Evil Genius
Eskiden oyunlar eğlenmek ve zaman geçirmek için oynanırdı; hatta en kötümser şekilde düşünecek olursak: eskiden oyunlarda art niyet aranmazdı. Yapılabilecek belki de en kötü şey; bir canavarın şimdiye oranla alabildiğine gerçeklikten yoksun vücuduna, şimdiye oranla alabildiğine gerçeklikten yoksun silahlarla ateş edip belki de tırsmaktı. Yada PacMan olup nokta yerdik, sonra da o noktaların sülaleleri gelip de bize karşı kan davası başlatmazdı. Masumduk, dedim ya; sadece “oyun oynardık”. Tutup da aklımızdan Eyfel Kulesini yerinden söküp çalmak geçmezdi, yada bir pop yıldızını kaçırmak, keza sırf eğlence için başkalarına işkence yapmak.
Geçtiğimiz günlerde benim oyun dünyasına bakış açımı köklü ve derinden etkileyen Manhunt adında bir oyun peydah oldu. Ve zannetmiyorum ki ne eski klasik adventure oyunlardan ne de yeni teknolojik manyaklardan herhangi biri benim kalbimde Manhunt’dan daha yukarıda bir yer kazansın. Bu noktada bir enstantane ile ortam şenlensin. Ya karşılıklı sohbetlerimden birinde yada bir forumda okuduğuma göre yaşının daha buluğ çağına erişmediğini bildiğim bir çocuk Manhunt’u beğenmiyor, ve beğenmemesine neden olarak da infaz anında kurbanların çıkarttıkları seslerden, kanın görüntüsünden ve silahların teknolojik olmamasından gem vuruyor. Gelinen durum karşısında o kadar üzüldüm, şaşırdım ve afalladım ki, o an kendimin bir uzaylı olduğuna karar kıldım. Peki Evil Genius’un bununla ne alakası var diyebilirsiniz. Haklısınız, aslında şiddet unsurlarını derinlemesine ve ballandırarak kullanması dışında hiçbir benzer yanları yok; ama, az sonra Dungeon Keeper efsanesiyle karşılaştırdığımda fazlasıyla örtüştüğünü göreceksiniz. Ki zaten tarzı icabı DK ile aynı izometrik kamera açısına sahip ve taraflarımız ortak: Yaşasın Kötülük!!!
Tavşan’ın deliğinden aşağı süzül, sana Marilyn Manson’dan bir ninni söyleyeyim
Bir Peter Molyneux oyunuydu yine Dungeon Keeper. Yerin derinliklerinde bir koloniye sahiptik ve kötü güçlere hizmet ederek alışılmadık olanı uygulamaya çalışmıştık. Son olmayacağı barizdi, nitekim sonunda Evil Genius ile bu tadı tekrar damaklarımızda hissedebiliyoruz. Evil Genius’a tam anlamıyla Dungeon Keeper’in günümüz uyarlaması desem ne abartmış, ne de yanılmış olurum. Genel konseptten tutun da odaları kurma mantığı, ve zamanına göre geliştirilmiş de olsa zindanın kalbi fikri ana hatlarıyla korunmuş. Yalnız bu oyundaki kalp olayı Evil Genius adlı patronumuzun üzerine monte edilmiş. Etrafındakilerin çeşitli yeteneklerine katkılarda bulunuyor ve hareketli. Tabi bu noktada belirtmem lazım ki, DK Bullfrog yapımlı bir oyundu; EG ise Vivendi tarafından üretiliyor. Takdir de edeceğiniz üzere 90’lı yılların sonlarındaki bir oyunun günümüzdeki dirilişi eşit bir açıdan içerikle sunulamaz. Eklemeler olması lazım, hiç değilse bile kendine uygun bir platform bulabilmesi için ambiyansta köklü bir değişikliğe gitmesi lazım. Neyse ki Evil Genius gayet başarılı bir şekilde buradan sıyrılabiliyor.
Gelelim oyunun konusuna. Aslında oyun belli bir konu akışında da ilerlemiyor. Yani tipik bir “scenario” ilerleyişi üzerine kurulu; size verilen görevleri başarmanız şeklinde hayat buluyor. Oyunun akışı ise sizi sahip olduklarınız yardımıyla bir “ölümcül deha” olmaya sürüklüyor. Zaten oyunun ismini Türkçe’ye çevirecek olursak bunu görmek mümkündür. Size verilen görevleri başarıyla gerçekleştirdikçe yenileri geliyor, artıyor, zorlaşıyor ve size de paranızı finanse edip artırarak yeni çılgınlıklara harcamak düşüyor. Evet, oyun böylece nihayete eriyor desek yanlış olmaz. Tabi siz bütün bunları yaparken sizden haberdar olan ve sizi engellemeye çalışan ajanlarla da mücadele halindesiniz. Bu savaşta da onlara karşı olan direnişini sahip olduğunuz kölelerin yardımıyla gerçek zamanlı bir kavga ile gerçekleştiriyorsunuz. İşin bir de düşmanlarınıza tuzak kurma tarafı var ki, o kısma hiç girmeyeyim. Oyunun eğlence sınırlarının aşıldığı yerleri işkence ve tuzakların işlevlendiği anlarda ekranlara gelenler oluşturuyor.
Köleler ise adı üzerinde sürekli çalışmak üzere programlanmışlar. Ama tabi ki onlar da insan ve dinlenmek veya eğlence gibi basit ihtiyaçlara gereksinim duyuyorlar. Az sonra bu ihtiyaçlarını nasıl karşıladıklarını anlatacağım, yalnız şimdi söylemek istediğim başka şeyler var. Bulunduğunuz konuma göre köle sayınızda artışlar yapabiliyorsunuz ve onları geliştirebiliyorsunuz. Daha yüksek sayıdakilere daha fazla iş buyurabileceğiniz için bolca olmalarında yarar var. Ama hepsinin de emrinize amade olabilmeleri için bir süre lazım. Bu süre onları üretmeniz için geçen süre anlamına geliyor. Süre bakımından kastım da üretmek için harcayacağınız zamanın sizden eksilecek para miktarına ters orantılı olarak değişim göstermesi. Örneğin hiç para harcamadan vereceğiniz emirle her 60 saniyede bir köle kazanabileceğiniz gibi, 4000 dolardan her saniye başı bir köleye de sahip olabiliyorsunuz. Yalnız bunun da tabi ki bir sınırı var. Bir başka şeyden daha söz edecek olursak, ekranın sağ alt kısmındaki dünya simgesine tıkladığınızda önünüze bir dünya haritası geliyor. Burada parçalara ayrılmış dünya haritası üzerinde hırsızlıklar yapabilir ve adam kaçırma gibi eylemlerde bulunabilirsiniz. Aman ne güzel değil mi sevgili okurcuklar.
Düşmanlarıma zehirli gaz sıkarım, adamlarıma atlas yorgan sererim
Bulunduğunuz bölge yerin altında olduğu için her tarafınız taş bloklarla çevrili. Oynanışa alışık değilseniz bunu iyi biçimde kapabilmeniz için ilk bir saat içerisinde oyun size filistin askısındaki israil askeri muamelesinde bulunabilir. Durum gayet basit. Yapacağınız iş gayet basit; taşların arasından koridorlar uzatarak bunun kenarlarına da odalar kurun. Elinizdeki imkanları dağ gibi kesimin üzerine fare ile sağ tıklayarak görebiliyorsunuz. Kurabileceğiniz odalar arasında dünya üzerindeki gelişmeleri izlediğiniz kontrol merkezi(ki dünya haritasını açabilmeniz için bu odayı kurmalısınız), bir diğeri de(ki bence en önemlisi) kölelerinizin kalacağı yatakhaneler. Burayı tam teçhizatlı donatmalısınız, güvenliğini sağlamalısınız ve “kapısını da kapatmalısınız”. Özellikle kapıyı kapatma olayını dikkate alın. Yoksa adamlarınız güvenlikte olmadıklarını ve ajanlara karşı savunmasız kaldıklarını düşünüp yataklarına yatmıyorlar ve bir süre iş ciddiyetinden çıkabiliyorlar, yada yorgunluktan bayılabiliyorlar.
Sadece yatakhane ile iş bitmiyor, ayrıyeten can sıkıntılarını atabilecekleri masa tenisi ve diğer ajanlara işkence yaparak eğlenebilecekleri aktiviteler koymalısınız. Bu sayede onları diri tutarsınız ve işten kopmamış olurlar. Eğer bütün bunları gereksiz görürseniz, büyük patronu teftişe çıkartıp etrafındaki değişen renklerden oluşan çemberde hepsini toplayarak da bütün kölelerinizin ihtiyaçlarını giderebilirsiniz. Bu sayede çok para da harcamazsınız; ama, bütün adamların peşinden gitmek de zorlayıcı olabilir. Zaten siz oda yaptıkça işler otomatiğe bağlanıyor. Ayrıca parasal yönden de getirileriniz olması lazım ki bütün bunları da yapabilesiniz. Turistler bulunduğunuz adaya geliyorlar ve onları da sömürmek lazım. Otel inşa edip içini de bir güzel donatırsanız orada konaklayacak olan kişilerin paralarını ceplerinden alabilirsiniz.
Hani biraz da delikanlı olsan diyorum
Oyun aslında hayli kaliteli. Hatta DK’nın tekrar meydana çıkışı olarak lanse edilebileceği ve geçtiğimiz E3 içerisinde yabancı basından bayağı ilgi topladığı için gözü kapalı para verilip alınabilecek yapımların başında geliyor. Birçok açıdan atasını katladığını söylesek de bazı falsolar yüzünden de ondan epey geri kaldığını belirtmek lazım. Ki kötülenebilecek noktalar direk oynanışa etki ediyorsa her şeyi etkiliyor anlamına gelir. Örnek vermek gerekirse odalara kapı yapma zorunluluğu oyuna alışma zamanlarında fark edilmeyecek derecede ince bir detay. Uygulaması başarılı, görünürde de ajanları içeri almaması bakımından çok faydalı; ama, odaları kurgularken koridora yakın iki kare daha ekleyerek oraya kapı yapılması olayı oyuncuya iyi verilemiyor. Kapı olmadığında da iyi çalışamıyorlar ve performans düşüşü gösterebiliyorlar. Görevleri anlayabilmek biraz ingilizce desteğinize bakıyor, bir süre sonra da eğer hiçbir şey anlamazsanız boş boş ekrana baktığınız için insana yaralayıcı geliyor. Görsel açıdan da bence akranından çok daha teknik detaya sahip olsa bile DK’dan fazlaca öte değil. Zira Dungeon Keeper’in ilk oyunu şimdi piyasaya çıksa Evil Genius onun gölgesinde kalır gibime
geliyor.
Grafikler o kadar ayrıntılı değil. Pastel tonlara ağırlık verilerek türüne yeni bir görsellik kattığını ve çizgi filmvari çizimlerle bu şekilde kendini geliştirdiğini düşünürsek belki bunu sağlam temellere dayandırmış oluruz; ama, doğa grafikleri ve ara videoları dikkate alırsak çelişkiyi fark etmek zor olmaz. Her ikisini de eşit harmanlayıp ortaya ya tam çizgi film tarzı bir oyun çıksa yada gerçekçiliğin iyi derecede sağlandığı kaliteli bir yapım ortaya çıksaydı affolunur bir görüntü çıkabilirdi ortaya. İşte bunu göremiyoruz. Yine de tatlı olmadığını inkar etmek imkansız. Seslerde ise bunun tam aksine tok ve doygun tınılar kulaklarımızı tam anlamıyla dolduruyor. Koridorlarda yankılanması, karakterlere uygun ve güzel seslere diyecek laf bulmak zor. Yalnızca şu denebilir; bu grafiklere bu ses fazla.
Erdem Maşlak, Cehennemin dibinden bildirdi
Evil Genius çok kaliteli ve alışma dönemi dışında kalan zamanı atacak olursak oynanışı da eğlenceli, üstüne üstlük doyurucu. Yapay zekadan bahsedemedim; ama, buna o kadar da gerek yok. Adamlar çoğunlukla uyarıldıklarında tepki veriyorlar ve bunda da direk adamlara hücum etmekten çok fazla bir şey yapmıyorlar. Bir çok eksi var, dediğim gibi oyuna alışma sürecini listenin başına koyabiliriz. İlerleyince kendine bağlayıcı bir özelliği de mevcut. Ben olsam buna Dungeon Keeper’in makyajlanmışı ve günümüze uyarlanmışı olarak nitelendiririm. Ama bana DK ile EG arasında seçim yapma şansı verecek olsanız cevabım hazırdır: Manhunt.