Makale

Ejderdoğan – Bölüm 28

Karın soğuk dokunuşunu yeniden hissediyordu. Birkaç dakika önce yaşamındaki en farklı deneyimi yaşamıştı, zamanda yolculuk yapmıştı. Atalarının hikayelerini parşömen sayesinde baktığı pencereden görmüş ve umutsuz savaşlarına tanık olmuştu. Nefes alıp verişi düzensizdi, görüşü ise hala bulanıktı. Kadim Parşömeni tutan parmakları mengene gibi kaskatıydı. Kılıcı ve kalkanıysa birkaç adım uzakta duruyordu. Parşömeni bıraktı ve sürünerek silahına doğru gitti. Başı dönüyordu. Görme yetisini veya aklını geride bırakmamıştı ama bu deneyim her yönüyle yıpratıcı olmuştu. Bayılmamak için kendini zor tutuyordu.

Sonra onu duydu ve Skyrim karanlığa gömüldü.

“Bahloki nahkip sillesejoor. Midem senin yoldaşlarının ruhlarıyla dolu, Dovahkiin!”

Oradaydı, dev kanatlarını açmış gün ışığını kesiyordu. Yarattığı gölge o kadar büyüktü ki Dünya’nın Boğazı geceyi yaşıyordu. Kırmızı, alev saçan gözleri Aodray’a küçümser bir ifadeyle odaklanmıştı. Sert, kara pulları Aodray’ın elindeki çeliğe meydan okuyordu. Kanatlarını her çırpışı rüzgarın yönünü saptırıyor, yerdeki kar tabakasını toz misali etrafa yayıyordu. O, korku ve yıkımın simgesiydi.

“Şimdi öl ve Sovngarde’da kaderini bekle ölümlü!” diye  kükredi en büyük canavar.

Aodray kılıcını sıkıca kavradı ve onun desteğini alarak ayağa kalktı. Fiziksel zayıflık şu anda ihtiyacı olan son şeydi. Dikkatini ve gücünü toplaması gerekiyordu. Elini miğferine götürüp kontrol etti, sağlam görünüyordu. Şimdilik. Kalkanını yerden aldı ve göğsüne yaklaştırdı, ona çok ihtiyacı olacaktı.

Ayakta durmakta zorlanıyordu, yaptığı yolculuğun etkisi hala geçmemişti. Kalkanı o kadar çok ağırlık yapıyordu ki vücudu öne seğiriyordu. Kılıcını ne kadar süre savurabileceğinden hiç emin değildi. Böyle olmamalıydı, Alduin ile olan karşılaşmasına bu halde çıkmamalıydı. Güçlü olması gerekiyordu, lanetli devi yenmesi gerekiyordu.

“Çok geç kaldın Alduin!” dedi Paarthurnax tünediği kayalıktan. Sonra Aodray’a döndü:
“Bildiğini biliyorum Dovahkiin, kullan onu!”

Paarthurnax kanatlarını açtı ve göğe yükseldi. Aodray’ın durumunun iyi olmadığını görmüştü. Bu beklenmedik bir gelişmeydi. Dovahkiin bir süre savaşamayacaktı. Zamana ihtiyaç vardı. Alduin’in ilgisi bir süreliğine de olsa dağıtılmalıydı. Çenesini açtı ve öfkesini kendi kardeşinin üzerine kustu.

“YOL-TOOR-SHUR!”

Ejderhanın genzinden çıkan çığırış, havadaki karı eriterek hasmına ilerledi. Alduin yükseldi ve Paarthurnax’ın yakıcı gücünden sıyrıldı. Yeniden havada asılı kaldığında bu sefer saldırı sırası ondaydı.

Alduin’in çığırışlara olan hakimiyetinin farkındaydı. Ne Paarthurnax ne de başka bir ejderha onun gücünün sınırlarına ulaşabilirdi. O bir ejderha tanrısıydı ve çenesini açtığı anda ortaya çıkacak gücün limitleri yoktu. Alduin gözleri parladı, koca çenesini açtı ve korkunç sesini semalara yolladı. Ne dediğini bile duyamamıştı.

