Makale

En Sert Oyun Karakterleri

İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşır demişler. Bu tabir ne yazık ki çoğu kez aksiyon içerikli oyunlarda geçerli olmuyor. Kimi oyun size şiddeti düşüncelerinizle tasarlamanıza imkân tanırken, kimisi buna izin vermiyor, bire bir olarak her şeyi gözler önüne seriyor. Oynamaya devam edin veya etmeyin, kan gövdeyi götürdü bir kere. Balta gereken yere saplandı, bomba istenildiği etkiyi gösterdi, kurbanlar her zaman olduğu gibi kaçamadı ve vahşice infazlar gerçekleşti.

Bu yazımızda size korkuyu pek kullanmayan, bunun yerine öldürmeyi seven bazı isimlerden bahsedeceğiz. Onları zaten tanıyorsunuz…

Not: Tabii ki yazıda yer vermediğimiz karakterler olabilir. Tabii ki tüm karakterleri eklemek isteriz, ancak hepsi bir yazıda zor olacağı için, ilerleyen yazılarda diğer karakterleri de bulabilirsiniz. Bu sebeple “neden bu karakter yok”, “bunu da koymalıydınız”, “yemeğim ocakta kaldı” gibi söylemlerde bulunmamanızı rica edeceğim. Devamı zaten gelecek. İyi okumalar!

James Earl Cash- Manhunt

Suçla dolu bir yaşam ve sonucunda da idama mahkum olmak… Rockstar’ın belki de en hastalıklı oyunu ve oyun karakteri. Cash, o anda neler hissetti bilemeyiz, ama herhalde o sırada teklif olarak gelebilecek her şey, ölmekten daha iyiydi. O da bunu yaptı ve ona sunulan iğrenç fırsatı değerlendirdi. Pek de lazım olmayan bir isim, yani Starkweather, yasa dışı porno filmler için Cash ile anlaşmaya varıyor. Bu tabii ki Cash için “köprüden geçme ve ayıya şimdilik dayı deme durumu”.

Zira idamdan kurtulduktan sonra kendi yolunu çizmek isteyen bu ruh hastası insan, önce kendisine karşı cephe alan çeteyi, sonrasında da başındaki ismi, yani Starkweather’ı öldürüyor. Hem de en acımasız şekilde. Kelleler uçuyor, kollar-bacaklar kopuyor, en acımasızca işkence yöntemleri uygulanıyor ve oluk oluk kan akıyor. Sonuç mu, sonuç bilinmiyor. Zira James Earl Cash’in nerede olduğunu kimse bilmiyor, ama bir ara GTA: San Andreas’te kendisini görmüştük.

Duke Nukem – Duke Nukem

Oyun dünyasının gördüğü en ilgi çekici karakterlerden bir tanesi şüphesiz ki Duke Nukem’dir. İlk kez Todd Replogle, Jim Norwood, George Broussard ve Scott Miller tarafından tasarlanan bu karakter, aslında pek de çekici değildi. Ta ki 96 yılında piyasaya sürülen Duke Nukem 3D için yeniden tasarlanmasına dek. Bu kez George Broussard ve Allen Blum sazı eline aldı ve bugün fenomen olarak nitelendirilen karakteri ortaya çıkardı.

Kaslı yapısı, güneş gözlükleri, mavi kotu, kırmızı atleti ve ekipmanlarıyla bir bütün olan kahramanımız ayrıca kişilik olarak da eşsizdir. Alaycı tavrı, ses tonu (Jon St. John tarafından seslendirildi), fırça gibi sarı saçları ve mükemmel replikleriyle birçok oyuncunun devamlı kontrol etmek istediği karakterler arasında yerini almıştır.

Yapımcılar zamanında, “yeni oyun için maço bir karakter” fikrini iyi ki düşünmüş diyorum. Duke’ün değer verdiği tek varlıklar olan kadınlar, onu gerektiğinde fazlasıyla maçolaştırabiliyor. Her gördüğü devasa yaratığı kolaylıkla alt etmesi, bunun ardından madara edici şekilde cezalandırması da ayrı birer karizma abidesi (bir boss’u öldürdükten sonra üzerine oturuyor ve tuvaletini yapıyordu. Bir diğerinde ise kafasına vurup, gözünü kale direklerinin arasından geçirerek gol atıyordu). Kaos ortasında hem milleti pataklayan, hem de dans eden kadınlara para veren, kimseden korkmayan ve kendini dünyanın kralı olarak ilan eden kaç kahraman tanıyorsunuz?

Barbar Conan – Conan serisi

Köle, Savaşçı, Kral… Kimmeryalı Conan, kılıcını salladığı kimseyi sağ bırakmadı. Ucundaki kişi ister büyük bir savaşçı, ister tehlikeli bir yaratık, isterse de kudretli bir büyücü olsun, fark etmez, etmedi de… Conan, önemli bir eser, ama şüphesiz ki onu tüm dünyaya tanıtan kişilerden bir tanesi Arnold Schwarzenegger’dır. Genç yaşta vücut şampiyonu olduktan sonra oynadığı 2 filmlik Conan serisi, izleyenleri aksiyona ve şiddete boğmuştu. Tabii ki yüzlerce çizgi romanda işlenen destanların her birini bu filmlere sığdırmak çok zordu.

Kahramanımız, çizgi roman ve sinema maceralarının ardından oyun olarak uyarlandı. Özellikle yeni nesil konsollar için geliştirilen Conan, çok kanlı bir yapımdı. Oynanış mekâniği olarak fazlasıyla God of War’u andıran oyun, şiddet düzeyinde de ondan aşağı kalmıyordu. Kollar, bacaklar, kelleler ve daha ne ararsanız… Bu şiddet, Age of Conan ismini taşıyan MMO oyununda da devam ettirildi. Zira oyunun sloganlarından bir tanesi de “Kelleler kopacak” sloganıydı.

Marcus Fenix – Gears of War

Evil Dead önemli bir filmdi. Hem sinema, hem de oyun sektörü için. Öyle ki bu filmden, daha doğrusu bu film serisinden esinlenerek oyun yapanlar da oldu. id Software’ın Doom’u, 3D Realms’in Duke Nukem 3D’si gibi. Özellikle Doom’da pompalı tüfek ve testerenin önemi büyüktü. Kan gövdeyi götürüyordu. Bu oyunun ardından elektrikli testerenin öne çıktığı başka bir oyun bilmiyordum, ta ki Gears of War çıkana kadar.

Epic Games’in yeni nesilde çıkardığı en önemli oyun olan Gears of War, başarısının sırrını büyük ölçüde 2 şeye borçluydu; iyi bir karakter ve şiddetli oyun yapısı. Kullanılan tüfeğin altında yer alan elektrikli testere, gelen geçen herkesi kesiyor, doğruyor, su gibi kan akıtıyordu. Testereyi kullanan eller de önemli tabii ki, yani Marcus Fenix.

Günümüzden uzak bir gelecekte, uzaylı yaratıklar dünyamızı istila ediyor. Doğal kaynaklar, insanların hakimiyeti, yaratık uygarlığı derken, azalan umutların tekrar çoğaltılabilmesi için eski bir asker, yeni bir mahkum olan Marcus Fenix’e ihtiyaç duyuldu. O da üzerine düşen görevi en şiddetli biçimde yerine getirdi diyebiliriz. Ne de olsa 1.85 boyunda, kas yığını bir arkadaş.

Frank Castle – The Punisher

Marvel’ın hazırlayıp da başarı yakalamadığı pek az kahramanı vardır herhalde. Hepsinin kendine özgü hikâyesi ve güçleri var. Bunlar çoğu kez bir araya geldi, beraber savaştı, ancak belki de hiç biri yalnızlığı Frank Castle gibi tatmadı. Aslında başarılı bir polis olan kahramanımızın, bir mafya patronunun oğlunu öldürmesiyle birlikte hayatı kararıyor. Tüm ailesi yok ediliyor ve o da ölmek üzereyken bazı insanlar tarafından bulunup hayata geri kazandırılıyor.

Artık Frank ismi yok, infazcı, yani The Punisher ismi var. Çizgi roman ve sinema sektörlerinde boy gösteren bu isim, THQ önderliğinde oyun olarak da kullanıcılara sunulmuştu. Max Payne tarzı bir oynanışı olmasıyla beraber, kendine özgü hikâyesi ve bitirici ölüm vuruşlarının olması, The Punisher’ı kolaylıkla belirginleştiriyordu. Sorgulama yöntemleri bile bizim isteğimize bağlıydı; öldürebilir veya bağışlayabilirdik.

Bu oyunda onlarca farklı öldürme yöntemi bulunuyor. Her biri çok eğlenceli. Bazılarını her zaman, bazılarını da bulunduğumuz mekânların işlevselliğine göre gerçekleştirebiliyorduk. Her ne olursa olsun yapımcılar şiddet unsurunu hem verdi, hem vermedi. Verdi, çünkü düşmanların ağzına bomba sokup patlatabiliyorduk. Yakaladığımız kişileri kızgın yağda kavurabiliyorduk, ya da keskin dişlilerle biçebiliyorduk, o da yetmedi ağzına pompalı tüfeği sokup ateş edebiliyorduk. Bunlar ve daha fazlası, gerçekten yetişkin kesime hitap eden saldırı çeşitleri.

Şiddet unsurlarına yer vermedi, çünkü oyunda kan efekti fazla kullanılmıyordu ve her şeye rağmen hiç bir parçalanma efekti yoktu. Eh, bunlar da olsa oyunun yasaklanması an meselesi olabilirdi zaten. Yapımcılar, bunu da düşünmüştür sanıyorum.

Kratos – God of War

Sparta’nın bağrından kopup gelmiş, benliğini tanrılara emanet etmiş, hoşnut olmamış ve sonuca aldırış etmeden deli bir balta gibi düşman ordularını yardı o. İçinde hâlâ insanlıktan ötürü bir parça varsa bile, kin ve nefret duygusu her zaman ağır basmış ve merhamet duygularını kalbindeki en karanlık noktalarda bastırmayı bilmiştir.

Kratos, yürekli bir adam, ama aslında korkak biri de. Ama bir dakika, buna akıllılık da diyebiliriz, kişiden kişiye değişir. Barbar ordusunun liderinin baltası altında ikiye bölünmek üzereyken yardım çağrısında bulunmuş, böylelikle ölümden kurtulmuştu. Bundan sonrası onun için lanetliydi, ama o bunu kabul ederek yaşamayı seçti ya da bildiğini sanıyordu.

David Jaffe önderliğindeki SSM (Sony Santa Monica) ekibinin ürünü olan Kratos, T.C. Carson’ın da seslendirme yeteneğiyle, tam bir ölüm makinesini andırıyordu. Seri boyunca kanlı mücadelelerine şahit olduğumuz bu ölümsüz ölümlü, God of War 3’teki kelle koparma sahnesiyle oyun tarihindeki en şiddetli sahnelerden birine imza attı, hatta belki de en şiddetlisine. Öyle ki, yayımlanan video bir süre sonra kaldırılmış, akabinde de mozaikli olarak tekrardan yayımlanmaya başlamıştı. Akıllardaki bir örnek de God of War 2’de, kafesteki adamı kapının açılması için ateşe doğru sürüklemesiydi ve God of War 3’teki kapının dişlilerinin dönmemesi için arasına genç bir kadını yerleştirdiğini de unutmamak gerekir. Tamam, tamam sustum. Çok fazla kan ve çok fazla şiddet unsuru var bu seride.

The Postal Dude – Postal
Köyün delisi diye bir kavram vardır hani. Küçük çocukların onla dalga geçtiği, onun da umursamadığı, etrafta boş boş gezdiği insan. Bu tarz insanlar, bazen tehlikeli olabiliyor. Köyün değil de, kasabanın delisi diyelim bizim The Postal Dude için. Sabah olunca evinden dışarı çıkıp, etrafta ne var ne yok gözetliyor öncelikle. Sonrasında da başlıyor zarar vermeye. Şekil ve boyut olarak farklılık gösteren bu davranışlar, hem halk, hem de polis tarafından tepki görüyor haliyle, ama kimin umurunda?

Oyun tarihinin en amaçsızca adam öldürüldüğü oyunu konusunda Postal’ın zirveye oynadığını söyleyebiliriz. Belki Serious Sam ile kapışırlar, ama emin olabiliriz ki eline geçirdiği bir kürekle karşısındakinin kafasını çatıya fırlatan Postal Dude, Sam’in de ciddiyetini güzel bir terapiyle sona erdirebilir.

Eminim hayvan hakları savunucuları da Postal’dan hoşnut olmamıştır. Bilindiği gibi Postal’da çok tartışılan bir yön daha vardı. Otomatik tüfeğinizin ucunda bir kedi bulunuyor, ateş ettikçe ona da zarar veriyordunuz. Ne akla hizmet olarak böyle bir düşünce geliştirildiği bilemiyorum, ama benzeri olmadığı açık. Vince Desiderio tarafından tasarlanan bu karakter, Rick Hunter tarafından seslendirildi.

O, hiç bir şeyden pişmanlık duymaz, umursamaz… Bir katil, sapık, cani, kısacası psikopat. Polis vb. demeden, küçük büyük ayrımı yapmaksızın yakar yıkar. Halkında dış dünya pek şey bilmiyor. Oyun dünyasının en tartışılan karakterlerinden biridir. Sanırız öyle bilinmeye de devam edecek…

Torque – The suffering

Kâbuslarınızdan kaçamazsınız. Bulanık bir zihin, sizi karanlığa sürükler, çoğu şeyi unutursunuz, ama kâbuslarınızı asla. Nasıl olduğu, ne yaptığınız hakkında bir fikriniz olmasa bile, sonucundan haberdarsınızdır. Yapmanız gereken ise, sonuca gelirken kat ettiğiniz yol hakkında bilgi sahibi olmak. The Suffering, psikolojik korkunun en güzel örneklerinden bir tanesi. Oyunun hikâye yazarı ve baş tasarımcısı olan Richard Rouse III, Torque adında psikopat bir katili kontrolümüze veriyordu.

Torque, başta belirttiğimiz kalıplara uyuyor. Geçmişine dair pek bir şey hatırlamıyor, ama olayları genel hatlarıyla biliyor. Bir anda beynine vuran film kesitleri ve ses kayıtları da ona acı çektiren diğer etkenler. Eski karısı ve iki çocuğunun katili olarak hapis cezasına çarptırılan Torque, belki de elektrikli sandalyenin yeni konuğu olarak sonsuzluğa uğuralanacaktı, ama olmadı. Belki şans, belki de lanetin devamı.

The Suffering, içerdiği şiddet unsurları sebebiyle yasaklanma tehlikesiyle karşı karşıya gelmiş oyunlardan bir tanesi. Öyle sahnelerle karşılaşıyorduk ki, adamımız Torque’nin her yanı kanla kaplanıyor, paçalarından bile kan damlacıkları süzülüyordu. Kanlı rüyalar bile gördüğünü söyleyebileceğimiz bu adam, ağzında kan tadının eksik olmadığı belki de tek insan.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu