltasını saldırıya hazır halde tutuyordu. Onun hemen arkasında birkaç asker kanlar içinde yatıyordu. Ejderha adamı görünce ketum gözlerini kısmış, kanatlarını göz dağı verircesine açmıştı.

“Daar sul thur se Alduin vokrii.” diye kükredi. “Bu gün Alduin’in egemenliği yeniden yükselecek!”

Nord savaşçı baltasını daha sıkı kavradı. Gözleri ateş saçıyordu.
“Lakin, cesaretin takdiri hak ediyor. Krif voth ahkrin. Şimdi gururunla ölme zamanı!”
Ejderha çenesini ardına kadar açtı. Aodray sonrasında olacakları biliyordu.
“YOL!”

Savaşçı can havliyle kendisini bir kayanın ardına attı ve alevlerin dinmesi bekledi. Ejderhanın nefesi tükenince anında ortaya çıktı baltasını havaya kaldırarak hücuma geçti.

“SKYRİM İÇİN!”

Balta ejderhanın çenesine saplandı. Fakat tek bir  vuruş asla bu koca canavarı yere sermeye yetmezdi. Ejderha darbeden çok etkilenmemişti. Yeniden saldırıya hazırlandı.
Bir Nord kadını daha ejderha hamle bile yapamadan kılıcını onun gözüne sapladı. Dev acıyla kükredi. Dikkati dağılmıştı. Bunun üzerine kadın canı pahasına kendini ejderhanın üzerine attı ve kılıcını onun başına sapladı.

Ejderha saniyeler sonra yere serilmişti.
Kadın sarı, uzun saçlarını yüzünden çekti ve yanındaki adama gülümsedi.

“Hakon! İyisin ya?”
“Bir şeyim yok Gormlaith. Sadece bir kaç sıyrık o kadar.” diye cevap verdi Hakon. “Ama savaş iyice kötüye gidiyor. Eğer Alduin meydan okuyuşumuza cevap vermezse, sanırım her şeyi kaybedeceğiz.”
“Boş yere endişeleniyorsun kardeşim.” dedi Gormlaith elini adımın omzuna koyarak. “Zafere inan!”
“Neden Alduin hala gelmedi?” diye sordu Hakon. Aodray’ın yeni gördüğü büyücü cüppesi giyen biriyle konuşmuştu. Cüppe fena halde tanıdıktı. Hrothgar’ın sakinleri Gri Sakallar ile aynı cüppeyi giyiyordu. “Biliyorsun Felldir, her şeyimizi senin planın için riske attık!”
“Sakin ol Hakon, o gelecektir.” dedi yaşlı adam. “Meydan okuyuşumuzu görmezden gelemez. Hem niye bizden korksun ki, onun için bir avuç değersiz et parçasıyız.”
“Onu burada kana bulayacağız!” diye bağırdı Gormlaith. “Soyu benim kılıcımda son bulacak!”
“Gormlaith, unutma ki kimse ona karşı koyamadı.” diye uyardı Felldir.
“Hiçbiri Ejder-Çeken’i bilmiyordu.” diye itiraz etti kadın. “Onu aşağıya indirelim yeter, gerisini kılıcım halledecektir.”
“Anlamıyorsun! Alduin diğer ejderhalar gibi kolayca katledebileceğin bir yaratık değil. Onun kudreti hepimizden üstündür.”
Felldir elini sırtına attı ve Aodray’a yine tanıdık gelen bir nesneyi ortaya çıkarttı.
“Ne olur ne olmaz diye yanımda bunu getirdim.” dedi Kadim Parşömeni göstererek.
“Felldir!” dedi Hakon kızgın bir şekilde. “Onu kullanmayacağımız konusunda anlaşmıştık!”
“Ben hiçbir konuda anlaşmadım. Hem eğer haklıysanız onu kullanmam gerekmeyecek!”
“Hayır!” diye bağırdı Hakon. “Alduin’in kendisiyle konuşmamız gerekiyor, anlaşmamız gerekiyor. Hepimizin hayatı için. Burada ve şimdi!”
“Bunu yakında göreceğiz.” dedi Gormlaith, onlara doğru uçan karaltıyı göstererek. “Alduin geliyor!”
“Sonunda!”

Alduin dağın tepesindeki mermer anıtın tepesine tüm haşmetiyle çöktü. Onu daha önce iki kez görmüştü. En çılgın kabusları bile bu kanatlı şeytanla boy ölçüşemezdi.

“Meyye! Tahrodiis aanne! Hiim hinde pah liiv! Zu’u hin daan!”
“Korkmayın kardeşlerim!” dedi Gormlaith yanındakilere cesaret verircesine. “Bizi Sovngarde’dan izleyen atalarımız, bu şanlı günde hepimizi kıskanıyorlar!”
Alduin kanatlarını açtı ve yeniden gökyüzüne yükseldi. Aodray o anın gelmek üzere olduğunu hissediyordu.

“JOOR-ZAH-FRUL!”

Üç Nord’un aynı anda yaptığı çığırış göğe yükseldi ve Alduin’e çarptı. Mavi bir ışık demeti ejderhayı kıskıvrak yakalamıştı. Alduin bir süre direnmeye çalışsa da nafile bir çabaydı. Çığırış onu yere inmeye zorluyordu. Sonunda direnmeyi bıraktı ve yere indi.

“Nivahriin jorre!” diye gürledi Alduin. Çılgına dönmüştü. Çığırış onu sanki zemine çivilemişti. Hareket ederken bile zorlanıyordu. “Siz ne yaptınız?”

Alduin önce savaşçılara baktı sonra anlamış gibi gözlerini kıstı.

“Tahrodiis Paarthunax! Dişlerimi boynuna geçireceğim!” dedi kara ejderha. “Ama önce… Dir ko maar. Dehşet içinde öleceksiniz, ve alınyazınızı biliyorsunuz… sizin için Sovngarde’a geleceğim!”
Gormlaith, Alduin’in son sözleriyle harekete geçti ve haykırarak ejderhaya doğru koştu.
“Eğer bu gün ölürsem, bu dehşet içinde olmayacak!” dedi. “Bugün Skyrim yeniden özgür olacak!”

Alduin saldırı kolayca savuşturmuştu. Gormlaith onun için düşman bile sayılmazdı. Boynunu yukarı kaldırdı ve ağzını açtı. Aodray onun çığırış yapacağını sanmıştı. Keşke de yapsaydı.
Ejderhanın çenesi kadının üzerinde kapandı. Alduin, kadını havada deli gibi sallıyordu. Çatlayan kemiklerin sesi, beyaz karın üzerine sıçrayan sıcak kanın görüntüsü… Tam anlamıyla mide bulandırıcıydı.

“İşe yaramayacak!” diye bağırdı Hakon. “Parşömeni kullan, Felldir! Şimdi!”

Felldir bir adım geriye çekildi ve parşömeni açtı.

“Buraya kadar Alduin! Kardeş Atmaca, bu anlaşmayı yapabilmemiz için bize kutsal nefesini bahşet! Defol, Dünya-Yiyen! Atalarımızın bize verdiği kelimelerle senin direnişini kırdık, şimdi de seni bu çağdan kovuyoruz!”

Alduin, çeneleri arasında cansız duran Nord kadınını fırlattı ve Felldir’e döndü. Ne yapmak üzere olduğunu anlamış olsa da artık çok geçti.

“Alduin sen sürüldün!” diye tamamladı sözlerini Felldir.

Ejderha parşömenden çıkan büyüye daha fazla direnemedi ve ortadan kayboldu. Aynı zamanda Aodray’da dışarı çekiliyor gibiydi. Geri dönüyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu