En iyi 5 indirilebilir içerik!
İndirilebilir içerikler, yanı namı diğer DLC’ler, hayatımıza girdi gireli “ek paket” kavramımız biraz değişti. Kimileri bu DLC durumuna acayip öfkeliyken, kimileri “alan memnun satan memnun millete ne oluyor?” diyerek durum konusunda tavrını koyuyor.
Tabii öyle DLC’ler var ki, insan gerçekten beğeniyor, beğendiği vakit DLC’ler kötüymüş, oyunları öldürüyormuş, pek umurunda olmuyor.
İşte her zaman ki gibi ben en sevdiğim 5 DLC’yi listeledim ve sizler için bir araya getirdim. Peki bunlar hangileri dersiniz?
Fallout 3 – Broken Steel
Fallout 3’ün sonu ile ilgili spoiler istemiyorsanız bunu okumayın. Fallout 3, benim gözümde Broken Steel olmadan Fallout 3 değil. Lone Wanderer’ın hikayesini devam ettiren ve ana hikayeden sonra başımıza ne geldiğini açıklayan DLC, gerçekten oyunu tamamlıyor. Hatırlarsanız Fallout 3’ün sonunda kendimizi feda ederek maceraya güle güle diyorduk. Ben Falllout 3’ü bitirdiğimde, ne şanslıydım ki Broken Steel ekliydi, bu sebeple oyunun sonuna küfür etme şansı yakalayamamıştım. İnternette insanların çok tepkili olduğunu gördükten sonra benim oyunun sonunu beğenmemin nedeninin Broken Steel olduğunu fark ettim ve içimden usulca bir “oh” çektim. O gün bugündür Broken Steel en sevdiğim indirilebilir içeriklerin arasında.
“Komünistlere ölüm!”
BioShock Infinite: Burial at Sea
Burial at Sea açık ara en sevdiğim DLC’lerden olabilir. Infinite’in alengirli hikayesinin üzerine tekrar Rapture’a döndüğümüz bu hikaye içerisinde, Elizabeth niye daha karanlık, niye Rapture, Booker niye Elizabeth’i tanımıyor soruları eşliğinde oyunun sonunda büyük bir sürprize vakıf oluyoruz. Çok net söylüyorum, şu ana kadar çok oyun oynadım fakat Burial at Sea’nin sonunda “oha yok artık” dediğim kadar büyük bir tepki vermedim. Eğer Infinite’i sevdiyseniz, Burial at Sea olmadan öksüz bir versiyon oynuyorsunuz demektir.
“Bana öyle çakmak gözlerle bakma yar, kalbimi alıp gitme yar.”
Mass Effect 2 – Lair of The Shadow Broker
İlk Mass Effect’te Liara ile oldukça tansiyonlu bir ilişki yaşamıştım. İkinci oyunda ise, Liara’nın takımımda olmadığını görüp gerçekten içerlemiştim. Üstelik etrafımda Miranda gibi benim Liara’ya olan hislerimi test eden karakterler vardı, resmen uzayın derinliklerinde Miranda’ya “çağırıyorsun günaha sen şeytan mısın” çekiyordum. Ta ki BioWare Liara severlerin gönlünü almak için Lair of The Shadow Broker’la gelene kadar. Lair of The Shadow Broker, hem Liara’nın Shepard döndükten sonra ne işler çevirdiğini gösteriyor, hem de oyun boyunca mavi sevgilimizin aşkına ihanet etmediysek bizi oldukça güzel bir şekilde ödüllendiriyordu.
“Shepard, konuşmalıyız.”
Skyrim – Dragonborn
Skyrim’i çok sevdim fakat Morrowind’i sevdiğim kadar sevemedim. Dragonborn ile tekrar Morrowind’e döneceğimizi öğrendiğimde ise havalara uçtum. Tabii Morrowind, Red Mountain tarafından neredeyse yok olduğu için Solstheim’a kadar gidebiliyorduk fakat bu bile bana yetmişti. Sevdiğim Morrowind müzikleri, aynı atmosfer, Dunmer kardeşler ve Dragonborn’un inanılmaz hikayesi derken, kendimi büyük oyunun içinde bulmuş kadar oldum. Dragonborn bu sebeple benim asla unutmayacağım bir DLC idi.
“You n’wah”
Grand Theft Auto IV – Episodes from Liberty City
Rockstar’ın indirilebilir içerikleri olacak gibi değil doğrusu. Episodes from Liberty City, kendi içerisinde iki adet büyük oyun içeriyordu adeta. Lost and Damned’da Lost isimli motorsiklet çetesinin lideri Johnny Klebitz’i canlandırırken, Ballad of The Gay Tony’de Luis Fernando Lopez isimli bir karakteri canlandırıyorduk. Bu iki DLC’nin hikayeleri ise Episodes from Liberty City adında toplanıyordu. İki büyük oyun derken gerçekten abartmıyorum, bu DLC’ler GTA IV olmadan apayrı bir yüklemeyle çalışabiliyor ve bu beni ilk duyduğum an epey şaşırtmıştı.
Evet, sanırım benim şimdiye kadar aklımda kalan en önemli DLC’ler bunlar. DLC’nin olmazsa olmaz hale geldiği bu düzende, artık kendilerine pek hayır diyemiyoruz ve eleştirsek bile çıkmaya devam ediyorlar, bu sebeple, zaman zaman keyfini çıkartmak daha mantıklı gibi.