Gökyüzündeki bulutlar birbirlerine yaklaştılar ve kendi etraflarında dönerek yükselmeye başladılar. Dağın tepesinden yukarı doğru mükemmel bir daire oluşturuyorlardı. Sonra renkler değişti ve mavinin yerini kan kırmızısı aldı. Gök gürültüsü duyulduğunda hangi çığırışı yaptığını anlamıştı. Fırtına Çağrısı. Lakin Alduin’in fırtınası çevreye rastgele çarpan yıldırımlardan oluşmazdı. Onunki daha kötüydü, hatta en kötüsüydü. Gökyüzünden yağan,  ateş saçan kayalar.

“Senin için yolun sonu Paarthurnax!” 

Paarthurnax yeterince hızlı olamamıştı, bu hatasının bedelini sağ kanadının zarını delip geçen bir kayayla ödemişti. Delice çırpınarak dengesini sağlamaya çalıştı. Zorlu bir mücadelenin ardından bunu sağladı ve ok gibi fırlayarak Alduin’in üzerine uçtu.

Düşmanın boynuna saldırmıştı. Alduin de aynı şekilde karşılık verdi. İki ejderhanın kanı metrelerce aşağıdaki karın üzerine yağıyordu. Alduin kendini saldırıdan kurtardı ve uzaklaşmaya başladı. Dağlar, iki ejderhanın bitmek tükenmez çığırışlarının sesleriyle yankılanıyordu. Alevler, buzlar ve kor halindeki kayalar… Dünya’nın Boğazı cehennemi yaşıyordu.

Aodray gözlerini kapatmış ve kendine gelmeyi bekliyordu. Hazır olup olmadığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Yukarıda çarpışan kardeşlerin çığırışları kulağını tırmalıyordu. Parşömenin etkisi yavaş yavaş geçiyordu ve Paarthurnax’a eşlik etmenin vakti yaklaşıyordu. Ejder-Çeken’i biliyordu, ama bu yeterli miydi? Alduin’i hakim olduğu göklerden indirmek, onu yenmesini garantiliyor muydu?

Başka bir kaya tam ayaklarının dibine düştü. Birazdan her şey ortaya çıkacaktı. Buraya kadar savaşmak için gelmişti. Mide bulantısı geçiren, hastalıklı bir korkağı oynamak için değil. Bir ejderhanın aleviyle yok olan çocukluğu, hala bilmediği gençliği ve omzundaki yüklerin arttığı orta yaşı elinde olan tek şeydi.

Hazır olup olmaması Dünya-Yiyen’in umunda değildi.
Ya o, ya da Alduin!

Zafer ya da Sovngarde!

“LOK-VAH-KOOR!”

Bulutlar yeniden açılır, gökyüzünün rengi yeniden maviye dönerken iki ejderha da durup savaşa katılan Nord’a baktılar. Son kaya parçası da düşmüş, Alduin’in yıkıcı büyüsü sona ermişti. Paarthurnax ve Aodray artık daha rahat hareket edebilirlerdi.

Alduin yere doğru pike yaptı ve Aodray’ı kapmaya çalıştı. Aodray çevik bir hamleyle kendini kurtardı, ardından kılıcını ejderhanın üzerine savurdu. Dünya-Yiyen yükseldiğinde yüzünün alt kısmında yeni bir savaş yarası taşıyordu. Boynundan ve çenesinden süzülen kapkara kan pullarının arasında geziniyordu.

Bu sefer yaklaşmadan saldıracaktı, alevlerini Ejderdoğan’a püskürttü.

“WULD-NAH-KEST!”

Aodray, alevlerin metrelerce uzağında yeniden belirdiğinde yaptığı şeye kendisi de inanamamıştı. Kasırga çığırışının sadece tek bir kelimesini biliyordu fakat üç kelimeyi de söylemişti. Anlaşılan, parşömenin irfan kaynağı olduğu sadece bir efsane değildi.

“Seni küçümsemişim Dovahkiin!” dedi ejderha sakin bir sesle. “Yanılmışım! Sana hakkettiğin ölümü vermek için hazırım!”
“Çok geç kaldığını söylemiştim Alduin!” diye kükredi Paarthurnax yeniden saldırırken. “Şimdi Dovahkiin!”
Aodray nefesini topladı ve yüzyıllar önce Alduin’e boyun eğdiren çığırışı yaptı.
“JOOR-ZAH-FRUL!”

                                                                       ***

Hrothgar’ın avlusunda yükselen kule, uzaklardaki Whiterun’ın görülebileceği en güzel yerlerden biriydi. Şehrin surları, çevre arazideki tarlalar ve değirmenler puslu bir şekilde de olsa gözler önündeydi.

Arngeir aylar önce burada meditasyonunu yaparken, yağmuru bölen alevlerin ışıltısını görmüştü. Mirmulnir’in intikamı bu toprakların kaderini değiştirmişti. Ölümüyle ortaya çıkan anafor, iki yüz yıl önce kaybolup giden Ejderdoğan neslinin son üyesini Skyrim’e ilan etmişti.

Arngeir ilk çağrısını bu kuleden yapmıştı, yeri göğü inleten çağrısı Whiterun ve başka yerlerde duyulmuştu.

Ve bugün gurur duyuyordu. Az önce Fırtına çığırışının üç kelimesini birden söyleyen Ejderdoğan’ın gücüyle iftihar ediyordu. Kafası hep karışık olsa da damarlarındaki gücün her daim farkında ve bilincinde olmuştu.

Onun patikada bir kez daha görünüp görünmeyeceğini bilmiyordu ama bildiği bir şey vardı. Sonuna kadar savaşacaktı, kendine bahşedilen gücü düşmanın üzerine salacaktı.

Zafer ya da Sovngarde!

                                                                          ***

Gözlerini açtı ve kanlı göklere baktı. Burada bitecekti. Doğduğu toprakların en yüksek noktasında sona erecekti. Başka bir seçenek yoktu, seçim şansı yoktu.

Jarl Balgruuf gözlerini karşıya dikmiş, kendisine doğru koşan muhafızı izliyordu. Muhafız nefes nefese tahtın dibine kadar gelmişti. Yüzü bembeyazdı, korku içindeydi.

“Jarl’ım!” diye söze başladı ama Balgruuf sağ elini havaya kaldırarak susmasını işaret etti.
“Biliyorum asker!” dedi. Askerin çığırışlardan haber vermek için geldiğinden emindi. Sesleri duymuştu. Whiterun’ın kalanı gibi. Dağlarda büyük bir savaş yaşanıyordu. Aodray tüm Skyrim için savaşıyordu, şeytanı bu dünyadan kovmak için canını ortaya koyuyordu.

“Efendim.” diye yeniden atıldı muhafız. “Gökyüzü! Çok garip görünüyor, tıpkı… tıpkı Helgen…”
“Ne ile savaşıyorsun Ejderdoğan?” diye sordu kendi kendine. “Hangi kadim düşmanla yüz yüzesin? Lydia, onu görmenden yana ne kadar zaman geçti?”
“Bilmiyorum efendim.” diye cevap verdi Lydia. Telaşlı görünüyordu. “Uzun bir süre onu hiç görmedim.”

Jarl Balgruuf ayağa kalktı ve Dragonsreach’in çıkış kapısına yürümeye başladı. Gökyüzü… Neler oluyordu? Balgruuff ile beraber dışarıya akın edenler köprüde durup, dağların tepesini izlemeye koyuldular. Whiterun halkı da sokaklardaydı, herkes dağlara odaklanmıştı. Muhafızlardan bazıları, olan biteni daha iyi görmek için miğferlerini çıkartmışlardı. Bir rahip Talos heykelinin başında Ejderdoğan için dua ediyordu.

Zafer ya da Sovngarde!

                                                                             ***
Alduin kendini yere çeken mavi ışıltıya karşı çaresizce direniyordu. Etrafa rastgele çığırışlar savuruyordu. Çabası nafileydi, geçmişte olduğu gibi bugün de, insanlar tarafından yaratılmış Ejder-Çeken çığırışı işini görüyordu. Büyü Alduin’i çekti ve hızla yere vurdu.

“Ruth wah nivahriin joor!” dedi Alduin öfkeyle gürleyerek. “Eski hasımlarımın silahlarını almış olabilirsin Dovahkiin, ama unutma ki sen onların dengi değilsin! Çığırışın seni ölümden kurtarmaz!”
“Bunu göreceğiz Dünya-Yiyen!” diye haykırdı Aodray.
“Kendini fazla zorladın ölümlü.” dedi Alduin. “Üç çığırışın ardından yeniden bayılmanı beklerdim!”

Aodray onun haklı olduğunu biliyordu. Parşömenin etkisinden daha yeni kurtulmuştu ve değerli enerjisini arka arkaya yaptığı çığırışlarla tüketmişti. Ama dayanmak zorunda olduğunu biliyordu.
Alduin buzdan nefesini ona yönelttiğinde gücünü topladı ve ona ateşle karşılık verdi.

“YOL!”

Nefesi, ejderhanınkine göre zayıftı, ateş ile buzun karşılaşmasından buz galip çıktı ve Aodray kendini kenara fırlatarak canına zor kurtardı. Alduin’i yere indirmek pek işe yaramışa benzemiyordu. Hala çok güçlüydü. Canavar ağzını açtı ve bu sefer alevden nefesini Aodray’a yolladı.

Aodray kalkanıyla karşılamak zorunda kalmıştı. Alev dalgası kalkanını yalayarak etrafa dağılıyordu. Üstelik sıcaklık yüzünden kalkan tutulmaz hale gelmeye başlamıştı. Bir noktada Aodray daha fazla dayanamadı ve kora dönülen kalkanı elinden attı. Karın üzerine düşen kalkan, dumanlar çıkararak derinlere gömülmüştü.

Sadece kılıcı vardı. Ejderhaya karşı kendini savunabileceği ve ona saldırabileceği tek bir dayanağı vardı. Lakin Alduin de sayısız büyünün ardından güçten düşmek üzereydi. Nefesini kullanmadan saldırıyordu. Aodray kılıcıyla ejderhanın başına çalışıyordu. Alduin’in yüzü sayısız çizikle doluydu, nitekim hiçbiri ölümcül değildi. Ve en küçük bir hatada Aodray’ı ortadan ikiye bölebilirdi.

Yardım Paarthurnax’dan gelmişti. Gri Sakallar’ın ustası pençelerini Alduin’in sırtına geçirdi ve sırtındaki pullu deriyi yardı. Alduin acıyla inlerken Aodray’a dönerek:
“Senin sıran Dovahkiin!” diye bağırdı. “Tüm gücünle saldır!”

Aodray kılcını canavarın çenesine sapladığında çıkan acı dolu ses Whiterun’dan bile duyuldu. Alduin kanlar içindeydi. Ama hala hayattaydı. Sırtı boydan boya yarılmış olsa da çenesi sakatlanmış olsa da o Alduin’di.

Aodray bu sefer ejderhanın hayatını sonlandırmak için kaldırdı kılıcını…

“FUS-RO-DAH!”

Paarthurnax geriye doğru savrulurken, Aodray saniyelerce havada uçmuş ve beyaz kara yüzükoyun kapaklanmıştı. Alduin’in son numarası ikisini de gafil avlamıştı. Bu çığırışı yapmaya o kadar çok alışmıştı ki bir an kendinin yaptığını bile düşünmüştü. Başarısızlığın utancı bedenini kaplarken, zorlukla doğruldu.

“Meyz mul Dovahkiin!” dedi Alduin kanlar saçarak. “Saygıyı hak ediyorsun, güçlenmişsin!”
Paarthurnax, Aodray’ın hemen arkasındaki kayaya konmuştu. Anlaşılan Alduin’e yaklaşamıyordu.
“Ama!” diye devam etti Alduin. “Benim adım AL-DU-IN ve ben Akatosh’un ilk çocuğuyum! Mulaagi zok lot! Sen ya da başka biri beni öylece katledemez! Bunu aklından sakın çıkartma!”
Alduin inanılmaz bir şekilde harap olmuş kanatlarını açtı ve göğe yükseldi. Ejder-Çeken’in etkisi bitmişti. Hala uçabiliyordu, tüm sakatlığına rağmen, yenilmesine rağmen ayaktaydı.

“Adım AL-DU-IN!” dedi yeniden. “Ve sen bana karşı koyamazsın… ölümlü!”

Düşmanı uzaklaşırken Aodray hayretler içindeydi. Onca şeyin hiçbir etkisi olmamıştı. Alduin’i yaralamak bir başarı sayılmazdı ki! Umudun, Alduin ile uçup gidişini izledi. Onu öldürememişti.

Ne zafer ne de Sovngarde! Elinde hiçbir şey yoktu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu